25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete karşı Uluslararası Mücadele nedeniyle, Yenimahalle Belediyesi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi’nin destek ve katkıları ile Kadına Şiddet konusunu işleyen “Ankara Kadına Yönelik Şiddetle Nasıl Mücadele Ediyor” adlı panel düzenlendi.
Bu bölümde Prof. Dr. Aylin Görgün Baran “Sığınma evlerinde Sosyal İlişkiler Ve Sosyal Yaşam” konulu sunumunu aşağıya alıyoruz. Bundan sonraki bölümde de öteki uzmanların görüşlerini sunmaya çalışacağız.
Programı Yöneten Moderatör Dr. Selda Taşdemir Afşar’ın (H.Ü.Den) Şöyle Dedi:
“-Kadına şiddet gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkelerin sorunlarından bir tanesidir. Kadına yönelik şiddet ve tehdit aslında ataerkil kültür içerisindeki özellikle erkeğin kadın üzerinde baskı kurması ve bu baskıyı aslında devaM ettirmesi bunu aracı olarak görüyoruz ve bu yüzyıllardır bu şekilde devam ediyor. İster gelişmiş ülkeler olsun, ister gelişmekte olan ülkeler olsun şiddet ne yazık ki bu böyle. Gelişmiş olan ülkelerde kadına yönelik şiddet olarak özellikle müdahil ve tedbir anlamındaki hizmetlerde ciddi alanda gelişmeler olmasına rağmen, ne yazık ki onların da bir problemi olarak görülmekte.
Türkiye’de kadına yönelik şiddete baktığımızda, yapılan araştırmalar şunu gösteriyor: Bir kadın hayatı boyunca en az bir defa, her dört kadından bir tanesi en az bir kez fiziksel şiddete maruz kalıyor. Tabi ki biz kadınlar 2004 Şubatla 2005 mayıs ayı içerisindeki Büyük Avrupa Birliği Projesi yürüttük ve orda da şunu gördük, yapılan çalışmalarda literatürde şunu gösteriyor. Kadınlar aslında cinsel şiddet, ekonomik şiddet, psikolojik şiddeti çok fala bilmiyorlar. Kadınlar daha çok fiziksel şiddeti biliyorlar ve fiziksel şiddet artık dayanamayacak duruma geldiğinde kadın birisinden veya aile bireyinden, polisten ve başka bir kurumdan yardım istiyor.
Ne yazık ki kadınlar biz adet (regl) döneminde bile bir fevri poşet içerisinde, siyah bir poşet içerisinde almak bile aslında bir şiddet olarak görüyoruz ve bu şiddet hemen hemen her yerde, iki kişi bir araya geldiğinde bardadır şuradadır, okuldadır, sınıftadır. Şiddet de aynı şekilde, aslında evin ataerkil toplumlarda şiddet de her yerdedir.
Kadına yönelik şiddetin can alıcı noktalarından bir tanesi, ne yazık ki kadına yönelik cinayetlerdir. Kadın Cinayetini Durduracağız Platformunun verilerine göre Ocak 2016 içerisinde Türkiye’de 230 kadın öldürülmüş, Ekim ayı içerisinde sadece 35 kadın öldürülmüş, 29 çocuk cinsel istismara uğramış, 30 kadın cinsel istismara cinsel şiddete uğramış ve üç tane de nefret suçu işlenmiş.
Böyle bir sosyal problemin olduğu yerde aslında başka bir problemimiz de var. O problemlerden bir tanesi, biz sadece kadına yönelik şiddeti, kadına yönelik cinayeti alırken bir de cinsel yönelimi ve cinsel kimliği nedeniyle de toplum içerisinde ciddi anlamda şiddete ayırımcılığa nefret suçlarından dolayı cinayete kurban giden insanlar var. Bu anlamda da LBGTT liler var. Mesela Hafta sonu bir çalıştaydaydık, hafta sonu Pembe Hayat’tan yine bir arkadaş gelmişti ve o da şeyi söyledi, trans kadınlar özellikle 50 ve 60 yaşına göremiyorlar, çünkü cinayete kurban gidiyorlar. En son 25 Kasım etkinlikler nedeniyle baktığımızda trans kadınlar eylem alanlarına girerken erkek polisler tarafından aranmak istendiler, bu da bir şiddet. Şiddet sadece fiziksel demiyoruz, psikolojik de, ekonomik cinsel şiddet de olabilir.
Dünyada yapılan araştırmaya bakıldığında Türkiye özelikle trans kadınların cinayetinde dokuzuncu sırada yer alıyor ve dünyada Brezilya birinci sırada, ama Avrupa’da da Türkiye en ilk sıralarda bir ülkedir. Bu anlamda Türkiye’deki en önemli dezavantajlı grup olarak aslında GBT iyi bireyleri yani farklı cinsel cinsiyet kimliğiyle ait olan bireyin yaşadığını düşünüyorum, çünkü ev ararken bile, ev kiralarken bile ciddi anlamda şiddete maruz kalıyorlar, çünkü şiddet her yerde.
Ankara ilindeyken ikili cinsiyet açısından hem farklı cinsel yönelimin cinsiyeti açısından yaşanan şiddetin ve bu şiddete yönelik aslında bunlarla mücadele edildiğine dair bir bir konferans ve bir panel gerçekleştireceğiz. Bu kapsamda da gene beraber proje yürüttüğümüz Suskunluğun Çığlığı birlikte yürüttüğüm hocam o çalışmanın verilerinden çıkarak sığınma evindeki sosyal ilişki ve sosyal yaşam konusunda bir sunum gerçekleştirecek”.
İlk Olarak Prof. Dr. Aylin Görgün Baran “Sığınmaevlerinde Sosyal İlişkiler Ve Sosyal Yaşam” konusundaki konuşmasını şöyle sürdürdü:
“- 2014-2015 sonuna kadar AB Suskunluğun Çığlığı yürüttük ve bu proje sığınma evlerinde kalan kadınlarla derinlemesine görüşmeler yaparak ve aynı zamanda sığınma evi ve meslek odaları ile de derinlemesine görüşmeler yaparak veriler elde etmeye çalıştık.
Bu proje aynı zamanda Sosyoloji Derneğinin başkanlığında Yenimahalle Belediyesi ve Hacettepe Üniversitesinin ortaklığı ile birlikte yürütülen bir proje oldu. Projeye geçmeden önce başka konulardan, kadına yönelik şiddet bağlamında ele alınan konulardan söz etmek istiyorum. Şiddet niye uygulanır? Toplumsal kontrolü ya da sosyal kontrolü elde etmek için uygulanan bir tür. Dolayısıyla bir kontrol aracı olarak şiddet ön görülüyor. Kadına yönelik şiddet ister özel alanında, isterse kamusal alanda yani dışarıda iş yerinde, sokakta, parkta cinsel, psikolojik, sosyal, ekonomik anlamda uygulanan acı, ızdırap veren küçük düşürücü konuma sokan bir eylem bütünü olarak değerlendiriliyor. Yani uygulanan şiddetin türü ne olursa olsun karşısındaki uygulanan kişiye acı veriyorsa, ağrı veriyorsa, üzüntü veriyorsa, özgürlüğünden kısıtlılık getiriyorsa, bağımsız davranmasını engelliyorsa, bunların hepsi şiddet olarak karşımıza çıkıyor.
Bu tanımlar çerçevesinde fiziksel şiddetin herkesin bildiği üzere, sadece vurma, çarpma, dayak bağlamında algılanıyor. Ama birileri hakkında çok da fazla bir bilgiye sahip değil insanlarımız. Cinsel şiddet, taciz ve tecavüzden tutunuz da evlilik içi kadının istemediği halde cinsel ilişkiye zorlanmasını da cinsel şiddet kapsamında görüyor. Biz buna ile içi tecavüz ismini veriyoruz. Dolayısıyla bizi de cinsel şiddet doğrudan kadının cinselliğine vurgu yapan bir şiddet türü olarak karşımıza çıkıyor. Psikolojik şiddet daha çok kişinin duygu örselenmesine yol açan, onu küçülten, aşağılayan, hakaret eden, sözel anlamda küçültürü ifadeler kullanılan bir şiddet türü olarak karşımıza çıkıyor,, güçlünün güçsüz üzerinde kurmuş olduğu iktidar, kim güçlüyse o bir çeşit şiddet uygulamaya meyilli oluyor.
Ekonomik şiddet; çoğumuzun bundan haberimiz olmadığından ifade etmeye çalışıyorum. Elinden parasını almak, malını mülkünü almak, ziynet eşyalarını almak, bankamatiğine el koymak, para harcamaya kısıtlılık getirmek anlamında bir ekonomik şiddetin var olduğunu da görüyoruz. Kültürel şiddet de çok önemli, bazı toplumların kültürlerinde kadına yönelik şiddet, normlarla saptanmış ve normal kabul edilmiş olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin kadın sünneti dediğimiz bir şey var, daha çok Orta Doğu ülkelerinde Tunus, Mısır yörelerinde kendini çok daha fazla gösteriyor. Ayak kesme dediğimiz Çin’de uygulana bir şiddet türü var; vücuda uygulanan bir şiddet türü olarak karşımıza çıkıyor.
Recm dediğimiz, “kadının başka birisiyle birlikte olmak” kaynaklı olarak toplum tarafından kınanması onun vücudunun bir kısmının toprağa gömülerek, kafası dışarıda kalacak şekilde çevreden insanların taş atması, ne kadar büyük bir işkence düşünebiliyor musunuz, yaşadığımız 21. Yüzyılda insanlığa yakışmayacak bir yol olarak. Dolayısıyla bu kültürel şiddet de karşı çıkılması gereken bir tür, çünkü insan haklarına aykırı birtakım uygulamalar var ve insan haklarını ihlal eden uygulamalar olarak karşımıza çıkıyor.
Sembolik şiddet, bir arkadaşınıza, eşinize, dostunuza ifadeler kullanırken yapmış olduğunuz açıklamalarda bile sembolik bu şiddeti görebiliriz. Bu doğrudan bir belki örselenme bağlamında bir değerlendirmeyi getirmiyor, ama mesela buraya geleceksiniz, kadınlar birbirlerine haber verdiler, bir kadına haber vermeyi unutmuşlar, “ay aşk olsun, niye bana haber vermediniz” gibi bir yüksek sesle serzenişte bulunulması bile sembolik şiddet çerçevesinde yorumlanabilir. Dolayısıyla sembolik şiddete o kadar maruz kalıyoruz ki, ötekilerinin yanında pek hafif kalıyor.
Bu şiddet Türleri Kadını ne Yapıyor? Baskı altına alıyor, özgürlüğünü kısıtlıyor, itaat etmesini sağlama amacını güdüyor, özgürlüğünden mahrum bırakıyor, acı veriyor, ızdırap veriyor, sıkıntı veriyor. Kısaca güçsüz bırakıyor, bu güçsüz konum bir cinsiyetin tek olarak diğer bir cinsiyete kadın a yönelik bir yönelimi bağlamında değerlendirdiğimizde insan hakkı ihlali olarak karşımıza çıkıyor.
Bu Şiddet Nereden Kaynaklanıyor? Şiddet kadınlarla erkekler arasındaki güç ilişkilerinden kaynaklanıyor. Cinsiyetler arasında eşit güç dağılımı söz konusu olmadığı için kim güçlüyse onun eylemi, şiddete eğilimi daha fazla olarak karşımıza çıkıyor.
Bu konuda uluslararası sözleşmeler kapsamında gerek dünya düzeyinde gerekse Türkiye’de birçok sözleşmelere imza atılmış ve bu sözleşmeler, hükümetlerin bu konuda alması gereken önlemleri ifade etmeye çalışıyor; bu önlemler yasalar yönetmelikler karşımıza çıkıyor.
Dolayısıyla dünya genelinde topyekûn mücadele etmek gibi bir durumla karşılaşmış oluyoruz. Örneğin Türkiye 1985 yılında SEDAB ya üye olarak ilk adımını atıp en son 2011 de İstanbul Sözleşmesiyle kadına yönelik şiddetin yol açmış olduğu mağduriyeti giderme konusundaki yasaların çıkarılmasına varıncaya kadar, onun akabendeki yasaların 184 sayılı yasanın çıktığını biliyoruz. Bu görevler hükümetlere verilmiş, bir şekilde yerine getirilmeye çalışılıyor.
Kadınlar Şiddete Maruz Kalınca Neler yapıyorlar: Bunları kimseye söylemiyorlar, biz sığınma evlerinde 20-25-30 yıl şiddete uğramış kadınla karşılaştık, nihayet böyle üç yıl, beş yıl gibi kısa sürelerle değil, daha uzun sürelerde şiddete uğramış kadınlarla karşılaştık. “Böyle yerlerin olduğunu bilseydim daha erken gelirdim” diye açıklama yapan kadınlar var.
Dediğimiz gibi bu sadece Türkiye’nin sorunu değil, sığınma evlerinin tarihlerine baktığımızda 1968 yılında Norveç’de açıldığını görüyoruz, Norveç gelişmiş bir Avrupa ülkesi. Ama kadın sorunu kadına yönelik şiddet, oralarda da son derece meşrulaştırılmış. Dolayısıyla önceden insanlar topluluk, çok önceden bunlarla mücadele etmek için harekete geçmişler. Bizde 1993 yılında kurulmuş diyor, ama orda Norveç’te 1968; İngiltere’de 1972, ABD de 1974 yıllarında kuruluyor. Dolayısıyla şiddetle mücadeleye ne kadar önceden başlanırsa, büyük bir yol alınmış olur.
Bu gün Kuzey ülkeleri dediğimiz İskandinav ülkelerinde kadın konusunda çok önemli adımlar atılmakla beraber, çok önemli gelişmeler söz konusu olmakla beraber, bu konudaki mücadeleden vazgeçmiş değiller. Yani halen mücadeleye devam ediyorlar. Dolayısıyla bizim gibi ülkelerde mücadele katmerli olarak yapılması gerekir.
Bu gün dünyada şiddetin türlerine göre farklı sığınaklar bulunmaktadır. Farklı sığınma evleri bulunmaktadır, bazıları lezbiyen, travesti seks işçisi kabul etmektedir, mevcut olanlar içerisinde. Bazıları alkol ve uyuşturucu gibi bağımlı olan kadınlara tedaviyi kabul etmeleri halinde kabul edeceklerini söylemektedir. Fransa’da küçük bebeği olan anneleri kabul eden sığınma evleri bulunmaktadır. İsveç’te cinailere uğramaları muhtemel olanları kabul eden sığınma evleri olduğunu biliyoruz. Oralara da biraz doğu kültüründen giden, yani biraz da Türkiye’den gidenlerin karşılaşmış olduğu cinayetleri babında namus cinayetlerinin literatüre girdiğini görüyoruz. Fiziksel engelli ve fiziksel koşulların oluşturduğu sığınma evlerinin var olduğunu görüyoruz.
Yoğun psikolojik sorunları olan kadınlar için ayrı ayrı tek tek sığınma evlerinin olduğu görülüyor; yani hangi sorunu yaşıyorsa kadın ona ilişkin toplumda mutlaka bir sığınma evinin bulunduğunu görebiliyoruz, ama Türkiye’de de bunu sağlamak gerekir.
Kadına yönelik şiddetin kültürel bir olgu olarak değerlendiriyoruz. Batı’dan bahsederken orada da şiddetin varlığını söyledik ama bizdeki fiziksel şiddetten çok orada daha çok psikolojik ve cinsel şiddet ağırlıklı olarak kendini gösteriyor, dolayısıyla Batı’daki şiddet daha çok münferit bazda kendini gösteriyor. Ama Türkiye gibi ülkelerde kültürü bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Bu kültürün yansıması olarak baktığımızda nerden kaynaklandığını anlamak için sosyal öğrenme dediğimiz bir kurama bakmamız gerekiyor. Burada bu kuram geliştirirken iyi bir araştırma yapılmış, şiddet uygulayan ve uygulamayan erkeklerde şiddete maruz kalan ve kalmayan kadınlar arasındaki araştırmalar neticesinde erken çocukluk döneminden başlayarak erginlik döneminde aile içinde önemli rol modellerinin gözlenerek çocuklarda bunları ileri yaşlarda davranışa dökmeleri halinde ortaya çıkıyor. Tabi öğrenme, aile içi ilişkilerde değil beynin birbirine karşı göstermiş olduğu şiddet davranışları değil bu şiddete yönelik davranışlar aynı zamanda toplumda okullarda (ilkokul, ortaokul, liselerde) akran grupları arasında ve kitle iletişim araçlarında, dizilerle, reklamlarla ya da filmlerle bir şekilde kişinin şiddet davranışını pekiştirecek biçimde işlediği için iyice benimsenmiş oluyor.
Şiddet toplumda normalleştirilen meşru görülen bir davranış haline gelmiş oluyor.
Dolayısıyla bütün dış davranışlar çevreden ve aile içinden elde edilen bu davranışlar birbirleriyle eş zamanlı olarak gittiğinde gerçekten korkunç bir hal almaya başlıyor ve erkeğin şiddeti uygulaması, kadının da bu şiddeti görmesi, normalleştirilmesi meselesi buradan kaynaklanmış oluyor. Yani erkek de normalleştiriyor, şiddeti gören kadın da normalleştiriyor.
Eskiden aile içindeki şiddet eskiden bunlar çok yapılırdı. Artık bu yüzyılda her halde uygulandığını düşünmüyorum. Çocuklar bir iş yapmadığı zaman ya da ödevini yapmadığı zaman anne baba tarafından ceza verilir. Ceza süresi tamamlandıktan sonra ödüllendirilir. Çocuk burada cezayı alıyor, ödüllendirildiğini fark ediyor ve ödüllendirildiği için de bu davranış bir çeşit onaylanmış, pozitif bir davranış olarak yansıyor. Bundan sonra da ileriki yaşlarda olumlu olduğunu düşündüğü için, yani örneğin kadına yönelik şiddette, fiziksel şirkette şiddeti kullanarak kadının kendi sözüne itaat etmesini sağlayacağını düşündüğü için bu yolda daha çok normalleştirildiğini söylemek mümkün. Aslında bunlar normal davranışlar değil. Tamamıyla sosyal öğrenme programında da belirtildiği gibi öğrenilmiş kültürel davranışlar olarak karşımıza çıkıyor. O yüzden aile içi ilişkilerimizde çocuklarımızın yanında bu tür davranışlarımıza çok dikkat etmemiz gerekiyor; ağzımızdan çıkacak her türlü kötü söz, hatta başkaları hakkında yapabileceğimiz olumsuz ifadeleriyle çocuklarımızın yanında söylemememiz gerekiyor. Yeni bir nesi yaratmak açısından bu davranışlarımıza dikkat etmemiz gerekiyor.
Güçlü bir baskı mekanizmamsı şiddet bu anlamda en güçlüsünün en zayıf üzerinde otorite kurma ve istismar etme eğiliminin var olduğunu görüyoruz. Ailede en güçsüz olanların kadınlar ve çocuklar olduğu ifade ediliyor. Dolayısıyla güç faklı arttıkça kadının istismar edilme olasılığı da, keza çocuğun da yükselmektedir.
Kim aile içerisinde sosyal ekonomik, kişisel güce sahipse genelde o güçlünün reyi geçerli oluyor. Türkiye toplumuna baktığımızda da en çok erkekler olarak gözüküyor. Sonunda güçlü olan birey karar mekanizmalarında olası kaynakta ulaşmada diğer aile üyelerine göre çok daha avantajlı konumuna geliyor ve bu güç her türlü şiddete yöneltmiş oluyor. Biz işte buna sosyal şiddet diyoruz. Yani kim güçlü o güçlü kime şiddet uyguluyorsa bu bir sosyal şiddet olarak karşımıza çıkıyor.
Şiddet hiçbir zaman yazgı, kader değildir, asla olamaz kadını güçsüz olmaya yönelik erkek iktidarına geliştirmeye yönelik kadının, bu anlamda kadının gidebileceği bir yer olarak da kadın sığınma evleri karşımıza çıkıyor.
Bu noktada araştırmamın sonuçlarından bahsetmek istiyorum. Araştırmam çok kapsamlı, biz burada sadece sosyal yaşam ve sosyal ilişkiler üzerinde durmaya çalışacağım. Gündelik yaşamda sığınma evine gelen kadınların gündelik yaşamını etkileyecek konu çocuğa sahip olmak. Genelde sığınma evine girdiğimizde kadından çok çocukları görüyorsunuz. Öyle bir noktaya geliyor ki bazen kadın üç çocuğu ile sığınma evine geliyor. Tabi her sığınma evinde kadınların bu ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik değil. Her ne kadar bu konuda yönetmelik olsa da, bazen maalesef bu yönetmeliğin dışına çıkma olayı bulunmakta.
Dolayısıyla sığınma evinde çocuk yaşamını çocuğunun geleceğini düşünerek yaşamaya ya da oluşturmaya dikkat etmeye çalışıyor. İş bulmak için iş kurumuna gittiğinde çocuğunu bırakacak kimse bulamazsa, iş bulmaya gitmeye zorlanıyor. Ya da işe giden bir kadın kreşin sahiplerinden kreşe giriş saatlerinin geç yatmaya, erken kapanmasından dolayı bulduğu işe girmekte zorlanıyor. Dolayısıyla sıkıntılar üst üste artmaya başlıyor.
Kadınlarla konuştuğumda şunları söylüyorlar: Sosyal yaşamla ilgili olarak. oturma odasında konuşuyoruz, dertlerini birbirine anlatıyorlar, eğleniyoruz TV izliyoruz. Akşamleyin yemekten sonra çay içme saatimiz var. Ondan sonra çıkıyoruz, oyun havası oynuyoruz, halay falan çekiyoruz. Bir anlamda da sığıma evine gelen kadınların kendi travmalarını unutmak adına ya da biraz dışına çıkmak adına, sırlarını, dertlerini birbirine anlatıyorlar. Yüklenme durumunu yakaladıklarını görebiliyoruz. Ama hepsinin başka söyleyenler de var.
Kadınlarla oturup sohbet ediyoruz, gülüyoruz, eğleniyoruz, kendi evimde tartmadığım huzuru görüyorum burada. Annemden babamdan, eşimden görmediğim sevgiyi görüyorum. Burada kadınların koca şiddetinden kaçıp böyle bir sığınağa gelmesinden dolayı son derece memnuniyetlerini dile getirdiklerini görüyoruz.
Bir başkası şöyle söylüyor, “çocuklarım olmadan asala, çocuklarım olmadan olmaz, ben rezillik çekiyorsam da çocuklarım gözümün önünde olsun çocukların hasreti beni öldürür bitirir, dayanamam”.
Çocuğunun şiddete maruz kaldığını söyleyen bir kadın da, bence daha iyi burada olmaları, çocukların sığınma evinde olmalarını daha hoş görüyorlar. Babalarıyla konuşmak istemiyorlar çocukların; çocukların gözü önünde şiddet gösterdi bana; ben uyardım çocukların önünde yapma diye, çocuklarım her şeyi gördü. Böyle bir durumda tanıklık olayında o çocuğun psikolojik sağlığı hem gelecekteki davranışların ne kadar sıkıntılı olacağını tahmin etmek o kadar zor değil. Kreş ve oyun odasının bulunmasını isteyen kadınlar da var, bazısı kreş de yok, oyun odası da yok, çocuklara bir oyun odası ve kreş olmalı. Çünkü birçok çalışacak burada, sicili çocuğu olanlar çalışmıyor. Kadınlar mecbur, çalışma açısından beş altı yaşlarında işyerine götürse ama işveren kabul etmez.
Başka çocuklu kadın, dün mesela iş buldum, ama çocuğum, erken bitiyor, yöneticilere söylüyoruz, o çocuğun istirahatına göre iş bulun diyorum, ama yok böyle bir iş”, diyor kadın. Yani gelen kadınların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir sığınma evinde düzenlemenin mevcut olması gerekiyor. Neyi paylaşıyorlar, söylediğim gibi sosyal ilişkilerinde, bir kısmı paylaşmaktan mutluluk duyduğunu söylüyor, moral bulduğunu ifade ediyor. Bazen, senin yaşadığın hiçbir şey değil diyorum. Tarlada çalışmışlar, tarlada kaynana, kayınbaba, koca dayağı görmüşler. Onlar benden daha az şiddet görmüşler. Şehir hayatı görmemişler. Konuşuyoruz, derdimizi paylaşıyoruz, “yaşadıklarımızı anlatınca birbirimizi anlıyoruz” diyorlar.
Tabi böyle olumlu söyleyenler var, arkasından olumsuzluğa da vurgu yapan kadınlar var. Çare yoktu, ne kadar anlatansan rahatlayamam. Bu kadar yükün, fiziksel şiddetin, yükün altında o kadar ezilmiş ki, neden, ne kadar anlatsan da rahat uyumam diyor. Başka bir durum bir şeyler söylüyor, kimsenin kimseye anlatmaması daha iyi olur, kıyaslama oluyor, kadın diyor ki, “kocam bana çok bağırıyordu, bağırıyorsa bağırsın, çocukların başında kalsaydın” diyesi geliyor insanın, ben de çıktım geldim, bağırıyorsa bağırsın. Ama her şeyi bırakıp geldin, neden mücadele etmedin”, demek istiyor insan. Başkaların hakkında mantık yürütmek yanlış olur. Kadın bunları söylüyor, düşünüyor hem de başkaları hakkında bunları söylediği için çekiniyor.
Personelin gözüyle, kadınların birbirleriyle ilişkilerine bakıldığında, bir gün bakıyorsun, çok iyiler, dostlar ertesi gün düşman olmuşlar. Bir günde iyi oluyorlar, sonra da düşman gibi olup birbirlerinin sırlarını satmaya çalışıyorlar, birbirine karşı kullanıyorlar. Kadınlar özel hayatlarını öğrendikten sonra, bu sırları birbirlerine karşı kullanıyorlar. Bazı kadınlar bunun için kavga ettiklerinde, “senin kocan seni boşuna dövmemiş, bildiğin gibi dövmemiş, bu kültürel kotlarla geldiği için, sığınma evindeki kadınların kültürel sermayeleri de son derece birbirinden farklı, farklı sosyal çevreden geliyorlar; bazen birbirlerini çok iyi anlıyorlar, bazen birbirlerine böyle sataşmalar söz konusu olabiliyor. Temizlikten kavga çıkıyor, kadın temizliyor diğeri kirletiyormuş, niye kirletiyor” ona yakınıyor.
Şu da çok önemli çocuklu kadınları çok zorluklar yaşıyorlar, çocuklar birbirleriyle anlaşamayınca kadınlar şiddet uyguluyor. Çocuklarda da şiddet eğilimi oluyor, en ufak bir şeyde oyuncaklarını hızlı bir şekilde fırlatıyor, nereye gidebilirse. Yani bu davranışlar çocukların gözünde yapılan tanık oldukları bu tür davranışlar ortaya çıkıyor, onların da şiddet eğilimini artırııyor. Böylece şiddete eğilimini neden olabiliyor.
Personelle ilgili çok bir sıkıntıları yok hepsi güler yüzlü” diyorlar. Çevrelerindeki insanlardan daha iyi davranıyorlar. Müdür Hanım olsun, gözetmenler olsun konuşmada bir sıkıntı yok. Onlar yakından davranıyorlar. Onların da istediği bu zaten, ama yine de az çok sıkıntı duyan kadınlar da var. Birebir sıkıntıları ile ilgilenmiyorlar, sanki her şeyi yönlendiriyorlar, mesela buraya gelirken ders veriyorlar bu güzel bir şey, onun dışında bir şey olduğunda adres veriyorlar, fakat nasıl gidileceğini söylemiyorlar. Bu kadınların birbirlerine yakınlığından kaynaklanan bağımsız davranış gösterememe eğilimlerinin ne kadar çok olduğunu görüyoruz.
Yöneticiler kadınlara adres vererek o kadının kendisinin gidip adresi bulmayı öğretilmiş oluyor, kadınların bağımsız yaşamayı öğrenebilsinler. Ama sıkıntılı olan kadın, kendini korumaya muhtaç olan kadın ilk başlarda buna alışamıyor zorlanıyor, bunu yaptıkça sonra şunu söylüyor, “özgüvenim arttı” diyor.
Bazı kadın da şöyle düşünüyor, “bir an önce gitsinler” diyordur. Ama bu yanlış bir kanı, sahipsiz olmak çok kötü bir şeydir. Biz hep sahiplik öğretiyoruz, kız çocuklarımıza, abisine kardeşine sahip olmasını öğretiyoruz. Evlendiğinde kocasının sahip olmasını istiyoruz, evlenmediklerinde babalarının sahip olmasını istiyoruz. Biz bireyiz kendi başımıza iş yapamaz mıyız, niye hep birileri sahip çıkıyor. Biz bunları küçük yaşlardan itibaren, özellikle kız çocuklarımıza öğretmek zorundayız. Onları güçlü konuma getirmek için. Bazıları, yalnız çıkınca bize aşağılayıcı gözle bakıyor, “yiyip içip oturuyorlar” diyorlar. Böyle düşünen personel de mevcutmuş.
Dolayısıyla bütün bunlar kadınların yaşamış oldukları zorluklar içerisinde, belki de o travmayı atlatma noktasında çok daha fazla kendilerine özen ve ihtimam gösterilmesini için bunları söylemiş olabilir. Personelin kadınlara yönelik davranışlarında pek bir problem yok. Fakat bu farklı sosyo kültürel düzenlendirilen kadınların farklı şiddet deneyimlerinden kaynaklanan sıkıntı yaşadıklarını söylüyorlar. Hepsini rapor ediyorlar, hayat hikâyeleri anlatmaya çalışıyorlar, her birinin farklı hayat hikâyesi var. Dolayısıyla onlara yol gösterildiğinde biz de mutlu oluyoruz, onların bağımsız davranışlar kazandığını gördüğümüzde biz de mutlu oluyoruz. Dolayısıyla onlara çalışırken çok duygusal yakınlık kuruyorlar, fakat duygusal yakınlık kadınların bağımsız yaşamasına engel teşkil ettiği için oradaki personel de çalışkan hale geliyor. Olması gereken de bu zaten profesyonelce davranmak.
Şimdi neler önerebiliriz. Biraz önce sığınma evlerinin çeşitliliğinden söz ettik Batı’da. Türkiye’de ne yazık ki bu şekilde çeşitli sığınma evleri olmayışı bir sıkıntı değil. Hatta biz araştırma yaparken sığınma evinde 60 yaşında bir kadın vardı. Sırf kocası ölmüş, tek başına kalmış diye oraya yönlendirilmiş. Şiddet görmemiş bir kadının şiddet gören kadınlar içerisinde bulunmasının ne kadar sakıncalı olacağını düşünmek gerekiyor, yani ahbaplıkla tanıdıkla iş yapılınca sığınma evlerinin kurallarını çiğnemek çok çabuk kolaylaşıyor. Bunlardan uzak durmak gerekiyor. İhtisaslaşmış sığınma evlerine ihtiyaç var.
Sığınma evlerinde kabul görmeyen gruplar için yani özel hizmet gerektiren kız çocukları, fuhşa zorlanmış çocuklar ve genç kadınlar, transseksüeller, bebekli anneler, hamileler gibi için kadın grupları için özel sığınma evlerinin mutlaka ama mutlaka olması gerekiyor. Aile içi şiddetin azaltılması birçok koldan mücadeleyle mümkün olabilir. Şiddetin gerçekleşmeden önceki durumundan önlenmesi çok daha önem taşıyor. Oma ona kimse itibar etmediğin son noktaya geldiğinde artık yukarıya kadar dayandığında sığınma evine gitmeyi kendisi için gerekli görüyor. İlk adımda yapılması gereken yazıları belirlemek bu yazıları uygulamaya koymak, hem hükümet yönetmeliği hem sığınma evlerinin yönetmeliği bağlamında sığınma evlerinin yönetmeliği yeniden gözden geçirilmeli. Her bir ihtisas sığınma evi yönetmeliğine bağlı kalarak bir yönetmeliğin uygulanması dikkate alınmalı. Bunları yaparken sığınma evi yöneticileri, Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı yetkilileri bir araya gelerek çalıştayla bunları sonuçlandırmak kaçınılmaz oluyor.
Kadınlara şiddeti önlemek için hem de çocuklara rol modeli olmak açısından, kadınlara yönelik geleneksel modellikle ters düşen, liderlik konumundaki kadınların yetki ve kararlarında kadınların rol modeli oluşturmak üzere seminerler düzelmesi, bu insanların kendi yaşamlarından örnekler vermesi, hep farkındalık uygulamaları yapmak için kaçınılmaz görünüyor. Yine şiddet mağdurları polisten sağlık hizmetlerine, sosyal hizmet uzmanlarına kadar uzanan zamanda kadınlar yetkililerin yardımına ihtiyaç duyarlar.
Dolayısıyla karakollarda çalışan görevlilerine mutlaka farkındalık yaratacak düzenleme yaparak onların gelenekçi davranışlarını önlemek gerekiyor. Öyle karakollar var ki, kadınlara şunu söylüyor: “Kocandır döver de sever de haydi çocuklarına geri dön” Zaten evinden zor kaçmış, o ortamdan kaçmış, bir de öyle söyleyip geri göndermek çok doğru, uygun bir davranış değil. Bir kadın şunu söylemişti: “Karakola birkaç kere gittim, karakoldaki polisler kocamın arkadaşı olduğu için ben, her seferinde sürekli geri gönderdiler. Dolayısıyla bu son kaçış noktasında, öyle bir dağınık durumum vardı ki, saçım başım dağınık pijama, ayağımda ne ayakkabı, ne terlik var. Mutfaktan bıçağı almaya yönelmiş, kendisi kapıyı açmış kendini zor atmış kapıya. Orada başlıyor eski söylemleri “evine dön” vb Bir kadının sığınma evine gitmesi için ihtisaslı sığınma evlerinin yaygınlaştırılması gerekiyor.
Ben burada sık sık sığınma evlerinin hem çalışma koşulları hem uygulamaları gözden geçirilmelidir. Bu konuta çalıştaylar yapılıp doğrular tespit edilmelidir. Aile reislerine, Aile ve Sosyal Politikalar bakanlığı yetkililerine büyük görevler düştüğünü biliyorum konuda. Akademisyenler olarak her zaman göreve hazırız”.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
Yorum Gönder