Köpeğin Mirası - Cevat Kulaksız

Köpeğin Mirası - Cevat Kulaksız
Erzurum folkloru, ülkemizin yüz akı âşıkların, barların, halayların olduğu, işgal görmüş bunun felaketi sonunda destanlar, ağıtlar yaratılmış Dadaşlar diyarının sesidir, sazıdır, sözüdür. İşte Erzurum’un yetiştirdiği ozanlar, halk âşıklarının atışmaları öylesine sevecen, öylesine, felsefe, mizah yüklü ki, eğlendirirler, güldürürler, düşündürürler dinlemeye doyamazsınız.
Ta Orta Asya’dan beri halk ozanları, halk âşıkları, önceleri otağ çadırlarında, yollardaki kervansaraylarda, köy odalarında, çeşitli muhabbet toplantılarında, acılı günlerde sanatlarını, hünerlerini halka sunarlardı. 16. Yüzyılda Kanuni Devrinde kahvehaneler açılmaya başlayınca, “âşıklar kahvesi” geleneği yaygınlaşmaya başlamış, âşıklar buralarda halka duygu ve düşüncelerini sazlarıyla sözleriyle yaymaya devam etmişler. Günümüze kadar devam eden âşıklar kahvesi geleneğinde halk âşıkları ellerinde sazları ile atışmalar yanında, destanlar, öyküler, fıkralar anlatırlar, dinleyenler bu muhabbete doyamazlar.
Türk Folklorunun daha da gelişmesi için, Kültür Bakanlığımız Kırşehir’deki Abdallar Geleneği ile Erzurum’daki Âşıklar Kahvesi geleneğini yaşatmak için teşvik edici, koruyucu çalışmalar yapmalıdır.
İşte bunlardan aşağıdaki fıkrayı, 11 Mayıs 2013 günü Ankara AKM de 2. Erzurum Günlerinde Erzurumlu saz âşıklarından Âşık Çerkezoğlu, Âşık Nuri ile atışmalı sohbetinde anlatmıştı. Dinleyenler hayran kalmışlardı. Biz de bandan çözerek size sunma gereğini duyduk.
Köpeğin Mirası - Cevat Kulaksız
 Erzurum’lu bir çobanın, sahibine, onun koyun sürüsüne öylesine çok bağlı-sadık bir köpeği varmış. Bu köpekle çoban on yıl yaşamışlar. Sahibinin koyun sürülerini, hayvanlarını, ağılda, dağda, bağda kurda, kuşa, hırsıza karşı canı kanı pahasına korurmuş. Sahibi bu köpekten çok memnunmuş ve onu her şeyden çok severmiş. Bu zaman içinde, çobanla köpek arasında öylesine dostluk oluşmuş ki, bu vefalı köpeği çok seven çoban, köpeğine demiş ki:
 “- Ula Çomar! Bana çok hizmetin dokundu, ben senin iyiliğini unutamam, bundan sonra şu kara koyun senin olacaktır, ahtım olsun ki sana veriyorum”.
Aradan yıllar geçtikçe, köpeğine adak adağı koyun peş peşe yavrulamış, onun da yavrusunun yavrusu olarak yavrulama devam ederek 16 tane koyun olmuş, koyun nesli çoğalmış.
On yıl kadar sonra da, her canlının akıbeti olarak, o vefalı köpek ölmüş. Ölen köpeğini çok seven çoban, bu adak adadığı koyun ve yavrularını ne yapacağını düşünmeye başlamış. Ölen köpeğini andıkça üzüntüsü artmış. Bu adak koyunların ne olacağı konusunda kime danışayım diye düşünmeye ve söylenmeye başlamış. “Bunu bilse bilse köyün cami imamı bilir” diye, düşünüp imama gitmeye karar vermiş.

BU ADAK KARŞISINDA İMAM ÇARESİZ
Öyle ya, verilen söz, verilen adaklar konusunda imamların hassas öğütleri, vaazları vardır.
Ölü köpeğin sahibi, doğruca imama gitmiş olanı biteni, verdiği adak koyunu, yavrulayarak artma olayını, adak konusunda ne yapacağını imamdan rica etmiş.
İmam da, hiç duymadığı bu olay karşısında ne yapacağını, ne söyleyeceğini şaşırmış, buna ilişkin bir hüküm bulamamış. İmam, vaat edilen, verilen adak konusunda, uyulması için dinin hassas olduğunu biliyordu, ama hiç rastlamadığı, tanık olmadığı bu köpeğe adak konusunda çaresiz kalınca, çobana ilkin şöyle demiş:
“-Komşu, ben böyle köpeğe adak konusunda, ne yalan söyleyeyim, hiç bilgim yok, şimdiye kadar böyle bir adak olayına hiç rastlamadım. Sen bana izin ver, ben din kitaplarından bir araştırayım”.
 İmam, verilen adakların dinen mutlaka yerine getirilmesi gerektiğini biliyordu. Ama böyle bir adak karşısında çaresiz kalmıştı. Saatlerce araştırdı, kara kaplı, ağ kaplı nice din kitaplarını karıştırdı, araştırdı, bir karara, bir sonuca varamadı.

ANKARA GÖRMÜŞ POLİTİKACININ ÖNERİSİ!
Aradı taradı imam, bununla ilgili bir dini hüküm bulamadı. İmam işin içinden çıkamayınca, sonunda köpeğine adak adayan komşusunu çağırtarak ona şöyle dedi:
“-Ben bu, işin içinden çıkamadım, din kitaplarında böyle bir açıklama yok. Ne de olsa  politikacılık yapmış, Ankara görmüş filan…..politikacıya bir danışalım”, dedi.
Köpeğine adak adayan çoban, doğruca o Ankara görmüş politikacının yanına gitti, olayı bir de ona anlattı. O zamane politikacısı da, “demek imam bu işin içinden çıkamadı ha” diyerek, ona şöyle dedi:
“-Bak kardeşim sana bir öğüt, madem böyle bir adak adamışsın,  koyunun birini bir fakire-yoksula ver, birini bir dul kadına ver, birisini camiye ver gerisini de bana getir”…Bilmem sizece de hakçasına bir dağıtım mıdır ,bu paylaşım!...

KÖPEĞİN AKRABASI

Köpeğin Mirası - Cevat Kulaksız
Adakçı çoban, çok sevdiği köpeğinin anısına koyunun birini bir yoksula, birini bir dul kadına, birini de camiye verdi, ama geriye kaldı 13 koyun. 13 koyunu politikacıya götürecek ama “koyunun çoğu politikacıya gitmiş oluyor, diye düşündü ve şöyle söylendi: “Allah Allah bu politikacı köpeğimin akrabası mı ki koyunun çoğunu o alıyor”, diye hayıflandı durdu. Böylece söylene söylene politikacının yanına gitti, ona şöyle deyiverdi: “Sen köpeğimin akrabası mısın da koyunun çoğunu alıyorsun”!
Bunları anlatan Âşık Çerkezoğlu, bunları anlatırken, “Ankara’lı politikacıları tenzih ederim” dese de, âşıkları seyreden, izleyen seyirciler bıyıklarının altından tebessümle değil, kahkaha ile gülüyorlar ve de çılgınca alkışlıyorlardı.
Tam da bu fıkranın anlatıldığı gün, Ankara’da Mecliste iktidar ve muhalefet dört parti,  hiçbir AB ülkesinde görülmemiş, duyulmamış, maaş, ödenek zammı ve nice ayrıcalık teklifini tartışıyorlardı. Dördü bir araya gelmiş, bu olağanüstü ayrıcalıklar için imzaları atmışlar; basın bu ballı teklifi millete duyurunca, üç muhalefet partisi tepkiden çekinmiş olmalılar ki imzalarını geri çektiklerini ilan ediyorlar. İktidar, “attığınız imzadan neden imtina ediyorsunuz”  diyerek hortumcu başılığını ilan ediyor; muhalefet de (yalancıktan) “istemem ama yan cebime koy” tavrı içinde uğraşıyorlardı.
Bu fıkrayı dinleyenlerden bazı vatandaşlar alkışlarken, “bravo âşık cuk oturdu Ankara görmüş politikacı” diyorlardı.
Aşık Çerkezoğlu, sohbet sırasında şöyle bir söz söyledi: (Anadolu’da çoğunlukla erkekler kadınlar için “avrat” sözcüğünü kullanırdı. Aşıklar da, aşağıdaki dizelerde olduğu gibi, halkın dilinden, gönlünden seslendikleri için halk söyleyişlerini kullanırlardı).
“Erzurum’da avrat diye bir laf vardır, gerçi Anadolu’nun her tarafında geçerli. Çok güzel bir avradın varsa evinde, elin düğününe ne gerek var, gir oyna çık oyna. Eğer evinde “ah vah lı huysuz Allahın belanı versin herif li bir avradın varsa, evin delisine gerek yok  gir ağla, çık ağla”; elin oğlu demiş ki demiş. Şimdi ben de diyorum ki:

“Avrat var ki güzellerin güzeli
Avrat var asıra şeytan doğurur,
Avrat var âlimi isyankâr eder
Avrat var fakire imam doğurur.

Avrat var ki göz kaş hilal gibi
Avrat var şekli insan mal gibi
Avrat var söğüt ki portatif saz gibi
Avrat var ki dilinde diken doğurur

Avrat var kendini çekmiş pazara
Avrat var ki gerçeği kendinde ara
Avrat var varlığı topluma yara
Avrat var zehirli yılan doğurur.

Avrat var duruşu bir şey anlatır
Avrat var bakışı kazlı kanadır
Avrat var ki kocasını çok tez kocatır
Avrat var gönlüne zaman doğurur.

“Şimdi farkındayım, içinizden bazıları şimdi tam bizim avradı anladıyo ha diyordur”. (Salondan gülüşmeler)

Avrat var ki belirlenmiş ay gibi
Avrat var ki çene düşük yay gibi
Avrat var ki takmalara tay gibi
Avrat var ki şahi merdan doğurur.

 Avrat var ki gözüne leke bulaşık
Avrat var ki güneşten daha da ışık
Avrat var ki Çerkezoğlu da âşık
Avrat var görene isyan doğurur.

Derleyen:
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com>

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget