Çağdaş bir dev kentte bu kadar plansızlık ve vurdumduymazlık deliliktir

Sadece İstanbul değil, bütün kentler hasta. Bacakları pantolonlarından uzun, ceketlerinin kolları kısa. Pabuçları ise (yani otomobiller) birer salapurya. İşte bildiğiniz bir imgeye indirgenmiş bir Şarlovari İstanbul karikatürü.

Çağdaş bir dev kentte bu kadar plansızlık ve vurdumduymazlık deliliktir
Sevgili Okuyucular,
Kent insan gibi organik bir varlık olmadığı için hasta olup ölmez. Kentler terk edilerek, ya da eski dokularını değiştirerek yok olurlar. Ahşap konağın yerine betonarme apartman gelir. Toplum bunu hastalık olarak değil, yenilik olarak algılar.
Fakat bu doğal değişim süreçlerinin yanında, insanlığın uygar gelişmesine paralel olarak, varlığı tarihi süreç içinde tanımlanmış ve bütün dünyanın bildiği bir kent daha var. Bu insanlık belleğinin unutmadığı ve biçimler, anılar, simgeler, kültürel kimlik ifadeleri olarak temsil edilen ikinci kent, var olan maddi kentle örtüşen, fakat ondan daha uzun ömürlü olan evrensel bir imgedir.
Bizantium, Constantinopolis ve Osmanlı İstanbul’u bugün yok. Bazı maddi kalıntılar ve Müslümanlar için Konstaniyye –İstanbul, Avrupalılar ve dünya için bir Constantinopolis var. Tarihçiler ve Arkeologlar için de bir Bizantion var.
Bu ikinci ve gerçek İstanbul, Bizantion’u bir Yunan kolonisine, Constantinopolis’i surlara ve Ayasofya’ya, birtakım cahillerin camilere indirgediği bir İstanbul değil, İnsanlık tarihinin iç içe giren, yer yer birbirini izleyen, maddi ve simgesel verilerini birlikte içeren bir insanlık öyküsü. Uygarlığı tanımlayan anılardan bir kümedir.
Her şey yıkılır, yerine yenileri yapılır. Ahşap konak, yalı yıkılıp başka üslupta, başka malzemelerle yenileri yapılır. 16-17. yüzyılın kötü kopyası 100 000 cami yapılabilir. Bunların İstanbul- Constantinopolis denen ünlü tarihi kentle ilgisi yoktur. Bunlar uygarlık mirası değildir. Eski mirasın kopyaları bazı kültürel davranışlardır. Rönesans gibi devrimci ve uzun nefesli yorum içermediği zaman yozlaşmış bir kültür göstergesidir.
Onun için gökdelen, AVM ve 17. yüzyıl camisi yan yana otomobil tutkalı ile yapıştırıldığı zaman İstanbul yerine kent ucubeleri ortaya çıkar. Bunlar tarihi miras konusu değildir. İstanbul’u değil, bir politik iradeyi temsil der.
YARATICI GÜCÜ YOK ETME EYLEMLERİ
Bu kentte 5.yüzyıl surunun yanına gökdelen diker, Sinan Camisi adlı bir beton maketi, bir gökdelenin önüne, bir caminin avlusundaki şadırvan gibi koyarsanız, bunun tarihi İstanbul’la ilgisi yoktur. Sadece toplumun yaratıcı gücünün yok olduğunu gösterir.
Tarihte kentlerin en kalabalık yerlerinde, çarşılardaki esnaf ve zanaatkârın kolayca ulaşacağı sultan camileri yapıldı. Bursa’da Ulucami, Edirne’de Eski Cami, Üç Şerefeli, Selimiye hepsi çarşını yanındadır. İstanbul’da Fatih, Beyazıt, Şehzade Süleymaniye, Yenicami, Sultanahmet, Nur’u Osmaniye de çarşının yanındadır. İlk Fatih külliyesi ile birlikte çarşılar da yapılmıştı. Çağdaş otomobil yollarından örülmüş motor gürültüleriyle süslenen çıplak tepeler üzeride yapılan camiler, gökdelen ve AVM’ler ne kadar İstanbullu ise o kadar İstanbulludur. Ama tarihi kentle ilgileri yoktur. Bunlara tarihi imgenin kanserleri denir.
Megalopolis fakir, az okumuş, kökten cahil toplumlara işaret eder. Almanya’nın nüfusu Türkiye'den fazla ama İstanbul Berlin’den en az beş kez büyük. İstanbul bir kargaşa örneğidir. Kentteki 15-18 milyon arasındaki nüfus insan, şikayet etseler de kentten ayrılmazlar. Gecekondularda yaşadılar, kötü apartmanlarda yaşıyor, işlemez yollarda işlerine gidiyor, kirli hava soluyorlar.
Türkiye’nin beşte biri İstanbul’da yaşıyor, ama kimse köyüne, kasabasına geri dönmüyor. Çünkü geldikleri yer daha kötü idi. Kentler kötü ama, köyler geri gidecek kadar iyi değil. Karın doyuracak iş de kalmamış. Tarlalar sürekli nadasta.
SON YARIM YÜZYILI ÖZETLERSEK:
Eski İstanbul yok oldu. istatistiklere göre adam başına gelir arttı. Dev bir kent’te, ithal araçlar, televizyonlar, telefonlar, maskeli polisler, oteller, saraylar arasında, ışıklı yollarda yaşıyor eski köylüler. Kente göçenler böyle bir dev değişmeyi değerlendiremezler. Bu kaleidoskopik yaşamla büyülenmiş durumdalar. Dilenerek ya da zekatla yaşasalar bile İstanbul köyden iyi. Otolar, dükkanlar, dolu vitrinler, cam cepheler, göklere çıkan yapılar, gürültü, kalabalık. Bu kent cahil ve fakir için bir bayram yerine benziyor.
Hele televizyonun halkın önüne serdiği dünya şaşırtıcı. Ona ulaşamıyor ama orada tabuların bile seyri özgürce. Yeter ki televizyon satın alsın. Bankaya gidiyor, para veriyorlar. Eskiden kapısından geçmemiş. Hastane bedava, doktor reçete bile veriyor. Daha önemli bilgilere ne ulaşıyor, ne de merak ediyor. Hatta kent’e bile sahip çıkmaya başladı. Kent’i köye benzeten şeyler var: Kuralsızlık, sokaklarda dolaşan köpekler, kendisi gibi olanların iktidarı. Cahilliğin bir tür mutluluk olduğuna inanmak gerek!
İstanbullu kentlileşemedi. Çünkü çağdaş kent görmedi. Halka çağdaş kentsel konforun ne olduğunu anlatmak olanaksız. Sobadan zehirlenmek, araba kazası, işsizlik onların alınlarına yazılı kaderler. Namık Kemal “Ne efsunkâr imişsin ey didari hürriyet. Esiri aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten” demişti. Çankırı’nın köyünden gelen İstanbul’da hangi özgürlükten hangi esarete düştüğünü nasıl anlayacak? İstanbul her zaman Çankırı’nın köyünden iyi. Yol, su, elektrik, otobüs, okul, kredi kartı var. Ben de olsam İstanbul’a bir cennet olarak bakardım. Saf ve cahil oldukları için davranışları tanrı katında affedilecektir. Onları suçlamak aklımızdan geçmesin. Eğer içlerinden biri yüksek mevkilere geldiyse onu suçlamak da yanlış olur. Çünkü her şey alınlarında yazılı.
HİÇ UNUTMAYALIM: İSTANBUL KIRILGAN
Sevgili Okuyucular,
Bu düşüncelere dalıp İstanbul’un ne kadar kırılgan olduğunu unutmayın. Halkın hiçbir şeyden haberi yok. Belediye ve hükümet ise görmezden geliyor. Geçen gün dehşet verici bir haber vardı. Halkın ani tepkisi ile geri alındığı söylendi. Eğer öyleyse Belediyede her aklına geleni yapamayacağını yavaş yavaş öğreniyor demektir. Alıştırıp ya da uyutup yine yaparlar ama, içlerine bir endişe düşer. Olay şu:
İstanbul’un Anadolu yakasında 90 saat süresince sürekli su kesintisi halka duyuruldu. Milyonlarca kişini suyunu dört gün keseceğini düşünebilen bir belediye olabilir mi? Ömerli barajının trafosunun elektrik sorunu varmış. Demek ki bir alternatifi yok. Peki kentin her köşesi böyle alternatifsiz ise, bir depremde ne yapacağız? Ulusun yarı ekonomisini içeren ve nüfusunun 1/5’inin yaşadığı İstanbul’da işler on beş günlük bir kesintiye uğrarsa Türkiye ne olur? Lükse, toprağa spekülatif yapıya, köprüye, saraya yatırılan paralar, insan odaklı projelere yönlendirilseydi. Hem halkı hem de politik geleceği daha sağlıklı düşünmek olanağı bulunmaz mıydı?
Çağdaş bir dev kentte bu kadar plansızlık ve vurdumduymazlık deliliktir. Eğer herkesin yaşamından kötü trafik planlaması nedeniyle günde yarım saat çalınıyorsa bu bir günde Türkiye’ye kaça mal oluyor? Bir yerde hesabını gördünüz mü? Ve araba sahibi olma deliliğinin size ve ülkeye kaça mal olduğunu düşündünüz mü?
Eğer Türkiye’de Almanya’ya göre, yol uzunluğu ve araç sayısı ile orantılı olarak, 50-100 kat fazla kaza olduğunu bilirseniz, bu sizi düşündürmez mi? Bunu idrak edemeyen toplumun cahil ve geri olarak betimlenmesi için başka bir şey yapması gerekmez. İmam Hatip sayısını çağdaş bilgi kaynağını genişletmek için arttırıyor olmalılar!

Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget