Birkaç yıl önce, 2008 yılının Mart ayında bir TV kanalındaki Müjde Ar’ın proğramına katılan bir hanım kızımız Aysun Kayacı;” Ben vergi veriyorum, niye vergisini vermeyen dağdaki çobanla benim oyum bir olsun. O seçim konusuna benim kadar duyarlı, benim kadar sorumluluk sahibi bir şekilde yaklaşıyormu acaba?” Bu sözlerin arkasından Müjde Ar: “O zaman en fazla vergiyi veren 60 tane oy versin, olurmu öyle şey? Demişti (1) Bu olay olabildiğince abartıldı ve Aysun Hanım yerden yere vuruldu. Aslında Aysun Hanım kızımız bir konuda haklıydı ve kimler oy hakkına sahip olmalıdır konusundaki yüzlerce yıl süren tartışmaları dile getiriyordu. Hatta bu gün bile ülkemizdeki siyasi gelişmelere bakıp, keşke şu yönden gelen oylar olmasaydı dediğimiz olmuyormu? Gelin bu konuyu baştan yani Atina Demokrasisinden itibaren ele alıp inceleyelim.
Bütün olumlu düşüncelerimize rağmen, aslında Atina demokrasisi bir bakıma “Oligarşik Demokrasi” olarak tanımlanabilirdi. Yani tüm halkın değil, sadece Atinalı’ların sahip olduğu haklar sistemine göre kurulmuştu. Mesela, Atina’nın merkez olduğu Attika’nın nüfusu 315.000 kadardı. Bu toplam nüfus içinde kadınlar, köleler ve yabancı kökenli “Metikler” siyasi haklara sahip değildirler. Bunlar çıkarıldığında, seçme ve seçilme hakkına sahip olan Atinalı’ların sayısı İ.Ö. 432’de 35-40.000 kadardı.(2) Demokratik haklar sadece onlar için söz konusu idi.
Eski Yunan toplumu köleliğe dayanan bir toplumdu, sitenin yönetimine katılmaya hakkı olan yurttaşlarla, hiçbir hakkı olmayan kölelerden oluşmuştu. Yani bu demokrasi köle sahipleri olan özgür insanlar için bir demokrasiydi. Daha net bir ifade ile ekonomik ve toplumsal temeli kölelik olan bir toplumda ayrıcalıklılar için bir demokrasiydi.(3)
Eski Yunanlılardan oldukça farklı özellikler taşımakla birlikte, benzer bir durum eski Roma Cumhuriyetinde de mevcuttu. Her iki halde de “köleci toplum evresinde yönetim güçlerinin belli bir durumuna denk düşen bir siyasi örgütlenme söz konusuydu.” (4)
Demokratik haklar ve özgürlükler konusunda iz bırakan en soylu çıkışlardan birinin bir asker tarafından yapılmış olması ilginçtir. O dönem İngiltere’deki yönetimin en sorumlu iki ismi Cromwell ve Ireton ile Ordu temsilcileri arasında “Demokrasinin prensipleri ve bunların İngiltere’de uygulanması konusunda, 25 Ekim 1647’de, Putney’de Yüksek Subaylar Şurasında bir toplantı yapıldı. Toplantı devam ederken subaylarla Cromwell ve Ireton’un aynı fikirde olmadıkları belirginleşiyordu. Tartışmanın esasını teşkil eden konu “kişilerin rey hakkı” idi ve bunu savunanlar demokrasi ilkesinin en hayati konusuna temas etmekteydiler. Ireton rey hakkının “mülk sahibi olma” esasına dayandırılmasını ve bu hakkın sadece ülkede daimi bir menfaati olanlara tanınmasını savunurken askerler buna karşı çıkıyordu. Subaylardan birisi, Albay Rainboro “Gerçekten İngiltere’nin en fakirinin bile, en zengini gibi yaşadığı bir hayatı vardır” diyordu. Bu sözler gerçekten de demokrasinin en belirgin bir ifadesidir. Ülkedeki en fakir insanın bile başkasının idare ve teslim edeceği veya kullanabileceği değil, kendisinin yaşayacağı bir hayatı vardır. Hayatı kendisinindir ve onu yaşamak zorundadır. Hiç kimse kendisini bu mesuliyetten mahrum edemez. İnsanlar maddi durumları, tahsilleri, yetenekleri ne kadar farklı olursa olsun, kendi hayatlarını yaşamak onları ilgilendirir ve onların sorumluluğudur. Bu inanış da demokrasiye gerçekten inanan herkes için, insanların eşitliği fikrinin açık bir ifadesidir.(5)
Aydınlanma çağı döneminde düşünürlerin pek temas etmek istemedikleri halde insan hak ve özgürlükleri ile eşitlik gibi kavramları tehdit eden iki büyük olgu mevcuttu. Kölelerin ve kadınların eşit haklara sahip vatandaşlar olarak kabul edilmeleri. Kölelikle mücadele 1815 Viyana Kongresi ile başlamış ve ancak 1860’larda resmen yasaklanabilmişti.(6)
Kadınların eşit insanlar olarak kabul edilmesi için verdikleri mücadele çok daha çetin geçmiştir. Fransız ihtilali döneminin aktif kadın liderlerinden Olymye de Gauges, Rose la Combe ve Madam Roland aynı yıl, 1793’de Sehpa’da ve giyotin’de can verdiler. Kadınlara eşitlik tanımayan ihtilalciler ölümde eşitlik hakkını onlardan esirgemediler. Maliye Nazırı Necker’in kızı Germaine de Stael – Holstein de sürgüne yollanmış ve ancak 1814’de Napoleon’un tahtı terketmesinden sonra ülkesine dönebilmişti. Amerikan İç Savaşı’nın bitiminde köleliğe son verilip, zencilere oy hakkı tanındığı halde, kadınlar bu haktan yoksun bırakıldılar. Bütün övünmelere rağmen batılıların bu konudaki sicili pek temiz değildir. Kadınların oy hakkı pek çok batı ülkesinde ancak yirminci yüzyılın ilk yarısında gerçekleştirilebilmiştir.(7)
Demokrasi’nin gelişme süreci içinde “Oy verme hakkı” çok farklı aşamalardan geçmiştir. Fransa’da 18. Lois ve Napolyon sonrası restorasyon döneminde “Politik haklar” az sayıdaki varlıklı kişilere ayrılmıştı. Millet Meclisi seçimine katılabilmek için en az 300 frank doğrudan vergi ödemek ve en az 30 yaşında olmak gerekiyordu. Bu meclise seçilebilmek için ise en az 1000 frank vergi ödemek ve kırk yaşında olmak gerekiyordu. Yüksek Meclis’e gelince , bu meclis kalıtsal haklarla kral tarafından atanan soylulardan kurulmuştu.(8)
1830 Devriminden sonra kurulan “Temmuz Monarşisi”nde Temsilciler Meclisi, seçme vergisini 300 frankdan 200 franga, seçilme vergisini de 1000 franktan 500 franga indiren bir seçim yasası kabul etti. Ayrıca emekli subaylar da 100 frankla sabit tutulan yarım vergiden yararlanacaklardı. Bu değişiklikle seçmenlerin sayısı önemli sayıda artmıştı ancak halkın bütününe oranla hala az kalıyordu. Bu yüzden seçim hakkı olan yurttaşların sayısı sınırlı kalıyordu.
1831 Mart’ında kabul edilen Belediye seçimleri Yasasına göre seçme hakkı yine vergi esasına göre nüfusu 1000 (ve altı) olan belediyelerde %15, 5000’e kadar olan belediyelerde %14’ü, 15.000’e kadar olan belediyelerde %12 oranında en fazla vergi ödeyenlere tanınmıştı. Bütün ısrarlara rağmen 19 Nisan 1831 tarihli yasa 160.000 Fransıza oy hakkı vermişti. Oy vereceklerin sayısı 1847’de 241.000’e çıkmıştı. Çeşitli Avrupa ülkelerindeki gelişmelerle birlikte 1848 Devriminden sonra kurulan hükümet “genel oy hakkı”nı gerçekleştirdi. Basın ve toplantı özgürlüğünü kısıtlayan yasaları kaldırdı ve bir Kurucu Meclis seçmek üzere sandığa 240.000 yerine 9 milyon seçmen davet edildi.(9) Bundan sonraki safhada bütün engeller kaldırıldı ve tüm halkın seçime katılması ideal olarak benimsendi.
Cumhuriyeti kuranlar günümüzdeki seçim sonuçlarının bir gün istenmeyen sonuçlar verebileceğini tabii ki biliyorlardı, buna rağmen Köylümüzü milletin efendisi yapmak temel görüşünden asla taviz vermek istemediler ve çağdaş bir demokrasinin temelini attılar.
DİPNOTLAR:
(1) Milliyet, 16 Şubat 2014,s.10
(2) Victor Ehrenberg, The Greek State, s.32-52 (Basil BlackwelL Oxford-1060); A.H.M. Janes, Athenian Democracy, s.15-20 (Frederick A. Praeger Publishers, Newyork-1958); George Sabine, Siyasal Düşünceler Tarihi, Cilt-I, s.2-3 (Eski Çağ, Orta Çağ, Ankara-1969); Michael B. Foster, Masters of Political Thought, Vol-I, s.129-135 (Plato to Machiavelli, Cambridge-Massachusetts-1941); C. Northcote Parkinson, Siyasal Düşüncenin Evrimi, s.159 (Çev. M. Harmancı, Remzi Kitabevi, İstanbul)
(3) Jacques Duclos, Demokrasi ve Kişisel İktidar, s.11 (Başak Yayınları, Ankara-1987)
(4) Aynı Eser, s.12
(5) A.D. Lindsay, age. s.7-8 A.D. Lindsay, Demokrasi’nin Esasları, s.2 (Milli Eğitim Basımevi, Ankara-1973)
(6) Tarih Boyunca Kölelik ile ilgili gelişmeler için bknz; M.G. Baysan, age. s.25-28
M. Galip Baysan, Milli Mücadele Dönemi ve Sonrasında Atatürk ve Demokrasi, Kadın Haklarındaki Gelişmeler için bknz. s.25-28 (Türk Demokrasi Vakfı, Ankara-1977)
(7) Kadın hakları konusundaki mücadele için bknz. Aynı Eser, s.28-44
(8) J. Duclos, age. s.27
(9) Aynı Eser, s.30-46
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder