Türkiye’de her kavram; konturları belirsiz, sıvılaşmış bir toplumsal
kargaşada yüzüyor. Kaygan ve ele avuca gelmiyor. Her tür hak ve özgürlük
var ama alan ve veren belli değil. Şaşılacak bir dönüşümle, 1980’den bu
yana, içeriksiz bir kültür ortamında toplum düşünsel dengesini yitirdi.
Sınırları belirsiz bir otorite çukurunda, ayakta durmaya çalışıyor.
Gerçi ülkede 1946’dan bu yana çiviler çıkıyordu. İki Dünya Savaşı
yeni ve değişik bir Anglosakson İmparatorluğu doğurdu ama Türkiye’nin
yeniden şekillenemez, yeniden yoğrulamaz, yeniden bir biçim kazanamaz
duruma dönüşeceğini ve çağdaş toplum amaçlarını dışlayacağını
düşünememiştik. Türk toplumunun sayısal büyümesine paralel bir bilgi ve
olgunluk dönemine ulaşacağından kuşku duymamıştık. Bu bizim gibi
doğuştan Cumhuriyet kuşağının asil üyesi olan yaşlılar kuşağında,
politik, dini, ulusalcı ideolojilerden çok farklı bir çağdaşlık, dünyaya
yetişme ideolojisi, bir tür Kızıl Elma idi.
Bugünkü durumun çivisi çıkmış. Çünkü sadece Türkiye’ye özgü değil.
Dünyanın geleceği hakkında bilimsel öngörüleri dinleyen politikacılar,
sanayicileri dinleyen toplumlar, gazete okuyanlar, sokaklarda aç
dolaşanlar, dünyayı idare ettiklerini sananlar da bir şey anlamıyorlar.
Bozulmuş makineyi bir gün çalıştırdıkları zaman sevinen tamircilere
benziyorlar. Bir gün sonrasını göremeyenlere de uzman deniyor.
Türkiye’de de, dünyada da ‘böyle başa böyle tıraş’ deyimine uygun bir
ortam var. Dünya bu kadar kırılgan durumlara 1918’de, 1945’te, Komünist
Rusya çözüldüğü zaman da düşmüştü. Arap Baharı da bunun üzerine tüy
dikti.
Plansız kentlere dolmuş, ömürlerini yollarda harcayan insanlar,
kardan adam gibi yükselen, boş alanları, kesilen ormanları dolduran
gökdelenler, eğitim yaftası altında içeriksiz masal öğretimi. Maçlar,
reklamlar, tüketim, yolsuzluk ve cinayet güncel konular. Otomobiller
Afrika’dan boşanmış çekirge sürüleri gibi hepimizi esir etmiş. Her
dakika sizi soyacak bir tüketim etkinliği, dünyanın birileri için
çalışan bir pazar olduğunu, telefonunuzu çaldırarak anımsatıyor. Bu,
cahil ve geri kalmış toplumun görünümü. Toplumların, milyarlarca insanın
içine düştüğü zavallılık, bu durumun sorumluları gibi görünenlerin
gazetelere düşen zavallı serüvenlerinden binlerce kez daha önemli.
Gazeteler, televizyonlar, telefonlar, sirenler, motor sesleri,
mitingler, birtakımı sakin, birtakımı gürültücü kalabalık. Herhalde eski
çağlarda, hele top olmadığı zaman savaş bile böyle bir gulgule değildi.
Bu hastalığın ne hastanesi var, ne de doktoru.
Toplum kendisi kaburgasız olduğu için tümel kaburgasızlığı ve
kırılganlığı anlamıyor. Fakat yanlısı, yansızı, karşıtı koyu bir afyon
sersemliğinde, anlaşılan hoş rüyalar bile görüyor.
İNSANLARIN HAYAL GİBİ DOLAŞTIĞI DÜNYA
1970’lere kadar (50 yıl öncesi) Türk insanının hiçbir şeyden haberi
yoktu. Uyanmış genç insanların çabaları kalabalıklara ulaşmıyordu.
İletişimin yoksulluğu bilgisizliktir. Bu uzun vadede okulları bilgi
veren kurumlar olmaktan uzaklaştırdı. Bugün iş dünyasının ve
politikacıların satın aldığı iletişim kurumları reklam levhası
niteliğinde. Dünya, kişilerin çektikleri acılar dışında, bir gezici
komedi sahnesi gibi çalışıyor. İnsanlar köle, robot, budala ve
kaburgasız oldular. Bu, her olanağı geri tepmiş, her şeyi illüzyona
çevirmiş, bitmiş bir dünyadır. İnsanlar ortada hayaller gibi
dolaşıyorlar. Gülen de çok. Umutsuzluktan neredeyse göbek atacaklar.
‘Ne olacak halimiz?’ dendiği zaman gülmeye başlıyorum. Ortalık bu
kadar kaburgasız sözle dolunca insan ciddi düşünmesini beceremiyor. İşi,
Evliya Çelebi gibi, lubaiyat’a yani güldürüye vuruyorum. Güldürü insanı
çakırkeyif yapıyor. Can sıkıntısına iyi geliyor.
Eminönü meydanında gazeteci ve bir AKP’li konuşuyorlar:
Gazeteci- Bu tapelerde başbakan ve oğulları arasında geçen olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz?
AKP’li- Çalıyor olabilir ama çalışıyor.
Dilimizi öğreniyoruz. Türkçe de ÇALmak , ÇAL-ışmak aynı kökten
geliyormuş. Halkımızın açıklaması uyarıcı. Bu bir göçer yorumu. İki tür
çalmak var: İş yapmadan ÇALmak, iş yaparak ÇALmak. İkisi de ÇALışma
gerektiriyor. Örneğin ÇApul için komşu kabilenin ÇAdırlarını bastınız.
Kadın, çocuk, hayvan, eşya ne varsa götürdünüz. Bu ÇApul yaparak yani
ÇAba göstererek ÇALmak oluyor. Ama geçerken tezgâhtan bir şey
yürüttünüz. Bu düz ÇALma. Rüşvet de düz ÇALma. Bu yerleşik dönem
etkinliği.
Eh, bugün de yerleşik bir yaşamımız var. Oysa göçer yerleştikten
sonra, örgütlenip bir beylik kurduğu zaman yaşam zorlaşmıştı. Çalışmak
gerekiyordu. Uzun yüzyıllar düşündükten sonra çaresini buldular. Ülkenin
yarısı hassa mülkü oldu. Çalışanlar da Müslüman olan dönmeler. Türk
dili uzmanlarından özür dilerim.
ÇALIYOR AMA ÇALIŞIYOR
Bunlar kuşkusuz şaka. Fakat yaşamımı ve özellikle Türk geçmişini
düşününce bu etimoloji (İştikak) hikâyesi hoşuma gitti. Şoför ‘çalıyor’
ama ‘çalışıyor’ dedi. Bende ona ‘sende çalışkan bir adamsın!’ dedim,
hoşuna gitti. ‘Ne kadar çalıyorsun?’ diye sordum. Arabayı durdurdu,
küfretti. O zaman anladım. İdare edilen fakir, fukara için çalmak kötü
şey. Fakat idare eden için uygun.
Osmanlı padişahlarını düşününce ayıldım. Onlar da haklıydı. Haraç ve
çapul gelirinin hatırı sayılır bir yüzdesi sultanın. Devlet-i
Seniyye’nin bekası için. Çalışan esir de parayı ona getirecek. Padişah
haklı. Harem’de 200 kadın, sarayda 5000 kişi çalışıyor, aşağıdakiler
çalışıyor. Çalışıyorum, çalıyorum. Çalışıyorum demek ki çalıyorum.
Türklerin çok çalışması gerekiyor. Bütün bu felsefeye kılıf giydirmek
gerek.
Bunları düşünerek ‘Eski dünya bitti’ demek iki anlam taşıyor:
adaleti, özgürlüğü, öğretimi yeniden tanımlayın! Ya ilerisi için, ya
geriye dönmek için. Geriye dönmek daha kolay. Onu bildiklerini sananlar
geriye dönmek istiyorlar. Ne var ki geriye otomobile binerek dönülmüyor.
YALAN VE YANLIŞ: DİL İLE YAŞAMIN ORGANİK BAĞI
Bu eğri büğrü ortamda şaşırıp etrafa bakarken Türk dili beni bir kez
daha aydınlattı. YAlan ve YAnlış sözcükleri de ‘YA’ ile başlıyor. Bunu
yorumlarsak yalan söylemek istemedi, yanlışlık yaptı anlamına geliyor.
Böylece Türk dili ile yaşam arasındaki organik ilişkinin Türk ulusunun
namusunu temize çıkaracak bir gerçeği aydınlattığını görüyorsunuz.
Bunun son açıklaması sayın birinden geldi: ‘günah özgürlüğü’ de dinimizde var’ demiş.
Bu tarihi ve dinsel yorumları temel alırsanız, Türk ve Müslüman olarak istediğiniz kadar çalabilir ve yalan söyleyebilirsiniz.
Yalnız bir sorun var:
Türkiye’nin dışında Türk ve Müslüman olmayan yedi milyar insan yaşıyor. Bizim gibi düşünmeyebilirler.
Bu da Yalan olabilir mi?
Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet
Yorum Gönder