Gazilerimiz-Şehitlerimiz ve Ak Saray - Galip Baysan

Gazilerimiz-Şehitlerimiz  ve Ak Saray - Galip Baysan
Bu hassas konuyu üzülerek yeniden ele almak gereğini duyduk. Türkiye yöneticileri ne oldu ki birdenbire 1–1,5 Milyar dolar sarf edip 1000 odalı bir saray yaptırabiliyorlar. Demek ki artık çocukluğumuzdan beri yatılı okullarda kafamıza çakılan “ Bu fakir milletin milyonları veya yediğiniz her lokmada öksüzlerin ve yetimlerin payı olduğu” anlayışı değişmiş olmalı ki böylesine büyük meblağlar artık toprağa yatırılabiliyorlar. Ülkemiz ticaret ağırlıklı yöneticilerimiz sayesinde artık zenginleşmiş ve artık geçmişte ve günümüzde büyük fedakârlıklarla ülke ekonomisini bu günlere taşıyan fedakâr evlatlarına veya ölmüş olanların ailelerine haklarını ödeyecek maddi güce ulaşmış sayılabilir.
Yıllar önce Fransa’nın ünlü Versay sarayını iki Pakistanlıyla birlikte geziyorduk. Birden bana şu soruyu sordular.”Osmanlılar 500 yıla yakın bir süre 3 kıtada birden hüküm sürdüler ama ne İstanbul’da ne de başka şehirde doğru dürüst bir saray göremedik. Bunun bir nedeni var mı?”
Ben saray olmaz mı Topkapı Sarayı var ya dedim. “O Bizanslılardan kalmaymış” dediler. Ya Dolmabahçe Sarayı? O da yeni yapılmış dediler. Yıldız Sarayını gördünüz mü?  Dedim “görmedik” dediler. Ben de Sultan Abdülhamit’in sarayı diyerek durumu atlattığıma sevindim. Çünkü Yıldız Sarayı dahi Versay veya Tuileri Sarayının küçük bir bölümü olabilirdi. Son sözlerim Osmanlı Sultanlarının aynı zamanda halife olmaları nedeniyle dini inançları gereği israftan kaçındıklarını söyleyerek konuyu noktaladım.
Tıpkı Osmanlı sultanları gibi Türkiye Cumhuriyetinin devlet adamları da böylesine büyük paraları toprağa gömmeğe hakları olmamalı ve olamaz da. Neden olamayacağını yaşamımızdan örnekler vererek açıklamak isterim.
Ne hikmetse Osmanlı döneminden beri ülkemizde en ucuz şey genç askerlerimizin, yani çocuklarımızın kanıdır. Şimdilerde yurt dışına gönderilen ve oralarda masum halkların korunması ile ilgili, insanlık idealini gerçekleştirmeye çalışan askerimize makul bir maaş ödendiğini duyunca mutlu oluyoruz. Düşünün daha 50–60 yıl kadar önce Kore’ye gönderilen askerlerimiz inanılmaz derecede komik maaş alıyorlardı. Örnek vermek gerekirse erlerin maaşı ayda 1 dolardı. Evet, yanlış görmediniz, yanlış anlamayı önlemek için yazı ile tekrarlıyorum. Erlerin maaşı bir, onbaşıların1,5,çavuşların 2, Astsubayların 15, subayların 20 ve (Binbaşı ve üstü) üst subayların 25 dolardı.
O günlerde herkes ülkenin döviz sıkıntısı çektiğini biliyor ve duruma itiraz etmiyordu. Ama Menderesin mevcut döviz rezervini belirli bir kesimin avantajları için kullandığının farkındaydı. Orada iken bizzat şahit olduğum olaylara dayanarak şunu söylemek isterim ki, savaşa katılan Birleşmiş Milletlere mensup Ordu mensupları arasında bizden başka parasız, pulsuz (Koreliler hariç) hiçbir asker yoktu. Zamanın iktidarı resmen askerinin kanını dövize dönüştürme eğilimine sahip gibiydi.
Türk Ordusunun subay ve astsubayları gerçek anlamda şövalye ruhlu insanlar gibi davrandıkları için, bir iki hatıra dışında bu konuya bu güne kadar kimse temas etmemiştir. Menderesin sevabına ( aslında Demokrat Partinin oy potansiyeline) sahip çıkan politikacılar, ne hikmetse günahlarına asla sahip çıkmıyorlar.
O günlerde Yokohama deniz PX’i dünyanın en büyük PX’i kabul ediliyordu. Türkiye’ye dönerken İzinli birkaç arkadaş mağazayı dolaşıyorduk. Bir ara gözümüze şahane bir konsol müzik setti takıldı ve onu uzun uzun zevkle izledik. Ben yüzme paleti istiyordum, buldum ama aynı anda bir 45’lik dikkatimi çekti. Cebimde sadece 85 cent vardı. Birini alırsam öbürünü alamıyordum. Ben hangisini alsam diye düşünürken bölüme Taylandlı bir subay girdi ve bizim hayranlıkla seyrettiğimiz müzik setini 400 dolara yakın bir ücret ödeyerek satın aldı ve gemiye yüklenmesi talimatını verdi. O zaman elimi kaldırıp ulu Tanrıya şikâyet ettiğimi unutmuyorum. “Ey ulu Tanrım; ben ki koca Osmanlı İmparatorluğunun varisi Türkiye Cumhuriyetinin subayı, şu delikanlı da küçücük Taylant Ordusunun subayı halimizi görüyormusun?”
1960’lı yıllarda bir sınav kazanıp Amerika’da bir kursa gönderildim. Bize günde sadece 6 dolar veriyorlardı.3-4 dolar zaruri masraflara ayrıldığından sigara, içki ve eğlence gideri olarak elimizde sadece 2 dolar kalıyordu. Bu nedenle her Türk yeme içmeden vaz geçerek tasarruf etmek mecburiyetinde kalıyordu. Öyle ki 10 sente kıyıp koka kola içen arkadaş çılgınca alkışlanıyordu.
1970’lerde İngiltere Kara Harp Akademisine gönderildim. Bana ayrılan ödenek günde sadece 4 Paunttu. Sene sonunda ülkesine dönen her ülke mensubu birer Mersedes alarak döndüler. Ben onları seyrettim çünkü devlet baba 11 ay için bana sadece 639 Pauntluk permi hakkı vermişti.
Son bir anım İzmirdeki NATO Komutanlığı ile ilgili olacak. Yemekhane oldukça büyüktü ve yemekler de çok güzel ama biraz pahallı idi. O dönemde maaşlarımız ve ödeme gücümüz çok zayıftı ve devasa boyuttaki enflasyon kelimenin tam anlamı ile memurları ezip geçiyordu.
Bir gün Amerikalı ve İngiliz birkaç arkadaş birlikte yemeğe oturduk. Herkes tabaklarını doldurdu, bendeniz her zamanki gibi çorba ve salatamı alarak oturdum. Yemekten sonra kalkarken çok sevdiğim bir genç fısıltı halinde şunu söyledi: “Sir; iki senedir burada yanınızdayım ve sizin çorba dışında bir şey yediğinizi görmedim.” Göremezsin çünkü midem bozuk” dedim. Peki birkaç ay içinde ayrılıyorum bu süre içinde midenizin düzeldiğini görmek isterdim dedi. Uyandım, dostumuz galiba benim pintilik yaptığımı düşünüyor olmalıydı. “ Sana bir sır vereyim mi? Dedim. Evet deyince “ Devlet bana bu maaşı verdiği sürece midemin düzeldiğini göremezsin” diyerek işi espriye döktük.
Bütün bunları anlatmamızın tek bir amacı var. Belirli bir dönem ülkeyi yönetmek için seçilen vekiller Türkiye’nin bu günlere nasıl geldiğini, Memurlarının, işçilerinin ne büyük fedakârlıklarda bulunarak bu günlere gelindiğini bilmeleri lazım. Bilmediklerini görüyoruz, çünkü içlerinde devlet adamı kimliğine sahip insan sayısı yeterli değil. Çoğu Din adamı menşeli ve sanki “devlet malı deniz…” tekerlemesini doğru zannediyorlar. Ama kaçamayacakları gerçekler de var. Bunların başında şehit ve yetimlerin ve geride kalan aile fertlerinin hak ve menfaatlerinin korunması geliyor.
Ulusunun hak ve menfaatlerinin korumaya çalışırken ölen, yaralanıp sakat kalan asker, polis ve görevlilerin geride bıraktığı ana, baba, eş ve çocukların yokluk ve acı içinde kıvranmalarını görmek canımızı yakıyor. Bu kadar büyük paraları adeta kendi zevkleri için toprağa gömmeyi göze alan yöneticilerimiz; bu millete borçlarını, öncelikle şehit ve gazilerin ailelerine göz kulak olmakla ve onların yaşamını normalleştirmek için maddi ve manevi imkânlar yaratmakla ödeyebilirler.
Bu konuda bir kaç yıl önce tek başına kalmış açlık ve sefalet içinde ölen bir Kore Gazisinden bahsetmiştim. Yukarıda detayını verdiğim gibi ne yazık ki Gazimiz, günümüz parasıyla devletinden en az 30–40.000 dolar alacaklı olarak açlıktan öldü. Bir tarafta açlıktan ölen gazilerimiz öbür tarafta milyarlar sarf edilerek yapılan 1000 odalı saraylar. Galiba günah veya zulüm dediğimiz olay bu olmalı.

Dr. M. Galip Baysan

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget