Parmaklarıyla Gören Adamdan İlginç Anılar 2

Parmaklarıyla Gören Adamdan İlginç Anılar 2 Eşref Armağan, doğuştan engelli, ışığı algılamayan ancak yaptığı resimlerle tüm dünyayı kendine hayran bırakmış, çok özel ilginç bir ressamdır.

Parmaklarıyla Gören Adamdan İlginç Anılar 2

Ulusal Eğitim Derneğinin her hafta cumartesi günleri düzenlediği konferanslardan en ilginci dünyada hayretle karşılanan görme engelli Türk Ressamı Eşref Armağan’ın uygulamalı sunumu idi.  24 Aralık 2016 günü dernek salonunda yapılan uygulamalı sunumu izleyiciler hayranlıkla alkışlarla izlediler.
Yaşamında hiç resim eğitimi alamayan Eşref Armağan, yurdumuzda pek tanınmamakla birlikte, dünyanın birçok kuruluş ve üniversitelerinde tanınmış, incelenmiş,  davetli olarak ülkelere gitmiş,  görmeyen gözleri ile resim yapışı hayranlık ve hayretle işlenmiş gözlenmiş bir ressamımızdır.
Görme Engelli Eşref Armağan’ın hikâyesinin bir örneği daha dünyada yok. Sadece hikâyesi değil, kendisi de dünyada tek. Çünkü onun gözleri parmak uçlarında, çünkü parmak uçlarıyla objeleri inceleyip resim yapıyor...
Eşref Armağan, doğuştan engelli, ışığı algılamayan ancak yaptığı resimlerle tüm dünyayı kendine hayran bırakmış, çok özel ilginç bir ressamdır. Yaşamı boyunca doğanın bin bir güzelliklerini göremeyen Eşref Armağan, dünyayı parmaklarıyla resmeden bir sanatçı.
Doğuştan gözleri görmeyen Eşref Armağan, sanat eğitimi almamasına rağmen bu kadar özel eserler meydana getirmesi sanat dünyasının yanı sıra bilim insanlarının da ilgisini çekmiştir. Ama her körün sarf edemeyeceği kadar emek vermiş, mücadele etmiş, her körün başaramayacağı kadar başarı göstermiş; basılan resim albümleri ile dünyanın birçok ülkesinde tanınır hale gelmiş. Gören insanlar kadar güzel resimler yapmış.
Bu yazımızda onun başından geçen ilginç bazı anılara yer vereceğiz. Bu bir azmin zaferidir.
NASIL BAŞLADIM
“-Ben bu dünyaya görmez olarak geldim, bu şekilde de öleceğim, bunun geriye dönüşü yok. Geriye dönüşü olmayan bir şekilde kendini yırtmanın yerden yere vurmanın da bir anlamı yok. Çünkü geriye dönüş yok, ben ölene kadar böyle yaşayacağım. O zaman ben duyduğum şeyleri nasıldır şekilleri, nasıl durur, ismi nedir, hangi renktedir, kaç beş yönden nasıl görünür, öğrendiğim şeyler başka renklerde olur mu her şeyi ezberlemek, görenlere sormak zorunda kaldım, öyle başladım. Fakat bir şey var, onu çözdüm. Diyelim ki büyük bir şey; şu masa, burayı ellediğim zaman bu köşeyi görürüm. Öbür tarafta ne oluyor bilemem. Onunun için objenin bir kabartma, bir maket cisim öğreneceksem, iki elimin içinde olması lazım şekil, Avucum tüm olarak kavraması lazım ki beynime algılayabileyim. Bir tarafını gördüğümde öbür tarafın görmez, tümünü görmesi lazım.

SOBACI DÜKKÂNINDA BABAMA YARDIM EDERDİM.
Öylelikle başladım. Benim yaşamım esasında üç boyut diyebilirim, çünkü 10-11 yaşlarında, fakir olduğumuz için babamın soba, saç, boru üstüne dükkânı vardı, ustaydı. O dükkâna babamın yanına gidiyorum ben, hani bir şeyler yapabilir miyim, falan diye.
Babama yardım ediyordum. Bir puntada çalışırdım, puntalar vardır, ayaklı iki tane puntası vardı. Pedalı bastığın zaman vızzt kaynatır. Onda mangal puntalıyordum. Ama hiç görmeye gerek yok, mangalı da kendim kalıplıyordum, kıvırıyordum kutu haline. Babam benim yapabileceğim şekilde her şeye kalıp yaptı. Çakada çalışıyorsam (Çaka köşe yapıyor) kalıplarla kıvırıyordum. Diyelim ki silindirde çalışıyordum. Silindirde oluk açma işi yapıyordum. Görmeyen Eşref, babasının sobacı dükkânında, görenlerin bile zor yaptığı işler yapmağa çalışıyormuş. Dükkânda birçok iş yapıyordum. Çalıştığımı görenler, “gidin Allahınızı severseniz bu adam görüyor yav” derlerdi. Birinci boyut bu.

ESNAFLARA KESE KÂĞIDI YAPARDIM.
İkini boyut, 11 yaşında kese kâğıttan, gazete kâğıtlarından kese kâğıdı yapmayı öğrendim. Esnaflara kese kâğıdı yapıyordum, pazar kurulurdu. Onunla uğraşıyordum, 13-14 yaşına geldiğim zaman çıtalı uçurtma yapmaya başladım, babama destek olsun diye. Hiçbir zaman boş durmadım. Sonra çiçekçilik yaptım, kuş sattım, neler neler çok iş yaptım. Demirel’in resmini yaptım, çok para vermişti onunla büfe açtım.
Şimdi geriye dönüyorum. Abamın ranzası var, ranzada resim yapıyorum. Resim derken, o zamanları babama bana getiriyordu, maketler, tahta şekiller, kabartma bir şeyler. Ama onları görenlere hep sormak zorundayım. Sormadan önüme koydukları bir şeyin hiçbir şeyini bilemem. Önce soracağım ve onun kabartma olarak şekli lazım, o şeklin. Onu sağ tarafa koyardım, aynısını; sol tarafa gazete kâğıdının üstüne karton koyup, elle bu tarafa aktarma yapmaya başladım. Tabi aynısını çizdim mi, çizmedim mi gene gösteriyorum, esnaflara falan. Artık öyle bir oldu ki, “git yav bizi yeme” demeye başladılar. Yani bu nasıl olur, sen bunu nasıl çizersin falan. Ama ben devam ediyordum, böyle “ressam olayım beni tanısınlar” falan diye böyle bir şey yok. Ama şimdi bir kelebek resmi yapacaktım.

BİR KELEBEK RESMİ YAPACAKTIM
“Babama dedim, bana bir kelebek yakalayalım mı, ne yapalım bir yerden, nasıl olacak. Babam, “yavrum kelebeği yakalasam bile onu sana vermem çünkü dokunduğun zaman hayvana zarar vereceksin, onun o kadar hassas tüyleri var ki kanatlarında” dedi, “o tüy döküldüğü zaman hayvan uçamaz, zaten kısa zamanda yaşayan kısa ömürlü yaratıklar, onları eline vermem. “Ben sana kırtasiyeden boyama kitabı alayım” dedi. Kırtasiyeden boyama kitabı almış, onu kesmiş, basit kelebek resimlerini, tahtanın üzerine koyup çivi ile etrafından kazımış, öyle getirdi önüme. Baktım iki avucumun içine sığacak şekilde yapamıyorum. Onu çizmeye çalıştım; nasıl boyayayım bunu. Babamı çağırıyormuşum, baba gel şu kırmızıyı ver, şu sarıyı ver” vs. Bu böyle olmayacak, baba benim dediğim gibi dizer misin, her renge sıra numarası vererek renkli kalemleri dediğim şekilde dizdi. Ben hangi renkle neyi yapacaksam önce ezberlediğim şeyi hatırlıyorum. Yaprak mı yapıyorum, “yeşil dediler yav” o zaman yeşil şu sırada. Elma mı dedi, kırmızı yapacağım. İşte böyle sıralanmış numarasında dizilen renkli kalemler sabit durmakta”.
Bu arada, görme engelli Eşref Armağan’ın başka ülkelerde de yayınlanması için çekilen İngilizce sözlü, Türkçe alt yazılı belgesel filmi yayınlanması istendi ve belgesel ekranda yayınlandı.
ELMA RESMİ YAPTIM
Eşref Armağan, babasının desteği ile elma resmi yanında rengini, gölgesini ile ilgili çalışmalar yaparken,  Marmara Üniversitesinden öğretim üyesi Dinçer Erimez’den resimdeki perspektif kavramını da öğrenir. “Anadan doğma görmez bir adam perspektif yapamamış, nasıl yapamaz. Eee hiçbir şey merak etmez de, azimli olmazsa, isteği yoksa hakikaten kalır. Ama önemli olan bir şey var, önce aileden başlıyoruz. Aile çocuğunu engellemeyecek, sen yapamazsın” demeyecek bir, çocuk psikolojik olarak “ben körüm, ben böyleyim” diye bir sorun kalmayacak, kafasındaki sorunları silecek. Sildikten sonra her türlü tüketicilikten çıkıp üretici bir insan olmaya adım atar. Bu şart. Bana en çok yardımcı oldu bana, çünkü dükkânda hep beraber uğraştık, bir de ben fazla uğraşmadım.
Benim şöyle bir özelliğim var, elim çiziyor ama başka bir konuda sohbet edebiliyorum. Beynimin sağ tarafı ile sol tarafı kısımlarını ayırıyorum lobları. Bu taraf başka çalışıyor, bu taraf başka çalışıyor.

BANKADAYDIM
Bir gün bankaya gittim, ben ne yapayım diye düşünürken o arada bir bayan geldi. “Kardeşim bir işin mi vardı”, falan. Bir işim var ama nasıl yapacağım, kalabalık ama bana yardımcı olabilir misiniz, dedim. “Ben memurum” dedi. Aaa tamam dedim, sevindim, bana yardım edin de telefon falan son gün ödenecek de. “Tamam, tamam ver kâğıtları” dedi. Verdim, “parayı da ver” dedi, parayı da verdim. Sen burada bekle, ben halledip geleceğim” dedi. Tamam dedim ben bekliyorum, bekliyorum orda.
Sonra bir delikanlı, burada yer var otur” dediler. Kalkmış yerinden birisi, beni iteleye kakalaya oturttular.
Ben oturur oturmaz birisi dedi ki, “merhaba nasılsın” dedi. İyiyim teşekkür ederim siz nasılsınız, dedim. Ben diyorum, kim bu yav ben para işini hallediyorum, dedi. İyi dedim banka da o işi yapıyor zaten dedim. Bana niye söylüyor ki, “yav dedi, sen kafana her şeyi takıyorsun” dedi. Vallahi takmıyorum, dedim. Vallahi deli alan mıdır nedir, dedim. Tamam, tamam ben takmıyorum, falan.
“Yav”, dedi ,“on dakikaya kadar çekeceğim parayı, dedi. Tamam dedim. Gel, dedi, Bakırköy’e dikilitaşın yanına sana istediğin kadar vereceğim” dedi, “hiç merak etme” dedi. “Sen kafana takma böyle şeyleri” dedi. Tamam, da kardeşim sen bana niye veriyorsun bu parayı. Ben buraya bastonla zor geldim, gidemem bulamam dedim. Dikilitaş filan gidemem, vereceksen burada ver herkesin yanında. Niye verecek bu adam parayı bana. Bir şey dıp etti o cep telefonuyla konuşuyormuş, ben ona cevap veriyormuşum. Gülüşmeler.
Birisi de beni uyandırmıyor ki, sen sus da adam telefonla konuşuyor.

BİR KÖR BANA NASIL YARDIM ETTİ
Fındık zadedeydim, karşıdan karşıya geçeceğim. Dört yol, imkânsız tek başına geçmek, arabalardan ara bulamazsın. Arabalar yavaşladığı zaman bastonu ileriye uzatayım geçeyim, diyorum. Derken biri koluma girdi, “sen de karşıya mı gaççen ba” He dedim karşıya geçeceğim, dedim. Dedi “beraber geçelum mu”; geçelim, dedim. Bununla daldık yola kıyamet koptu, arabalar birbirine bindi, hengâme geçtik birinci yolu. Otobüs durağı varmış, otobüs duruyor muş orda. Gürültü, korna morna, kıyamet koptu. Yüksek geldi, hop çıktım, kaldırım zannettim. Arkadan kalabalık bizi bir itekledi, geriye gidemiyoruz. Bir iki basamak biz bindik otobüse.
Şoförün omzuna dayandım, şoför, “sen nereye gideysun” dedi. Karşıya geçiyorum” dedim.
“Ha bu karşıya gitmeyor Eminönü’ne kadar gider” dedi. Dedim, benim Eminönü’nde falan işim yok, karşıya geçiyorum, dedim. Şoför, “Ya buna neden bindun” dedi. Görmüyorum, dedim. “Uyy ula neden görmiyorsun” dedi. Neyse zor bela indik, üstümüz sıyrıldı. İndik, karşıya zar zor geçtik, yanımda bana yardım etmek isteyen adam “abi ben görmüyorum ki”, dedi. Allah kahretsin, ben sanki görüyor muyum”, dedim. Nasıl geçtik o yolu yavv. İlk defa bir körle geçtim. Salondan gülüşmeler.

BİRAZ GÖREN NASIL KAZANDİBİ YEDİ.
“Bizim bir arkadaş var, biraz görüyorum, diyor, hava atıyor. Dedim hava atma bir gün gelir arabanın biri üstüne çıkar. “yav ben biraz görüyorum yav” dedi.  Bana haydi Yüksel Caddesine gidelim” dedi, Rehabilitasyon merkezinden kaçtık. Gittik, dört beş çukura düştük zaten, bizimki görüyor ya. Gittik kebapçıyı bulduk. Kebap söyledik, yedik içtik. “Yav birer de kazandibi yiyelim mi” “yiyelim. Söyledik, bekle bekle gelmez; o da sığara tiryakisi, yav ben bunun dumanını çekiyorum, bari bir tane de bana ver, dedim ben de yaktım bir sığara. Ortaya koyduk kül tabağını, o döküyor ben döküyorum, sigaranın küllerini, Kazandibi gelmiş önümüze, o döküyor ben döküyorum.
Bu kaşıklamaya başladı onu. “Yav burada bir daha yemicem tatlı” dedi. Niye?
“Yav tarcın gibi bir şey, ağzım burnum birbirine girdi”.
Oğlum benim sigaranın küllerini mi yedin, Allah seni kahretsin, dedim. “Nee” dedi.
Dedim, hani görüyordun?
Salondan kahkaha gibi gülüşmeler.
Bunun gibi ilginç anılarla sunumunu sürdüren gözleri görmeyen Eşref Armağan biraz da esprili anlatımı ile salonu gülmekten kırdı geçirdi.

YANMAYAN IŞIK LAR
Bir gün Eşref Armağan’lara bir ahbabı eşiyle misafir gelecekmiş. Ressam Eşref’in eşi de görme özürlü olunca ışığa gerek olmadığından, ışığı yakmazlarmış. Gelen misafir bakıyor ki, hiç ışıkları yanmıyor, “evde yoklar” diye geri giderler. Eşref Armağan ve eşi misafiri bekleyip durmuş. Ertesi gün, gelecek misafir, “aşk olsun davet ediyorsun, evde yoksunuz, ışığınız hiç yanmadığı için geri dönüp gittik”.

Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com

Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget