Sevgili Dostlar,
Bu yazı bir makale olmayıp, bir araştırmadır. Mustafa Kemal Atatürk’ü, bir makaleye veya bir araştırma yazısına sıkıştırmanın olanaksızlığını kabul edersiniz.
Çünkü Mustafa Kemal ancak cilt kitaplarla anlatılabilir.
Buna karşın, büyük önderime olan sevgim ve saygım nedeniyle böyle bir araştırmaya giriştim.
Bir makaleden uzun olan bu yazıyı bu düşüncelerle okumanızı diliyorum.
Tüm Kemalistler ve aydınlar kurtarıcımız, büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü her yönü ile bilmelerine karşın, gençler ve gelecek kuşaklar için Mustafa’dan, Atatürk’e giden yolu özetleyerek anlatmaya çalışacağım.
Umarım başarırım.
Alirıza Bey ve Zübeyde Hanım’ın 1881 yılında bir erkek çocukları dünyaya gelir.
Sonradan 20 ve 21. Yüzyılın lideri olacak çocuklarına Mustafa adı verilir.
Küçük Mustafa, önce mahalle mektebine, sonra Şemsi Efendi Okuluna başlar.
Daha sonra Selanik’teki sivil Rüştiye (Ortaokul) Mektebine kaydolur. Ancak burayı bitirmeden öğrenimini yarıda bırakarak 1893 yılında Selanik Askeri Rüştiye’ye kaydını yaptırır.
Matematiğe büyük ilgisi nedeniyle, Matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Sabri Bey, öğrencisi Mustafa’ya, “Oğlum, senin de ismin Mustafa benim de. Bu böyle olmayacak. Arada bir fark bulunmalı, bundan sonra senin adın Mustafa Kemal olsun” diyerek ona Kemal adını verir.
Böylece geleceğin yüzyıl liderinin adı Mustafa Kemal olur.
1895 yılında Selanik Askeri Rüştiyesinden mezun olan Mustafa Kemal, 1896 yılında Manastır Askeri İdadisine (Lise) kaydolur. Tarih öğretmeni Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) Mehmet Tevfik Bey Mustafa Kemal’in tarihe olan ilgisinden ötürü, tarih bilgisini güçlendirmesini sağlar. 1899 yılında bu okuldan ikincilikle mezun olur.
Aynı yıl İstanbul Mekteb-i Harbiye-i Şahane (Harp Okulu)’ye girer. 1902 yılında 549 kişi arasında, piyade sınıfının 8’incisi olarak Mülazım (Teğmen) rütbesiyle, Harp Okulunu bitirir.
Ayni yıl Erkan-ı Harbiye Mektebi (Harp Akademisi)'ne devam ederek 11.Ocak 1905 tarihinde Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle Akademiyi bitirir.
Sırasıyla;
1905-1907 yılları arasında Şam’da 5. Ordu emrinde,
1907′de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) olarak Manastır’a III. Ordu’da,
19 Nisan 1909′da 31 Mart gerici ayaklanmasını bastırmak için Selanik’ten İstanbul’a gelen Hareket Ordusu’nda Kurmay Başkanı olarak,
Görevlendirilir.
1910 yılında Fransa’ya görevli gönderilir.
1911 yılında İstanbul’da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışır.
1911 yılında İtalyanların Trablusgarp’ı işgaliyle ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görevlendirilir.
27 Kasım 1911 tarihinde Binbaşı’ lığa terfi eder.
6 Mart 1912′de Derne’de bulunan birliğin Komutanlığına, Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, getirilir.
1912 yılının Ekim ayında başlayan Balkan Savaşlarında, Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır’daki birliklerle savaşa katılır. Dimetoka ve Edirne’nin geri alınışında büyük katkıları olur.
27 Ekim 1913 tarihinde Sofya Ataşemiliterliğine atanır.
1 Mart 1914 tarihinde Yarbaylığa terfi eder.
28 Temmuz 1914 tarihinde başlayan 1. Dünya savaşı sırasında, 1915-1916 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında Gelibolu yarımadasında başlayan Çanakkale Savaşlarına katılan Mustafa Kemal’, (gerek Trablusgarp’ta, gerek Balkan savaşlarında ve verilen diğer görevlerde büyük yararlılık göstermişse de), bu savaşlardaki üstün komuta yeteneği, büyük öngörüsü ve cesareti sayesinde yıldızının parlamasını ve herkes tarafından Anafartalar kahraman komutanı olarak tanınmasını sağlar.
1 Haziran 1915 tarihinde Albaylığa terfi eder.
Arıburnu’nda, Conkbayırın’da devleşen,
Düşmandan kaçan askerlere “Düşmandan kaçılmaz, cephaneniz bittiyse süngünüz var, diyerek, “süngü tak” emrini verip düşmanı durduran ve savaşın kaderini belirleyen,
57. Alay’a, “ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.” Emrini veren,
Çanakkale savaşlarının karada yapılanlarına 19. Tümeni kurarak katılan, 9 Ağustos 1915 tarihinde Anafartalar Grup Komutanlığına atanan,
Kurmay Albay Mustafa Kemal’den başkası değildi.
1Nisan 1916 tarihinde Mirlivalığa (Tuğgeneralliğe) terfi adan Mustafa Kemal, aynı yıl Muş ve Bitlis’i Rus işgalinden kurtarır.
10 Mart 1917 tarihinde İngilizlerin işgal ettiği Bağdat’ı geri almak için “Yıldırım Orduları Grubu” kurulur. Bu grubun içinde yer alan 7. Ordu komutanlığına 5 Temmuz 1971 tarihinde Mustafa Kemal atanır.
31 Ekim 1918 tarihinde, “Yıldırım Orduları Grubu” Komutanlığına atanır.
28 Temmuz 1914 tarihinde başlayan ve 11 Kasım 1918 tarihinde sona eren 1. Dünya savaşında Osmanlı İmparatorluğu yenik düşmüş ve ülkenin büyük bir bölümü düşman tarafından işgal edilmiştir.
İtilaf Devletleriyle imzalanan 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması (Mütarekesi Mütarekesi), stratejik noktaların işgali, ordunun terhisi ve donanma ile cephanelerin teslimi gibi çok ağır koşullar içermektedir.
Büyük önder ve yurtsever Mustafa Kemal, ülkenin işgalini sindiremiyor, devletin ve milletin İstanbul'dan kurtarılamayacağını biliyordu. Kurtuluş savaşını başlatmak için bir fırsat yaratarak Anadolu’ya atanmak ve oradan Kurtuluş Savaşını başlatmak istiyordu.
Bu göreve atanabilmesi için birinin kendisini tavsiye etmesi gerekiyordu. Başta Ali Fuat Cebesoy olmak üzere, arkadaşlarının tavsiyesiyle, Samsun ve havalisinde birçok Rum köylerinin, Türkler tarafından her gün tecavüze uğradığı ve bunun önlenmesinin gerektiği konusunda İstanbul hükümetine verilen bir rapor üzerine, bu sorunu halletmekle için Mustafa Kemal görevlendirilir ve 30 Nisan 1919 tarihinde Erzurum’da bulunan 9. Ordu Müfettişliğine atanır.
15 Mayıs 1915 tarihinde Yunan askerleri İzmir’i işgal eder.
Mustafa Kemal 16 Mayıs 1919 tarihinde Bandırma vapuruyla İstanbul’dan ayrılarak, 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkar.
19 Mayıs 1919, Mustafa Kemal’den, Atatürk’e giden yolun en zorlu günlerinin başladığı gündür.
Mustafa Kemal, Samsun'a çıktıktan 2 gün sonra, 21 Mayıs 1919'da Genelkurmay Başkanlığı'na Samsun ve çevresindeki asayişsizliğin sebeplerini açıklayan ne İstanbul Hükûmetinin ne de İtilâf Devletleri temsilcilerinin hoşlanmadığı şu telgrafı çeker: "Rumlar bu bölgede, Pontus Hükümeti teşkili gibi bir safsata etrafında toplanmış ve Rum çeteleri hemen kâmilen siyasi bir şekle dönüşmüştür" Der.
22 Mayıs 1919'da Samsun'dan Sadaret'e gönderdiği raporu da şu cümle ile noktalar: "Millet birlik olup hâkimiyet esasını, Türklük duygusunu hedef almıştır". İşte bu raporlar İstanbul'a geldikten sonradır ki İtilâf Devletleri temsilcileri İstanbul Hükümetinden sorar: "Tanınmış bir Türk generalinin Anadolu'da ne işi vardır?" Bunun üzerine İstanbul Hükûmeti, Anadolu'ya gönderdiği müfettişi geri çağırma girişimlerine başlar.
Mustafa Kemal, Erzurum'a gelişinden 5 gün sonra, 8-9 Temmuz 1919'da "Sine-i millette bir ferd-i mücahit" olarak çalışmak üzere çok sevdiği askerlik mesleğinden ve görevinden istifa eder. Artık bir millet ferdi olarak, milletten kuvvet, kudret ve ilham alarak tarihi vazifesine devam olanağı bulur.
Tüm zorluklara, yokluklara, elverişsiz koşullara karşın, daha o gün kafasında oluşturduğu şey, ülkenin emperyalistlerin işgalinden kurtarma sonrasında, kuruluş aşamasında gerçekleştireceği devrimlerin planlarıydı.
Bu planlarının tamamını gerçekleştirdi.
Kanıt mı?
Kader birliği yaptığı Mazhar Müfit Bey’in (Kansu) anılarıdır.
Anı, Erzurum Kongresinin hazırlıklarının yapıldı günler öncesine aittir.
İşte o anı;
Mazhar Müfit anlatıyor.
"Mazhar, not defterin yanında mı?",
"Hayır paşam."
"Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel."
“Aşağıya gidip elimde not defteriyle geldiğimde”,
"Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya (Kalem Mahsus Müdürü) bileceksiniz, şartım bu..."
“Şartını kabul ettim”
"Öyleyse tarih koy" dedi. Koydum: 8 Temmuz, 1919 Sabaha karşı.
"Pekâlâ, yaz" diyerek devam etti.
Bir
"Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır”...
İki
Padişah ve Haneden hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.
Üç
Örtünme kalkacaktır.
Dört
Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir."
Bu anda kalem elimden düşüverdi. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme bakıyordu. Bu, gözlerin bir takılışta birbirlerine çok şey anlatan konuşuşuydu.
Paşa ile zaman zaman senli benli konuşurdum.
"Neden duraksadın?" dedi.
"Darılma ama paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var" dedim. Güldü...
"Bunu zaman gösterir, sen yaz" dedi.
"Beş
Latin harflerini kabul edilecektir."
"Paşam yeter, yeter..." dedim. Biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insanın davranışı ile:
"Cumhuriyet ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter" dedim.
Defterimi kapattım. "Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edeceksiniz, hoşça kalın" dedim. Yanından ayrıldım. Gerçekten gün ağarmıştı. O anda olayların beni nasıl aldattığını ve Mustafa Kemal'i doğruladığını ve Mustafa Kemal'in beni nasıl bir cümle ile yıllar sonra susturduğunu tarih önünde açıklamalıyım...
Aradan yıllar geçmişti...
Çankaya'da akşam yemeklerinde birkaç defa:
"Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum'da örtünme kalkacak, şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman, defterini koltuğunun altına almış ve bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti" demekle kalmadı, bir gün önemli bir ders daha verdi.
Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu'ndan dönüyordu. Ankara'ya geldiği zaman da otomobille eski meclis binası önünden geçiyordu. Ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım!... Kendisinin yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı'nın başında da bir şapka vardı. Kendisi ne ise? Fakat kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Başkanına da şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken otomobili durdurdu. Beni yanına çağırdı ve şöyle dedi:
"Azizim Mazhar Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?"
Sevgili Kemalistler, aydınlar, özellikle bu anının tarihine dikkatinizi çekmek istiyorum. 8 Temmuz 1919, yani Samsun’a çıkışından 1 ay 20 sonra.
Mustafa Kemal, tüm dünya devletlerinin kabul ettiği gibi 20 ve 21. Yüzyılın değişmez lideridir.
Mustafa Kemal’i değişmez lider yapan;
Eşsiz bir komutan, büyük öngörülü, yurtsever, devrimci, halk adamı, aydın ve tam bağımsız nitelikleridir.
Tekrar 19 Mayıs sonrasına dönelim.
Öncelikle, tam bağımsız bir Türkiye’nin temellerini oluşturan ilk kuruluş belgesi olan Amasya Tamimi (Genelgesi) 22 Haziran 1919 da yayımlanır.
Bir ihtilal bildirisi niteliği taşıyan bu genelgede ile ilk kez ulusal egemenlikten bahsedildiği görülür.
1-Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2-İstanbul hükumeti aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gösteriyor.
3 -Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4-Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için, her türlü baskı ve kontrolden uzak milli bir heyetin varlığı zaruridir.
5-Anadolu’nun her bakımdan en güvenilir yeri olan Sivas’ta hemen milli bir kongre toplanması kararlaştırılmıştır.
6-Bunun için bütün illerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en kısa zamanda yetişmek üzere yola çıkılması gerekmektedir.
7-Her ihtimale karşı bu mesele milli bir sır olarak tutulmalı ve temsilciler gereğinde yolculuklarını kendilerini tanıtmadan yapmalıdırlar.
8-Doğu illeri adına 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanacaktır.
Genelgede adı geçen Erzurum kongresi için 10 Temmuz’da yola çıkılır. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Mustafa Kemal’in Başkanlığında Kongre toplanır.
4 Eylül-11 Eylül 1919 tarihleri arasında Mustafa Kemal’in Başkanlığında gerçekleştirilen Sivas Kongresi, işgal altındaki Türk topraklarının kurtarılması ve Milletin bağımsızlığını sağlamak için çareler aramaya çalışan ulusal temsilcilerin bir araya geldiği kongredir.
Sivas Kongresi ayni zamanda Mustafa Kemal tarafından 9 Eylül 1923 tarihinde kurulan ve sonrada Cumhuriyet Halk Partisi adını alacak olan Halk Fırkasının 1. Kurultayı kabul edilir.
Ayrıca, Kongrede, değişik bölgelerde işgale direnmek için kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC) adı altında birleştirilir ve 11 Eylül 1919 da Mustafa Kemal Cemiyetin temsil eden Heyetin Başkanlığına seçilir.
Bu ön hazırlıklarla başlayan Kurtuluş Savaşında, ülkesinin kurtuluşu için canını vermeye hazır Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Sünni, Alevi herkes Mustafa Kemal’in arkasında yer alır.
23 Nisan 1920 tarihinde, “Egemenliğin kayıtsız ve koşulsuz millete ait olduğu” ilkesi ve “Kurucu Meclis” özelliğiyle “Millet Meclisi” kurulur. Sonra “Büyük Millet Meclisi” adını alır. 1921 yılında da başına Türkiye sözcüğü eklenerek “Türkiye Büyük Millet Meclisi” (TBMM) adı resmileştirilir.
11 Mayıs 1920 tarihinde İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal hakkında ölüm cezası verir. Padişah bu cezayı 24 Mayıs 1920 tarihinde onaylar.
Ülkenin bağımsızlığı ve kurtuluşu için çok sevdiği askerlikteki tüm rütbelerinden vazgeçen ve yaşamını tehlikeye atmakta tereddüt etmeyen büyük önder Mustafa Kemal, emperyalistlere boyun eğen İstanbul Hükümetinin gözünde bir idam hükümlüsüdür.
TBMM 19 Eylül 1921 tarihinde oybirliği ile Mustafa Kemal’e Mareşal ve Gazi unvanı verilir.
Büyük önder Mustafa Kemal, artık Mareşal Gazi Mustafa Kemal adını anasının ak sütü gibi hak ederek kullanır.
Bin bir zorluk ve binlerce şehit kanı pahasına devam eden kurtuluş savaşı, Mustafa Kemal’in büyük askeri dehasının komutasıyla, 9 Eylül 1922 tarihinde düşmanın İzmir’de denize dökülmesi utkusu (zafer) ile son bulur.
“Lakin milletin hayatı tehlikeye düşmeyince, savaş bir cinayettir.” Diyen Mustafa Kemal, milletin hayatını ve ülkenin bağımsızlığını tehlikede gördüğü için mecburen başlattığı kurtuluş savaşını utku ile bitirmiş, ancak işi henüz bitmemiştir.
Büyük önderi inceleyenler biliyorlar ki, O’nun için kurtuluş kadar kuruluş aşaması da çok önemlidir.
Yukarda Mazhar Müfit’ten alıntıladığım anıda da belirtildiği gibi 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkarken kurtuluştan sonra kuruluş aşamasında da yapacaklarını çoktan planlamıştı.
Kurtuluş Savaşını düşmana karşı yapan Mareşal Gazi Mustafa Kemal, ne yazık ki kuruluşta, karşısında kendi aydınını ve halkını görüyordu.
Kurtuluş savaşı destanını azda olsa inceleyenler, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele’nin, Mustafa Kemal’in silah arkadaşları ve Kurtuluş Savaşının birer kahramanları olduklarını göreceklerdir.
Devrimlerin gerçekleştirildiği kuruluş aşamasında ne yazık ki Kurtuluş Savaşının bu kahramanlarından İsmet İnönü hariç, diğerleri devrimlerde büyük önder Mustafa Kemal’e ayak uydurmadıkları gibi askerliğe dönmeyip TBMM de siyaset yapanlarda, devrimlerin gerçekleşmesinde daima karşı duruş sergilemişlerdir.
Mustafa Kemal, şeriatla yönetilen 600 yıllık bir İmparatorluğun külleri üzerinde, çağdaş uygarlığa ayak uydurabilen bir Cumhuriyet kurmanın zorluğunun bilincinde olarak ve karşı çıkışları da hesaba katarak gerçekleştirmek istediği hiçbir devrim hakkında karşıtlarına ödün vermek niyetinde değildi.
İşi zordu.
Türk toplumunu, Ümmetten –Ulusa, Hilafetten – Demokratik ve Laik rejime, Tebaadan- Yurttaşa, Cemaatten- Topluma, Seçkin sınıftan – Bizzat halkın iradesine geçirmek hiçte kolay değildi.
Mustafa Kemal, zoru başarmanın adamıydı. Zorda olsa devrimleri gerçekleştirmeye kararlıydı.
Karşıtlarının kabul etmediği devrimlere baktığımızda
-Saltanat kaldırılması.
-Ankara’nın Başkent yapılması.
-En önemli devrim olan Cumhuriyetin ilan edilmesi.
-Halifelik sonlandırılması.
-Eğitim Birliği Yasasının kabul edilmesi.
-Şer’iye Mahkemelerinin kaldırılması.
-Tekke ve Türbeler kapatılması, tarikatlar yasaklanması.
-Şapka devriminin yapılması.
-Uluslararası Saat ve Takvimin kabul edilmesi.
-Laiklik ilkesi Anayasaya girmesi.
-Türk alfabesi ve Latin rakamlarının kabul edilmesi.
-Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi.
-Soyadı Yasasının kabul edilmesi.
Olduklarını görüyoruz.
Tüm bunları, alışık olmayan topluma benimsetmeyi ancak Mustafa Kemal gibi bir deha başarabilirdi.
Ve başardı da.
Bu devrimlerden biri olan Soyadı Yasası, 21 Haziran 1934 tarihinde kabul edildi.
24 Kasım 1934 günü TBMM oy birliği ile Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e anasının ak sütü gibi hak ettiği ATATÜRK soyadını verildi.
MUSTAFA’DAN, ATATÜRK’E uzanan yol burada tamamlanmış oldu.
Mustafa’dan, Atatürk’e giden yolda, büyük önderin adına eklenen, Kemal-Mareşal- Gazi- ATATÜRK unvanlarının tümünü bileğin hakkıyla, anasının ak sütü gibi helal kazandı. O günden sonra, gerek ülkemizde, gerekse Dünya ülkelerinde, MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK olarak anılırken, gurur duymamız gerekmez mi?
Dünyanın 22 ülkesinde, ATATÜRK büstü, caddesi, parkı, sokağı, heykeli, parkı bulunmasına karşın, ülkemizde ise ATATÜRK adı kaldırılmak isteniyor.
Norveç'te çok sık kullanılan bir deyim vardır. Bir problemi çözmekte zorluk çektiklerinde “birde ATATÜRK gibi düşün” diyorlarmış.
Ayrıca Çin okullarında 70 yıldır ATATÜRK öğretildiğini bilgi olarak sunmak istiyorum.
Özellikle, ATATÜRK soyadı devrimlerin bir kazancı olduğu için devrim karşıtları bir türlü içlerine sindirip ATATÜRK diyemiyorlar.
Yazıklar olsun.
İşte böyle, “EY TÜRK GENÇLİĞİ”.
Türkiye Cumhuriyetini sizlere emanet eden büyük önderimiz Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk, iki çağa damgasını vurmuş tüm dünya tarafından liderliği kabul edilmiş tartışmasız bir antiemperyalist devrimcidir
Büyük öndere ve onun devrimlerine, aydın geleceğiniz için sahip çıkınız, kimsenin gücü yetmemekle birlikte onun unutturulmasına, devrimlerinin yok sayılmasına izin vermeyiniz.
Yasaklarla ATATÜRK sevgisinin Türk halkının kalbinden silinmeyeceğini kanıtlayınız.
Çünkü ATATÜRK aydınlanması sizin geleceğinizdir.
Geleceğinizi kararttırmayınız.
Yaşasın Mustafa Kemal ATATÜRK,
Yaşasın laik Türkiye CUMHURİYETİ.
Güzel yurdumuzu işgalden kurtaran ve kurtuluşu devrimlerle taçlandıran ve ilk Cumhurbaşkanımız olan, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile aziz şehitlerimizin anıları önünde saygı ile eğiliyorum.
Ne mutlu Atatürkçüyüm diyenlere ve ATATÜRK ile gurur duyanlara.
11.05.2014
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet savcısı
KAYNAKÇA:
1-Sayın İlknur G. Kalıpçı’nın derlemelerinden
2-Atatürk ile ilgili Bilgi bulunan internet siteleri
Yorum Gönder