Bizim toplumumuz, neslimiz şiddet telkin eden atasözleri, deyimlerle, öğütlerle yoğrulup büyüdüğü için insanlarımız da şiddete meyilli fert olarak yetişiyor. Bu olumsuz telkin, güya öğüt, atasözü haline gelmiş yanlış sözlerle ilgili pek çok örnekler vererek şiddet olgusunu irdeleyeceğiz.
Büyüklerimiz amiyane bir ifadeyle, kadınlar hakkında “eksik etek” (eksik akıllı) dediği gibi, “sırtından sopayı, karnında sıpayı eksik etmeyeceksin” özdeyişi ile kadınlar aşağılanırdı. Oysa bunu söyleyenlerin iman ettikleri din Müslümanlık dini, “Cennet anaların ayağının altındadır” diyerek kadını kutsuyordu.
Benim küçüklüğümde köyde büyüklerimiz, çocuklar ve kadınlar üzerinde baskı kurmayı öğütlerken şöyle derlerdi: “baskısız yalangıyı yel alır” derlerdi. Yalangı dediği kurmuş hafiflemiş, rüzgârın önünde savrulan ot demektir. Yani çocuklar ve kadınlar baskı altında tutulmazsa, her rüzgârın, her kimsenin önünde sürüklenir gider, demek istiyorlardı.
Küçüklüğümde hatırlıyorum, öyle insanlar vardı ki, küçük çocuğuna, “haydi oğlum pipini amcana göster” , “haydi oğlum şu amcana bir söv”, “şu oğlanı bir döv” diye küçücük çocuğu şiddete teşvik ediyor, sonra da çocuğu alkışlıyorlardı. O çocuk böyle garip bir psikolojik etki altında büyüyünce teşhirci, küfürcü, tacizci olabiliyordu. Öyleyse çocuklarımızı daha özenli, daha duyarlı, sevgiyle yetiştirmeliyiz.
Kız çocukları küçüklüğünden beri dayakla, baskı altında tutulmazsa, sonunda pişman olur- olunur anlamında “kızını dövmeyen dizini döver” derlerdi.
Toplum, insanlarımız, çocuklarımız, kızlarımız güya atasözü ve özdeyiş halinde söylenip gelen, baskıcı sözlerle büyürken, çeşitli travma (vuruk) darbeleri ile ruh sağlığı bozulmuş, toplumda cesaretsiz, pısırık nesiller yetişiyordu.
Cennet sanki bir dayak atma merkeziymiş gibi “dayak cennetten çıkma” diyordu, büyüklerimiz.
Çocuklar köylerde ilkokula gittikleri zaman da dayakla tanışırlardı. Ömer Seyfettin’in “Falaka” hikâyesini okumuşsunuzdur. Cumhuriyet okullarından önceki “sübyan mekteplerinde” yine falaka okul duvarının en mutena yerinde “Demoklesin Kılıcı” gibi asılı dururmuş. Sonraları ilkokullarda “öğretmenin vurduğu yerde gül biter” özdeyişi dayağı mubah haline getiren özlü söz olarak yıllarca söylenegeldi. Çocuğun babası bile okula ilk kez kayıt ettirdiği çocuğunu, öğretmene teslim ederken “eti senin kemiği benim” diyerek, istediğin kadar dayak atabilirsin, anlamında vize veriyordu. Fatih’in öğretmeni babasına çıkıştığından bahseden öyküler mi dersiniz, nice şiddeti adeta öven olay ve öyküler, şiddeti meşrulaştırıyor.
İşte bu şiddet söylem ve telkinlerinin etkisi altında kalan öğretmen de, kitaplarında kaba kuvvet ve dayağın eğitimde yeri olmaması gerektiğini okuduğu halde veya bu formasyonu alamadığından, bu baskıcı telkin ve söylemlerin rüzgârına kapılıp öğrencilerine şiddet uygulayabiliyordu. Bunu hep yaşadık, gördük.
Ailesinde, çevresinde şiddet gören çocuk da okuluna geldiği zaman, arkadaşlarına şiddet uyguluyor. Okulda şiddet, dayakla yetişen nesil de, ileride hangi makama gelirse gelsin, fiili olmasa bile, şiddet, hiddet içeren sözlerle içindeki tacizi dışa vuruyordu.
Tüm bu kaba kuvveti, dayağı çağrıştıran, hoş gören söylem ve özdeyişler, toplumumuzda insanların çocukluğundan yetişkinlik yaşamında bile dayağın, sopanın, kaba kuvvetin gerekli olduğunu ve hoş görülmesi gerektiğini anımsatıyor. İşte bu çağ dışı anlayış, toplumumuzun, insanlarımızın nasıl bir saldırgan, tacizci nesil yetiştirdiğimizin açığa vuran hazin örnekleridir.
OSMANLI DA VURDU, KIRDI, ASTI, KESTİ ÜLKEYİ DÜZELTEMEDİ.
Halkımızın fertleri böylece cesareti kırılmış birey olarak yetişirken, Osmanlı’nın seçkin devlet adamlarından Ziya Paşa (1825–1880) Terkib-i Bend şiirinde topluma bakın nasıl bir şiddet telkin ediyordu:“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”.
(Nasihat ile uslanmayanı tekdir etmeli -azarlamalı- , tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir –dayaktır. Uyumlu uyaklı bu dizeler, sanki dinsel bir telkin gibi, Türk toplumunda bir hadis avazında büyüklerin dilinde dalga dalga yayılır, söylenirdi.
Halk arasında özellikle köy kahvelerinde çok duymuşumdur, adam sevmediği siyasi kişi için bir şiddet ifadesi olarak şöyle derdi: “Arkadaş ben onu bunu bilmem, öylesi adamları Meclisin kapısına asacaksın, yoksa melmeket düzelmez” . Bu şiddet kültürü Osmanlıda öylesine yaygındı ki, memleket düzelsin diye sayısız devlet adamları yanında 40 dan fazla, şimdiki başbakana denk sadrazamları idam ettikleri halde memleketi düzeltememişlerdi. Oysa ülke şiddetle, asma, kesmeyle değil, bilimle, teknoloji ile kalkınırdı. Osmanlı bunun bilincine varamadığı için batıp gitmiştir.
Onun için Osmanlı’nın zaptiye karakollarının, ilkokullarının başköşesinde kutsal bir araç gereçmiş gibi falaka asılı dururdu. Benim küçüklüğümde, 1950 li yıllara kadar köy odalarında muhtarlar ve ihtiyar heyeti, yaramazlık yapan, suç işleyen kimseleri köy odasına çağırırlar. Sanki bir halk mahkemesi kurmuş gibi, köy odasında davalı ve davacı ayrı ayrı dinlenir, sanki yargılanırlar, suçlu olan falakaya kaldırılırdı. İlçeye adalete aksettirilmez, köy odasında suçlu suçsuz ayırt edilirdi. Eğer köy odası yargılamasında, falaka faslında iş halledilmez de, jandarma karakoluna intikal ederse, aynı falakavari işlemler karakolda da yapılır, mahkemeye gitmeden çoğunlukla yargılama biterdi, burada uzlaşmayı sağlayan, yardımcı baş etken falaka-dayak idi.
Osmanlı da böylece vurdu, kırdı, astı, kesti şiddetiyle cehaletten, bilimsizlikten battı.
Şimdilerde falaka yok ama falaka ve şiddet dillerde uygulanır oldu. İşte böylesine öfkeyle, kinle, dayak ve tranvasıyla yetişen toplumun bireyleri de şiddete yönelirler.
DEVLET ADAMI HER GÖRÜŞTEKİ İNSANI KUCAKLAR GİBİ KONUŞMALI, ŞİDDET VE AYRIŞTIRICI OLMAMALIDIR.
Osmanlıyı bırakalım, daha berilere gelelim. Cumhurbaşkanı, R.T.Erdoğan Başbakan iken “dinci kinci nesil” yetiştirmekten bahsederdi. Dinci nesli anladık da, kinci nesil ne ola, kime karşı “kinci”? Devlet adamı, kinci değil, sevgi, saygı telkin eden, toplumu kucaklayan bir üslupla konuşmalıdır. Bu söylem ve eylem, hangi makamda olursak olalım, insanlarımız dayak, baskı, kinle yetişmişse, aynı kin ve şiddeti bulunduğu her makamda bile uygulamak ister. Aynı Başbakan RTE, bakınız muhaliflere gözdağı vermek için bir zamanlar ne demişti: “Yüzde elliyi zor tutuyorum”. Bu söz, şiddetin dışa vurmasının bir işaretidir.Sanki imam hatip dışındaki okullar terörist yetiştiriyormuş gibi RTE: “Terörist yetişmediği için mi imam hatip okullarını kapattınız, anarşist yetiştirmediği için mi imam hatip okullarını kapattınız”. Bu sözler kaba kuvvetin, şiddetin dışa vurmasıdır. “Öfke de bir siyasettir”. R.T. Erdoğan [1]
ÇOCUKLARA ŞİDDETİ DEĞİL, SEVGİ, SAYGIYI ÖĞÜTLEMELİYİZ.
Başbakan böyle de memur nasıl? Örnek mi? İşte: 14 Aralık 2016 günlü Sözcü arka sayfasında görmüşsünüzdür. İstanbul Başakşehirde bir öğretmen kendi eline idam ipini almış, okuttuğu 2. Sınıf öğrencilerinin eline idam ipini vermiş, kendi bıyığı gibi, çocuklara da kalemle bıyık çizmiş, güya teröre meydan okuyorlar, terör yapanlar asılsın demeye getiriyor. Günümüzün öğretmeni sevgi, saygı öğütleyeceği yerde, çocuklara şiddeti öğütlüyor. Bilinmelidir ki çocuğunu dövenler, çocukluğunda mutlaka dayak yemişlerdir. Dayakla, şiddetle yetişen çocuk, büyüdüğü zaman toplumda ürkek olur, olayları sorgulayamaz; sorgulamayan insan yaratıcı olamaz.Çocukları şiddete yönlendiren oyuncak silahlarla büyüyoruz. Norveç, İsveç gibi ülkelerde, “çocuklar şiddete yönlendiriliyor diye, oyuncak silahlar yasaklanmıştır. Biz çocuklara, idam ipi yanında her türlü tank, top, tüfekli oyuncakla imal edip, çocuklara bunları vererek oyun oynatıyoruz. O çocuk o psikoloji ile büyüyecek saldırgan bir insan olacaktır.
Toplum bir de günlük sorunlarla boğuşur durumdayken, insanlarımız stres yükleniyor, en küçük sorunlar karşısında insanlarımız saldırgan olmakta. Öyle ki trafikte yol vermedin diye silahını çekip karşısındakini öldürme durumundan tutun da, anasını, çocuğunu, babasını öldürenlere kadar toplum şiddet toplumuna dönüşüyor.
MEDYA VE YETKİLİLER YANLIŞLARI TOPLUMA TELKİN ETMEMELİDİR.
Cumhuriyet’te yazan Türk Tablr. Bir Başk. Dr. Erdal Atabek şiddet psikolojisi konusunda şöyle diyor:“Öfke şiddet-saldırı-suçlama siyaseti” başında olduğu partinin siyasal yöntemi olmuştur. Öfke ve saldırıyı sürekli rakiplerini aşağılamak, küçümsemek için kullanan siyaset, kaçınılmaz olarak suçlama ve cezalandırma hedefine yürüyecektir. Liderin örnek olması dalga dalga topluma yayılmıştır, daha da yayılacaktır. Bu öfke ve şiddet politikasının ikinci önemli sonucu toplumun karşıt kamplara ayrılmasıdır. Dindar olan-olmayan, Müslüman-kâfir, Sünni-Alevi, bizden olan-olmayan gibi ayrımcılık topluma verilen kalıcı zararlardır”. Camı kırılan esnaf kartopunu atan yetişkin bir insanı bıçaklamakta yanlış bir şey görmeyecektir”.
Başı fesli, Atatürk ve laiklik düşmanı Osmanlı kalıntısı bir adam Ömer Tuğrul İnançer, bir TV programında: “Hamile kadının dışarıda dolaşması terbiyesizliktir.”diyordu. İşte bu yanlış telkini gören aklı evvel yobazlar da, parkta gezen kadına barbarca saldırırlar. Özellikle bu tür yanlış telkinlere dinsel hurafeli isabetsiz nasihatler de kattığınız zaman, yobazlık şaha kalkar, din adına eline satır alan insanlara saldırır.[2]
Bu vurdulu, kırdılı, travmalı toplumu gören Psikiatristler de “toplumun en az %30’ u psikiyatrik yardıma muhtaç” demekteler. Böyle patolojik sorunlar içinde olan kişiler de, denk düştüğü yerde, ya “kısa şort giydin” diye otobüste bayanlara tekme atar; ya da parkta doktorun öneri ile hareket eden hamile bayanlara saldırır.
Medya organları böylesine bilim, çağ dışı yayınlara öncülük etmemelidir, yoksa toplumu, ülkemizi küçük düşüren olaylara neden olurlar.
TV larda, sinemalardaki dizi ve filmleri izliyor musunuz; şiddet uygulayan, öldüren, yaralayan, kavga eden kişileri kahraman gösteriliyor. Böyle abartılı vurdulu kırdılı filimler izlenmemeli, çocuklara izletilmemelidir.
Filmlerde, dizilerde olarak gösteren veya da şiddeti sevimli gösteren çeşitli filmler yayınlanmamalıdır.
Ayrıca çocuklara oyuncak alırken tabanca, tüfek gibi şiddeti çağrıştıracak oyuncaklar gelecekte şiddeti artıran önemli etkenler olabiliyor.
Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine bir bakın, baktıkça dehşet içinde kalırsınız. Boğazı kesilen kurbanlardan tutun da her türlü işkence ve tacizin boyutsuz yaşandığı sayısız vakayı görürüz. Bu tür olaylardan utanmak istemiyorsak, çağdaş bir toplum olmak istiyorsak, insanlarımızı sevgiyle, eğitimle yetiştirmeliyiz.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1] https://www.gazetevatan.com/-basbakan-in-sozleri-ayrimci-ve-dislayici--481681-siyaset/
[2] İzmir Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde Piyanist Fazıl Say'ın konserine satırlı saldırı düzenlendi.
Yorum Gönder