Marx’ın büyük bir filozof olduğu su götürmez bir gerçektir. Bundan neredeyse 170 yıl önce yazdığı "Komünist Manifesto",
bugün hâlâ daha bir hayalet gibi kapitalist dünyayı korkutmaya devam
ediyor. Bu hayalet, kimi zaman çok güçlü bir şekilde varlığını
hissettirse de henüz tam anlamıyla somutlaşamadı ama 1848’den bu yana
(Komünist Manifesto’nun yazıldığı tarih) aramızda dolaşmaya devam
ediyor. Marx’ın bu büyük anlatısı, aslında kapitalizmi korkuturken
-belki de biz hiç farkında değiliz- kendisini emanet edeceği yeni bir
kitle arıyor.
Evet; Marx, Komünist hareketi devrimci gücüne inandığı işçi sınıfına emanet etmiş hatta "Zincirlerinizden başka kaybedecek hiçbir şeyiniz yok." diyerek de adeta işçi sınıfını devrimsel aksiyona itmişti fakat burada büyük bir yanılgı olabilir miydi?
İşçi sınıfının devrimci potansiyeli nereden geliyordu? Marx, işçi sınıfındaki bu devrimci gücü nasıl görmüştü?
Elbette,
Marx kendi tarih görüşünden hareket ediyordu. İnsanlığın tarihsel
gelişimi bir bütündü ve sınıf savaşları tarihiydi ve bu sınıf savaşı
teorisinden hareketle işçi sınıfının dolayısıyla proletaryanın sınıf
savaşımı burjuvaya ve onun ürünü olan kapitalizme karşıydı fakat şunu da
biliyoruz ki dünyada işçi sınıfı önderliğinde başarılmış herhangi bir
devrim yoktur.
Hiç şüphesiz işçi sınıfı, özlük haklarının
düzeltilmesi için haklı olarak pek çok eylem yapmıştır ama bu mücadele,
hiçbir zaman devrimsel bir aksiyona sürüklenmemiştir. Akıllarımıza
SSCB’yi kuran Ekim Devrimi gelebilir ve işçi sınıfının devrimsel bir
başarısı olarak gösterilebilir. Bunun da bir yanılgı olduğunu söylememiz
gerekir. SSCB’deki devrim, işçi sınıfı tarafından başlatılmamış fakat
bu devrim, süreç içerisinde süreklilik kazandırılmak için Marx’ın
teorisinden hareketle işçi sınıfına aktarılmaya çalışılmıştır.
Sözünü
ettiğimiz eksiklikleri gören teorisyenlerce yakın tarihimizde
Post-Marksist bir akım oluşturuldu. Post-Marksist akım kısaca şunları
söyler: Ortodoks Marksizmi’nden uzaklaşarak Marksizm, çağın tarihsel
koşullarına göre yeniden inşa edilmeli, güncellenmelidir. İşçi sınıfının
devrimci bir potansiyeli yoktur. Eğer olsaydı 1848’den bu yana mutlaka
ortaya çıkardı.
Marx, proletaryanın burjuva diktatörlüğüne son
vereceğini, kapitalizmi yıkacağını söylemişti fakat dünyanın genel
gidişatına baktığımızda proletaryanın herhangi bir devrimsel mücadeleye
gireceği görülmediği gibi böyle bir görevi olduğunun bilincinde bile
değildir hatta kapitalizmin onu nasıl boğduğunu, nasıl her tarafından
sıkıştırıldığını bile görmemektedir. Öyleyse Marksist hareketi
sürdürecek yeni bir kitle gerekmektedir. Bu hareketi işçi sınıfı
sürdüremiyorsa ondan bu görevi alacak yeni kitle, öğrenciler olacaktır.
Post-Marksistlerin
eleştirisi bu şekilde. Öğrenciler hakkındaki görüşleri dikkate değer.
Biraz geçmişe dönüp baktığımızda 1968’de Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi
ölümsüz isimlerle yansımasını bulan dünyadaki öğrenci hareketleri ya da
uzağa gitmeden birkaç yıl öncesindeki Gezi eylemleri örneklerini
rahatlıkla görebiliyoruz ki bu hareketler işçi sınıfının pek yer
almadığı ama öğrencilerin ön plana çıktığı iz bırakan örneklerdi.
Post-Marksistlerin
eleştirisinin çok haklı tarafları olduğu gibi işçi sınıfı üzerine
görüşlerini tartışmaya açmak gerekiyor. Acaba işçi sınıfı kapitalizme
alıştı ve bunu sorun olarak görmüyor mu yoksa kapitalizme alışmak
zorunda bırakılarak pasifleştirildi mi? Marx, ne diyordu proletaryaya,"Zincirlerinizden başka kaybedecek hiçbir şeyiniz yok!"
Hadi
hep birlikte düşünelim: Her şeyin metalaştırıldığı, kapitalizmin bu
kadar azgınlaştığı bir çağda işçi sınıfı; nasıl olacak da zincirlerini
kıracak, kırmaya cesaret edebilecek mi?
Aslında şunu çok açık bir
şekilde söylemek gerekiyor, işçi sınıfı zincirlerini kırarsa işte o
zaman ölebilir çünkü kitlesel bir hareket halini almadıkça kapitalizme
karşı her zaman yalnızsınız. Bir baba olduğunuzu düşünün, geçindirmek
zorunda olduğunuz ve sevgiyle bağlandığınız bir aileniz var.
Çocuklarınızın iyi yaşam şartlarına kavuşturma, en güzel yiyecekleri
yedirme, en güzel kıyafetleri giydirme isteğiniz var. Ailenizi güzel
evlerde yaşatma hayaliniz var. Nasıl olacak da bu baba, zincirlerini
kıracak? Ailesini kaybetme riskini göze mi alacak yoksa kapitalist
sistemden şikâyeti olsa da en azından gündelik yaşamını sürdürmeye devam
mı edecek?
Dostlar, dünya çok değişti, farkında mısınız? Yıllar
önceki TEKEL işçilerinin eylemini kapitalist zincirleri kıramamaları
bağlamında değerlendiriniz. O günleri iyi hatırlayın. Ya işten
atılacaklardı ya da tazminatlarını da alarak yeniden işlerine
döneceklerdi. Siz olsaydınız mücadelenize devam edebilir miydiniz?
Marx’ın
görüşleri çok ciddidir, hayalet olarak aramızda dolaşmaya ve
kapitalizmi tehdit etmeye devam etmektedir ama güncellenmesi ve çağın
şartlarına uygun hale getirilmesi çok öncelikli bir konudur. Marx’ın
söylediklerini harfi harfine kabul etmek demek 2016’yı 1848 gözünden
değerlendirmek demektir. Sol, eskiden düşünürdü. Teoriler üzerine
tartışarak düşünceler üretirdi, fraksiyonlar böyle bir fikirsel
ayrılıkların ürünüydü. Şimdilerde sol ne yapıyor merak ediyorum.
Biz de Marx’ı anımsatıcı bir şekilde seslenelim öyleyse: "Dünyanın tüm solcuları, bir düşünün!"
Tayfun Talipoğlu/abcgazetesi
Yorum Gönder