12 Mart günleri.
O
günleri özellikle bilmeyenler yazıyor, konuşuyor, ahkam kesiyor.
Faşizmin, kol gezdiği bir dönem için özellikle CHP ve İsmet İnönü
suçlanıyor.
Sonda söylemem gerekeni başta yazayım; o günlerin tek
gerçeği, İsmet İnönü'nün a'dan z'ye izlediği politikayla, TBMM'nin
kapatılmasını, feshedilmesini önlemesidir. Kaldı ki, İsmet Paşa tüm
kararları hem TBMM ortak grup - Meclis ve Senato grupları -
toplantısında, hem de Parti Meclisi'nde tartıştırmıştır.
12 Mart günü Türkiye radyolarının saat 13’teki bülteninde ilk haber olarak muhtıra okunacaktı.
Muhtırayı
verenler Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri
komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri komutanı Oramiral
Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri komutanı Orgeneral Muhsin Batur'du.
Öncelikli muhatap Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'dı.
Aynı gün,
muhtıranın Meclis'te okunması konusunda tartışma çıkacaktı. Ne var ki,
muhtıra okunacak, Başbakanlık görevini sürdüren Süleyman Demirel istifa
edecekti.
Bazı kişiler, her zaman olduğu gibi, askerin bu
hareketini alkışlarken, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü 15 Mart günü CHP
ortak grubu toplayacak ve muhtıraya karşı olduğunu ilan edecekti.
İnönü “Parlamento
böyle bir baskı altında kaldıktan sonra artık görevini yapacak halde
değildir. İcranın emri altında bulunan kumandanların takdir edeceği veya
tenkit edeceği ölçüye göre hükümetler kalacak veya kalmayacak, böyle
bir düzen demokratik düzen değildir” diyecekti.
İsmet Paşa “reform hükümetine” hayır derken bir “seçim hükümeti" kurulmasını istiyordu.
24 saat sonra Türk Silahlı Kuvvetleri, muhtırayı alkışlayanların hevesini kıracak “9 Mart” grubu olarak bilinen "devrimci" diye nitelenen 1 amiral ve 35 albayı emekli edecekti.
Bu
arada, aracılar İsmet Paşa'yla görüşüyor, TSK'dan haber iletiyordu.
Bunlar Paşa'ya TSK'nın isteklerini kabul etmediği takdirde,
parlamentonun feshedileceğini fısıldıyorlardı.
İnönü, ikna edilmişti.
İnönü,
kamuoyu önünde Ordu'nun bir an önce demokratik hayatın işlemesini
istediğinin anlaşıldığını söyleyecek, özel konuşmalarında ise, askerin
isteklerinin yerine getirilmemesi halinde TBMM'nin dağıtılma ihtimalinin
yüksek olduğuna vurgu yapıyordu.
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay,
Süleyman Demirel ve İnönü ile görüşecek, tarafsız başbakan fikrini
desteklemelerini isteyecekti. İnönü Cumhurbaşkanı ile görüşmeye giderken
Genel Sekreteri Bülent Ecevit'i de götürecekti.
“Tarafsız Başbakan”
olarak Nihat Erim’in adı 19 Mart’ta ortaya çıktı. Nihat Erim durumu
Kemal Satır aracılığı ile İnönü’ye duyurdu. İnönü, CHP'den istifa etmesi
koşulu ile Erim'in hükümet kurmasını kabul edecekti. Ancak, Ecevit
Erim'in başbakanlığına karşı çıkıyordu.
Ecevit 21 Mart günü Genel Sekreterlikten ayrılırken, "Muhtıra
hükümete karşı değil, bana, ortanın soluna verilmiştir. Bu bir
darbedir. İktidara gelmek üzere olan ortanın soluna karşı yapılmıştır" diyecekti. Ancak, kulislerde Genel Sekreterlikten istifasının nedeni olarak Erim'in başbakanlığını "içine sindirememesi" olduğu ileri sürülecekti.
12 Mart muhtırası da, 12 Eylül darbesinde olduğu gibi Atatürk'ün adı kullanılacak, ancak onun ilkelerine ihanet edilecekti.
İki darbe de faşizm uygulayacaktı. 12 Mart'ta Sadi Koçaş "balyoz" harekatını gerçekleştirecek, bunun sonunda 1961 anayasası kuşa çevrilecek, özgürlükler kısılacak, hatta yok edilecekti.
12
Eylül'de de hukuk rafa kaldırılacak, anayasanın değişmesi bile 5
kişinin dudakları arasından çıkacak iki cümle ile değişecekti.
Her iki olayda da, sansür uygulanacak, haberlere yasaklar getirilecek, "muhbir vatandaşların"
yönlendirilmeleri ile, gazeteciler, aydınlar tutuklanacak, yaşı küçük
büyük, suçlu - suçsuz bakılmaksızın gençler idam edilecekti.
12
Mart sonrasında CHP tarafından izlenen politikalarda, İsmet Paşa'nın
haklı olduğu tek konu TBMM'nin açık tutulmasını sağlamaktı. Ecevit'in
dediği gerçekleşseydi, parlamento açık kalabilir, ülke seçime
götürülebilir miydi?
Ecevit, gerçekten muhtıraya mı karşıydı, yoksa yıllardır rekabet içinde olduğu Nihat Erim'in başbakanlığına mı?
Önemli mi? Belki...
Keşke,
İnönü, Demirel ve Ecevit 12 Mart'ı kendi bakış açılarından değil de
yansız olarak anlatmış olsalar, kafamızda oluşan soru işaretlerini yok
etselerdi.
Ancak, tüm darbelerin, muhtıraların demokrasimizi geri götürdüğü, haklarımızı tamamen yok saydığı unutmamak gerekiyor.
9'uncu Cumhurbaşkanımız merhum Süleyman Demirel'den esinlenerek söylemek gerekir.
İster askerlerden, ister sivillerden gelsin darbe darbedir ve darbeler faşizmi getirir.
O nedenle de en kötü parlamenter sistemin bile yaşatılması şarttır.
Nahit Duru abcgazetesi
Yorum Gönder