Uğur Dündar’ın geçen hafta “Halk Arenası”ndaki konuğu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu idi. Şöyle dedi:
“Kayseri’de 1925’te uçak fabrikası kurduk. Kayseri’den kalkan
ilk milli uçağımız Ankara’ya indi. Denizaltı yapıyorduk.
Sonra Marshall Yardımı başladı; bize şunu söylediler, ‘ne
gerek var uçak üretiyorsunuz, ne gerek var gemi yapıyorsunuz
size uçak verelim, size gemi verelim.’ Uçak fabrikalarını,
tersaneleri kapattık. Ulusal değerlerimizi körelten
Marshall Yardımları’dır.”
Harika tespit…. Peki…
Siz şu türküyü bilirsiniz:
“Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman.
Senin gibi cahile, ben efendim diyemem aman…”
Bursa yöresine ait türkünün doğumu 2 Kasım 1954...
İhsan Kaplayan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlendi.
Türkünün; Kılıçdaroğlu’nun dedikleriyle yakından ilgisi var; ama Marshall Yardımı meselesi sadece uçak-gemi değildi.
İşin Manisa/Soma’da kesilen zeytin ağaçlarıyla da ilgisi vardı! Şöyle…
İkinci Dünya Savaşı sonrası…
ABD, Truman Doktrini ile Türkiye’ye askeri
yardım yaptı. Fakat, askeri yardım yeterli değildi;
“ekonomik yardım” da yapmalıydı! Ve bizim “11 Eylülümüz” başladı; ABD Kongresi 11 Eylül 1947’de Marshall Yardımı’nı onayladı.
Çoğu kimse tehlikesinin farkında değildi….
En başta zeytin üreticileri…
Zeytinyağı yalanı
Zeytincilik, Cumhuriyet’le birlikte ülke tarımında hak ettiği yeri almaya başladı. Atatürk’ün 1929’da Yalova’daki direktifiyle zeytincilik seferberliği başladı. Yurt dışından getirtilen teknisyenlerle kurslar açıldı. Genç ziraat mühendisleri zeytincilik eğitimi için İtalya’ya gönderildi. 1937’de Bornova Zeytincilik Araştırma Enstitüsü’nün kurulması ile hızlandı. Zeytin bahçesine bakmayan ve bakım yaptırmayan üreticilere ceza veriliyordu. Ve keza, Atatürk’ün çok istediği 3573 sayılı “Özel Zeytin Kanunu” ölümünden 2.5 ay sonra çıkarıldı.
Zeytincilik hızla gelişti.
Savaştan sonra devreye Amerikan/Marshall girdi…
Amerika ne derse inanıyorduk; ve o günlerde başladı; “zeytinyağı ısınırsa kanser yapar” yalanı. Oysa zeytinyağı, dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağıydı.
Zeytin Anadolulu’ydu; anavatanı, Mardin, Kahramanmaraş ve Hatay üçgeniydi. Bütün ağaçların ilkiydi ve insan sağlığına en yararlı ağaçtı. Batı dillerindeki “oil” kelimesi, Eski Yunan’da zeytin ağacı anlamına gelen “eleia” kelimesinden türemişti.
Binlerce yıldır insanımızı doyuran zeytinyağı türkü siparişleriyle vs. gözden düşürüldü. Sabunu bile kullanılmamaya başlandı.
Zeytinyağına düşmanlığın sebebi şuydu:
ABD dünyanın en büyük mısır üreticisiydi ve mısırözü yağı ihracatını Marshall Yardımı kisvesi altında yaptı; -artık her daim yapacağı gibi- Türkiye’ye dedi ki, “ekonomik kalkınmanızı bana bırakın!”
Amerika’dan uzmanlar geldi; araştırma yaptılar; ve “Türkiye tarım ülkesidir” sonucuna vardılar!
Eeee!
Eee’si şuydu; Türkiye’de neyin üretileceğine, neyin tüketileceğine ABD karar verecekti.
Türkiye’den ilk isteği şu oldu; “benden mısırözü yağı alacaksınız!”
Aldık.
Kimse sormadı; (ki soranı “gomonist” diye hapse
atıyorlardı) “yahu biz zaten tarım ülkesiyiz; alacaksak niye mısırözü
yağı alalım; ülke olarak mısır üretiminde önemli bir potansiyele
sahibiz. Ayrıca yağa ihtiyacımız yok.”
Ayrıca…
“Bu zeytinyağı zararlı ise Amerikalılar peşin dolar verip niye zeytinyağı alıyordu?”
Aynı Amerika mısırözü yağını, Türk lirası karşılığı borç olarak
veriyordu! (Tabii aradan yıllar geçip Türk halkı zeytinyağdan soğuduktan
sonra ABD, mısırözü yağını dolarla satmaya başladı.)
Türkiye boğazından düğümlenmeye başlanmıştı…
Öyle ki:
Üç-beş ihraç kalemimizden biri zeytinyağı idi…
Zamanla yapılan (örneğin 12 Kasım 1956 tarihli) tarım anlaşmaları sonucu ABD, Türkiye’nin zeytinyağı ihracatını yılda 10 bin (sonra 6400) tonla sınırladı!
Eğer zeytinyağı ihracatı ABD’nin izin verdiği miktarı aşarsa Türkiye,
ABD’den aynı miktarda nebati yağ satın almak zorundaydı! Çünkü “dostumuz ABD”, nebati yağlarının satışının etkilenmesini istemiyordu! Zeytinyağda emre uyduk; fakat izinsiz buğday ihraç edince, Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Fletcher Warren, 20 Ocak 1958’de Menderes Hükümeti’ne nota verdi!
Sonuçta… ABD tarımımızı ele geçirdi ve bunu yaparken; gümrük
vergisi, özel idare ve belediyelere ait vergiler, resim ve harçlar,
sundurma ve antrepo ücretleri, rıhtım resmi ve rıhtım ücretlerinden muaf
tutuldu.
Bitmedi…
Müslümanlara domuz yağı
Sadece Mısırözü yağ değildi mesele…
Soya fasulyesi üretiminde dünya birincisi olan ABD, Türkiye’ye soya yağı ihracatına başladı. Yağın ucuz olması “Amerikan yardımı” gibi (hepsini paramızla aldık) yalandı; “ucuz
vermek isteriz fakat, dünya tarım piyasa fiyatları üzerine tesir
yapmaması için dünya piyasasına göre fiyat tespit etmek zorundayız” dediler.
Bu yağların büyük kısmı margarin yapımında kullanıldı. Eh tabii ki,
doymuş yağ asidi içeren margarinin damar sertliği yaptığı
söylenmeyecekti. (Donmuş yağların içinde domuz yağı vardı ama
bizim dincilerin “bağımsız Türkiye” diye bağıran öğrencileri dövmekten
başka yaptıkları bir şey yoktu.)
İlk margarin fabrikası ABD’nin yardımıyla kuruldu.
Margarine alışkanlık o hale geldi ki, gün gelecek -aynı Şili’de olduğu gibi- o margarin kuyruklarıyla Ecevit Hükümeti yıkılacaktı.
Bugün…
Son “torba yasa”yla 25 dekardan küçük zeytin alanları enerji, turizm ve maden işletmeciliğine açıldı.
Türkiye’de zeytinliklerin ortalama büyüklüğünün 12 dekar olduğunu
düşünürseniz bu yasanın zeytinciliğin sonuna getirmek için çıkarıldığını
bilirsiniz.
Zeytine düşmanlık AKP ile sürüyor.
Zeytinyağına sahip çıkanlara dün “cahil” deniyordu; bugün “ulusalcı-faşist” deniyor.
Ve: Perde arkasında ABD’nin tarım politikaları hâlâ devam ediyor.
Soner Yalçın /SÖZCÜ
Yorum Gönder