14-15-16 Ekim 2017 günlerinde 25 öğretmen, akademisyenden oluşan bir grupla, Ulusal Eğitim Derneğimizin organizesi ile Hatay-Samandağ yöresinin tarihi turistik yerlerini gezmek amacı ile gezi düzenlendik.
Önce, ilk gün Samandağ yöresindeki tarihi yerleri gezdik, gördük ki arazı tarihi özelliği kadar, ürün verimliliği bakımdan da çok zengin ve verimli topraklara sahip. Tarih boyunca Araplarla yöre halkının yoğun ticaret ve akraba olmalarından dolayı, halkın çoğunluğu Arapça-Türkçe konuşuyor. Her türlü sebze ve meyve yetiştiriliyor. İklim oldukça güzel, Kasıma kadar denize giriliyormuş. Samandağ Türkiye’nin en uzun deniz sahili olan ilçemiz olup, 14 km uzunluğunda incecik kumu olan eşsiz bir yer olarak bilinir. Ayrıca başka bir özelliğini daha öğrendik, Türkiye’nin en az camisi olan il olarak biliniyor Hatay
Tarihin ilk devirlerinden beri, yöre bütün tek tanrılı dinlerin, Kudüs gibi merkezi olduğundan bu dinlere mensup insanlar yüzyıllardan beri barış içinde yaşamaktalar. İşte bu barış ortamı nedeni ile Türkiye’nin tek Ermeni köyü, muhtarından halkına kadar bu yerleşim yeri Vakıflı Köyü Hatay’da bulunmakta. Vakıflı Köyü’ne sonra değineceğim, gezi sırasına göre yöreye bir göz atalım.
Samandağ’nın-Hatay’ın hemen komşusu olan Suriye terör ve ateş içinde kıvranırken, bu yöredeki insanların refah içinde yaşaması gerçekten sevindirici bir olay.
Hatay Yöresine Gezimiz
Samandağ Musa-Hızır Türbesi
14 Ekim Cumartesi günü öğle yemeğinden sonra, Samandağ’nda bulunan Musa Peygamber ile Hızır Alehisselamın buluştukları yerin anısına yapılan türbeye uğradık. Ziyaret edenlerin bazıları bu türbeyi öylesine kutsal biliyorlardı ki, türbenin duvarlarını öpenleri gördüm. Türbenin içinde bayanlar ayakkabılarını çıkarıp, başlarına tülbent vs bir başörtüsü ile örtüyorlar, türbe tarafına yönelik huşu içinde dua ediyorlardı. Yurdun her tarafından burayı ziyarete gelenler varmış, biz ayrılırken 34 plakalı üç otobüsün ziyaretçileri getirdiklerini gördük.
Bu türbe konusunda gezi boyunca ekibimize rehberlik yapan, yazar İsmail Zübari şunları söyledi:
“Türbe yüz yıl kadar önce yapılmış, içindeki kaya yüz binlerce yıl önceden gelen bu buluşmayı simgeler. Ortasında görülen beyaz kubbe o bir kayadır, burada beyaz bir oluşum var. Çok eskiden önce çamurla, sonra da kireçle boyamışlar. Arada bir kireçle üstünden boyayarak geçerler, kirlenmesin diye. Buradaki Müslüman inancına göre, Hz. Musa ile Hızır’ın buluşma noktası. Çünkü Kuran’da keyf süresinde, Musa ile Hızır’ın bir deniz kenarında bir kaya üzerinde buluştuklarını yazar. Bizim deniz kenarında bir kaya üzerinde, iki dağ arasında bizim burada 14 km lik bir sahil şeridimizde tek kaya oluşumu burası. Deniz kenarında olduğu için buluşmanın gerçekleştiğine inanılır. Tevrat’ta veya başka kitaplarda bakarsanız, Musa’nın buraya gelmediğini yazar. Ama bizdeki inanca göre ruhların yer ve mekân mevhumu yoktur. İlahi kutsal varlıkların yer ve mekân, zaman mevhumu yoktur, her yerde hazır ve nazırdırlar.
Tevrat’ta, Zebur’da, Musa’nın Filistin’e kadar gittiğini yazar, buraya gelmemiş”, ama bizim inancımıza göre öyle sınırlama yoktur. Siz dünyanın öbür ucunda da olsanız, “ya Hıdır, ya Hızır, dediği zaman, bir güç, bir yardım bekliyorsanız, bunlar da her yerde hazır ve nazırdır. Hatta ölmediği, canlı olduğu inancı var.
Hıristiyanlar için de burası Sen Jons diye bilinir, Sen Jons Avrupa’daki adı. Buradaki yerel adı Kutsal Jorc. Dolayısıyla Müslümanların da, Hıristiyanların da aynı anda ortak mekânda ibadet ettiklerini görebilirsiniz. Onların da özel bir günleri var “Margir Corc” Mar Corc Avrupa’da “kutsal gün” diye tercüme ediliyor.
Bir kutsal mekânımız daha var o da Mızraklı Köyünde. Putperestlerden bu yana burası kutsal bir yer. Hıdır Ellez’de burası dolup taşar gece gündüz. Türkiye’den her yerden geliyorlar. Hızır ve İlyas inancına sahip olanlar her yerden geliyorlar, ziyaret için. En çok da Suriye’den gelirler, çünkü buradakilerin orada, oradakilerin burada akrabaları var”.
Hızır İlyas Türbesini ziyaretten sonra rehberimiz İsmail Zübari: “Az önce türbeyi ziyaret ettiniz, bizim burada söylediğimiz gibi herkesin inancı kendine, ama biz günlük hayatımızda Atatürk’ün dediği gibi, ilim ve fenni rehber edinmeden vazgeçmeyeceğiz yine” dedi.
Rehberimiz sonra da, arabanın içinde, Samandağ hakkında şunları söyledi:
“Samandağ farklı kültürlerin bir arada yaşadığı güzel bir memleket. Burada Ermenilerle, Alevilerle, Hıristiyanlarla, Türkmenlerle bir arada yaşayan yerleşik bir kültür var. Bunun kaynağı da biz yetiştirilirken, çocukluğumuzda okullarımız bir, mahallelerimiz bir, sokaklarımız bir, oyunlarımız bir bir defa büyüklerimizin bir deyimi var, “Allah herkese kendi dininde yardımcı olsun”. Onun için bizler yetiştirilirken büyüklerimiz tarafından farklı kültürlerin olmasını doğal ve zenginlik olarak görürdük.
Samandağ’nda M.Ö. yüz bin yıllara giden bir doğal mağara var, şu anda kazılar devam ediyor; şu ana kadar da 5. Yıla kadar inildi daha birçok katların olduğu söyleniliyor. 15 yıldır kazılıyor, daha 15 yıl sürer, deniliyor. Bunun yüz bin yıla dayanacağını tahmin ediyorlar. Tabi o zamanın ilkel bir yaşam vardı, neondertal insanı, şimdiki bizim homospiastan biraz daha farklı bir insan yapısı anatomisi vardı. Günümüzde kazılar devam ediyor, bakalım neler çıkacak.
Şu gördüğümüz sahilimiz (denizi göstererek) 14 km uzunluğunda tamamı kumdan yazın karettakarettaların üreme yerlerinden bir tanesi. Sahilimiz ayrıca deniz canlıları, yani bitkiler için önemli bir alan, burada şimdi biraz sonra göreceğiz, insanların pek değmediği yerde daha yoğun olmakla birlikte, buralarda kum zambağı gibi bitkiler çiçek açar, güzel kokan bir yerde yer alıyor.
Şu karşıda görülen Keldağı, sivri tepeli büyük bir dağ. Dağın ön tarafı bizim olmakla birlikte arka tarafı Suriye’ye, diğer görülen küçük dağlar Suriye’ye ait. Gördüğünüz gibi sınır bölgesindeyiz.
Samandağ’nın asıl geçim kaynağı, yakın zamana kadar, özellikle önce Almanya sonra Arabistan ve diğer Arap ülkeleri olmak üzere 20 bin civarında gencimiz oralarda çalışıyorlar, belki de daha fazla, ama birkaç yıl önce yapılan sayım sonunda halkın yüzde yirmisinin çocukları Arabistan’da çalışmaktadır. Önce inanmamışlardı bana, araştırma gereğini duydum, nüfus artışının yoğun ilçelerden bir tanesidir.
Şimdi gideceğimiz bölge MÖ 300 yıllarında Büyük İskender’in komutanlarından birinin kurduğu Antik bir şehir, günümüzden 200 yıl önce. Denize yakın olduğu için dışarıdan gelecek saldırılara karşı stratejik önemi artıyor, Başkenti Antakya’ya taşıyor, burası liman olarak varlığını sürdürüyor, yaklaşık 800 yıl tarihi bir liman olarak işlev görmüş ve o kadar zenginleşmiş ki, kendi adına sikke basma elde etmiş bir şehir.
Biraz sonra göreceğimi Romalılar döneminde M.S.69 yılında tarihin gördüğü önemli projelerden bir tanesi, uzun bir tünel açılmış, dağdan gelen sellerin şehri basmasını önlemek için büyük bir tünel açılmış. Dünyanın sekizinci harikası diyebileceğimiz bir yapı, Hemen yakınında ise büyük mağaralar var. Burada kayalara oyulmuş şehrin ileri gelenlerinin gömüldüğü kaya mezarları yer alıyor, hemen tünelin yakınında.
**
Selenkia Pieria Antik Kenti (Samandağ)
Öğle yemeğini yedikten sonra yola koyulduk. Samandağ yöresindeki antik yerleri ziyarete devam ediyoruz.
(Öğle yemeğinde içli köfte yenilirken bir arkadaş şu fıkrayı anlattı: “Adamın biri ilk kez yiyeceği içli köfte yemeğini görmüş, bakmış ki her tarafı kapalı bir kocaman köfte, köfteyi yerken yanındakilere demiş ki: “köfteyi anladım da bunun içindeki kıyma vs bunun içine nasıl girmiş” demiş.)
Samandağ sınırları içinde kalıntıları harabeleri bulunan ilk çağın bu antik kentinin başkenti olan bölgeyi rehberimiz İsmail Zubari eşliğinde gezdik.
Kentin girişinde kocaman odun parçası şeklindeki kitabede şunlar yazılı idi:
“Selenkia Pieria sınırları, batıda Sardes (Manisa), doğuda Semerkand’a kadar uzanan ve Seleuş Krallığına başkent olarak. l. Seleuş tarafından kurulmuştur. Kent İ.S. 526-528 de yaşanan bir deprem felaketinden çok büyük zarar görmüş ve giderek terk edilmiştir.
Kent, ova düzlüğündeki doğal bir lagunde oluşan doğal liman ve etrafında biçimlenen Aşağı Şehir ve hemen kuzeyinde yükselen yamaçlar ve tepelik alan üzerinde kurulan Yukarı Şehir olmak üzere Helenistik dönem şehir anlayışı ile kurulmuştur. Antik kentin yayılım alanı yaklaşık 300 hektardır. Aşağı Şehir barındırdığı limanı agorası ve yamaç yerleşimleri ile kentin ticari hayatının merkezi olmuştur.
Kent’de günümüze ulaşan başlıca kalıntılar Dor düzeyindeki Tapınak kentin ilk kuruluşundan itibaren var olan ilk limanı ve İ.S. 4 yy ortalarında inşa edilen dış limanı aşağı ve yukarı şehirlerde mozaik tabanları müzelerde sergilenen ancak günümüzde duvar ve temel kalıntıları tahrip olmuş Roma villaları vespasyanus Titus Tunelleri, şehir surları ve Liman kapısı, iç limanın çevresindeki depolar, yapımı bitirilememiş tiyatro, aşağı şehri yukarı şehre bağlayan kayaya oyulmuş basamaklar, Beşikli mağara mezar anıtı, lahitler ve kaya mezar odalarından oluşan Doğu ve Batı nekropol alanlarıdır”.
Kent İsa’dan önce (İ.Ö.) 300 yılında, Musa Dağı’nın yamaçları ve Delta düzlüğü üzerinde kurulmuştur.
Kent kurucusu olan Selaokus’un adını taşımakta olup diğer Selokıa adını taşıyan kentlerden ayırt etmek için kentin yaslandığı Pleria Dağı (Musa Dağı) ından dolayı Plerla’daki Seleukla olarak adlandırtmıştır.
Mısır’da kurulan diğer bir Helenistik krallık olan Pitolemaloslar’ın İ.Ö. 246 da Selekuea’ya taşınması ile deniz ticaretindeki rolü nedeni ile bir liman kenti olarak öne çıkmıştır.
“Bütün yollar Roma’ya çıkar deyimi Romalılardan geliyor.
Bölgede bulunan mağara, tüneller, antik kalıntıları anlatan rehber İsmail Zubari şunları anlattı:
“-Zamanın insanları çevre tepelerden gelen sel sularının taşkınlığını önlemek için bu mağara kanallarından selin yönünü değiştirebiliyorlarmış. Şimdi bile, oca yıpranma ve aşınma olmasına rağmen tüneller işlevini sürdürüyor. Ama su buradan değil de oradan denize dökülüyor, sadece şu bir bölümde aksama var. Yoksa iki bin yıldır yağmur sularını direne ediyor. Şurada bir yazıt görüyorsunuz, bakın “İmparator Sezar” diye okunabiliyor. Diğer taraftaki okunamıyor, ben bunu arkeologlara sordum. Sezar adını okuyoruz, ama Sezar’dan sonra gelen imparatorlar Sezar lakabını kullandıkları için Sezar diliyle yazılmış. Bu yazıt Sezar’dan yaklaşık yüz yıl sonra büyük ihtimalle tünelin bitiş tarihi veya onarım görmüşse onarım yapıldığı tarihi betimlemek için duvara kazılmış, bir yazıt. Bu tünel tarihin ilk elle kazılan projelerinden biri, tarihin ilk jeomorfolojik projesidir aslında, Titus Tünelleri. Romalılar buranın açılmasına o kadar önem veriyorlar ki, kendi askerlerini bile getirip burada çalıştırmışlar. Buradaki tarihi kayıtlara göre, Bilecik’te konuşlu Roma lejyonu gelip burada çalışmış, bu konuda tarihi belgeler var. Ve düşünün o zaman ücretli işçiler, köleler vs binlerce insanın el emeği ile yapması yaklaşık 12 yılda. Bu kayaları oyan, kesen Romalılar taş işçiliğinde bir numaradır. Romalılar bütün fethettikleri yerleri, yollarına taş döşediler. Ayrıca binlerce insanın el emeği ile bu tüneller kazılmış, kayaların arasından, amaç aşağıdaki şehirlerinin yukarılardan gelen sel sularından korumaktır. Onun için “bütün yollar Roma’ya çıkar deyimi oradan geliyor. Romalılardan önce yoktu böyle işler, Romalılardan sonra oluştu. Niye, tüm askeri ve istihkâm malzemelerini kolayca bir yerden başka bir yere nakledebiliyorlardı. Onun için Hindistan’a kadar, Mısır vs bütün Avrupa’nın bütün
Anadolu’nun tamamını alabildiler.
Devam edelim ıradan kapalı bölüme de geçeceğiz. “Ocağına incir dikmek” buradan geliyor, bakın incir ağacı taşı bile çatlatıyor.
Bu gördüğünüz mağaralarda 93 adet kaya mezarları var hepsinin üzerinde kapakları vardı, zamanla kapakları kırılmış, burası Fransız işgali yıllarına kadar yukarıya kadar toprakla gömülüydü, o zaman ait fotoğraflar var. Sonra bunu açıyorlar, mezarlıklar ilk çağlarda değerli eserlerle gömüldüğü için, tarih boyunca depremlerle, sel, yangın ve öteki afetlerle ilk zarar gören yerler mezarlıklar olurdu. Burada değerli bir şey çıkmadı bizim dönemlerde. Duvarlarda istiridye kabartmaları var, bakın; sağ başta tarafta da sarmaşıklar var, oyuklarda, hayat ağacını temsil eder, ölümsüzlüğü temsil eder. Desti mağara denilmesinin sebebi de şu ortada görülen mezarın destiye benzemesinden dolayıdır, süslemelerin, içeride.
Eğer Antakya’yı biraz bilenler için, insanların ilk yayılma yıllarında Selenkia şeklinde, Kudüs’ten sonra insanlar ilk defa bura yükseliyorlar, adını Antakya’dan alıyorlar. Fakat Selenkia Pieria uzun süre özeliğini korumuş. Burada gördüğünüz kabartmalar çok tanrılı inancına tekabül ediyor, o yılları sembolize diyor. Bakın şu mezarın alnın da kırılmış bir haç işareti var”.
Antik yerlerin kenarlarında yöre köylüleri defneyaprağından, zeytinyağından ve daha birçok bitkilerin karışmış yaptıkları sabunları, zeytinyağı, nar ekşisi gibi yöre ürünleri satıyorlardı. Kaynak: İsmail Zubari
Titus Tuneli ve Beşikli Magara- Samandagı
Antakya’nın 35 km. batısında, Musa Dağı’nın güneyinde kurulmuş antik bir kenttir. Bu bölgede ilk iskân M.Ö. 4500 yıllarına kadar iner. Bütün dünyaca bilinen tarihi Seleukoslarla başlar. Büyük İskender’in ölümünden sonra generalleri arasında paylaşılan ve burayı da içine alan topraklar Seleucus’a kalır. Seleukoslar merkezleri Babil olmasına rağmen buradan Akdeniz’e hükmetmek istiyorlardı. Bunun güçlüğünü anlayan imparator önce burayı devletinin başkenti yapmayı düşünürdü. Ancak her an denizden gelecek saldırıya uğraması mümkün ve savunması güç olan bu şehri başkent yapmaktan vazgeçerek Antakya’ya yöneldi.
Roma egemenliğine geçtiğinde de önemi daha da artmıştır. Daha sonra Bizans hâkimiyetine geçmiştir. Bu dönemde liman eski önemini kaybetmiştir.
Seleukeia Pieria şehri aşağı ve yukarı olmak üzere iki kısımdan kurulmuştur. Yukarı şehir deniz seviyesinden 300 metre yüksekliktedir. Burada büyük malikâneler, mabetler ve resmi binalar bulunmaktadır. Aşağı Şehir, liman ve çevresinde kurulmuştur. Aynı zamanda burada büyük bir hamam ve küçük bir tiyatro bulunmaktadır.
Şehrin çarşı ve El-Mina ismini taşıyan iki kapısı bulunmaktadır. Şehrin tamamın bir surla çevrilidir.
Buradaki buluntular:
Titüs Vespasianus Tüneli, Beşikli Mağara ve Dor Mabedi. Titus (Vespasianus) Tüneli
Samandağ ın 5 Km. kuzeyinde denize hâkim yamaçlarda M.Ö. 300 yıllarında Seleuykos Nikator tarafından kurulan ve kurucusunun adı ile anılan şehirdir. Şehrin, dağın hemen bitiminde, dağdan gelen derelerin ağzında bir iç limanı vardı. Sellerin bu limanı Doldurması tehlikesi ortaya çıkınca imparator Vespasianus zamanında dağ delinerek bir tünel açılması kararlaştırıldı tünel Titus zamanında tamamlandı ve derenin önü bir duvarla kapatılarak sel suları, yüksekliği 7 mt genişliği 6 mt olan bu tünel vasıtası ile uzaklara akıtıldı, böylece limanın dolması engellenmiş oldu. 130 mt si tünel, kalanı açık kanal halinde olan tünelin uzunluğu girişten Çevliğe kadar 1380 mt. dir
Tünelin deniz tarafındaki girişine göre sağ tarafta, 100 mt kadar uzaklıkta kaya mezarları vardır burada kayalara oyulmuş mağaraların içinde bulunan çok sayıda mezarın en çok ilgi çekeni, çukurun tabanındaki geniş mağaradır. İçinde çok sayıda mezar bulunan bu mağara diğerlerinden farklı yapılmış yüksek ve gösterişli bir mezar yüzünden halk arasından ”Beşikli Mağara” olarak anılmaktadır
Antik şehrin yerleşim yerinin yukarı kısımlarında tapınak kalıntılarına da rastlanır, bunlardan başka, Mağaracık köyü civarında da çok sayıda mağara vardır.
Defne Yolu- Musa Ağacı:
Samandağ’nın Hıdırbey Köyünde bulunan asırlık Hıdırbey Çınarı (Plontanus orientalis) yalnız ilçemizin değil, Hatay’ın da en ünlü ağacıdır.
800-1000 yaşlarında olduğu tahmin edilen ve halk arasında 2000-3000 yaşlarında olduğuna inanılır. Köyün Merkezinde bulunan ağacın gövde çapı 7.50 m dir. Dıştan çevresi yaklaşık 20m’dir. İki oyukla ağacın gövdesine girilmektedir.
Köylüler arasında “Musa Ağacı”diye bilinir. Yöredeki insanlara göre Hz. Musa’nın asası olduğu inancı hâkimdir ve bu konuda ilginç bir hikâye anlatılır.
Rivayete göre, Samandağ sahilinde buluşan Hz Hızır ile Hz Musa birlikte dağa çıkarlar. Tam bu noktaya geldiklerinde Hz. Musa elindeki asayı yere saplar ve eğilip su içer. Tekrar dönüp baktığında fidanın yeşerip fidana dönüştüğünü görür. Halk arasında ABI Hayat suyundan can bulan fidanın binlerce yıl gelişerek bu günkü halini aldığına inanılmaktadır. Yaşı 600-1500 yıl arasında, ağacın gövde çapı 7.50 m. İç kısım çapı 5.40m, Dıştan çevresi 21 m yüksekliği ise 17metredir. Ağacın dallarının alanı yaklaşık 1000 m. Alanı kaplamaktadır. Ağaç Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığının 09.05.1981 Gün ve A-2895 sayılı kararı ile tescil edilmiştir ve koruma altına alınmıştır.
Musa Ağacı’nın hemen yanından gürül gürül gümüş gibi Abı Hayat suyu akarken, Bir de çeşme yapıp adını “Abı Hayat Çeşmesi” demişler, çevresindeki düzenlemelerle, köylüler sebze, meyve, nar ekşisi, zeytinyağı, bitki sabunları vb her türlü ürünlerini satıyorlardı. Musa Ağacı için gelip gidenlerle bu ulu ağacın çevresine öyle bir Pazar kurulmuş ki, sanki kendinizi Pazar yerinde sayıyorsunuz. Yine yöre köylerinden gelen kadınlar saç üstünde içli gözleme yapıp satıyorlardı. Hata taşıma sıkıntısı olanlar için az bir ücretle kargo ile de gönderebiliyorlardı. Sanki Pazar kurulmuş gibi, seyyar dükkânlar yan yana dizilmiş, elle yapılmış eşyalar da satıyorlardı. Bu da bir çeşit turizm ve yoksul için bir gelir kaynağı.
Ermenilerin yaşadığı tehcirden önceki dönemlerde çekilmiş bir resimde görmüştüm, Musa Ağacı’nın etrafına oturan Ermenilerin görüntüsü yanında, Musa Ağacı’nın kocaman kovuğuna kapı yapmışlar, resimde görülüyordu.
Cevat Kulaksız
SONNOTLAR
Samandağ Mızraklı Köyü . Hacı Bektaş Veli Dergahı'ndan bir sembol "Süleyman Mührü", dergahın girişinde bulunan Üçler Çeşmesi'nin üzerinde yer almaktadır. Tarih boyunca çeşitli kültürler tarafından kullanılan bu yıldız sembolü hakkında bilgiler şöyle; “Davud Yıldızı” veya “Davud Mührü” veya “Davud Kalkanı” gibi değişik isimlerle adlandırılan altı köşeli veya altı uçlu bir yıldızdır ki, iki eşkenar üçgenin eşit noktalardan birbirini çapraz olarak kesmesiyle meydana gelmiştir. Fakat ne Ahd-i Atik’te ne de Talmud’da bu tabirlerin hiçbiri geçmemektedir. Altı köşeli yıldızın, bronz çağından çok daha önceleri bir süs ve bir büyü işareti olarak kullanıldığı görülmüştür. Bazı kültürlerde, Yukarı Mezopotamya ve Britanya’nın bazı bölgelerinde Demir Çağı örnekleri bulunmuştur. Bazen de Yahudiler tarafından zaman zaman lamba ve mühür gibi Yahudi eşyaları üzerinde, herhangi bir özel anlam ifade etmeksizin kullanıldığı görülmüştür (Atasağun, 2001; 125). Buna dair en eski ve çarpıcı örnek M.Ö. VII. yüzyılda Sidon’da bulunan Joshua b. Asayahu’ya ait bir mühürdür. İkinci Mabet döneminde altı köşeli yıldız, Süleyman Mührü olarak bilinen beş köşeli yıldızla birlikte Yahudi ve Yahudi olmayanlar tarafından sık sık kullanılmıştır. Altı köşeli yıldız, süs amacıyla Ortaçağ’da özellikle X. ve XI. yüzyıllarda Müslüman ve Hıristiyan memleketlerinde de kullanılmıştır. Abdal Musa Türbesi’nde de Süleyman mührü olarak adlandırılan şekilde bir kuyu taşı bulunmaktadır. Barbaros Hayrettin Paşa’nın sancağında yine bu işareti görmekteyiz. Bu mühür, birçok İslam eserinde mevcuttur. Yıldızın yukarı bakan kısımları iyiliği aşağıya bakan kısımları ise kötülüğü sembolize etmektedir.
https://www.facebook.com/mızraklıkoyumısrekıy/photos/a.10153758596975291.1073741826.114063340290/10159459924560291/?type=3&theater
https://www.mekan360.com/360fx_titustuneliBeşiklimagara-hatay-samandag.html Kaynak: Bu ifadeler bu dev ağacın yanına yazılan kitabeden alınmıştır.
Yorum Gönder