Çağa Uyumsuzluk Cehalette mi, Tutuculukta mı Temelleniyor?

‘Geleneksel kültür, dünyayı bilim ve teknolojide izlememize engel olan temel nedendir,’ yorumu gelenekseli tutuculukla eş sayar. Ama insan eski şarkıları, eski şiirleri eski düşünürleri eski yemekleri, eski destanları sevince neden tutucu olsun? Ben Mehmet Akif’i, Ziya Paşa’yı, Fuzuli’yi, Yunus’u, Mevlana’yı, Ömer Hayyam’ı, İbni Sina’yı seviyorum. Göçer Türkleri seviyorum. İslam tarihini seviyorum. Gazi Osman Paşa’yı, Mustafa Kemal’i seviyorum. Ama tutucu değilim.
Çağa Uyumsuzluk Cehalette mi, Tutuculukta mı Temelleniyor?
Tutucu bunları bilip seven değil. Aslında bilmeyen bir adam. ‘Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar’ diyen Fuzuli’yi, ya da
‘Yuh harına dehrin, gülü gülzarına hem yuf,’
Yarına yuf, yarı ağyarına hem yuh’
diyen Bağdatlı Ruhi neden gerici, ya da tutucu olsun. Gerici, tutucu, çevrenize bakarsanız, kimse değil. Sadece tutuculuğun ticaretini yapanlarla zekâsı gelişmemiş cahiller tutucu. Genel olarak bu davranışı geleneksel kültür dünyadaki çağdaş gelişmelere ayak uyduramadığı, ve politik söylem cahilleri bununla kandırdığı için söylüyoruz. Çünkü toplumu dünyaya ortak edecek öğretim ve eğitimin çağdaş standartlara ulaşmasını engelliyor. Üniversitelerde öğretim programlarının doğru içeriklerle donatılamaması bilimsel araştırma yetersizliğine neden oluyor. Bu toplumun cehaleti, bilinçsizliği ve entelektüel gelişmeyi teşvik edecek politik irade yetersizliğinde sırıtıyor. Çağdaşlaşma yolunu kapatıyor.

Gelişmiş dünya ülkeleri arasındaki rekabet, bilimin sürekli ve hızlı ilerlemesini teşvik ediyor; bilimsel birikimi daha üretici kılıyor. Bu üretimin arkasında örgütlenmiş bilim var. Bu örgütlenme sürekli yenilik yaparak, teknoloji üretecek bilim insanını yetiştiriyor. Çağımızın bu bağlamdaki heyecan veren çekişmesi ABD ile Çin arasında. Biz de seyircileriyiz.

Oysa Türk, Arap, Afganlı, ya da geri kalmış herhangi bir toplumun insanları dünyaya sunulan her şeyi istiyorlar. Çünkü evrensel üretim sürecinde her yeni ürün kendisiyle birlikte çevremize bir değişiklik getiriyor. Ve öyle algılanıyor. Çünkü kapitalist dünya sistemi öyle çalışıyor. Rüzgârın deniz üzerinde yarattığı dalgalar gibi, her olgu dünya yüzünü istila ediyor. Hiçbir toplumda, hatta kişide bu yeniliklere karşı koyacak bir güç yok. Ayrıca bütün dünya aldatıcı bir sürekli gelişme söylemi ile koşullandırılmış.

Gelişmemiş toplumların ortak bir bilgisizlikleri var. Evrensel teknolojik gelişmenin evrensel bir ağ bağlantısı olduğunu, birbirlerinden ayrılması olanağı olmayan öğelerden oluştuğunu henüz öğrenemediler. Otomobile sahip olan, onun arkasındaki bilimsel, teknolojik, ekonomik bileşenleri bilmiyor. Satanlar ve onların sözcüsü olan politikacılar bu ilişkileri onlara anlatmıyor. Otomobil kullananın, üniversitedeki fizik dersinden, enerjiden, enerjinin geleceğinden haberi yok. Ama uyandırılması gerek. Çünkü her üretim sürecinin arkasında geleceğinizi tehlikeye sokabilecek bazı sorunlar var. Kaldı ki size bırakılmış bir seçim de söz konusu değil.

HERŞEY SINIRLARI AŞIYOR
Geri kalmışlık cüce bir dirençtir. Bir çıkmaz sokak. İnsanlar geçmişte, birtakım ilkel içgüdüler ve farklı dillerin yarattığı anlayış sınırları içinde dünyayı bölmüşlerdi. Sözde silah gücüyle bu sınırları koruyorlar. Bugün hâlâ sınırlar, pasaportlar, vizeler var. Fakat sınırları aşmayan bir şey yok.

Dil ve bilginin ayırıcılığı teknolojik üretimin bütün sınırları aşmasına engel değil. Başka dil öğrenmeyen, yabancı eşya kullanmayan, almayan, film, televizyon seyretmeyen, voleybol, futbol oynamayan kimse yok. Yasak edilecek bir şey kalmadı. Bütün krallar çıplak. Bu bir aradalık, bu pazar koşulları, bu iletişim, demokrasiyi olmasa bile çağdaş yaşamı tanımlıyor. Sınır yok. Düşünceyi saklamak bile olası değil.

Gelişmiş ülkelerde düşünme özgürlüğü, fikrini söyleme özgürlüğüne dönüştü. Bu basit ve yaygın olgunun karşı konulmaz bir insanlık gelişmesi olduğunu anlamayan toplumlara geri kalmış toplum deniyor. Gerçi otoriter rejimler vardı. Yine var. Fakat bir önemli özelliğin farkında olmak gerek: Hitler Almanyası’ndan, Komünist Rusya’dan ve Çin’den anladığımız kadar, “Çağdaşlık”, “Demokrasi”den önce geliyor. Çünkü çağdaşlığın, bir yaşam standardı olarak, kanatları altında bilgi, teknoloji ve üretim üçlüsü barınıyor. Toplumun bilimsel örgütlenmesi ve politik iradesi çağdaşı yakalama bağlamında yeterli ise otoriter rejim üretimi engellemiyor.

Bu noktada Türkiye gibi cahil toplumların çözemedikleri bir ikilem var: Bilimsel birikim yetersiz olduğu zaman, otoriter rejim toplumun üretim gücünü istenen yönde geliştiremiyor. Çünkü bilgi satın alınan bir şey değil. Bilgi uzun bir süreç sonunda birikiyor. Rusya otoriter bir rejim altında, 18 yüzyıl başında Bilimler Akademisi’ni açmıştı. 18 yüzyıl ortasında 6 üniversitesi vardı. Cumhuriyet’ten önce Türkiye’de bir bilimsel birikim ve örgütlenme olmadı.

Çağdaşlık bir yaşam ölçütü olmadığı zaman, otoriter rejimler altında bilim gelişmiyor. Geri kalmış toplumun özelliği de çağdaşlığa direnmek. Bu bağlamda başlıca örnek İslam ülkeleri O zaman bilim de, teknoloji de, gelişmiş ekonomi de yok.

ÖNCELİKLE: ÇAĞDAŞ YAŞAM
Burada okuyucunun aklını karıştırmamak için tekrar özetliyeyim: Çağdaş yaşamı dışlamazsanız, Çin’de olduğu gibi, bilim ve teknolojik gelişme kapısını açık tutabilirsiniz. Fakat geleneklerimiz çağdaşlaşmaya engel diye düşünürseniz, bilim ve teknolojiye ulaşamazsınız. Bize çağdaş dünyanın öğrettiği bu. Cumhuriyet de bunu kabul ederek başarılı olmuştu.

Dil, gelenek, kültür bu gelişmelere engel olmuyor. Din de engel olmuyor. İnsanların insanlar, devletlerin devletler üzerindeki egemenliği ve baskısı hâlâ devam ediyor. Çin’in Tibet’i işgaline, Amerika’nın Irak’ı tuzla buz etmesine engel olacak hiçbir şey yok ve bundan sonra da olmayacak. Fakat emperyalizmin gelişmeyi engellediğini söylemekten vazgeçemeyiz. Ne var ki dış baskılar toplumların kendi iç baskılarından daha güçlü değil. Türkiye geri kalıyorsa, kendi iç dinamiklerinin olumsuz niteliğinden kaynaklanarak geri kalıyor.

Cahil ve yenilenmekte zorlanan toplumlarda, gelenek, gevşese de, değişmenin hızını frenleyen bir politik araçtır. İç ve dış sömürü ve emperyalizm bu tortulara dayanarak yaşıyor. Toplumsal zorbalıklar da buna dayanıyor.

İlginç olan, bütün bunların birbirlerini destekleyen olgular olması. Kuşkusuz geçmişten, coğrafyadan kaynaklanan faktörler de var. Ayrıca gelişmiş ülkeler tarihten bildiğimiz oyunları oynamaya devam ediyorlar. Dışarıdaki zorbalar, içerdeki zorbalar ortaklık yapıp toplumları sömürüyorlar. Sınırlar, ordular bunu engelleyemiyor. Tarihe ve bugüne bakınca bütün bu olgular yeterince açık.

İnsanoğlunun genetik bir aptallığı var. En azından tarih boyunca sömürülmeğe alıştırılmış. Köleliğin evrensel aracı cahillik ve korku. Bu, insan özgürlüğünü zincirliyor. İnsan doğal bir yaratık, egoist bir savaş makinesi. Kendinden daha güçlüsüne karşı siniyor, dayak yiyor ve köle oluyor. Daha zayıfını da ortadan kaldırabiliyor. Tarih bundan ibaret.

Fakat bir de, tarih denen kavga sürecine insani bir içerik kazandıran, insanı maymun ya da karıncadan ayıran bir donatı, bir süs var. Ona uygarlık deniyor. Bilgi ve cesaretle gelişmiş. Zorbalığa karşın insanlığı bugünkü düzeye çıkarmış.
Nasıl? Akıl ve yaratıcılıkla. Sevgiden de yardım görmüş olmalı.
Bunlarsız gelecek yok!

 Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget