Askerden her 10 yılda bir darbe şikâyetiyle mevcut siyasi kadrolar üzerinde askeri vesayet olduğunu iddia ederek şikâyetçi olan aydınlarımız, radikal dinci kesimin yönetim beceriksizliğinden bunalınca 150 yıldır yapıldığı gibi gözünü yeniden askere çevirmeğe başlamıştır. Aydınların böylece askere ümitle ve daha sıcak bakması özellikle genç subayları etkilemektedir. Türkiye’de Demokrasinin Kuruluşunda Ordunun Rolü konulu doktora tez çalışmalarım sırasında, Demokrasi ile ilgili gelişmeleri incelerken askerlerin sivillere ve sivillerin askerlere bakış açısını da net bir şekilde görme imkânı bulmuştum.
Her şeyden önce kabul etmek gerekir ki demokratikleşme dâhil ülkemizde çağdaş dünyaya uyma konusundaki bütün çabalarında temelinde din adamları yoktur. Bu gün özlemle yâd edilen Osmanlı Uleması tam bir softa yuvasıdır. Daima yeniliklere karşı ve daima mevcut statükonun korunmasından yana, her türlü yeniliğe düşman ve olabildikleri ölçüde muhafazakârdırlar. Ülkeyi ileri götürmesi ve tıpkı diğer Avrupa ülkeleri gibi çağdaş uygulamaları getirmesi gereken ulema sınıfının bu aymaz hali, yaşadıkları dönem içinde en iyi eğitimi alarak yetişen askerleri rahatsız etmeye başladıkça sosyal ve kültürel konularda ilgi sahalarının dışında olması gereken pek çok konuya el atmağa başlamışlardır.
Mesela ilk sanatsal ve kültürel faaliyetlerin büyük bir bölümü ülkemizde askerler veya onların çocuklarıyla başlatılmıştır. Radikal dinci kesimin askere olan düşmanlığın temelinde darbelerden ziyade askerin her konudaki modernleşme arzusu yatar. Son 200 yıllık tarihimizi incelerseniz çok enteresan bir tabloyla karşılaşırsınız. Türkiye’de demokrasi, siyasi yaşam ve özgürlükler konusunda bütün dünyanın aksine yenilik yapmak isteyen askerler, karşı çıkanlarsa hep siviller olmuştur. Bunun kanaatimizce en önemli nedeni Osmanlı toplumunda en zengin asiller ve daha sonra burjuva sınıflarının mevcut olmamasıdır. Bu sınıfların Türkiye’deki görevini askerler üstlenmiştir.
Siviller büyük çoğunlukla tek adama biat peşinde koşarken askerler önce Meşrutiyet için, sonra da günümüze benzer şekilde kelle koltukta Cumhuriyet peşinde koşmuşlardır. Buna karşılık uluslarının menfaati için hayal ettikleri düzeni gerçekleştirmiş olmanın verdiği zevk ve gururdan başka hemen hemen hiçbir kazançları olmamıştır. Çünkü uluslarının yüksek menfaati için peşinde koştukları ideali gerçeklendirdikten sonra biraz iltifat görür ve ruhen okşanırlarsa da hemen siviller tarafından tasfiye edilmek istenir ve tasfiye edilirler.
Bu konuda en canlı örnek 1900’lerin başındaki İttihat ve Terakki lideri subayların durumudur. Yabancı dili iyi olan Enver Bey Berline, Ali Fuat Bey yanılmıyorsam Viyanaya, Fethi Bey de Parise ateşe olarak gönderildiler diğerlerinin de siyasetin dışına itilmesi için büyük çaba harcandı. Bizim dönemimizde mesela 1960 yılında askerler biraz alkış biraz nasihat alırken topluma örnek olması için tasarruf amacıyla ilk darbe Orduya vuruldu ve yüzlerce subay, Astsubay Ordudan atıldı. 1980 den sonra da tarafsız olmak isteyen komutanlar sağ ve sol kesimlere eşit davranmak isterken herkesin Orduya düşman kesildiğini gördük.
Aradan 10 sene bile geçmeden Türk aydınlarında bir asker düşmanlığı başladı. 1924 Ulusal Devlet yapısına uygun olarak hazırlanan 1982 Anayasası halk tarafından %90’ların üzerinde kabul edilmesine rağmen ağır tenkitlere, hakaretlere uğradı. Naçiz kanaatimize göre İrtica tehdidi karşısında askeri duraksatan en büyük engel ne tarikatlar, ne de onların uzantısı radikal dinci yöneticilerdir. Askerin karşısındaki en büyük engel çağdaş batılı usullere göre yetişmiş Türk aydınlarıdır. Osmanlıda mevcut olmayan “Çağdaş Aydınlar Sınıfını” yaratmak için 200 yıl uğraş veren askerler, oluşması için büyük emek verdikleri bu sınıfın dışlamasına maruz kalmışlardır. Daha açık konuşmak gerekirse bütün iç ve dış tehditlere karşı tavır koymaktan hiç çekinmeyen askerler; PKK, radikal dinciler gibi iç tehditlerle mücadele ederken bu iki grubun yanında eğitimli Laik ve Liberal kesimin hoşlanmayacağı inancıyla, tezgâhlandığı izlenimi veren bir iç savaşa sebebiyet vermemek için müdahaleden kaçınmışlardır.
Esasen 200 yıldır dâhil olmaya çalıştığı Avrupa Birliğine girmek için adaylığının ilanı ile birlikte asker; aksak da olsa mevcut siyasi rejime müdahale etmeyi utanç verici bir olay olarak görmüş ve artık siyasi gelişmelerin sivil demokratik kurumlarca şekillendirilmesine rıza göstermiştir. Ancak Radikal Sağ kesimin dini siyasetin her alanında kullanması ile büyük oy kazanabileceği, yargı, idare ve maliyeyi kullanarak başta Ordu olmak üzere ülkenin bütün kurumlarını ele geçirip imam hatip ve İlahiyat mezunlarıyla örgütsel ve kentsel kadrolaşmaya gideceğini kimse tahmin edememiştir.
Askeri ve çağdaş aydınları tutuklu yargılayarak verilen cezalar tamamen siyasidir, 5-6 sene önce yazdığımız bir yazıda bu davaları “Türkish Engizisyonu” olarak adlandırmıştık, sonuçların ne olacağını o zaman açıkça söylemiştik. Engizisyonun kendi polisi, savcısı, hâkimi, hapishanesi vardı. Türk Engizisyonu da aynı yolu izlemiştir. İslam Tarihinde Engizisyon diye bir olay yoktur. Ne yazık ki 2000’li yıllarda Türk siyasileri İslam Dünyasına bu ayıbı yaşatmışlardır.
Şimdi bu başlığa neden gerek duyduğumuza gelelim: Birkaç gün önce çok sevdiğimiz ve yazılarında çok yararlandığımız bir kardeşimiz şöyle yazıyordu:
BU KIŞ İHTİLÂL OLACAK!
Artık her aydın insan Ordunun darbeler dönemini kapadığı bilinci ile demokratik yollardan hak ve özgürlüklerini korumak için gerekli mücadeleyi yapma arzusunda olmalı, siyasi mücadeleye katılma ve öncelikle seçmenleri ikna ederek sistemi değiştirmeye çalışmalıdır. Yönetenlerin yaptığı yanlışlıklar ancak bu şekilde düzeltilirse ideal demokrasiye ulaşabiliriz. İdeal bir demokraside askeri ve sivil her türlü müdahaleye yer yoktur. Kendi iktidar heveslerini gerçekleştirmek için yeniçerileri kullanan mollalar kokan davranışlar genç ve heyecanlı subay ve astsubaylara tabiatıyla ailelerine büyük zarar verir. Artık çağdaş, yurtsever ve eğitimli aydınlarımız kendi özgürlüklerine, geleceklerine Ordunun yardımı olmadan demokratik yoldan sahip çıkmalıdırlar.
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder