İlkçağ Yunan uygarlığında, öğretmene verilen on araba dolusu altın olayını belirttiğimi kitapta okuyunca çok şaşırdım.[1] Öğretmenler gününde bilime, öğretmeye emek veren bütün bilim insanlarını ve öğretmenleri saygı ile anarken, aşağıdaki olayı sizinle paylaşmak istedim.
Büyük Düşünür Aristoteles:[2]
Antik Yunan çağında insanların bilime, araştırmaya, öğretmene ne kadar önem verdiğine ilişkin bir örnek belgeyi sizinle paylaşmak istedim. Bunun için günümüzden 2400 yıl kadar önceye gidip Antik Çağa doğru uzanalım. O devirlerde Antik Yunan çağında insanlar, dünyanın sınırının doğuda Hindistan’a, batıda Cebelitarık Boğazına kadar olduğunu sanıyorlardı. Büyük İskender, ülkeler fethederek Hindistan’a vardığında, daha doğuda insanların yaşadığını görünce askerleriyle birlikte şaşırdılar, moralleri bozuldu. Büyük İskender, “dünyanın bu ucunda” daha ilkel insanları, daha vahşi hayvanları, çok çetin iklim şartlarını da görünce askerleriyle hayal kırklığına uğrayarak geri dönmek zorunda kaldı. Dünyanın tam olarak tanınması, yuvarlaklığı bilim adamlarının uzun çalışmalarıyla, keşiflerle yüzyıllar sonra öğrenilebildi. Biz, bu yazımızla sadece Antik Yunan çağı sürecinin bir sayfasına bakacağız.
Makedonya Kralı ll. Filip, Oğlu İskender’in öğretmeni Aristoteteles’e on araba dolusu altın verdiğini tarihler yazıyor, ama bu olay öğretmene verilen önemi belirtse de, nice fethedilen topraklarda yüzlerce araba dolusu altın, fethedilen ülkelerden gasp edilerek Makedonya ülkesine taşındığını da ekleyelim.
SÖMÜRGECİLERİN DOĞUDAN, BATIDAN AVRUPAYA TAŞIDIĞI ALTINLAR
(Hemen aklımıza başka bir altın sevkiyatı geldi. Büyük İskender’in doğuda işgal ettikleri topraklardan yüzlerce arabalarla sevk edilen altınlardan, daha berilere 1850 yıl kadar beriye Kolomb’un Amerika’yı keşfine 1492 doğru gelelim. Kolomb, ilk kez bastığı Amerikan topraklarını gördüğünde, burasının yeni bir kıta olduğunu bilmiyordu, Büyük İskender’in vardığı Hindistan’a başka bir yoldan vardığını sanıyordu. Onun için ilk ayak bastığı Karaip Denizindeki adalarına, “Hindistan’a vardım” diyerek “Batı Hint Adaları” dedi (Oysa Hindistan Karaip Denizine binlerce km uzakta idi) . Şimdi de Kolomb’un anısına, bu adalara aynı adla anılır.
Neyse biz yine söylemek istediğimiz altına dönelim. Kolomb ve daha sonraki yıllarda gelen Avrupa’lı kâşifler, Astekleri, Mayalari, İnkaları ve Kızılderileri gördüler. Bu vahşi görünüşlü insanlar da, hayatlarında hiç görmedikleri atlara binmiş, “ellerinde ateş ve ölüm kusan sopalarıyla” sömürgeci Avrupalıları görünce çok şaşırdılar, “başka dünyadan gelen tanrılar” zannettiler. Onlara taparcasına, kendilerinin hiç değer vermedikler tonlarca altınları onlara verdiler. Oysa o aç gözlü “tanrılar” yani Avrupa’dan gelen maceraperestler (En çok İspanyollar, Portekizliler) sonraları bu topraklarda, insanlık tarihinin en büyük katliamını yaptılar, Avrupa’dan gelen bu gaddar “tanrılar” milyonlarca Amerikan yerlisini yok ettiler. Büyük İskender doğuda fethettiği topraklardan gasp ettiği yüzlerce araba dolusu altını Avrupa’ya doğru götürürken, bunda 1850 yıl sonra da Avrupalı sömürgeciler Amerikan yerlilerinden gasp ettikleri gemiler dolusu altınları doğuya (Avrupa’ya) sevk ettiler.)
BİLİM VE ALTIN
Her neyse altın bizi nerelere götürdü, altın, tarihin her devrinde her zaman bir itibar eşyası ve gasp edilen ziynet olarak günümüze kadar saltanatını sürdürmektedir. İnsanoğlu, namus kadar altına değer vermiş onun için nice savaşlar, barışlar, gasplar, hırsızlıklar yapmıştır. Biz yine devam edelim.
Platon’un (Eflatun M.Ö. 427-327) [3] öğrencileri arasında, hocasının izinden körü körüne yürümek istemeyen bir genç vardı. (İslam dünyasının ikiyüzlü hocaları da, “hocanın dediğini tut gittiği yoldan gitme” telkininde bulunurdu. Bir hekimin oğlu olan bu genç, ruhun bedensiz yaşayabileceğine kolay kolay inanmıyordu. Kalpten sıcakkan çıktığını, bunun, hayatı, dolayısıyla da ruhu devam ettirdiğini babasından işitmişti bu genç. Ama taşın, ateşin, havanın nasıl bir ruhlu olabileceğine aklı ermiyordu.
Ağaçta belki bitkilere özgü bir ruh olabilir. Bu ruh bilinçsizdir ve duymaz. Yine de ağacı yaşatır, büyütür, meyvelerdeki çekirdekleri olgunlaştırır ve bunlardan yeni ağaçlar yetiştirir. İyi ama taş yaşayamaz, toprağın sularıyla beslenmez, doğurmaz.
Bu şüpheli öğrenci Aristoteles’di.
Akademi’de yıllarca okuyan Aristoteles’in; kendisine soru sormayı ve cevap vermeyi, tartışmada gerçeği elde etmeyi, eşyalardan kavramlara yükselmeyi öğreten hocası Platon’a saygısı vardı. Platon da öğrencisini çok takdir ederdi. Ama Aristoteles için sık sık “öbür öğrencilere mahmuz gerekirken, ona gem gerekiyor” derdi.
Platon onu, nedensiz ruhların, eşya kavramlarının eşyalar olmadan, onlardan ayrı olarak yaşadıkları mevcut olmayan bir masal dünyasına götürürken, Aristoteteles buna inatla direnirdi.
Cesur ve dürüst bir genç olan Aristoteles, yaşı ilerledikçe şu sözleri daha sık tekrarlıyordu: “Platon benim için değerlidir, fakat gerçek daha değerli.”
Aristoteles, akademiyi bırakıp kendi yolundan yürümüştü. Dünyayı sadece akılla, kapalı gözle kavramanın imkânsız olduğu, Aristotteles’e gün gibi açıktı.
Bilmek için bakmak, işitmek, duymak gerek. Duymayan bir kimse, ne bir şey bilir, ne de bir şey anlar. Aristoteles’e göre hayvanlar da duyuyor. Kimileri gördüklerini ve duyduklarını hatırlıyor bile.
Hayvan ateşin yaktığını bildiği için ateşe yaklaşmaz.
Demek oluyor ki, hayvanlarda da bellek ve sınama vardır.
Sanat ve bilim, ancak insanlarda sınamayla doğar.
Ateşin yaktığını, sınayarak bilen insan topraktan yaptığı çömleği ateşte pişirir ki, bu da artık sanattır.
Çömlekçi, bunu bir alışkanlık olarak yapar. Ateşin niçin yaktığını düşünmez. Bilginse, olayların sebeplerini bilerek hareket eder.
Ve Aristoteles şu sonucu çıkarıyor: “Bilim sebeplerin bilinmesi demektir.
Bilinmeyen bir insanı, bilinmeyen her şey şaşırtır. Çocuk, kurgulu oyuncak niçin hareket eder, diye şaşar. Oyuncağın sırrını bilense, oyuncak asıl hareket etmezse şaşar.
Bilenle bilmeyen arasındaki fark işte budur.
Eşyaların “hikmet-i vücudu” nedir?
Aristoteles, bu soruyu ilk soranın kendisi olmadığını bilir. Sabırsız bir adam, kendisine miras kalan sandığı nasıl açarsa, Aristoteles de filozofların kitaplarını öyle açar. Bu kitaplarda altın gibi değerli, dünyayı aydınlatan ne kadar çok fikir var! Fakat altının yanında bakır da az değil.
Ve Aristoteles altını bakırdan, gerçeği yanlıştan ayırmaya koyulur.
Eski filozofların, daha her zaman açık ve doğru düşünmeleri kanısına varır. Bunlar savaşmasını bilmedikleri halde, ara sıra isabetli darbeler indiren acemi savaşçıları hatırlatıyor.
Aristoteles, ilk filozofların her şeyin aslını madde saydıklarını görür. Her şeyi teşkil eden o madde ki, eşyaları doğurur ve yok edilince aslına döner.
Aristoteles, günümüzden 2350 yıl kadar önce, dünyanın bir tepsi gibi yuvarlak olmayıp küre şeklinde olduğunu sezer. Denizcilerden Kutup Yıldızının, kuzeye giderken ufukta yükseldiğini, güneye giderken de alçaldığını işitmişti. Dünya yamyassı bir yuvarlak olsaydı, hiç böyle olur muydu?
Aristotetels, duvarla lamba arasına konan bir elmanın gölgesi nasıl duvara düşerse, ay tutulması olayında da aya dünyanın dairevi gölgesi düştüğünü ve bunun için de dünyanın elma gibi toparlak olduğunu düşünür.
Öğrencilerden bazıları, “dünya hala bir küre şeklinde” düşünemiyorlar. Akılları bunu bir türlü almıyor. “İyi ama”, diyorlar,”dünya top şeklindeyse, demek alt tarafımızda insanlar baş üstünde yürüyorlardır. Sonra, gemiler de dünyanın eğri yamaçlarına nasıl yükselebilirler, niçin aşağı kaymazlar mı?”
Aristoteles Öğrencilerin bu safça itirazlarını gülümseyerek dinler. Öyle ya, biri için aşağı olan, başka biri için yukarıdır. Dünyanın küre şeklinde olduğuna, Aristoteles’in şüphesi yoktur.” Aristoteles’ten 2000 yıl sonra bile insanoğlu, dünyanın sarı öküzün boynuzları üstünde olduğuna ve dünyanın tepsi gibi düz olduğuna inanıyordu.
Aristoteles, Atina’nın jimnazyumlarından [4] biri olan lisenin kapalı galerilerinde gezinerek öğrencileriyle konuşmaktan pek hoşlanır. Bunun için Atinalılar kendisine ve öğrencilerin “peripatesiyenler”, yani “gezinenler” lakabını takmışlardı.
Aristoteles ve öğrencileri, giderken durup geri döner, sonra yine ters yönde giderler. Tek bir sözünü kaçırmamak için öğrencileri geride kalmamaya uğraşırlar Dönüşlerdeyse saygıyla çekilip hocalarını öne bırakırlar.
Öğrenciler hocalarına ardım ederler. Aristoteles, devlet hakkındaki kitabını yazabilmek için yüz elli sekiz Yunan devletinin düzenini incelemek zorunda kalmıştır. Yazdığı kitapların sayısı bine yakındır. Bu ancak Aristoteles gibi bir devin yüklenebileceği muazzam bir iştir. Yine de öğrencileriyle yardımcıları olmasaydı, o bile bu işle başa çıkamazdı. Bu küçük odu gerçek yolunda günden güne ilerledikçe ilerlemiştir. Bunların bu gezinmeleri askerlerin seferlerine benzer. Başkomutan (Aristoteles) askerlerin (öğrencilerine-yardımcılarına) şu ödevi vermiştir:
“-Bilim adamlarının dünya hakkındaki ayrı ayrı gözlemlerini ve bunlardan çıkardıkları sonuçları bir araya getirip toplamak”.
Bu bilim üç yüz yaşındadır. (M.Ö.) Bu bilim üç yüz yaşındadır. Ve altıncı, beşinci ve dördüncü yüzyıldan beri geçen bu üç yüz yıldan, ne kadar çok bilim adamı gelip geçmişti. Bunların her biri bir temel atmış ve üzerinde bir şey kurmuştur.
Bitkiler tarihiyle, Aristoteles’in en iyi öğrencisi ve taraftarı Teofrast, bilim tarihiyle Evdem uğraşır. Aristoksen denge kanunlarını, Dikearh da coğrafyayı inceler…
Öğrenciler her gün lisede toplanır. Aristoteles onlarla konuşurken yetiştirdiği birinci ve belki de en iyi öğrenciyi, çoğu zaman üzülerek hatırlar. Bu öğrenci bilim adamının barışçı silahını, askerin kesin kılıcıyla değiştirmişti.
ANTİK ÇAĞDA ÖĞRENCİNİN ÖĞRETMENE ON ARABA DOLUSU ALTIN HEDİYESİ
Günümüzden 2400 yıl önce bir hükümdarın oğlunun öğretmenine verdiği hediye.
Aristoteles (MÖ 384-322) Makedonya Kralı II. Filip (MÖ 382-336) kendisine şu satırları yazdığı zaman gençti:
“-Oğlum İskender’in (MÖ 356-332) senin zamanında doğmasına izin verdikleri için tanrılara şükürler olsun. Çünkü senin eğitiminle, tahtımın layık bir mirasçısı olacağını umuyorum.”
Bir hükümdar çocuğuna, hele bütün dünyaya hükmetmek isteyen bir hükümdar oğluna öğretmenlik etmek kolay değildir.
Büyük İskender’in Aristoteles’ ve bilime saygısı vardı. Öğretmenine sekiz yüz talant [5] altın armağan etmişti. Bunlar o kadar çoktu ki, on arabayla taşınamamıştı. Aristoteles bu altınlarla birçok kıymetli elyazmaları satın almıştı.
İskender, hükümdar olmayıp da öğretmenini dinlemiş olsaydı, şimdi öbür öğrencilerle birlikte lisenin ağaçlı yollarında bilge kişilerin yolunda gezinirdi. Öğretmeni onu, yeryüzünün bir ucuna kadar götürmekle kalmayıp, gökte parıldayan uzak yıldızlara, uzayın ölçülmez derinliklerine götürürdü ve İskender dünyayı, yalnız kendisi ve Makedonya için değil, bilim için, bütün insanlık için fethetmiş olurdu.
Oysa İskender, atlı askerleri ile dünyayı fethetmek istiyordu. Yola çıkarken bütün kölelerini, bütün çiftliklerini dostlarına dağıttı. “Peki, sana ne kaldı” diye sorduklarında, “umut” dedi.
Hindistan’a kadar ülkeler fethedince, dünyayı fethettim sandı, Oysa Hindistan’dan öte insanlar ve dünya parçaları olduğunu görünce, hayal kırıklığına uğradı, geri döndü. İskender’in ordusunun yağma ettiği altınları binlerce araba batıya taşıyordu.
İlk Çağın insanları dünyanın sınırının doğuda Hindistan’a kadar, batıda da Cebelitarık boğazına kadar olduğunu sanıyorlardı.
İskender, yeryüzünün ne kadar büyük olduğunu bilseydi, onu fethetmeye kalkışmanın akılsızlık olduğunu anlardı.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1]İnsan Nasıl İnsan Oldu M. İlin- E. Segal Say Yay. 1995 Sf 240-241-242
[2] ARİSTOTELES ya da kısaca ARİSTO Eski Yunanca /aristoˈtelɛːs/; Yeni Yunanca ˌaris̩toˈ (MÖ 384 – 7 Mart MÖ 322) Antik Yunan filozof. Platon ile Batı düşüncesinin en önemli iki filozofundan biri sayılır. Fizik, gökbilim, ilk felsefe, zooloji, mantık, siyaset ve biyoloji gibi konularda pek çok eser vermiştir.
Aristoteles adının Türk Dil Kurumu'nun yabancı özel adların yazılışı kuralına göre Arapça ve Farsça eserlerden yapılan çeviriler ile Türkçeye yerleştiği Aristo şeklinde yazılması önerilse de her iki ad da Türkçe akademik kaynaklarda yaygın olarak kullanılmaktadır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Aristoteles
[3] PLATON ya da İslam dünyasında Eflatun olarak bilinen (Yunanca Plátōn); MÖ 427 - MÖ 347), Antik klasik Yunan filozofu, matematikçi ve batı dünyasındaki ilk yüksek öğretim kurumu olan Atina Akademisinin kurucusudur. Bu akademi aynı zamanda günümüzdeki modern üniversite oluşumunun başlangıcı olarak da kabul edilir. Platon, akıl hocası Sokrates ve öğrencisi Aristoteles ile birlikte bilim ve Batı felsefesinin temellerini attı. Platon, aynı zamanda Sokrates'in öğrencisiydi. Sokrates'e dair bilgilerin çoğu Platon'un diyaloglarından edinilmiştir. Asıl adı Aristokles olan düşünür, geniş omuzları ve atletik yapısı sebebiyle, Yunanca Platon (geniş) lakabı ile anıldı ve tanındı.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Platon
[4] Antik Yunan ve Roma'da içinde beden etkinlikleri yapılan spor etkinliklerinde bulunulan yapı, stadyum)
[5] TALENT (Latince: talentum, Antik Yunancadan: τάλαντον "ölçek, tartmak" ) Antik bir Ölçü birimi. Genellikle bir anfora ya da bir ayak küp hacminde su miktarını ifade eder. Bir ayak-küp suyun görece değişkenliği nedeniyle genellikle 27 kg ya da 60 İngliz pound'una karşılık gelir.
Babilliler ve Sümerler tarafından kullanılan bir sisteme göre 60 şekel bir mina'ya ve 60 mina ise bir talent'e eşitti. Talent'in mina'ya olan 1:60'lık oranı Antik Yunanistanda, bir Attik talent yaklaşık 26 kg olcak şekil de mevcuttu. Bir Yunan mina'sı değişkenlik göstermekle birlikte yaklaşık 434 ± 3 gram'dı. Yine Romalılar da 100 libra'ya bir talent adını vermişlerdir. Bir Roma libra'sı Yunan mina’sının dörtte üçüne tekabül ettiği için bir Roma talent'i 1.25 Yunan talent'inen eşittir
Yorum Gönder