Soner Yalçın
Bir ülkede her dinden, her mezhepten, her türlü görüş ve düşünceden insan olduğundan, toplum içindeki insanları da tek yönlü şartlandıramayız.
İnsanları tek yönde şartlandırmaya çalışan toplumlar, devletler demokratik değil, totaliter toplumlardır. Dolayısıyla ülkede homojen (her tarafında aynı özelliği gösteren) bir toplum yoktur, çağdaş bir ülkedeki tüm fertler homojen olamaz, öyleyse görüş ve düşünceler de aynı olmayacaktır.
Örneğin Suudi Arabistan ve Kuzey Kore gibi bazı ülkeler halklarını homojen hale getirmek için en baskıcı yönetim kurmaktalar. İşte öylesi ülkelerden de en saldırgan militanlar çıkar, insan hakları yok ve halkları da mutsuzdur, bilimsel üretimleri de olamaz.
Tüm Müslüman ülkelerde, din ve mezhep kökenli baskın inanç, görüş ve düşünce öbür azınlıktakiler üzerinde bastırıcı etki yapmakta; tek yönde şartlandırılma olgusu nedeni ile de genelde her fert mutsuz ve huzursuzdur. Sonuçta ülke içinde küskünlük, kırgınlık ne ki düşmanlıklar oluşmaya başlar. O zaman da, şimdilerde olduğu gibi Müslüman ülkelerdeki gibi her mezhepten insanların beyni yıkanır, her aşiretten terör ve teröristin her çeşidi oluşur. İşte günümüzde dünyamız bunun sancısı ve huzursuzluğunu yaşamaktadır. Müslüman ülkelerdeki despot, çıkarcı liderler bu baskın din ve mezhep grubunu kullanarak toplumun, ülkenin tek yönlü şartlanmasına neden olmaktalar.
Bu noktada hemen aklımıza geldi ve de güncel olduğu için alıyorum; Padişah Vahdettin ve Halife, Kuvaayyi Milliye aleyhinde fetva ile propaganda yapınca, Ege de halkın bazıları Yunan işgalini bile hoş görürken, sonra da Menemen’de Kubilay’ın başı kesilirken halk alkışlayabiliyordu. Çünkü cahil halk şartlandırılmıştı o yönde. Böylesine daha nice örnek verebiliriz.
Öylesi ülkelerde demokrasi, insan hakları kültürü, çağdaşlaşma gelişemez. Toplumu tek yönlü şartlandırdığınız zaman, insanlara mutsuzluk, kırgınlık, güvensizlik vermiş olursunuz ki, işte orada kaos, anarşi, terör doğar. İşte Ortadoğu bu söylem, eylem sonucunun hazin sonucudur, insanlar nasıl bir felaket içinde olduğunu görüyoruz.
Özgür düşüncenin olmadığı toplumlarda biat kültürü ve dinsel düşünce hâkim olduğu için, insanlar çağdaş, evrensel düşünce ve fikirden yoksun oldukları için karşı tarafın, madalyonun öbür yüzünün de haklı olduğu gerçeğini kabul edemezler. Özgür düşünemezler, özgür yazamazlar, ürkek, kırgın olurlar ülke ve toplum yararına hiçbir bilimsel üretim yapamazlar, dediğimiz gibi tüm Müslüman ülkelerde bu olgu hâkimdir.
Öyleyse toplumu mutlu, üretken görmek istiyorsak, her türlü görüş ve düşünceye, ne ki her türlü din ve mezhebe aynı yaklaşım içinde olmalıyız, tabi bu da laiklikten başka bir şey değildir. Devlet adamları laikçe düşünüp, laikçe davranmazlarsa, halkını huzursuzluğa sürükler. Devlet adamları, siyasiler, tüm farklı kişileri, grupları ayıracak, kıracak üslupla konuşmamalı, özellikle ayrıştırıcı olmamalıdırlar. İŞTE BATILI ULUSLAR ÖZGÜR VE LAİK DÜŞÜNCE İÇİNDE YÖNETİLDİKLERİNDEN REFAH İÇİNDE YAŞAMAKTALAR. Müslüman ülkeler baskın biatçı, dinsel sömürü ve baskı altında yönetildiklerinden sefalet içinde yaşamaktalar. Tüm Müslüman ülkelerden on binlerce insanlar, “Hıristiyan-“Gavur” diye yadsıdıkları bu Batı’nın çağdaş ülkelerine neden ölümleri pahasına akın ediyorlar, sahillerimizde oralara ulaşmak için telef oluyorlar. Aklı başında olanlar bunu iyi düşünmelidirler.
DEVLET ADAMI HALKINI, ANAYASASINI, EVRENSEL DEMOKRASİYİ KORUMALIDIR
R.T.Erdoğan 14 yıllık iktidarları dönemine baktığımız zaman, başta ana muhalefet partisi olmak üzere, tüm muhaliflere karşı sürekli dışlayıcı, kötüleyici tavır içindedir. Bunlara bu şekildeki eylem ve söylemi bir yana, nimetinden yaralandığı Atatürk’ün kurduğu, nice devletlerin hayranlıkla izlediği gözlediği laik Türkiye Cumhuriyetini ve onun kurucu kahramanlarını sürekli eleştiren, dışlayan tavır içinde olduğunu görüyorduk.
Recep Tayyip Erdoğan Başbakan iken, muhaliflere karşı “yüzde elliyi zor tutuyorum” demişti. Ülkenin başbakanı halkın yüzde “elli” sinin değil, yüzde yüzünün başbakanı olmalıdır ve herkesi aynı duygu ve düşüncelerle kucaklamalıdır. Konuşmalarında, davranışlarında dışlayıcı değil, tüm halkı kucaklayacak şekilde konuşmalıdır. Devlet adamı, sadece yüzde elli oyunu aldığı halkın başbakanı olup, diğer yüzde elliyi dışlaması, toplumda küskünlük, dargınlık, kaos (kargaşa) yaratır. Yönetim süresinde toplumda ayrıştırıcı, dışlayıcı konuşma, tutum ve davranışlarına rastlanıyordu. Yüzde elli karşıt düşüncede olan insanlar da bu ayrışma ve dışlamışlık ortamı içinde devletine küskün, kırgın olacaktır. Ülkemize bir bakarsak insanlar, Türk toplumu terörle birlikte çeşitli belirsizlik, huzursuzluk içinde bulunmakta.
Tek yönlü şartlandırdığımız zaman, insanlar arasında özellikle muhalif olanlarda karşıt bir tepki doğacak, sonunda toplumda bir huzursuzluk oluşacaktır. Böyle toplumlar mutsuz toplumlardır, mutsuz toplumdan her alanda yeterli verim alınması da çok zordur.
AKP-RTE iktidarında havuz medyası oluşturup kimisine resmi ilan verdirmeyerek, kimi gazeteleri vergi, RTÜK cezaları, saldırılarla yandaş basın yaparken, muhalif basına zorbaca saldırılar yapılmıştır.
KARŞIT BASINA SALDIRILAR
AKP Gençlik Kolları Başkanı Abdurrahim Boynukalın önderliğinde eli sopalı bir grup Hürriyet gazetesine yönelik saldırıda gazete binasında cam çerçeve kırarak tahribat yapmış. Saldırganlar hakkında dava bile açılmamış, Boynukalın daha sonra Gençlik ve Spor Bakan yardımcılığına atanarak ödüllendirilmişti.
Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan İstanbul'daki evinin önünde 4 kişinin saldırısına uğramıştı.
Hürriyet gazetesi, CNN Türk'teki Tarafsız Bölge programının ardından Nişantaşı'ndaki evine giden Hakan'ın aracından indiği sırada arkadaki araçtan inen 4 kişinin fiziksel saldırıda bulunduğunmuş, Ahmat Hakan’ın burnu ve kaburga kemiği kırılmıştı. Acaba kaç kişiye ceza verildi, hiç
Yeniçağ Gazetesinin İstanbul merkez binasına geceleyin 30 kişilik bir grup tarafından saldırıya uğramış, gazete binasında saldırganlar tarafından kaldırım taşları ve sopalarla cam çerçeve kırılmış, gazetenin araçları da zarar görmüştü. İhbar üzerine polis gelip araştırmaya başlamış, bu saldırılarda kamera kayıtları da olduğu halde kimse hakkında hiçbir cezai işlem yapılmamış.
Düşünün, basını dahi saldırılar altında bulunan, dünyada en fazla gazetecisi hapiste olan (148 gazeteci hapiste) bir ülkeye demokratik bir ülke diyebilir miyiz
MUHALEFETE TOPLUCA SALDIRMAK TEK YÖNLÜ ŞARTLANDIRMAKTIR.
Günümüzde AKP-RTE iktidarı Ana muhalefet Partisi CHP hakkında, Cumhurbaşkanından Başbakan, öteki yöneticilerden tutun da ülkedeki iktidarın yüzde 80 hâkim olduğu medyaya kadar muhalefete haksız eleştiriler koro halinde devam edince, CHP lilere saldırılar başladı; hatta cenaze namazında bile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’nun önüne mermi atacak kadar tehdit ediliyordu. Hatta daha önce Kılıçtaroğlu’na yumrukla saldırma, Artvin’de silahlı saldırı gibi olay da yaşanmıştı. Bu saldırılarla belki ölümlü suikast olursa idi ülke çalkalanabilirdi. Muhalefete her koldan saldırmak insanları tek yönlü şartlandırmanın bir örneğidir. Tek yönlü şartlandırma, yönlendirme günümüzdeki gibi dinsel duygularla yoğrulursa ülkede saldırgan insanları tetikler, her türlü karşı saldırılar başlar.
HALEPTE SÜREKLİ RUSYAYI SURİYE’Yİ ELEŞTİRMEK TEK YÖNLÜ ŞARTLANDIRMAKTIR.
Birkaç gün önce Rus Büyükelçisi Andrey Karlov suikastla katledildi, iki buçuk yıllık polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş tarafından “Halep’i unutmayın, Suriye’yi unutmayın" diye narayla katledildi. Bu polis dünya gündemini, ülke ekonomisini ve siyasetini madalyonun öbür yüzü gibi, takip etse, Rusya dostluğunun önemini bilse idi, bunu yapmazdı. Ülkede madalyonun öbür yüzü gibi, o polisin kafasındakilerin yanlışlığını, Rusya’yla karşılıklı ilişkilerin ülke yararına olduğunu aynı oranda basın işlese idi, bu olmazdı. Bu katil polis tek yönlü şartlandırılmış, uzun süreli olarak ve de vurup kırmayı kafasına iyice yerleştirmiş; sonuçta kafası, beyni şartlandırılan canlı bomba gibidir. Yılmaz Özdil Sözcü’deki 22.12.16 günlü köşesinde elçi katili Mevlüt Mert Altıntaş için şöyle diyor: “Kindar nesil (dindar) “tohumlarının ekildiği tarlanın halatıdır”. Aman Tanrım hasada bakın hele…
MAHALLE BASKISI TEK YÖNLÜ ŞARTLANDIRMADIR.
Bilindiği gibi, Türk basın ve siyaset dünyası sürekli Halep’teki saldırıları, kocaman trajik resimlerle tek yönlü yansıtıyordu. Oysa Suriye’de dünyanın gerek BM de, gerek elçiliklerle tanıdığı meşru yönetim Esat rejimidir. Öyleyse bu meşru Esat hükümeti Rusya ile birlikte teröre karşı vatanını koruyor; bu bağlamda da Türkiye, ABD teröre destek veren ülke konumundadır. İşte bu karşıt görüşü işleyen basın olmadığı için, tek yönlü algı olayı ile Elçi katili olan polisimiz durumuna düşülmekte. İnsanları, toplumu Pavlov’un köpekleri gibi tek yönlü şartlandırırsanız, sonunda o yönde yönlendirilir, buna “şartlı refleks” denir, insanları da bunun gibi tek yönlü şartlandırmış oluruz, tek yönlü mahalle baskısı ile sonuçta katil etmek, canlı bomba yapmak durumuna getirmiş oluruz.
Çağdaş toplumlarda tarafsız medya, tarafsız kamuoyu ve de gerçek demokrasi yerleştiği için insanlar tek yönlü şartlandırılamaz.
Hani sık sık söyleriz “mahalle baskısı” diye. Bu mahalle baskısı, insanları rüzgârın kuvvetine göre, ortamın söyleniş şiddetine kuvvetle inanılma durumudur. İşte bizim medyamız kuvvetlinin, iktidarın istemine, rüzgârına göre söylem ve eylem içinde olmasıdır. Şimdilerde hepsi de beraat eden Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Oda TV vb uyduruk davaları anımsayınız, dava konusu “kumpas”, yalancı, gizli tanık, sahte belge, iftiralarla dolu olduğu halde, bu rüzgâr doğrultusundaki kurgulu medya da “camileri bombalayacaklardı” abartılı yazılarıyla katılır, böylece toplumda, doğru olmayan mahalle baskısı oluşur. İşte bu gerçek olmayan algı yaratan ortam büyükelçiyi öldüren gibi sanal kahramanlar yaratır. Bu da ülkeyi, dünya kamuoyunda güç duruma düşürür, çağın gerisine iter.
Öyleyse tüm oluşan rüzgârların ve olayların karşısında madalyanın öbür yüzünü yansıtan aynı şiddette, karşıt özgür basın olsaydı, olumsuz mahalle baskısı ve oluşmaz sanal kahramanlar olmazdı. İşte çağdaş Batı’da aynı oranda her görüşü yansıtan özgür basın olduğu için, Batı toplumunda basın ve ifade özgürlüğü çok gelişmiştir.
İşte bu açıklamalarımız açısından ülkemize bir bakarsak, ne yazık ki, insanlarımızda bir güvensizlik, karşısındakinin fikirlerine saygı göstermeme gibi söylem ve eylemlere tanık olmaya başladık.
DEVLET ADAMI HER DİNDEN HER MEZHEPTEN İNSANA EŞİT DAVRANMALIDIR.
Maalesef R.T. Erdoğan Cumhurbaşkanı adaylığı sürecinde Ermenileri de, Alevileri de dışlayıcı sözler söylemişti.
Bakınız bu konuda AGOS Gazetesinin 17 Ağustos 2014 günlü yazısında şöyle diyordu:
“Agos gazetesi bu haftaki manşetine Cumhurbaşkanı adayı Tayyip Erdoğan’ın “Benim için neler söylediler. Çıktılar bir tanesi aynı zihniyet. “Gürcü’dür” diyen oldu. Çıktı bir tanesi affedersin çok daha çirkin şeylerle “Ermeni “ diyen oldu” sözlerine cevap verdi.
“Bu da oldu. Cumhurbaşkanı adayı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türk olduğunu söylemek kendisine yetmemiş olacak ki, Ermeni olmadığını yüzünde bir tiksinti ifadesiyle açıkladı”.
“Bu, “Çok daha çirkin şeyler”i, biz Meral Akşener’in bakanlığı döneminde sarf ettiği “Ermeni dölü”nden ve başka benzer hakaretlerden anımsıyoruz”.
“Başbakan Erdoğan, 10 Haziran 2011’de kendisi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili çok sayıda kitap yazıldığını ifade ederek, "Bu kitaplar içerisinde ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz, ne affedersiniz Rumluğumuz, hiçbir şeyimiz kalmadı" demişti”.
“Yine zaman zaman CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na Alevi, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'a Zaza olduğunu ilan ediyordu”.[1]
Oysa hiçbir ırk-ulus için çağımızda itibarlı, itibarsız diye ayırımcılık yapılmamalıdır. Ülkemizde Rum vatandaşlarımız da var, Ermeni vatandaşlarımız da var. Kaldı ki Yunanistan’da da yüz binlerce soydaşımız var.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1] https://t24.com.tr/haber/agostan-afedersiniz-ermeni-dediler-sozu-icin-erdogana-allah-affetsin,266834
Yorum Gönder