Şehrin
gürültüsünden, politikadan, ikiyüzlü insanlardan kaçmak, biraz kafamı dinlemek
için Belgrat Ormanına gitmiştim. Şöyle sakin bir yer bulup, yere serdiğim
palanın (Kırpık parçalardan dokunan yer yaygısı.) üzerinde uzanmıştım. Kuşların
cıvıltısını dinliyor, nefis orman havasını ciğerlerime alabildiğine
soluyordum.
Tepemdeki ağacın
dalları arasından uçuk mavi gök üzerinde şekilden şekile bürünen küçük beyaz
bulutları izliyordum.
“Merhaba yoldaş ablam” diye tok bir sesle
irkildim.
Karşımda üç genç
duruyordu. Hemen tanıdım onları.
Yattığım yerden
toparlanıp oturdum.
“Rahatsız olma ablam,
seninle iki üç kelam edelim dedik.”
İlk defa
görüyordum onu.
Sırım gibi kara
yağız bir delikanlıydı. Çok yakışıklıydı. Yanındakiler de Yusuf ve
Hüseyin’di.
Yineledi;
“-Merhaba yoldaş ablamız,
nasılsın diye sormayacağım çünkü seni ve düşüncelerini biliyorum.”
Şaşırdım
haliyle.
-“Sen, siz
ölmüştünüz hani, nasıl olurda burada olursunuz”. Diyerek şaşkınlıkla
kekelerken, hüzünlü bir sesle yanıt verdi bana.
“-Ablam, kim diyor bizler
öldük diye? Bak yine karşındayız, aklındayız. Sizler bizi yaşatanlar değil
misiniz?
-Bak, ölmedik işte.
Gençlik bize şarkılar söylüyor duymuyor musun?” Dedi.
Kulak kesildim.
Uzaklardan bir yerden “Denizler ölmez” sesleri melodi gibi
yansıyordu bize kadar.
“- Evet, evet
duydum.” Dedim. Kafam allak bullak olmuştu.
“-Bizler bir misyon
yüklenen gençlerdik. Uğrunda ölmeyi göze aldığımız Kemalist Devrimi yaşatmaktı
amacımız. Bak, Denizler ölmez diyorlar. Duydun değil mi?” Diye yineledi.
Şaşkınlıkla onu
dinliyordum.
“Binlerce insanın
hayatına malolan katliamlara, aydınlarımızın birer birer katledilmesine göz
yuman, destek çıkan, kışkırtan emperyalistlere boyun eğen zihniyetler yok
olmadıkça, halkım huzura kavuşmayınca biz ölmeyiz ablam. Huzur içinde olmadan o
ebedi uyku olur mu hiç?”
Biz; Mustafa
Kemal'in Milli Kurtuluş idealini yaşatmak için,
Mustafa Kemal devrimine
saldıran karanlık güçlere dur demek için,
Milletçe yabancı
uşaklığına düşmekten kurtulmak için,
Emperyalistlerin
tahakkümünden kurtulmuş, kendi halkının iradesiyle yönetilen bir Türkiye için
darağacına gittik.”
Gözlerim dolmuş
neredeyse ağlamak üzereydim.
Deniz
konuşmasına devam ediyordu bu sırada.
“39 yıl geçti aradan
bugün bakıyoruz hiçbir şey değişmemiş gibi sanki. Bizim ideolojimize
inanmayanlara özgürlük adına gasp ve bunun gibi işlerle uğraştığımızı, bizi
eşkıya sananlara bir çift sözüm var.
Türkiye bu gün bağımsız
mıdır?
Total bir rejime dönüşmüş,
benden olanlar olmayanlar diye bölünmüş ve düşünce özgürlüğü olmayan bir korku
imparatorluğuna dönmemiş midir?
Nerede bağımsız yargı?
Nerede Demokrasi? Nerede özgürlük?
Uğur Mumcu’ları, Çetin
Emeç’leri, Bahriye Üçok’ları katledenler, kardeşi kardeşe düşman etmeye kalkan
hep onlar değiller mi?
İşte, bizler bu günlere
gelmeyelim diye mücadele ettik. Yurdumu bu duruma getirenler Amerikan
emperyalizmi ve yerli işbirlikçileridir. Kahrolsun Faşizm.” Dedi.
“Biliyorum Deniz
ama ne yapabiliriz ki.” diye sordum.
İşte o zaman
tüylerimi ürpeten şu sözleri söyledi bana.
Türk Genci, devrimlerin ve
cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok
inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz
düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu
ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır”
demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını
koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları
bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye
düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır.
Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre
düzenlemek gerek”
Onu hapse atacaklar.
Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise
telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine
çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin
gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız
olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de
benim görevimdir.”
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
*****
Atatürk’ün Bursa
Nutkunu hiç teklemeden bir çırpıda o mağrur duruşuyla söyleyiverdi bana.
Sonra benim bir
şey dememe vakit kalmadan;
“-Sen söylediklerimi
anladın ablam. Bizim şimdi gitmemiz gerek çünkü Halit ağabeyimizi
karşılayacağız. Sağlıcakla kal.” Dedi ve gözden kayboluverdiler…
Gözlerimi
açtığımda yatağımda yatıyordum. Rüya gördüğümü anladım. Öylesine gerçek bir
rüyaydı ki sanki zaman makinesinden geçip geri dönmüş gibiydim.
39 yıl önce idam
edilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ı sevgi ve saygıyla anıyorum. Bu
gün avukatları, Halil ağabeylerine de kavuştular. Tüm devrim şehitlerimize ve
genç fidanlarımıza tanrıdan rahmetler diliyorum. Işıklar içerisinde
yatsınlar.
Unutmadık, asla
da unutturmayacağız sizleri sevgili yoldaşlarım.
Tünay Süer 6 Mayıs 2011 Milliyet
Blog
Yorum Gönder