Bunun dışında konuşmak abesle uğraşmaktır. Geçen gün Boğaziçi anayolunda, otomobillerin
üzerinde yarış ettikleri ana trafik yolu üzerinde, ayaklarını asfalta uzatarak kaldırıma oturan
iki genç kız gördüm. Köylerde yol kenarına oturup gelip geçen arabalara bakan köylülerden farklı değillerdi. Uygarlık dumanlı (İngilizce ‘elusive’) bir kavramdır, özellikle bunun ne anlama geldiğini zaten bilmeyenler için. Eğer İstanbul kaldırımlarını düzgün yapamıyorsanız, uygarlıktan söz edemezsiniz. Elli yıl önce yazdığım makalelerdeki eleştirileri bugün de yapıyorsam uygarlık yoktur.Kadınlar biz erkeklerle eşit değil miyiz? diye sormuyorlarsa uygarlık yoktur.
1950’den bu yana Türkiye’de 100.000 cami yapıldı. Örnek 1617. yüzyıllar. Osmanlı camisinin anlaşılamamış, betonarme, oransız ve çirkin taklitleri... 400 yıl sonra yeni cami tasarlayamayan toplum uygar değildir. Eğer mimar para kazanmak için bunu yapıyorsa mimar değildir. Toplum, özel ya da kamu kaynaklı, camilerini bu konuda güvenilecek mimarlara yaptırmıyorsa çağın düzeyin ulaşamamıştır. Eğer 100.000 cami yapan toplum 200.000 okul yaptırmıyorsa Ortaçağda yaşamaktadır. Uygar değildir.
Bu, toplumun din konusunu da iyi bilmediğini gösterir. Caminin dini bir işlevi vardır. Ama kutlu bir yer değildir. Bunu anlamak için peygamberin evini bile cami olarak kullandığını bilmek yetişir. Namazın her yerde yapılabilmesi de caminin değil, namazın önemli olduğunu gösterir. Bu camilerin dört yüzyıl öncesini taklit etmeleri nedeninin dinle ilişkili olmadığını gösteren açık bir kanıttır.
Toplumun cahilliğini gösteren bir başka olgu “selamın aleyküm, aleyküm selam” sözleridir. Arapça bilmeyen halk bunları dindarlığını ifade için kullanır. Halkın çoğu “selam sana!” anlamına gelen bir Arapça sözcüğünü, İnşallah, Bismillahir Rahman er Rahim gibi bir söz sanıyor. Peki, Türkler de Araplar kadar eski bir ulus olduklarına göre birbirlerini selamlamıyorlar mıydı?
AK TARAFKARA TARAF
Sevgili okuyucular
Seçim sonuçları değil, fakat seçim olayları, uygar toplum olmak bağlamında, kâbus görmek için yeterlidir. Ülkenin sorunu uygarlığın ak ya da kara tarafında kalmakla ilgili. Adalet açısından bakarsanız (bu hukuksal, parasal, kültürel, politik ne tür adalet olursa olsun!) bu nadir nesne sadece Avrupa’nın bazı ülkelerinde, Kanada, Avustralya, bir ölçüde Birleşik Amerika’da var. Asya’da, Japonya dışında yok. İslam dünyasında yok, Afrika da yok, eski komünist ülkelerinde yok. Dünyanın onda birinde bile demokrasi, zenginlik, hak, hukuk, eğitim açısından eşitlik yok. Uygarlık da buna paralel olarak neredeyse bir lüks. Türkiye bu ülkelerden biridir.
Bugün dünyanın fiziksel olarak karşısında bulunduğu iklim değişiklikleri, enerji sıkıntısı, fakirlik, fazla nüfus, tarımsal üretimin artan nüfus karşısındaki yetersizliği tüketim tutkusunun fakirleri ve zenginleri soktuğu cendereyi düşünürseniz, ülkenin geleceğine güvenemezsiniz. Biz de insanlığın onda dokuzunun geleceğiyle aynı kazanda kaynıyoruz. Fakat toplum bunu algılayacak, geleceği sorgulacak bilgiye sahip değil. İleriye değil, geriye bakıyor.
Alışveriş merkezinin uygarlık olmadığını bu toplum daha anlamadı. Kuşkusuz insanların sorunu yaşamdır. Fakat bu yaşamı dünyadan bağımsız elde etmek şansı yok. Eğer dünyada sadece 700 milyon kişi demokratik bir ortamda sorunlu bir gelecek endişesi taşımıyorsa, 700 milyonu da şikâyet etmiyorsa, geri kalan fakir 5.5 milyar insan cehalet karanlığındadır. Buna bizim dahil olduğumuzu, bu toplum biliyor mu?
Televizyonlara, gazetelere pek bakmıyorum. Yapay, jurnalcı, papağan bir politik haber ortamında çene çalmak Türkiye’nin geleceğini hazırlamaz. İnsanlara her gün ‘hırsız var, açlık, gelecek, adalet yok, ipin ucu kaçtı, kaçar’ demek onları aptala çeviriyor. Bir çağ bitti. Yenisi yalan ve hamasi sözlerden geçmiyor. Gelecek olmakla ilgili, yapmakla değil!
Eğer dünyanın onda sekizi yalanla uyutuluyorsa ‘doğruyu nasıl öğreneceğiz?’ diye düşündünüz mü? Bu günden yarına erişilemezse bile, doğru olan tek bir olgu var: Bir evde oturan 10 kişinin sekizinin sonu iyi gelmeyecekse öteki ikisinin de sonu onlarla birlikte gelecektir. Türk toplumu bunu anlayacak kadar aydınlanmadı. Bu ülkede 60 milyon kişi bunu bilmiyor.
Özgürlük ithal eşya markası değil. Uygarlık bu noktada soru sorarak başlıyor: Soru sormak yaşadığınız dünyadan haberi olmak isteğinin ifadesidir. Çağdaşlık, soru sorarak dünyayı tanımaktır. Bu kendi geleceğinizi sorgulamak demektir. Bugünkü iletişim olanakları bunu sağlayacak güçtedir. Ulaşamıyorsanız, cahilsiniz ve engelleniyorsunuz.
Bu noktada iletişim, çağdaşlık, özgürlük ve demokrasi birleşiyorlar. Türkiye’de bunların hiçbiri yan yana gelmiyor! Bunların hepsi kısıtlı, ya da yok! Uygar değiliz. Üçyüz yıl çaba gösterip Avrupa’ya bilgi, teknoloji, özgürlük düzeyinde katılamıyorsak bir komplo olmalı! Yapan, kendimiz olmayalım? Bütün bunlar uygarlıkla çağdaşlığın sinonim olduğu bir aşamada olduğumuzu anlamamaktan kaynaklanabilir. Bir uygarlık gösterisi daha anlatmak istiyorum :
BİR UYGARLIK GÖSTERİSİ
Ünlü Avusturyalı orkestra şefi Herbert Von Karajan 1994’de öldü. Geçen gün onun Viyana’da 1988 tarihli bir konserinin filmini seyrettik. 80 yaşındaki Karajan Viyana orkestrasını idare ediyordu. Karajan’ın son çaldırdığı parçalar, Viyanalıların çok sevdiği
Strauss Valsleriydi. Bir valsini Amerikalı bir soprano seslendirdi. Bir diğerine de Viyana bir bale grubu, olağanüstü bir performansla, eşlik etti. Amerikalı sopranonun sesi heyecan verici güzellikteydi. Balenin koreografisi ve danslar ise estetik denen olgunun bütün boyutlarını sergiliyordu.
SANAT YOM BİLİM YOK
Bu konseri seyredip dinleyince, seçim sonuçları ya da ilk okullara mescit inşaatı projelerin tartışıldığı bir toplumun uygarlığından söz etmenin anlamsız olduğunu düşündüm. Türkiye’deki laf ebelerinden kaç tanesi musiki, resim, heykel, müze olmayan bir ülkede bilim olmayacağını düşünür, bilmiyorum. Sanat olmayan yerde bilim olamaz. Çünkü entelektüel kökenleri aynı. Bilim olmayınca teknoloji de yok. İthal edilen malların kredilerini ödeyip tok kalma şansı da yok!
Savaşlardan kurtulan bir ülke çocuğu olarak büyüdüm. Beni Cumhuriyet yetiştirdi. Umutlu ve iyimser çalıştım. Doğru şeyler işiterek büyüdüm. Çal(ma) ile Çal(ış)mak arasındaki ilişkiyi öğrenmeden adam akıllı yaşlandım. Gençlere güvenmenin gerektiğini söylemişlerdi. Ben de onlara inanıyorum. Çağdaş dünyayı en çok onlar anlıyorlar ve anlayacaklar. Ona uyumu sağlayacaklar! Çürümüşlüğün ne olduğunu bilmiyordum. Şimdi cehaletin ve geri kalmış politik söylemin içinin boşaldığına inanıyorum.
İklim, enerji, ekoloji ve kapitalizm üst üste gelince dünya sıkıştı. Çürüyen ağacın ne zaman yıkılacağı bilinmez. Fakat gençlere yakın geleceği doğru anlatmak gerek, geçmişi değil. Fırtına yaklaşıyor. Esintileri geldi. Aptal ideoloji ve doymayan kapitalizm çağı sona erdi. Eğer biraz insanlığı kalmış olanlar elele vermezlerse, yüzlerce, binlerce yıllık toplumlar 21.yy.da Ortaçağa dönebilirler.
Yineleyelim. Biz uygar değiliz.. Çünkü tarihin bir birikimin sonucu olduğunu öğrenemedik. Uygarlık da bir birikimdir. Onun için İstanbul’a sahip olamadık. İstanbul Anadolu üzerine oturmuyor. Tepeleri düzlemek, ağaçları kesmek, köyde yaptığımızı kentte yapmak olanaksız. Yasasız, kuralsız, zorba toplumlar uygar olamamış! Dünya bizi de yola getirecek! Bunda kuşkunuz olmasın! Ama cehaletin çektirdiği eziyetlerin üstesinden neden gelmeyelim?
Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet
Yorum Gönder