Bizim milletin pek umurunda değil, ama Kıbrıs'ta bir şeyler oluyor.
Herkes seçimlerin, adayların, anketlerin, kasetlerin, ses kayıtlarının
ya da keyfinin derdine düşmüşken, Kıbrıs'ı kim takar havası hâkim.
Medyamızdaki haberlere bakanlar isene olup bittiğini pek anlamadan, bu
kez sorun çözülüyor diye düşünüyor. Okuma zahmetine katlanacak birkaç
duyarlı insanı düşünerek, durumu yine “Hap” haline getirelim ki, onların
da fazla zamanını almayalım.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı
Nuland'ın, 5 Şubat 2014'de, aniden Kıbrıs'a giderek, Türk ve Rum
tarafları ile görüşmesinin ardından önemli bir adım atıldı. Taraflar,
Birleşmiş Milletlerin hazırladığı 8 maddelik Ortak Açıklama Metnini
kabul etti. Sonrasında da, 22 ay önce kesilen Kıbrıs müzakereleri
yeniden başladı.
Söz konusu 22 aylık ara çok önemlidir. Çünkü
diplomasiyi iyi bilen, Rum kesimi ile Yunanistan, büyük ekonomik
sorunlar ve buna bağlı siyasi krizler yaşamaya başladıkları andan
itibaren, usta bir manevra ilemüzakerelere ara vermişlerdi.
Bu gerçeği anımsattıktan sonra buradaki temel soru şu olmalıdır;
Türkiye,
17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonunun ardından, başta ekonomik ve
siyasi olmak üzere birçok soruna boğulmuşken, KKTC üzerindeki
ambargolar sürerken, İsrail ile Rum kesimi anlaşıp Ada'nın çevresindeki
doğal gaz ve petrol kaynaklarını birlikte aramaya başlamışken, ayrıca
Türkiye'ye gözdağı vermek için iki ülke ortak askeri tatbikat yaparken,
müzakereler neden aniden başlatıldı?
Paris'teki Yüksek Lisans
eğitimim sırasında Uluslararası İlişkiler bölümünden dersler alırken,
ProfDupont'danöğrendiğim ilk temel bilgi, “Bir ülke, ulusal çıkarları
için büyük anlam taşıyan davada önemli müzakereler yapacaksa, söz konusu
müzakereleri en güçlü olduğu, karşı tarafın da güçsüz olduğu dönemde
başlatmalıdır. İstediğiniz tavizleri, müzakere ettiğiniz ülkenin siyasi,
ekonomik vbgelişmelerle zayıflatıldığı süreçte alırsınız” şeklindedir.
Yukarıdaki temel bilgiden hareket ederek birkaç önemli gelişmeyi anımsatalım.
Türkiye'nin Kredi Notu bir süre önce düşürülmüş ve yatırım yapılması riskli ülke ilan edilmişti.
Avrupa
Birliği ile Türkiye'nin arası son 11 yıldır iyi iken, Gezi olaylarından
itibaren bozulmuş, Erdoğan'ın Brüksel ziyareti, ilişkileri
düzeltememişti.
ABD Başkanı Obama, uzunca bir süredir Başbakan Erdoğan'ı kabul etmiyordu.
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ise müzakerelere 22 ay önce ara vermişti.
Bunları anımsattıktan sonra şu soruları soralım;
Türkiye'ye
tepkili AB ve Erdoğan'a kapıları kapalı tutan ABD, ne oldu da, Kıbrıs
müzakerelerinin yeniden başlatılması konusundaki onayı nedeniyle AKP
Hükümetine teşekkür etmeye, övgüler sıralamaya başladı?
Yıllardır her gelişmeye uzun uzun itiraz eden Rumlar ve Yunanistan, neden hiç vakit geçirmeksizin BM Ortak Metnini kabul etti?
Şimdi
gelelim can alıcı soruya. Türkiye ve KTTC için en hassas konu,
Kıbrıs'ta, Türk ve Rum taraflarının “Egemen eşitliği” değil miydi?
Birleşmiş
Milletlerin Ortak Metnindeki, "Tek devlet, tek vatandaşlık, tek
egemenlik" ilkelerine Türk tarafının onay vermesinin, “Egemen Eşitliği”
ilkesinden vazgeçildiği anlamına geldiğini anlamak için uzman olmaya
gerek yok. Büyük bir taviz olan bu onay, müzakerelerin,Türk tarafının
hayrına sonuçlanmayacağının ipucunu vermektedir.
Şimdi
hatırlayalım, Kofi Annan Planı'nda, KKTC topraklarının büyük bir bölümü
Rumlara veriliyordu. Ayrıca, KKTC'ye kalan bölgeye de 80 bin Rum
yerleştiriliyordu. Siyasi düzenlemeler de ağırlıklı olarak Rumlara
avantaj sağlıyordu.
Bu Plan, Kıbrıs Devletini kuran 1960
tarihli Londra ve Zürih Antlaşmalarında Türklere verilen hakları büyük
oranda da siliyordu. Ama hepsinden önemlisi “Egemen eşitlik”hakkını
tanımıyordu.
Hatırlayalım, o dönemde AKP Hükümetinin tavizkar
tavrı ve AB ile ABD'nin büyük baskısı sonucu, referandumda Türkler
“Evet”, Rumlar ise “Hayır” dedi.
Rumlar neden Hayır dedi?
Çünkü daha da fazlasını alabileceklerini gördüler.
Yunanistan
ve Rumlar müzakerelere 22 ay sonra yeniden başlıyorlar, çünkü “Bir
ülke, ulusal çıkarları için büyük önem taşıyan davada önemli müzakereler
yapacaksa, söz konusu müzakereleri en güçlü olduğu, karşı tarafın da
güçsüz olduğu dönemde başlatmalıdır” ilkesini uyguluyorlar.
Peki,
AKP Hükümeti, Yunanistan ve Rum Kesimi 22 ay önce çok büyük ekonomik ve
siyasi kriz yaşamaya başladığında, neden müzakerelerin kesilmesine
müsaade etti? İşte bu yaşamsal hatayı maalesef sorgulayan yok. Bazı
kesimlerin attığı sevinç çığlıklarına bakılırsa Kıbrıs sorunu artık
çözülüyormuş. Acaba kimin çıkarına çözülüyor?
Uzun lafın
kısası, Girit örneğini bilir misiniz? Bugün tek bir Türk'ün kalmadığı
Girit'in nasıl elden gittiğini merak edip, araştırmayanlar ve bundan
ders çıkarmayanlar için Kıbrıs'ın da hiçbir anlamı olmaz.
Kıbrıs'a değer verip bu yazıyı okuma zahmetine katlananlara teşekkür ediyorum.
Not:
Geçen haftaki yazının sonunda, Datça'dan arayanlara, “Yemeyenin malını
yemek üzereler” uyarısında bulunmuştum. Bunu, 9 Şubat'a kadar sadece 1
kişi anlamıştı. Sanırım şimdi herkes anlamıştır.Gürbüz Evren
Yorum Gönder