Milli Mücadele döneminde Türk Halkını kurtarmaya çalışan askerlerin karşılaştığı sorunlar dev boyutlardaydı. Günümüzde ülkemiz iyi yönetilmediği için yine dev sorunlarla karşı karşıya. İçerde terör ve ekonomik kriz ve yönetim kaprisleri, dışarıda her açıdan dışlanış bunların bir kısmıdır. Türkçemizde ünlü bir deyim vardır. “İnsanın karakteri yokuşta (veya zorda) belli olur” derler. Yani en üstün yönetim kademelerinde sadece bir kişinin karar vermesi, diğerlerinin kaldır parmak, indir parmakla ona katılması ile sorunlar çözülmüyor. Sorunların çözümü için akıllı ve ilmi çalışmalar esastır. Şimdi Milli Mücadele dönemine dönüp bazı gerçekleri öğrenelim.
19 Mayıs 1920 tarihinde yayınlanan bir bildirinin subayları hedef alan ve halkı direnç göstermeye davet eden sözleri şöyledir:
“Ey padişaha, dine, devlete beş yüz seneden beri bağlılığı ile dünyayı hayrette bırakmış olan gerçek Müslümanlar. Bolşevik adı altında dört yüz yıllık din ve devlet düşmanımız olan Moskoflardan çıkmış dinsel yasaya aykırı ve kanun dışı olan bir görüşe kapılan bir takım eşkıya, vatanı kurtaracağız diye Anadolu’nun siz saf ve dürüst halkını aldatarak, Padişahına, Müslümanların halifesine isyan bayrağı çekmişlerdir.”
“Ancak memleketimiz ötedenberi haydutluk ve soygunculuğa alışmış, seferberlik sürdüğü müddetçe vurgun vurarak kanunun üstünde bir üst gibi bulundukları yerlerde zorbacasına hareket ve rahat yaşamayı, eğlence ve içkiye rezaletle ulaşmış birtakım subaylar ile hapishaneden kaçmış yahut her nasılsa yakasını şimdiye kadar kanunun pençesine vermemiş olanlar vardır ki bunlar kanunu, hükümeti, padişahı tanımıyorlar. Vatanı kurtaracağız, Padişahımız tutsaktır kurtaracağız diye zorla asker ve para topluyorlar.” (1)
Anzavur ayaklanmasını bastırmak için Eskişehir’den gönderilen İkinci Piyade Alayı’nın taburları Bursa’dan geçerken, Bursa halkının kötü söz ve davranışlarına maruz kalmışlardır. Hatta onlar ölümsüz sözlerle zehirlenmişlerdir. Bahçelerde çalışan kadınlar bile askerlerin karşısına çıkarak “subaylarınız sizi padişahımızın gönderdiği Anzavur Paşa’ya karşı kavgaya götürüyorlar. Padişah askerlerine karşı kurşun arttıracaklar” diyerek bir taburun daha Bursa’ya varmadan önce diğer bir taburun da Bursa’dan çıktıktan sonra dağılmasına yol açmışlardır. (2)
İç isyanlar sırasında iç ve dış durumu Llyod George’un “Satranç diplomasisi”ni geçmiş yazılarımızda incelemiştik. Orduya karşı sadece İstanbul ve halkın bir kısmı değil, azınlıklar ve hatta işgal güçleri de hakaret etmekten geri kalmıyordu. Şöyle ki:
“Bizi (harp esirlerini) Malta’dan İstanbul’a getiren İngiliz vapuru 1920 yılının Ocak ayında Galata rıhtımına yanaşmıştı. Bütün esirler, bir an önce vatan toprağına ayak basmak, hürriyete kavuşmak için dışarı çıkmaya acele ediyorlardı. Bu esnada vapurun rıhtıma yanaşması ile birlikte, bir İngiliz subayının yanında vapura girmiş ve sırtında bir İngiliz elbisesi taşıyan İstanbullu genç bir Ermeni, esir arkadaşlarımızdan birisine: “Ulan neye acele ediyorsun?” diye bağırdıktan sonra suratına şiddetli bir tokat attı. Dikkat ettim, etrafındaki yüzlerce Türk esiri bu şamarı kendi suratlarında yemişler gibi irkildiler. Ben şahsen, bu şamarın, kendi yüzümden bir ateş çıkarır gibi olduğunu duydum. Eyvah biz esir kaldığımız düşman memleketinde bile böyle hakaretler görmedik. Biz bu vatanda nasıl yaşayabiliriz? diye düşündüm ve titredim… ve orada İngiliz vapuru içinde dışarı çıkmak için ayakta beklediğim zamanda, derhal Anadolu’ya geçip tekrar silaha sarılmak kararını verdim.” (3)
“Mütareke yapılınca İstanbul’a geldim, bize bir emir verdiler: “İşgal kuvvetlerinin herhangi bir rütbesinde bulunan bir kumandanı, bir İtilaf Devleti subayı görürseniz, hangi rütbede bulunursanız bulunun, selam vermek mecburiyetindesiniz” daha duyar duymaz insanın tüylerini diken diken eden bir emirdi bu, şaşırmıştık… Birgün Çemberlitaş’taki muhallebicide otururken genç iki İngiliz subayının bizden bir piyade binbaşısını çevirip, zorla selam verdirdiklerini gördüm. Olay bana çok tesir etti, gidip müdahale de edemedim.. Onurumun iyiden iyiye yaralandığını hissettim.. Ertesi gün kalktım, annemle vedalaşarak yola çıktım.” (4)
Orduya karşı saldırılar 22 Haziran tarihinde başlayan Yunan ilerlemesi sonucunda inanılmaz boyutlara ulaştı. Bu haksız tecavüz karşısında, İstanbul hükümetinin bir bakanı ile yapılan bir ropörtaj ihanetin boyutlarını açıklamak için yeterlidir: Damat Ferit Hükümetinin Adliye Nazırı’nın bir gazeteci ile yaptığı konuşma şöyledir:
“Soru : Hükümet Yunan Ordusu tarafından yapılan hareketi protesto etmek niyetinde midir?
Nazırın cevabı: Hükümetimiz Mustafa Kemal taraftarlarını resmen mahkum etmiş ve hilafet ve vatan haini olduklarını ilan etmiştir. Binaenaleyh vazifesi asilere layık oldukları cezayı vermektir. O halde kendi programımıza dahil olan bir hareketi niye protesto edelim.
Soru : Bu hareket mühim güçlüklerle karşılaşacak mıdır?
Cevap : Hayır, bunun sebebi şudur ki, Mustafa Kemal ordusu öteden beriden toplanmış haydutlardan, sabıkalılardan ve sırf yağma hırsıyla hareket eden bir takım şahıslardan mürekkep, teşkilatsız, inzibatsız ve mümaresiz bir ordudur.
Soru : Fikrinizce hareket uzun sürecek midir?
Cevap : Asker değilim fakat intibam şu merkezde ki; General Paraskevopulos’un ordusu şimdi süratle ve şiddetle harekete devam eyleyecek olursa, birkaç hafta da Ankara sınırları önünde bulunacaktır.” (5)
Türk askeri üstün düşman kuvvetleri karşısında çekilirken özellikle Bursa yöresinde mürteciler de harekete geçirilecektir. “Milli kuvvetlerin dağılması ve Yunan ordusunun ilerlemesi tabii olarak mürteci ruhun mukavemet ve müdafaa taraftarlarına (ordu mensupları ve onları destekleyen sivillere) karşı olan hiddetini kamçıladı. Çekilen askerimize ve bilhassa subaylara karşı bazı kasaba ve köylerde çok kötü muameleler yapıldı. Bunlara yiyecek, hatta su verilmedi ve içlerinden bazıları öldürüldü. Bazı subaylar, köylülerin tecavüzlerinden korunmak için üzerlerindeki askeri elbiseleri atıp, köylü kıyafetine girmekle kendilerini kurtardılar.” (6)
Emekli Kurmay Albay Rahmi Apak’ın o günlerle ilgili anıları ibret vericidir: “Biz Yunanlıların Balıkesir ve Bursa bölgelerini işgal ettikleri zaman yerlerinden kıpırdamayan ve düşman işgali önünde çekilirken, bu kıpırdamayanların, şehirlerine, kasabalarına ve köylerine sığınan kendi milletdaşlarını ve asker arkadaşlarını istemeyen, defedip kovan Belediye Reislerini ve Askerlik Şubesi Başkanlarını da gördük. Daha sonra, Sakarya’ya doğru yapılan çekilmeden perişan halli subay ve memur ailelerinin bir gececik olsun kendi köylerinde yatmalarına müsade etmeyen ve emzikte çocuklara yüz gram sütü vermekten çekinen bazı köyler dahi gördük. Daha fenalarını da gördük. Çekilen kıtaların perakende subay ve erlerini soyan, vuran, öldürenleri de gördük.” (7)
Bu durum karşısında Bursa’da yapılacak bir savunmadan komutanlar ve hatta TBMM Başkanı Mustafa Kemal umutlu değildir. Bu nedenle TBMM Hükümetince bir bildiriyle halkın uyarılması kararlaştırıldı. Batı Cephesi komutanı Bursa halkının bu olumsuz tutumunu iyi bir değerlendirmeden geçirerek verdiği savunma emri şöyledir: “… Erleri Bursalı olan 56’ncı tümen muharebesiz çekilse bile, bütün personelin tümeni bırakarak Bursa bölgesinde kalması, bu sırada çekilenleri gören Milli kuvvetlerin de dağılması göz önünde tutulmalıdır” Bu emir üzerine Albay Bekir Sami de Bursa batısındaki savunmayı benimsemiş ve geride, seçilen savunma mevziinde hazırlık yapılması emrini vermiştir.(8)
DİPNOTLAR:
ı. Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Anıları, s.190 (TTK, Ankara-1988)
2 Nail Ekici, Cumhuriyete Kan Verenler, s.56 (Topçu Yüzbaşı Ferit Eliçin’den naklen, Hürriyet Yayınları,İst.-1973)
3. Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Anıları, s.190
4. Nail Ekici, Cumhuriyete Kan Verenler, s.56 (Topçu Yüzbaşı Ferit Eliçin’den naklen, Hürriyet Yayınları,İst.-1973)
5. İhsan Güneş, İkinci Askeri Tarih Semineri, s.149, 150
6. Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Anıları, s.190
7. Nail Ekici, Cumhuriyete Kan Verenler, s.56 (Topçu Yüzbaşı Ferit Eliçin’den naklen, Hürriyet Yayınları,İst.-1973)
8. İhsan Güneş, İkinci Askeri Tarih Semineri, s.149, 150
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder