Cehalet, Bursa Yeşil Cami’sini de Vurmuş - Doğan Kuban

Görgüsüzlük ve bilgisizlik Türk sanatının gözbebeği Yeşil Camiye ulaşmış! Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk başkenti, gençliğimizi hayallerle dolduran Bursa’yı 23 Nisan’da görmeye gittim. Sanat tarihçisi yaşamımın en büyük acısını Yeşil Cami’de duydum. Uzun yıllar önce Bursa’ya her gittiğimizde Yeşil Cami ve Yeşil Türbe içlerinde heyecanlandığımız çiçek bahçeleriydi. İslam sanatının en güzel çini mihraplarından ikisi oradaydı. Yeşil Cami’ye her zaman kalbim çarparak girerdim.

Cehalet, Bursa Yeşil Cami’sini de Vurmuş - Doğan Kuban
Bursa’yı hemen hemen yok etmiş iki milyonluk duygusuz metropolis’in, bütün zenginlik gösterisine karşın, bataklık karakteri Yeşil mahallesine pek bulaşmamış. Biraz rahatladım. Yeşil Cami’nin cephesindeki taş işlemelerini selamlayıp içeri girdim. Şaşkınlığımı anlatmam. Mekânın renkli bezemesinin hiçbir özelliğini görmeye olanak vermeyen bir elektrik tesisatıyla camiyi güya aydınlatmışlar. Mihrabın olağanüstü renkli bezemesinin bütün varlığını yok eden bu rezaleti gördüğüm zaman gözlerim yaşardı. Bu duyarsızlığa ve barbarlığa dayanamadım.

Gerçi mihraba kimseyi yaklaştırmadıkları için olasılıkla ‘bizim bir mihrabımız da var!’ demek için aydınlatmış olabilirler. Mozayik çini bezemesi ile ünlü eşsiz mihrabın içini, bir vitrin dekoru yapar gibi, iğrenç sarı ampullerle ‘dekore!’ etmişlerdi. Dünyanın en ünlü çini mihraplarından bir sanat şaheseri akıl almaz bir cehalete kurban edilmişti.

Caminin içi biraz karanlık bir alışveriş merkezine benziyordu. Yeşil Cami mihrabına böylesine duygusuzca davrananlarla birlikte aynı ülkede yaşamanın utancı, üstesinden gelemeyeceğim karanlık bir gölge olarak beynime kazıldı.

Bizim toplum kadar dengesiz ve tutarsız, birbirleriyle çelişik davranışları aynı torbaya koyan toplum kendine uygar diyemez. Bursa’da gördüğüm başka sanat duyarsızlığı örneklerinden bir ikisine daha değinmek istiyorum. Fakat bu kaygısız çirkinliklerin bir cehalet sonucu olduğunu kanıtlayan başka örnekler de vardı.

ULUCAMİ: PARÇALANAN MEKÂN
Bursa Ulucamisi dünyanın en güzel namaz mekanlarından biridir. İnsan dindar olmasa bile cemaatle birlikte öyle bir mekânda namaz kılmanın insanı değiştirdiğini hisseder. Yıldırım Beyazıt zamanından bu yana bu olağanüstü güzellikte namaz mekânını bölmeyi kimse aklına getirmemiş. 1970’te yoktu. O mekânın güzelliği parçalanmamış bütünlüğü ile her duyarlı insanı mekân estetiği açısından etkileyen bir sanat fenomenidir. Bugün bütün o ferah ve iç açıcı perspektif yerine, kadınlara tahsis edilen namaz alanlarını yüksek süslü bölmelerle çevirdikleri için namaz mekânı bölünmüş.

Bizim camilerde sade sultan mahfilleri kafesli olabilir. Onlar da cami mekânını rahatsız etmez. Bu caminin yapıldığı dönemde ve sonra böyle bir mahfil yapılmamıştır. Kadınlar arka sıralarda ya da galerilerde namaz kılarlar. Ben çocukluğumda kafes arkasında namaz kılan kadın görmedim. Kadın da erkek gibi mihrabı görmelidir. Kaldı ki Kabe’ye, Umre’ye gidenler bilirler, Kabe’de kadınlar yüzlerini örtmez. Yüzlerini Allah’tan mı saklayacaklar? Bu bida’nın en kötüsüdür. Kuran’da da böyle bir ayrım yoktur.

Bu, dini sözde din temsilcileri adına yozlaştırmadır. Elli yılda 100 000 tane 1617 yüzyıl camilerini taklit eden çirkin cami inşa edecekler. 2014 yılında kalkıp namaz kılan kadınları kafes arkasında saklayacaklar. Aynı kadınlar sabahtan akşama kadar caminin içinde flaş patlatarak resim çekiyorlar. Bu çelişkili ve hasta bir tavırdır. En güzel camilerimizden birini bir bankaya benzetmişler. Osmanlı-Türk mimarisinin en güzel ve önemli örneklerini banka ve alışveriş merkezine benzetme marifeti gösterenler ne tür adamlardır? Bursa’da aklı başında, aydın bir Müslüman yok mu?



RESİM YASAĞI BİZANSLILARDAN ÖĞRENME
Camilerin içinde dışında fotoğraf çekenler bana bir sorunu daha anımsattı. Sanatla biraz ilgili olan okurlar ilgilenebilir. İslam kültüründe figür yasağı, ‘İcon’a, yani put’a karşı bir tepkidir. Kökeni, İkon Kırıcı (İkonoklast) akımı yaratan Bizanslıların kendi ikonlarına tepkisidir. İstanbul’daki bütün ikonları da yok etmişlerdi. Emevilerin yapılarında resim vardı. Fakat yanlarında çalışan Hıristiyan ikonoklast’lar dan bu yasağı öğrendiler.

Peygamber’in hadisleri arasında “bir figür çizersen cehennemde onu diriltmeni isteyecekler” diye, olasılıkla sonradan uydurma, yani sahih olmayan bir hadis vardır. Bu yasak sonraki çağlarda sadece Peygamber’in yüzünü çizme yasağına indirgenmiştir. Fatih’in ünlü resimlerini Gentile Bellini ve Sinan Bey yapmışlardı. Sultanların minyatürleri var. Surname’de 3.Ahmed’in portreleri var. Bütün son dönem sultanlarının fotoları var.

1950’lerde Anadolu köylerinde kadınların fotoğraflarını çekemezdik. Günah diye sırtlarını dönerlerdi. Aynı yıllarda müezzinler ve imamlar da cami içinde resim çektirmezlerdi. Mısır’da, Suudi Arabistan’da da öyleydi. Şimdi kadın, erkek Bursa Ulucamisi’nde resim çekiyor. Hatta kendi resimlerini başkalarına çektiriyorlar. Resim yasağına ne oldu? Televizyonda, telefonda, fotoğraf makinesinde, reklamlarda resim kaynıyor. Başbakan’ın, belediye başkanlarının dev posterleri, sosyete güzellerinin resimleri yasak değil. Resim eğitimi, sanat eğitimi, heykel, tiyatro ve sinemada çıplak nedense müstehcen, fakat televizyonların gösterdikleri filmlerde porno yasak değil. Bu tür çelişkiler akıllı bir toplumda kabul edilemez.

Bizim toplum için geçmişin ne kadar önemsiz, güncelin ne kadar baskılı olduğunu anlamak için İstanbul, Kayseri ya da Konya’nın, durumlarını bundan 5060 yıl öncesi ile karşılaştırmak yetişir. Bugün bu kentler tarihi çevre olarak yok olmuştur. Anıtları da bu tümüyle değişen çevrelerde kimliklerini kaybetmişlerdir.

Bu durum düşünce ve hayalin değil, sadece görsel olanın önem kazandığı bizim toplumda herkesin yüzünü Palyaço gibi boyamasına benzetilebilir. Örneği, Yeşil Cami mihrabında yapılan elektrikli cinayet.


KÜLTÜREL KİMLİK YOKLUĞU
Orhan Bey’in yaptırdığı Emir Hanı avlusunu bir bitki bahçesi gibi ağaçlarla doldurmuşlar. Revakları kitap satıcıların deposu ve vitrin olarak işgal edilmiş. Sahaflar Çarşısı’na ya da bitpazarına benzemiş. Bu hanlar tarihi mirasımızın örnekleri değil mi? Hadi, toplum cahil diyelim, sorumlular nerede?

Bu, kültürel kimlik yokluğudur. Koruma kavramını üniversite programlarına koymanın sadece bir kopyacılık olduğunu gösterir. Türk okullarında İngilizce eğitimine benziyor. Doğru dürüst bir sayfa İngilizce yazamayana İngilizce master yaptırıyoruz. Bu çağdaşın baskısı altında ezilmiş bir kültürel ‘collapse’dır. Bunun tek anlamı entelektüel köleliktedir. “Çalışsın da çalsın!” sloganı ile aynı anlayışı ifade eden bir iflas ifadesidir.

Kentlileşememişler toplumunun ne eskiden ne de yeniden haberi var. Bir taklit süreci içinde debeleniyor. Tutarsızlık, ahlaksızlık, yasasızlık bu yönsüzlüğün sonucudur. Bunlar günlük yaşama engel olmadığı için toplum pek rahatsız değil. Bilgisiz ve bilinçsiz toplum skandallar karşısında da tepkisiz. Bu tavır Yeşil Cami’nin durumunu da açıklıyor. Uygar değerlerin ayaklar altına alınması çoğunluk için henüz sorun oluşturmuyor.

Sevgili Okuyucular,
İşlevsel düşünceden saf düşünce düzeyine çıkamamış, özeleştirisiz toplum önünü göremiyor.. Müezzin’e sorarsanız ‘Hayr’ yaptıklarını da söyleyecektir. Ne var ki Yeşil Cami ve Yeşil Türbe, para ya da din ticareti için pazarlanacak mallar değildir. Bu eşsiz yapıtlar ulusal kültür mirasımızın gözbebekleri ve İslam sanatının taçlarıdır. Uzmanlarca korunmalıdır.
Eğer uzman kaldıysa!

Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget