Osmanlı Aydınlarının Rüyası - Galip Baysan

 Osmanlı Aydınlarının Rüyası - Galip Baysan
Son yazımızda sizlere ABD’den gelen bir mesaja göre günümüz yöneticilerimizin 2015 seçimlerini yine kazanmaları halinde yeni Osmanlı dönemini nasıl yeniden kuracaklarını öğrenmiştik. Bu günse bu ideolojinin götürülmeye çalışıldığı dönemde yaşayan Osmanlı aydınlarının rüya, umut ve hayallerinden bahsetmek ve örnek vermek istiyoruz.
Bu söyleyeceklerimiz hür düşüncenin, İslami esasların tam hâkimiyetinin sağlanması esasının bir devlet politikası olarak yerleştirilmeye çalışıldığı bir ortamda, din ve vicdan özgürlüğünün, Ortaçağ dönemini henüz atlatamamış bir toplumda çağdaş bir düzenin kurulma arzusunun ilk işaretleridir.

1860larda Genç Osmanlıların ünlü ismi Ziya Paşa, kültürel ve dini açıdan muhafazakâr bir yapıda, ancak meşruti hükümet fikrine bağlıydı. Bu konudaki görüşleri sürgünde iken yazdığı eserlerinden biri olan “Rüya” adlı yapıtta yansıtılır. Bu eserde Ziya Paşa “Hampstead Heath”te bir sıra üzerinde uyurken gördüğü rüyayı anlatır. “Rüyasında Ziya Paşa, Sultan Abdülaziz’le konuşur ve Sultan’a ülkenin tehlikeli durumunu haber verir. Sultan Ziya Paşayı bir milli meclis kurulmasını salık vermek suretiyle kendi otoritesini yıkmaya çalışmakla suçlar. Ziya Paşa böyle bir meclis kuruluşunun, hükümdarın meşru haklarını zedelemeksizin Türkiye’yi uygar devletlerin uygulama düzeyine getireceği cevabını verir.” (1)  Ziya Paşa diğer bir eserinde Peygamber’e atfedilen “Ümmetin efradının değişik fikirlere sahip olması Allah’ın bir lütfüdür” hadisini dayanak metni olarak almıştır.” (2)
1912 yılında Jön Türkler ve Osmanlı Yönetiminin en önemli isimlerinden biri olan Abdullah Cevdet, çıkardığı İçtihat dergisinde Türkiye’de Batılılaşmanın geleceği hakkında görülen bir rüyayı anlatan “Pek Uyanık Bir Uyku” adlı iki makale yayınlayacaktır. Bu rüya, o dönem için gerçekten çok cüretli, çılgınca bir fantezi kabul edilmişti. Yazı şöyleydi:
 “Sultanın bir karısı olacak ve hiçbir bir cariyesi olmayacaktı. Şehzadeler harem ağalarının bakımından uzaklaştırılacak ve askerlik hizmeti de dâhil, tam bir eğitimden geçeceklerdir. Fes kaldırılacak ve yeni bir başlık kabul edilecektir. Mevcut kumaş fabrikaları genişletilecek ve yenileri açılacak; Padişah, şehzadeler, ayanlar, milletvekilleri, subaylar, memurlar, askerler, bunların imalatını giymek zorunda kalacaklardı.
Kadınlar israfa kaçmamak üzere istedikleri gibi giyinecekler ve bu hususta softa, polis ve külhanbeylerin müdahalesinden masun olacaklardı. Tekke ve zaviyeler kaldırılarak gelirleri eğitim bütçesine eklenecekti. Bütün medreseler kapatılacak ve yeni modern, edebi ve teknik kurumlar kurulacaktı. Sarık, cübbe vs. giymek hakkı yalnız şahadetnameli din adamlarına verilecek ve diğerlerine yasaklanacaktı.
Evliya’ya adak ve hediyeler yasaklanacak ve bundan tasarruf edilen para milli savunmaya tahsis edilecekti. Muskacılar, üfürükçüler kaldırılacak ve sıtma tedavisi zorunlu olacaktı. Ahalinin şer’i şerife aykırı inançları düzeltilecekti. Yaşlılar için ameli okullar açılacak, dilcilerden ve ediplerden kurulu bir heyet tarafından bir Osmanlıca Türkçesi Sözlüğü ve grameri yapılacaktı. Osmanlılar hükümetlerinden ve yabancılardan hiçbir şey beklemeksizin yollarını, köprülerini, limanlarını, demiryollarını, kanallarını, vapur ve fabrikalarını kendi teşebbüs ve çabalarıyla vücuda getireceklerdi. Arazi ve Evkaf kanunlarından başlanarak bütün kanunlar ıslah edilecekti.”(3)
O karanlık ve ümitsiz günlerde bazı gençler de geleceğe ümitle bakıyordu. Bunlardan biri olan genç bir subay, Mustafa Kemalin Meşrutiyetin ilanından hemen sonra İvan Manolof’la görüşmesi sırasında söylediği şu sözler oldukça ilginçtir:
“Bir gün gelecek, ben hayal zannettiğiniz bütün inkılâpları başaracağım. Mensup olduğum millet bana inanacaktır. Saltanat yıkılmalıdır. Din ve devlet birbirinden ayrılmalı, Şarktan benliğimizi sıyırarak batı medeniyetine aktarmalıyız. Kadın ve erkek üzerindeki farklar silinerek yeni bir içtimai nizam kurmalıyız. Garp medeniyetine girmemize mani olan yazıyı atarak Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık kıyafetimize kadar her şeyimizle garplılara uymalıyız.”(4)
Bu iki görüş aynı kaynaktan çıkmış gibidir. Bunlar da askeri liseler, Askeri Tıbbiye ve Harbiye Mektepleridir. Harbiye mezunu Mustafa Kemal ile, bir askeri Tıbbiye öğrencisi Abdullah Cevdet hür, yenilikçi, çağdaş düşüncenin en güzel örneklerini sergilemektedirler. Takip ettikleri fikir akımı Batıcılık olarak adlandırılmaktadır. Batıcılara göre daha önceki reformcuların kusuru, yeter derecede ileri gitmemiş olmalarıydı. Batılılaşma bir tercih meselesi değil, bir beka meselesiydi.
Bunlardan biri olan Ahmet Muhtar 1912’de “Ya Garplılaşırız, ya mahvoluruz” diye yazıyor, bu akımın en güçlü savunucusu Abdullah Cevdet de “Bir ikinci medeniyet yoktur; Medeniyet Avrupa medeniyetidir, bunu gülü ile dikeni ile almak mecburidir. Kısmen almak anlamsız, kopya almak sathi ve tehlikelidir. Tek çözüm, Avrupa uygarlığının tamamen kabulü ve Türkiye’nin, uygar Avrupa’nın bir parçası haline gelmesidir”(5) diye haykıracaktır.
Size daha hazinini söyleyelim mi, Günümüz Osmanlıcıların yere göğe sığdıramadığı ünlü şairimiz Mehmet Akif Ersoy bir şiirinde “Ne zaman bitecek bu zulmet Tanrım?” Diye dönemin perişanlığından şikâyet ediyor ve Tanrıdan yardım istiyordu.
Yöneticilerimiz ve danışmanlarının bu Osmanlı Dönemini biraz derinden incelemelerinin Türk Ulusunun geleceği için önemli olduğuna inanıyoruz.

 DİPNOTLAR:


(1)     Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 139 (TTK, Ankara–1984)
(2)        Aynı Eser, s. 139
(3)     Bernard Lewis , s. 235-236
(4)     Sadi Borak, Bilinmeyen Yönleri ile Atatürk, s. 22 (İstanbul–1966); Hamza Eroğlu, Atatürk ve Cumhuriyet, s. 19 (Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara–1989)
(5)     B.Lewis, Aynı Eser, s. 235


Dr. M. Galip Baysan

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget