Milletvekili olmuşlar. Olurlar; seçilmek, demokratik
haktır. Çoğu yükseköğrenimli, birkaçının akademik sanı da var. On yıl
önce seçilenlerin çoğu epey gençti; bugün pek genç sayılmazlar. Saç
sakaldaki aklara değil, duruşa, sözüne, eyleme bakıyoruz.
Ödevini
içselleştiremeyen; başkasına yaptıran bir öğrenci gibi kimisi… Konu,
başlık ne olursa olsun, çoğu kendi bildiğini okuyor, daha doğrusu
okuduğunun “gerçek” bilgi olduğunu sanıyor. Çoğu sesinin,
kullandığı sözcüklerin beden diliyle hiç örtüşmediğinin ayrımında değil.
Örneğin tarım, yoksulluk gibi bir konudan giriyor, Abdülhamit dönemine
uzanıyor. Verilen örnekler, ne uzak ne yakın tarihle örtüşüyor. Zaman
zaman alkışlanıyor; alkışı duyunca eldeki kâğıdı unutup akılları sıra
doğaçlama yapıyorlar. Başı sonu belirsiz, kırık dökük tümceler
sıralıyorlar. Alkışla kendinden geçiyor, övgüler düzdüğü dönem gibi
battıklarının ayrımında olmuyorlar.
TBMM’de, üniversitede, hatta
ilkokullarda Osmanlı hayranlığını dillendirenlerin tek yanlı okuduğunu
ya da bilgi sandığı kulaktan dolma savlarla atıp tuttuğunu duyuyor,
görüyoruz. Meclis’teki arkadaş Abdülhamit, Vahdettin
dönemlerini öyle bir anlatıyor ki… Meğer Osmanlı’nın bireyleri özgürce,
bir elleri yağda bir elleri balda yaşamış. Arkadaş, öyleyse Osmanlı niye
battı? Batılı ona niye hasta adam dedi? Niye burnuna dek borca girdi de
Batı’nın sözünden çıkamaz oldu?
Profesör, öğretmen, köşe yazarı ve
başka kimliklerle TV’lere tünüyorlar. Hiçbiri Osmanlı’nın yükseliş
döneminden sonrasına değinmiyor. Tek tek padişah adı sayıyorlar. Oysa o
padişahlar, çöküşün mimarları…
Osmanlının son dönemde bütün
savaşlarda yenildiğini, topraklarını yitirdiğini, yoksulluk ve
bilgisizlik içindeki halkın hacılara hocalara, şeyhlere şıhlara
sığındığını… Kadının ne evde ne evin dışında insan yerine konduğunu…
Onlarca olumsuzluğu ağızlarına almıyorlar. Bir de havalı konuşuyorlar
ki… Yalanı ballandırırken… Tek sözcükle bile yakalanıyorlar. Fener al,
utanmayı bilen ara…Osmanlı’nın yok
olmamak için zaman zaman birtakım yenilikler yapmak istediği bir gerçek…
Ancak açtığı yeni okullarda hangi dille öğretim yapacağını bilemeyen
bir imparatorluk, burnunun dibinde yaşanan bilimsel, uygulayımsal ve
ekonomik gelişmeleri görmeden yaşarken, hangi özgürlükten söz ediyor bu
arkadaşlar? Osmanlı’nın yüzyıllarca kullandığı, kimsenin yadsımadığı ve
Türkçe olmayan dile Osmanlı Türkçesi diyorlar. 2000’li yıllarda çakma
Osmanlı’nın kullandığı “Osmanlı Türkçesi” sözü, nedense “hakiki” Osmanlının hiç aklına gelmemiş.Çakma Osmanlıların hiçbiri çatlasa bugün o dili kullanamaz. Ona öv demişler, övüyor…
Çakma Osmanlılar, sık sık tarih ve dil dersinden çakıyorlar. Sözüm yine utanmayı bilenlere… Atatürk dönemine,
devrimlere saldırmak için ne sağlam gerekçeye ne gerçek bilgiye; hiçbir
şeye sahip değiller. Kurtuluş Savaşı’nı ağızlarına almıyorlar;
günahları boyunlarına belki dedeleri “Kuvvacıya ekmek, su verenkâfirdir” diyen
ulusal savaşım kaçaklarıydı, belki emperyalistle işbirliği yapanlardı.
Gazi dedemin anısına saygım gereği böyle düşünme hakkını kendimde
görüyorum. Çünkü Kurtuluş Savaşı’nın, Atatürk döneminin üzerinden
yüzyıllar geçmedi. Dedemin anlattıkları harfi harfine aklımda… Neler
yaşadıklarının izleri Sakarya’da, Dua Tepe’de, tüm Ege’de… Bütün
Anadolu’da… Çakma Osmanlı’nın Anadolu’yu ne
denli sevdiği ortada… Halkın olan ne varsa, ağaç, göl, tarla hepsi yok
ediliyor; yolsuzluklar söz ebeliğiyle kapatılıyor.
Çakma tarihle
geçmişe övgü düzen sözde akademisyenler, vekiller, kimi aydınımsılar ve
her şeyi bilen kimi köşe yazarları nedense baskıcı Abdülhamit’i, İngiliz
gemisiyle kaçan Vahdettin’i iktidarda ya da iktidarın koltuğu altında
oldukları sürece kahramanlaştırabilirler. Kendilerini de kahraman
sanıyorlar. Şimdilik…
Yalancının mumunun sonsuza dek yandığını yazan bir kitap var mı?
Sevgi Özel
Yorum Gönder