Yargıçlar, genel hukuk kuralına göre, sanıklara, tanıklara, davacılara aynı mesafede ve aynı tarafsız üslupla konuşur ve davranırlar.
Ama özellikle Ergenekon Savcıları ve Yargıçları, aynı davada hem sanık hem tanık olan Osman Yıldırım’a “Osman’ım”, “Osman Bey” diye okşayarak hitap ediyorlardı. Nasıl bir yargılama olduğunu buradan bile anlayabilirisiniz.
Türk Adalet Tarihine kapkara bir leke olarak geçecek olan Ergenekon yargılamalarında öylesine hukuksuzluklar, öylesine adaletsizlikler yapılmıştır ki, sanki Ortaçağ Engizisyon mahkemeleri sanırsınız. Yargılamalarda olan bütün hukuksuzluklar, üsülsüzlülker yapan savcı ve yargıçlar, gerek Adalet Bakanlığına, gerek HSYK una defalarca şikayet edilmişler; özel yetkili savcılar, yargıçlar, bu itiraz ve şikayetleri tınmamışlar, alabildiğine hukuksuz işlemler yapmışlardı. Üstelik yürütmenin başı, “ben Ergenekon’un savcısıyım” derken, haksızlık yapan savcıların altına son model zırhlı araçlar vermişler, adeta onları daha da haksızlığa, hukuksuzluğa teşvik etmişler; ayrıca yandaş basın da bu savcı ve yargıçlara övgüler dizmişler adeta adaleti köreltmişlerdi.
Sonunda, özellikle yüzlerce subay ordu mensubu, gazeteci, akademisyen, aydınlar perişan olmuşlar, sahte belgeler, kurulan kumpaslarla üç beş yıl haksız yere, tutuklanıp hapis yatmışlardı. Bu haksızlığı, adaletsizliği gururuna yediremeyen nice rütbeli subaylar intihar etmişler, nice aileler yıkıma uğramışlar, maddi manevi hak kayıplarına uğramışlardı. Şimdilerde bu haksızlığa uğrayan mağdurlar, Ergenekon ve öteki davalardan berat edip aklanmaya başlamışlar, hemen hemen hepsi salıverilirken, hükümet yetkilileri de tüm bu intikamcı süreçte “mağdurlara kumpas kurulduğunu, hak kayıplarının olduğunu” söylemeye başlamışlardır. Bu tıpkı Ergenekon kumpasçıları, paralelcilerle birlikte hareket edip, sonunda paralelcileri suçladıkları gibi, savcı ve yargıçları suçlamağa, onları cezalandırmaya başladılar.
Şimdi burada olaya bir teşhis koyalım; özel yetkili hâkim ve savcılar bu haksızlık ve hukuksuzlukları yaptığı açık. Bunları bu özel yetkili mahkemelere atayan, bu mahkemeleri kuran, gizli tanık olanağını sağlayan hükümet değil miydi? Tüm bu haksızlıklar, şikâyetler karşısında kös dinleyen, ilgisiz kalan da hükümet değil miydi? Öyleyse, tüm bu haksızlık ve kumpaslara yürütme organı da ortaktır. Bu kumpasçıların maşası olan, militanı olan savcılar da kaçışmaya başladılar.
Aradan yıllar geçmiş, masumlar perişan olmuş, bu mahkemeler kaldırılmış, suçlunun başı savcılar yurt dışına kaçmış, şimdi çıkmış müfettişler, “savcılar gibi yargıçlar da suçlu ve onlar da açığa alınmalıdır” diye rapor veriyorlar. Peki, bunca haksızlığa, hukuksuzluğa, uğrayan, üst üste şikâyet eden mağdurlar perişan olurken Adalet Bakanı, Başbakan, bu müfettişler nerede idi.
Basına yansıyan haberlere göre, Ergenekon yargıçları, daha önceleri kayıt altına alınan tüm duruşmaların görüntü kayıtlarını, aleyhlerinde kanıt olacağı düşüncesi ile sildirdiklerini öğreniyoruz. Oysa bu görüntüler ve öteki deliller silinemez, yok edilemez.
Başmüfettiş “Yargıçların Da Açığa Alınmasını” İstiyor
Basına yansıyan açıklamalara göre, Ergenekon Davası’nın baş aktörü Zekeriya Öz hakkında yakalama kararı çıkarılırken, “HSYK Başmüfettişi Yunus Nadi Kolukısa’nın, aynı davaya bakan mahkeme heyetinin de açığa alınmasını istediği ortaya çıktı. Başmüfettiş Kolukısa’nın, davayı karara bağladıktan sonra kapatılan İstanbul eski Özel Yetkili 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Hasan Hüseyin Özese, üyeler Hüsnü Çalmuk, Sedat Sami Haşıloğlu, Ercan Fırat ve Mehmet Fatih Uslu’nun açığa alınması talebini HSYK 2. Dairesine gönderdiği öğrenildi. HSYK Başmüfettişi Yunus Nadi Kolukısa, yüzlerce insanın mağdur olduğu Ergenekon Davasındaki hukuksuzluklara ilişkin yürüttüğü soruşturmada ön raporunu tamamlayarak HSYK 2. Dairesine gönderdi.
Edinilen bilgiye göre ön raporda, “Dava sırasında sanıklar tarafından tanık olarak dinlenilmesi istenilen isimlerin dinleme taleplerinin reddedilmesi, duruşma salonunun tavanından aşağıya mikrofon sarkıtılarak, sanıklar ve avukatları arasında savunmaya ilişkin olarak paylaşılan özel görüşmelerin kayda alınması, itirazların reddi gibi kararlarda kes-kopyala-yapıştır uygulanması, usulsüz elde edilmiş delillerin geçerli sayılması, davanın sanıklarının CMK’ya aykırı biçimde gizli tanık olarak dinlenilmesi” gibi gerekçelerle mahkemenin “sistematik biçimde” hukuksuzluk yaptığını” belirtildi.” [i]
Sonuç olarak, kim ne derse dersin, Ergenekon gibi nice mağdurları perişan eden bu özel yetkili mahkemelerin uygulamaları, bu hükümetin sorumluluğunda idi çünkü bu dinci paralelci savcı ve yargıçları onlar atadı, mahkemeleri onlar kurdu, kumpas maşası olan gizli tanık kuralını onlar koydu. Bu yargılamalar cumhuriyet tarihinde kara bir leke olarak kalacaktır; hukuk fakültelerinde de kötü bir örnek olarak okutulacaktır.
Bu uygulamaları irdelerken, öylesine garip bir gizli tanık olayı var ki, hukuk tarihine kötü bir örnek olarak geçecek cinsten; hırsızlardan, katillerden, ırz düşmanlarından, PKK lı teröristlerinden (Şemdin Sakık –Parmanksız Zeki) gizli tanıklar seçilmiş. [ii]
Şimdi bunlara bir örnek olarak davaların seyrini değiştiren, mağdurları perişan eden Osman Yıldırım adlı ahlakı düzgün olmayan bir adamın tanıklığını irdeleyeceğiz.
Kim Bu Osman Yıldırım (Gizli tanık 9") :
Bir davada hem sanık hem de tanık olan Osman Yıldırım, 1969Kars-Kağızman, Çayarası köyü nüfusuna kayıtlı, evli, üç çocuk sahibiydi. İstanbul Sultanbeyli’de bir kumarhane ye/ kahveye ortak olduğunu söylüyordu. Sabıka dosyası hayli kabarıktı.
1- Eyüp 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1995/78 sayılı kararı: Kasten adam öldürmeye teşebbüs ve ruhsatsız silah taşımak suçundan 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası.
2-Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1989/32 sayılı kararı: Ablasını öldürmek suçundan 20 yıl hapis cezası.
3- Kırklareli Asliye Ceza Mahkemesi’nin 1998/225 sayılı kararı: Nüfus kâğıdında sahtecilikten mahkümiyet.
4-Erzurum Ağr Ceza Mahkemesi’nin 1998/391 sayılı kararı: Ablasının kızı öz yeğeni Z.G yi fuhşa sürüklemekten ve fuhşa aracılık etmekten 2 yıl 6 ay hapsi cezası (18 yaşındaki yeğenini Erzurum’da üç ayrı erkeği 200 lira karşılığı satmıştı.)
Kendi beyanına göre 1989 da yakalandı.
Manisa Cezaevi’nde bir yıl, Kars Cezaevi’nde iki yıl yattı. 1993 te tahliye oldu. Bu yıl sonra yine cezaevine girdi.
Bayrampaşa Cezaevi’nde 1 yıl yattı. 1998 de yine ceza alıp hapse kondu.
Kars Cezaevi’nde bir yıl, Yozgat Cezaevi’nde 2 yıl 6 ay, Muş Cezaevi’nde 2 yıl 6 ay yattı. 2000 yılında tahliye oldu. Manisa ve Gaziantep’te askerlik yaptı. GATA‘dan psikolojik bozukluk raporu vardı.
Alpaslan Arslan, Osman Yıldırım’la bir müvekkili aracıyla 2000 li yılların başında tanıştı. Osman Yıldırım, hemşerisi Erhan Timuroğlu, İsmail Sagir, Tekin İrşi’yi Alparslan Arslan’la tanıştıran kişiydi. Osman Yıldırım, üçüne de gazeteye bomba atma karşılığı 10-15 milyar lira para alacaklarını söyledi.
Alpaslan Aslan avukatlığını yaptığı bazı icra davalarının takibini eli silahlı sabıkalı Osman Yıldırım’la birlikte yapıyordu. Hatta silahların çekildiği bazı alacak verecek anlaşmazlıklarında bile beraberdiler.
“ Danıştay katili Avukat Alpaslan Arslan , 19 Nisan 2006 da türban giymiş domuz karikatürü yayınlayan Cumhuriyet gazetesine eylem yapmayı düşündüğü fikrini ilk Osman Yıldırım’a açtı. Sonunda hazırlanan bu ekip, Cumhuriyet Gazetesi’ni hepsi sırayla teker teker bomba atarak saldırdılar. [iii]
Cumhuriyet Gazetesi iktidara muhalif bir gazete idi, iktidarın da muhalif basına düşmanca tavrı vardı.. İktidarın polisi de bu bombalama olayını o doğrultuda yanlı soruşturmuş adeta:
Şöyle ki: Emniyet, Cumhuriyet’i bombalama olayının ne mobese, ne güvenlik kamerası, ne telefon konuşmalarının teknik takibini yaptı; “üzerinde imza, mühür, sayı numarası olmayan polis raporuna göre, eylem sırasında civardaki hiçbir işyerinin kamerası kayıtta değildi. Buna benzer daha başka bilinçli ihmaller vardı. (sf Samizdat 336)
Aynı zamanda Osman Yıldırım, nam-ı diğer "Gizli tanık 9", verdiği yalan ifadelerle Danıştay davasının Ergenekon davası ile birleştirilmesine yol açan kişi idi.
Osman, veya Ergenekon Savcılarının deyimiyle "Osman’ım", Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından suçlu bulunup hüküm giydikten sonra birdenbire bombaları kendisine Ergenekoncuların verdiğini hatırladı (!).
Gizli tanıklık yaparak yasanın gizli tanıklara verdiği haklardan faydalanıp serbest bırakılma, maaşa bağlanma fikrini çok sevdi.
Hem yıllarca hapis yatmaktan kurtulacak, hem de bedavadan maaş alıp krallar gibi yaşayacaktı. Bu fikri kendisine Ergenekon Savcıları vermişti.
Osman’ım, Ataşehir'de toplantı yapılan bir evde Veli Küçük'ün talimatı ile bombaları Muzaffer Tekin'den aldığını ileri sürdü.
Danıştay ve Ergenekon davalarının sanıkları işte bu evde bir araya gelmiş oluyorlardı. Bundan dolayı iki dava birleştirilmişti.
Gelgelelim Osman’ım'ın verdiği bilgiler baz istasyonlarından gelen belgelerle duvara tosladı.
Çünkü, Osman’ım'ın "şu gün şu saatte bombaları Ataköy'de falancadan aldım, falancalar da oradaydı" dediği gün ve saatte Osman’ım'ın kendisi dahil adını verdiği diğer kişilerden hiçbirinin Ataşehir'de olmadığı, cep telefonlarının oradan çok uzak yerlerde sinyal verdiği ve konuşmalar yaptıkları anlaşılmıştı.
Ayrıca, yapılan keşifte, Osman’ımın “toplandık” dediği evi bir türlü bulamıyordu. [iv]
İşte böylesine toplum, Cumhuriyet, Atatürk, düzen düşmanı Osman Yıldırım’a AKP-RTE nin Özel seçtiği “Özel Yetkili Mahkemenin özel yetkili yargıçları duruşmalarda iltifat ediyor, ona “Osman’ım” diyordu. Duruşmalarda bazen de “Osman Bey” diyorlardı. 9 Aralık 2009 günlü duruşmayı yöneten Hâkim Hasan Hüseyin Özese, çapraz sorgusu yapılan Danıştay katili Osman Yıldırım’a sürekli “Osman Bey” diye hitap etti… Danıştay katili Osman Yıldırım, ABD’nin Beşiktaş hükümranlık alanında Savcı Zekai Öz tarafından önce “Osman’ım” yapıldı; sevgiyle kucaklandı, şimdi de Ergenekon Hâkimi Özese’nin “Osman Bey”i oldu. Ama kumpasa uğrayan, zulme, haksızlığa uğrayan nice Ergenekon ve öteki davaların mağdurları, tüm haksızlıkları şikayet ettikleri halde, yeni tanık, yeni kanıt sundukları halde dikkate bile almıyorlar, ne ki avukatlarını tutuklatıyorlardı. Sanki Laik TC nin Nemrut Mustafa mahkemesi vardı ülkede.
İsterseniz, burada Samizdat’ın bu tespitlerine ara verip, bu davalarda en çok mağdur olmuş, en çok haksız yere hapis yatmış, Türk basın yaşamının en yürekli yazar ve gazetecisi Egün Poyraz’ın İplikçi kitabına geçelim ve Osman Yıldırım konusunda, bir feryat gibi yazdıklarına bakalım. [v]
“….Beraber yürüdükleri yol arkadaşlarının PKK lılar, APO ve Osman Yıldırımlar ve Çeteciler olduğu çok net bir biçimde ortaya çıkıyordu.
Tayyip ve ekibinin kanlı Danıştay saldırısını Atatürkçü kesime yıkma çabalarındaki baş figürleri olan Osman Yıldırım, Nisan 2010 un son haftasında Zekeriya ile “sohbete gidiyor”, sohbet çıkışı gazetecilere “ben Bilal-i Habeşi’yim” diyordu. Osman Yıldırım hezeyanlarını öyle bir boyuta taşıyordu ki, kendini ilk ezan okuyan sahabe Hz. Bilal ile bir tutuyordu.
Bu günah, bu ayıp bile tek başına Tayyip’e yeter de artardı bile. Eğer içinde zerre kadar Müslümanlık taşıyorsa…
13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Habeş’in, “ben Cumhuriyet rejimini yıkacağım” şeklindeki sözlerinin yer aldığı görüntüler gösteriliyordu.
……..
Oysa, gericilik pis kokusuyla hemen hissedilir, çirkef sesiyle hemen duyulur, çirkin yüzüyle hemen görülürdü.
Tayyip, Hükümet olduktan sonra “dini kullandık” derken, ona destek M. Ali Şahin’den geliyor, o da “dini biraz kullandık” diyordu.
Tayyip için kullanma ve kullanılmanın haddi ve hududu yoktu. 2000 li yıllarda Star TV de yayınlanan konuşmasın söylediği şu sözler onun ruh halinin bir göstergesi değil miydi?”
“Amaca ulaşmak için gerekirse papaz cübbesi bile giyerim”.
Ergün Poyraz, İplikçi’ye, Ortaçağ din bezirgânlarınca 1600 da Roma’da bir meydanda yakılarak öldürülen Giordano Bruno( 1548-1600)’nun şu sözlerini, 400 yıl sonraki bizim din bezirgânlarını ima etmek için sayfalarına alıyordu:
“Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise iradelerini hakim kılmak için Allah’ı kullanırlar”. [vi]
Hak için, davası için feryat eden, sitem eden Pir Sultanlardan beri, davalarımız, haklarımız hepten hak divanına mı kalacak. Bu dünyada hep kumpascılar, çalıp çırpanlar, zulmedenler mı kazanacak…
DİVANA KALSIN
Ben de şu dünyaya geldim giderim
Kalsın benim davam divana kalsın
Muhammet Ali'dir benim vekilim
Kalsın benim davam divana kalsın
Yorulan yorulsun ben yorulmazam
Derviş makamından ben ayrılmazam
Dünya kadısından ben sorulmazam
Kalsın benim davam divana kalsın
Ben de vekil ettim bar-i hudamı
O da kulu gibi zulüm ede mi
Orda söyletirler bir bir adamı
Kalsın benim davam divana kalsın
Dolanıp çevrilip birgün gelirsin
Ettiğin işlere pişman olursun
Orda da mı Hızır Paşa olursun
Kalsın benim davam divana kalsın
Mümin müslim döşürür de cem olur
Anda sınık yaralara em olur
Kara taş erir de safi mum olur
Kalsın benim davam divana kalsın
Pir Sultan Abdal'ım dünya fânidir
Giden adil beyler gelen ihvandır
Kırkların divanı ulu divandır
Kalsın benim davam divana kalsın
Pir Sultan ABDAL
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com.tr
DİPNOTLAR
[i] Kaynak:Asuman Aranca sözcü)
[ii] Bu yazıyı yazarken yararlandığım Soner Yalçın’ın Samizdat adlı kitabını, yazar, Silivri zindanlarında tutuklu iken elle-kalemle yazmıştır (sf 529) Soner Yalçın gazeteci ve yazardı, yazmadan duramazdı. Ergenekon ve öteki davalardan yatan gazetecilere, yazarlara bir daktilo, bir bilgisayar bile vermeyen adaletimiz, böylece onlara eziyet ediyordu. Oysa aynı devletimizin adaleti, binlerce insanın katili, Diyarbakır Cezaevinde ömür boyu ağırlaştırılmış suçla yatan “Parmaksız Zeki” kod adlı, hem de Ergenekon’dan gizli tanık Şemdin Sakik’a bilgisayar veriyordu. Böylece gazetecilere, aydınlara düşman olan iktidarın özel mahkemelerinin özel yargıç ve özel savcıları yargılanmadan, hüküm giymeden Soner Yalçın, Mustafa Balbay, Ergün Poyraz vb nice gazeteci ve yazarları cezalandırıyordu).
[iii] Samizdat Soner Yalçın Kırmızı Kedi Yay. 2012 sf 234-235
[iv] http://www.acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=9178
[v] İplikçi Ergün Poyraz Tanyeri Kitap 2013 sf 323
[vi] İplikçi Ergün Poyraz Tanyeri Kitap sf 324
Yorum Gönder