Sevr’de Entrikalar - Galip Baysan
Sevr Anlaşması ile ilgili görüşmeler sırasında çok büyük siyasi entrikalar çevrilmişti. Özellikle Türkler aleyhinde çevrilen dolaplar Ermeni meselesi ve günümüz ayrılıkçı Kürtler ile ilgilenen herkesin bilmesi ve unutmaması gereken bir husustur. Ayrıca Sevr’de Ermeniler için istenen topraklarla günümüz Kürt ayrımcılarının talep ettiği topraklar arasındaki eşitlik dikkat çekicidir.
Görüşmeler sırasında Sevr’de bilinen iki Ermeni gurubuna ilaveten muhtelif uluslara mensup kırk kadar bağımsız Ermeni delegasyonu da faaliyet halindeydi. Paul C. Helmreich durumu şu sözlerle özetliyor:
“Yüzlerce gazeteci, yazar, şarkıcı, profesör, senatör ve eski bakanın Ermeni davası lehinde uzun konuşmalar yaptığı konferanslar düzenliyorlardı. Wilson, Lloyd George ve Clemeceau’nun peşinden bir dakika bile ayrılmayan Ermeni delegeler, devamlı olarak Ermenistan’a borçlu olunduğunu hatırlatıyordu. Arsızlıkları herkesi kızdıracak bir noktaya varmış ve dostları etraflarından kaybolmaya başlamıştı... Loris –Melikov – Paris’te konferansın başladığı sıralarda Ermenistan’a herkesin yürekten bir sempatiyle baktığını yazmaktadır. (ama).. bir türlü bitmek bilmeyen talepleri ve bunları ifade ediş tarzları en sonunda insanları kendilerinden nefret ettirmişti... Bu gidişle, kazanmaları gereken kişileri kendilerine düşman edeceklerdi.” (1)
Acaba Ermeni destekçilerini kızdıran bu istekler nelerdi? Onlar Konseyi’ne sunulan Ermeni isteği, Akdeniz Karadeniz ve Hazar Denizi arasında uzanan dev bir Ermenistan devletinin kurulmasıydı. Ermenistan Cumhuriyeti toprakları ile Fırat’ın güneyinde, Ordu –Sivas hattının batısında kalan topraklar hariç Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas, ve Erzurum bu devletin sınırları içinde kalacaktı. İskenderun dahil bütün Kilikya’da talep edilen topraklar arasındaydı.
Ermeni nüfusunun bu bölgelerde çoğunluk olmadıklarını Ermeni Delegasyonu da biliyordu. Ancak kabahati tamamen savaş öncesi ve savaş sırasında Türklerin uyguladıkları zalimane davranışlarda buluyorlardı. Delegasyon’a göre Ermeni toplumu geçen savaşta diğer ülkelere nazaran çok daha ağır insan kaybına uğramıştı. Dünya’da 4.500.000 kişi olan ulusların kaybının 1.000.000 ‘dan fazlası Ermenilere aitti. Böylece delegasyon namına konuşmayı yapan Bogos Nubar Paşa; savaş öncesinde bölgede Ermenilerin daha çok olduğunu beyan ediyor, ayrıca devlet kurulunca Rusya ve Amerika’daki Ermenilerin de bir kaç yıl içinde geri dönmesiyle Ermeni nüfusunun çoğunluk haline gelebileceğini iddia ediyordu. (2) Görüldüğü gibi Ermeni görüşleri Amerikan görüşleriyle tamamen örtüşüyordu.
Kilikya (Çukurova’ya) gelince; bu bölge ile ilgili talep: bölgenin “Ermeni Platosu”nda yer aldığı gibi anlaşılması zor bir Coğrafi tez’e dayandırılıyordu. Ayrıca Ermenistan’ın Akdeniz’e bir çıkış kapısına ihtiyacı vardı. Buna benzer iddialarla Trabzon da Karadenize çıkış için Ermenilere verilmeliydi. Bütün bu toprakların Türklerden alınacağına inanmış olan Ermeniler, müttefikler için sadece 300–400 Suriyeli savaşmışken, Filistin’de 5000 civarında, Rusya’da 150.000 Ermeni’nin itilaf orduları ile birlikte savaştığının unutulmamasını istiyorlardı. (3)
Amerikan delegasyonunun istihbarat bölümü 21 Ocak 1919’da Türk karşıtı bazı tavsiyelerde bulundu. Tavsiye edilen konuların başında, Boğazlarda Milletler Cemiyeti’nin nezaretinde bir uluslararası devlet kurulmasının gerekli olduğu geliyordu. İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi’nin bütün kıyıları ve Asya Kıtası’nda Bandırma ve Bursa kurulacak devletin sınırları içinde kalacaktı.(4)
Bu arada konferans iddia sahipleri’nin tezlerini savunma amacıyla düzenlenmiş bir “belgeler bataklığına” gömülmüştü. Kaç delege veya uzmanın bunları okuyup incelediğini tahmin etmek oldukça zordur. Bowman adında bir gözlemci uygulanan Lobi tekniklerini ve belge enflasyonuna şu sözlerle özetliyor.
“Ulusal delegasyonların yanlarında, çantalar dolusu istatistik ve şematik hileler vardı. İstatistiklerin işe yaramadığı yerde renkli haritalar giriyordu devreye. Bu harita hokkabazlığı, aslında başlı başına bir inceleme konusu olmalı. Adına harita dili denilen yeni bir araç icat edilmişti. Bütün haritalar, parlak cilalı afişler kadar gösterişliydi ve harita olması itibar gösterilmesine yetiyordu. Bir görüşün savunulması için, üzerinde oynanmış bir harita hayati önem taşıyordu.” (5)
Bu tablo açıkça gösteriyordu ki Sevr’e doğru giden yolda Londra’da, Paris’te, San Remo’da, Hythe’de, Boulogne’de ve Spa’da yapılan ana ve ara görüşmelerde Türk halkının bütün iç ve dış düşmanları tam bir işbirliği içinde, istedikleri kararları alacaklarından emin ve huzur içinde idiler. Türk halkının hak ve menfaatlerini savunacak Dünyada hiç bir ulus, hiç bir kişi veya kurum mevcut bulunmuyordu.
“1918/19 kışında Amerikan kamuoyunun Türkiye’ye yönelik tavrı, ağırlıklı olarak dinsel ve insani nedenlerden kaynaklanan yoğun bir husumetti. Bu kindar tavır, Amerikan barış delegasyonunun tutumunda görüldüğü gibi, en belirgin ifadesini Birleşik Devletlerin eski Türkiye Elçisi Henry Morgenthau’nun sözlerinde bulmuştu: “Cinayet, Kuran tarafından Muhammed dininin bir parçası olarak kabul edildiği sürece, Müslümanların Hıristiyanları ya da Yahudileri idare etmesine izin verilmemelidir.” (6)
Bir Amerikalı bilim adamı Paul C. Helmreich’in “From Paris to Sevres, The Partition of the Ottoman Empire at the Peace Conference of 1919 –1920” adlı kitabından aldığımız bu satırlar batı dünyasının Türk yönetimi, Türkler ve İslamiyet hakkında ne kadar bilinçsiz olduklarının ve 500-600 yıldır Balkanlar –Ortadoğu Arabistan ve Kuzey Afrika’yı sulh ve sükun içinde yaşatmayı başarabilmiş, kendi azınlıklarını, kendi dininden olmayanları, kendi topraklarında olabildiğince özgür ve büyük bir refah içinde yaşamalarına izin vermiş asil bir yönetimin sonunu getirmek isteyenlerin buldukları mazeretlerin ifadeleridir. Bir Yahudi devleti kurmaya doğru koşan ve bu konuda Hıristiyanlara şirin görünmek isteyen, daha önceki yazılarımızda, yalanlarını net bir şekilde ortaya çıkardığımız Büyükelçi Margenthau’nun İslam konusunda söylediklerine gelince; ne yazık ki İslam dini onların dinlerine (Musevilik ve Nasraniliğe) saygı gösterilmesini emrediyor. Acaba batı dünyasında kaç kişi İslâm’ın kutsal kitabı Kuran’da; İsa peygamber ve Annesi için bir bölüm (Meryem Suresi) olduğunu, Musa peygamberin de üstün bir mevkie yerleştirildiğini ve tam 128 ayette anıldığını bilebiliyor. Keşke Morgenthau İstanbul’da bulunduğu sürede Ermenilerden biraz ayrılıp Türkleri tanımaya gayret etse idi, belki böyle garip ve çağdışı yakıştırmalarla koca bir ulusa (Amerikalılara) kin ve nefret tohumları ekerek bir insanlık suçu işlememiş olurdu.
Kabul etmek gerekir ki, İngiliz Başbakanı Lloyd George’un bütün olumsuzluklara rağmen tasarladığı planı uygulamada oldukça başarılı olmuştur. Sevre antlaşmasının esaslarını şaşkın Osmanlı Hükümetine verdiği 11 Mayıs 1920 tarihinde; Osmanlı Devleti’nin başındaki Sadrazam Damat Ferit, devletin içine sokulduğu tuzağı anlayıp ayılacağına hala Anadolu ile uğraşıyor, Halife orduları düzenlemeye çalışıyor, Türk insanını Türk’e kırdırıyordu. Anlaşma maddelerine itiraz edemeyen Sadrazam bütün suçu Mustafa Kemal ve arkadaşlarına yüklüyor ve onları Sıkı Yönetim mahkemelerinde idama mahkûm ettiriyordu.
Lloyd George plânı’nın birinci safhası başarı ile sonuçlanmış ve Osmanlı Devleti saldırmaya hazır Yunan Ordusu karşısında tamamen savunmasız kalmış ve bir yerde kendi elini, ayağını bağlayıp, kendisini kurbanlık bir koyun gibi işgal güçlerinin önüne bırakmıştı. Sevr antlaşmasına itiraz edecek en ufak bir şansı kalmamış, geleceğini İngilizlerin merhametine bırakmış olan yaşlı Osmanlı Devleti, çok güvendiği İngilizlerin zulmüne maruz kalmış ve kendi kendini bitirmişti.
DİPNOTLAR:
1. Sevr Entrikaları, S. Paul C. Helmreich’in “From Paris to Sevres, The Partition of the Ottoman Empire at the Peace Conference of 1919 –1920”,s.35 ( İstanbul, Sabah-1996)
2. Aynı Eser S.35-36.
3. Aynı Eser S.36.
4. Aynı Eser S.15.
5. Sevr Entrikaları, S.27.
6. Aynı Eser, S.15.
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder