Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 6)

AKP nin 15 yıldan beri çağdaşlıktan çıkarmaya çalıştığı eğitim öğretimimizdeki yozlaşma ve gerileşmeyi, eğitim öğretim uzmanlarının objektif olarak anlattıkları görüşlerini yansıtmaya

Milli Eğitimdeki gerileşme bir yıkım süreci, milli devleti yıkma sürecidir.

Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 5)
AKP nin 15 yıldan beri çağdaşlıktan çıkarmaya çalıştığı eğitim öğretimimizdeki yozlaşma ve gerileşmeyi, eğitim öğretim uzmanlarının objektif olarak anlattıkları görüşlerini yansıtmaya devam ediyoruz.
M.Eğitim Bakanlığının, okulların nasıl bir çağ dışı yönetimle yönetilip yönlendirildiğini, bile bile bunu yapıp en sonunda da, “Milli Eğitimde, kültürde başarılı olamadıklarını” söylemeleri, insana üzüntü veriyor. Konu çocuklarımızın ve de yurdumuzun geleceği olduğuna göre, bu konuda asla çağ dışı uygulama ve söylemlere yer vermemeliyiz. O nedenle bir an önce bu çağ dışı uygulamalardan kurtulmalıyız.
Çankaya Belediyesi, Eğitim-İş Ankara 1 ve 2 nolu Şubeler, Tüm Öğretim Elemanları Derneği ve Ulusal Eğitim Derneğince birlikte düzenledikleri “Eğitimimizin Son 15 Yılı ve Seçeneklerimiz” konulu sempozyum (bilgi şöleni) yapıldı.
Sabahtan akşama üç bölüm halinde devam eden sempozyumun konuşmaları uzun olduğu için, ayrıca konuşmacılar,  gerileyen eğitimimiz konusunda çok önemli açıklamalarda bulunduklarından, bu konuşmaları kısaltmaya kıyamadık, biz de bu konuşmaları tüm olarak bölüm bölüm sunacağız.
Ancak, 280 kişilik salonda ne yazık ki 85-90 kişi dinleyici olarak bulunuyordu. (Önceki yazılarda salona 500 kişilik denmişti ama aslında salon 280 kişilikmiş, düzeltiyoruz).
Bu güzel konuşmaların çok az kişiyle dört duvar arasında kalmasını istemedik, okuyucuya sunmak için emek sarf ederek yazıya döktük.
7 Eylül 2017 günü Çağdaş Sanatlar Merkezinde yapılan sempozyumda, 15 yıllık eğitimimizin gerileyen süreci üç bölümde incelendi. “Eğitimde Gerileşme” Bölümündeki dört uzman konuşmacıların görüşlerini sunmuştuk.
Sempozyumun ikinci oturumunda “Eğitim Öğretimi Özelleştirme” adı altında konuşmalar a devam edildi.  Yönetici Prof. Dr. Tulin Oygur üçüncü konuşmacı olarak Öğretmen Hüseyin Canerik’e söz verirken, Cenerik’in yüksek lisans yapmış, iktidarın bir okul müdürü olduğunu öğrenince, “böylesi de oluyor demek ki, iktidarın gözünden kaçmış” diyerek kara mizah gibi esprili söz etti. Yani böylesine Atatürkçü aydınlıkçı birini neden görevden almamışlar”, demek istiyordu…
Canerik’in konuşmasından, M.E. Bakanığının, okulların nasıl bir sömürü aracı olarak kullanıldığını, bilinçli olarak nasıl bir yıkım haline getirildiğini, bu kanalla devletin, bakanlığın nasıl bir israf içinde olduğunu, ayrıca okulların-öğrencilerin yurt ve dershanelerle, özel okullarla cemaatlere, tarikatlara parasal yönlendirmeyle nasıl sürüklendiğini rakamlarla örnekli bu anlatımda göreceğiz.
Hüseyin Canerik konuşmasında şunları söyledi:
“- Özelleştirme konusu, özellikle Dikkat edilirse, yürütülen faaliyetlerin özelleştirilmesi konusu sadece parasal boyutu bakımından ele alınan bir konu değil. Dikkat edilirse M. E. Bakanlığındaki özeleştirme süreci cemaatleşme, tarikatlaşma, tarikatların güçlenmesi, eğitimin milli niteliklerinden arındırılması programlarında, ders kitaplarında karşılığı olan mevzuatın yine aynı biçimli bu olumlu niteliklerinin arındırılması biçiminde eş zamanlı yürütülen bir çalışma olarak karşımıza çıkıyor. Küreselleşme, özelleştirme devletin sırtında kambur olarak görülen hizmetlerin çeşitli kesimlere kaynak aktarma aracı olarak görülmesi, sadece bir kaynak aktarma olayı olarak görülmez aslında. Şimdi dikkatlice bakıldığı zaman M. E Bakanlığında özelleştirme sürecinde somut bazı şeyleri kıyaslama yaparsak bunları daha iyi görebileceğiz.
   M.E. Bakanlığının adı “hizmet satın alma bakanlığı” olsun.
M.E. Bakanlığı, bilindiği gibi, 2003 yılından beri ücretsiz ders kitabı uygulamasını hayata geçirdi şu ana kadar 2017-2018 Eğitim Öğretim yılını dâhil ettiğimiz zaman yaklaşık dört buçuk milyar dolayında bir ödeme yapıldığını görüyoruz, ders kitaplarına. Çok büyük bir rakam, dört buçuk milyar lira ve 2014 yılından beri özel okullara ders kitapları yine devlet tarafından ücretsi olarak dağıtılmaya başlamıyor. Yani özel okul açıyorsunuz teşvik esiyorsunuz, bu yetmiyor bunlara ayrıca ders kitabı veriyorsunuz. Bu süreç devlet okulları aleyhine cemaat okullarının lehine bir durum yaratıyor. Pratik böyle büyük bit ısrar var. M. E. Bakanlığının adını ben “hizmet satın alma bakanlığı” olarak değiştirilmesini düşünüyorum. Yeri bir kavram türetildi son yıllarda. Her adımı atıldığında karşımıza çıkan “sınav hizmet alımı”, düşünün birçok ilde il düzeyinde yapılan sınavlar M.E. Bakanlığı personeli tarafından hazırlanmıyor. Çeşitli ihaleler açılıyor, bunlar önceden tespit edilen adrese teslim ihaleler niteliğinde ve bakanlık personelinin hazırlamadığı sorular çeşitli grupların aldığı ihaleler sonucunda onlar tarafından hazırlanıyor, değerlendiriliyor, hiç kimse yorulmadan okullara gönderiliyor, veriler ilgililerin önüne çıkıyor. Sınav ücretleri alımı, personel hizmeti alımı, ondan sonra mal ve hizmetle farklı alanlarda, ders kitapları yine aynı şekildedir. Bakanlığı şu anda en önemli uğraşı, kaynakları nasıl aktarırım, nasıl elden çıkarırım, başkalarına nasıl kaynak aktarırım sorusu. Bunu da hakkıyla yaptıklarını söylemeliyiz.

Ders kitapları toplatılıp kâğıt fiyatına satılıyor kamu kaynakları her yıl çöpe atılıyor.
Şimdi ücretsiz ders uygulaması kitabına baktığımız zaman aslında büyük oranda kamu kaynaklarının israf edildiğini bir savurganlığa neden olunduğunu görüyoruz. Her öğretim yılında hazırlanan kitaplar, bu yılki tartışmaları bir yana bırakalım, yıllarca ders kitabı incelemesi yaptık arkadaşlarımla. Kitap hazırlıyorsunuz, özel yayınevleri hazırlıyor, basımı gerçekleştiriyor, beş yıllığına onay veriliyor. Bir süre sonra o kitaplar toplatılıyor, yırtılıyor, onlar bu yıla özgü, öğretim yılı sonunda Türkiye genelinde bütün ders kitapları toplatılıyor ve atık kâğıt olarak değerlendiriliyor. Düşünün, o inanılmaz bir kaynak savurganlığı, öğretim yılı sonunda okulların telefonları susmaz. “Biz kitap almak istiyoruz, atık kâğıdınız var mı” diyorlar. Emin olun 500 öğrencili bir okul düşünün onların atık kâğıt olarak değerlendirdiği en çok bin lira oluyor, o koşullarda. 500 çocuğun bir boyunca kullandıkları kitaplar, yardımcı kitaplar tamamı içinde, ortalama rakamları böyle, çok az altında ve üstünde olabilir. Demek ki siz her yıl kamu kaynaklarını çöpe atan bir uygulamada ısrar ediyorsunuz. Bu yetmiyor özel okulları aynı şekilde ihya ediyorsunuz. Daha da ilginci devlet okullarına kaynak kitap alımı konusunda kesin sınırlama getiriyorsunuz, ama özel okullar her türlü kaynağı kullanabilirken, onlara bu konuda onlara bir sınırlama getirmiyorsunuz. O konuda da yardımcı kitaplar konusunda da yine özel okulların yararına, devlet okullarının aleyhine bir durum yaratmış oluyorsunuz.
Devlet okullarının içini boşaltmaya yönelik operasyonlar
Buradan amaçlanan nedir, diye soracak olursak, aslında bu günkü sistemin devlet okullarını dilediği biçimde dönüştürme olanağı pek görülmüyor, çok zor dönüştürülemiyor. Niçin? Öğretmenleri dönüştürmek çok zor, bir günde bir kanun çıkararak, yönetmelik değişikliğine giderek öğretmenlerin düşüncelerini,  değer yargılarını değiştiremezsiniz, siz onların dünya görüşlerini değiştiremezsiniz. O yüzden istenen düzeyde denetim kurulamıyor. Bunun yerine devlet okullarına karşı yeni bir seçenek geliştiriliyor, bu da M. Eğitimin tepelerine oturtulan görevliler aracılığıyla yapılıyor. Şimdi bunlara çeşitli örnekler vereceğiz yine bu şekilde.
Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 5)
4 Mayıs 2004 tarihinde Ankara Başkent Öğretmenevinde geliştirimi yapılan program geliştirme toplantısının sosyal bilgiler program geliştirme toplantısına katılan iki kurum; bir Alman Fridik Ebert vakfı, diğeri Sorusu Açık Toplum enstitüsü. Bunlar eğitim reformu girişimi adıyla katılıyorlar. Eğitim Reformu girişimini açılımına baktığımız zaman bileşenlerine, bu iki yabancı vakfın da onlarla birlikte hareket ettiğini hep beraber görebiliyoruz. O yüzden programların bin kişi, on bin işi, yüz bin kişi görüşü bunların hiç birisi gerçeği yansıtmıyor. Sadece kamuoyunu iknaya yönelik söylemler bunlar. Toplumda bir algı oluşturuyor, “çok sayıda görüş alındı”, bunların hiçbirinin değerlendirmeye alınmadığını görebiliyoruz.
Şimdi ücretsiz ders kitaplarıyla ilgili bu bir örnek verelim. Kaynak savurganlığının önlenmesi için yapılacak çok şey var, sonuç bölümünde onları belirteceğim. Ama şunu belirtelim, ülkemizde hakikaten özel okulları kayırma, onları k seçenek halin getirme, devlet okullarını artık devlet okullarını bütünüyle içini boşalmaya yönelik bir operasyon var. Aslında özelleştirme de bir operasyon olarak olması gereken bir uygulama. Bu yıllardır devam eden bir uygulama.
Şimdi özel okulları açıyorsunuz market okullara dönüşüyor, market okullar yaratılıyor. Kahvenin yanı başında marketin üzerinde büfenin hemen üstünde bir okul açıyorsunuz. Oyun alanı yok İstiklal Marşı için okuma olanağı yok çocukların dışarı çıkma şansı yok. Adım attığı anda araç geçiyor, tam güvenlikle ilgili tehlikeler var ve siz bunlara siz ne yapıyorsunuz bunları ödüllendirmek için 25 yıllığına arsa teşvikler veriyorsunuz, 25 yıllığına kredi veriyorsunuz, bina kiralama olanağı veriyorsunuz. Bu sistem daha da geliştiren içine iş bulamaz halinde birtakım uygulamalara imza atıyorsunuz. Bakanlığın üst düzey yöneticisi bunu övünerek anlatıyor. Raporlarda şunu söylüyorlar, 2014-2015 bakanlık stratejisi planında “eğitim bir sektör” olduğu, sektör olarak görülüyor ve yüzde sanırım yüzde 5.10 dolayında olan, bu da artırıldı son yıllarda, özel okullarda özelleştirme oranını daha da artırmak, yüze on beşlere çıkarmak önümüzdeki yıllar için hedeflenen bu, bunu da kamu kaynaklarıyla yapıyorlar. Yani burada bir yarışma var, “ben kendi gücümle, olanaklarımla bunu yapıyorum” bu kesinlikle yok.
Şu an özel okullara teşvikten yararlanan öğrenci sayısı bu öğretim yılında izlenen 75 bin kişi le birlikte toplam 415 bine çıktı. Şu an devlet 415 bin öğrenci için, okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve liselerde, yani ortaöğretim kurumlarında teşvik ödüyor. Biz okul öncesi bölümümüzde en çok 60 lira alabiliyoruz. Bu 60 lira konusunda çok sıkıntılar yaşanıyor, tepki geliyor falan. Dokuz aldığımızı kabul edelim, dokuz ay zaten, 540 lira yani devlet okulunun anasınıfına veren velinin çocuğun bir yılda ödeyeceği aidat 540 lira. Ama devletin özel anaokullarına, öğretim gören-eğitim gören çocuklar için bir yıla verdiği teşvik miktarı 2800 lira ve bu yıl düşünün, belirttiğim rakam 2016-2017 ye aitti. Bu yıl 3060 liraya çıkarılmış. Biz 540 lira alıyoruz, bakın 540 lira alan okulun personeli yok, yarımcı hizmetler, o,  o amaçla değerlendiriliyor. Ama devlet sadece bir öğrenci için özel okullara yıla 3060 lira veriyor, okul öncesi için. İnanılmaz derecede haksız uygulama ve büyük bir kaynak savurganlığı var. Özel okullarda görevli öğretmenlerin maaşlarının devletten ödendiğini mutlaka bilenlerini vardır. Belki duymayanlarınız da olmuştur, çok ilgi çekici bu özel öğretimle ilgili yasalar çıktığında 2014 yılında, oraya bir madde eklendi, şöyle, “devlet okullarında kadrolu olarak çalışan öğretmenler, özel okullarda ders ücreti kadar öğretmenlik yapabiliyor. Bu ne demektir? Bu şu demektir. Devlet bütün özlük haklarını ödediği personelini aynı zamanda ödedikten sonra sadece ders ücreti karşılığı değerlendiriliyor. Yani siz, özel okulda görev yapan öğretmenin maaşını da ödemiş oluyorsunuz. Ne kadar kolay değil mi maaşını ödüyorum, kirasını, arsasını bütün olanakları sağlıyorum, ondan sonra geliyorum okulda “öğretmen o gün tıraş olmamış” diye bir fırça atıyorum, öğretmen kalp krizinden gidiyor, bunun gibi. Orada yapamıyor, düğmelerini ilikliyorlar, özel okullara girerken düğmelerini ilikliyorlar. Onlar kimin önünde düğme iliklediklerini biliyorlar tabi. Cemaatin, şeyhin önünde düğmeler ilikleniyor, bu çok acı verici bir olay.

Okulda hizmetli de taşeronlara sömürttürülüyor.
Burada diğer bir olay, çok kısa geçeyim, yardımcı hizmetler sınıfıyla ilgili 52 bin okulumuzu düşünelim. Her birine bir yardımcı hizmetler görevlendirdiğiniz zaman, her birinde 52 bin hizmetlimizin olması lazımdır. Şu an 31 bin civarında sanırım, yanlış hatırlamıyorsam 33 bin 667 kadro var, boş kadro 15 bin 263 kadro var. Şimdi her okula bir görevliyle işi çözemezsiniz zaten, ortalama 2-3 hatta bazen 5-6 kişi görevlendirmek durumundasınız. Bu şu demektir: Devlet artık okullarda hizmetli görevlendirmekten vazgeçmiş. Çözümü bulmuşlar az sayıda da olsa hizmet alımı yolu, herkes dört gözle bekliyor, biz hala bekliyoruz. Hizmet alımı yoluyla kim gelecek? Ayşe Hanım gelecek mi? Nuriye hanım gelecek mi? Kim gelecek. 2018 inde eleman gönderecekler, ne zaman kadar? Bazen iki ay, bazen beş ay, bazen hazirana kadar çalıştırıyorlar ve gittiği anda 1414 lira ücret ödüyorlar. Okullar açıldıktan bir veya iki sonra bazen tam kapanmadan haziranın sonuna kadar okullar açık oluyor. Bazen dersler bitse de açık, hizmet alımı yoluyla, peki nasıl çalıştırıyorlar bunları? Bunları da taşeron aracıyla çalıştırıyorlar. Bir kişi için devletin ayırdığı pay 2666 lira her bir personel için. Geçici çalışmaya karşılık 2666 lira, yapılan ödeme sigortası, vergisi hepsi dâhil en çok 2008 lira. Bu şu demektir, her ay bir çalışan için taşerona yaklaşık 552 liralık ödeme yapılıyor. Bir kişi, hizmetliler bunları görmüyor, bunlar kim, nedir belli değil, yani bir evrak işlemler kâğıt üzerinden yürüyor; bunlar muhatap değil, kimseyi göremezsiniz. Her biri için bu kadar ödeme yapılıyor. Toplama baktığınız zaman geçen yıl, şimdi sanırım 12 milyon civarında bir ödeme bu geçen yıl sadece elemen bu istihdam biçimiyle taşerona aktarılmıştı.
Şimdi özelleştirmelerle çağ dışı eğitimi nasıl oluşturuluyor? Öncelikle şunu belirtelim, okullarda okul öncesinde okul öncesi öğretimde yönetmelik değişikliğine gidildi ve tam gün eğitim uygulamasına son verildi.

Okul öncesi eğitimde de sömürü
Siz çocuğunuzu beş yaşında 48 ay ve üzeri okul öncesine daha küçük 36 ve üzeri sabah saat sekizde bırakacaksınız okula, bir de almak zorundasınız. Bir de bırakırsanız altıda fiilen şöyle, sekiz buçuk-on iki buçuk saat on iki otuz sekiz buçuk fiili durum bu? Peki, çalışan anne-babalar kamu eğitim kurumlarının okul öncesi bölümlerinden nasıl yararlanacak? Çocuklarını nasıl yaralandırılacak, mümkün değil. Çaresiz kaldığı zaman nereye koşuyor? Süleyman’ın tarikatına, cemaatine oraya buraya, onlara bir sınırlama getirmiyorlar. Yani kedi okulunda uyguladığı kuralı diğerleri başka okula uygulamıyor, bu şekilde onlara olağanüstü öğrenci akışı gerçekleşiyor ve buna göz yumuluyor. Ve çok daha kötüsü altında devlet kayıtlarında şu an görülen okul öncesi öğrenci sayısı kesinlikle gerçeği yansıtmıyor. Biz listeleri açıp baktığımız zaman o yıl halkın bölgemizde olan bütün okul öncesi öğrencileri görebiliyoruz. Telefon geliyor, genel bir şeyden söz ediyorum, onları kaydedin kaydediyor.
Bakın bir okulda olan şeyi anlatayım. Çocuk Milli Eğitim Müdürlüğünün talimatıyla kaydediliyor, araştırılıyor bilmem hangi cemaatin yasa dışı sübyan okulunda aslında eğitim görüyor, resmi olarak devlet okulunda çok olağanüstü sayılar bunlar için ödenek ayrılırken bunlar için ödenek ayrılıyor; üzüm dağıtılıyor öğrenci sayıları dikkate alınıyor, yani aslında bakanlık bu nedenle de ciddi bir savurganlıkla da karşı karşıya kalıyor. Böylece olmayan bir harcama yapılmış oluyor.
Ücretli öğretmenler de sömürülüyor
Ücretli Öğretmenler de 65 bin kişi çalışıyordu. Hiçbir hakkı hukuku olmayan bir uygulama, haftalık hakları yok, gelmedikleri gün ücretleri kesiliyor. Tabloyu çıkardım, bir ay çalışan her gün derse giren bir ücretli öğretmenin sadece 16 gün sigortası ödeniyor. Günde şöyle düşünelim altı saat derse girebiliyor, haftada en çok otuz saat, yönetmelik gereği. Bir ay çalışıyor her gün okulda bir ayda yatırılan sigorta gün sayısı 16.  Onların şeylerini çıkardım ben, örneğin 1 Eylül 2017 tarihinde 32 aşında göreve başlayan bir ücretli öğretmen her yıl bulsa dahi 2067 yılında yani 82 yaşında emekli olabiliyor.
Fatih Projesi
Çok açık söylüyoruz, Fatih Projesi aslında derhal son verilmesi gereken bir proje. İsviçre Zürih de 110 okulun hiç birinde akıllı tahta yok. Finans merkez, bakın herhangi bir şeyde olabilir, konferans salonunda falan, biz onlardan daha iyi durumda değiliz, beş yılda bir teknoloji eskiyor, çöpe gidiyor ve aptallaştırma sürecini tanımlayacaksak bunu hakikaten bununla birlikte tanımlamak durumundayız. Bitmeyecek 2016 yılında yapılan bir yönetmelik değişikliği ile Fatih Projesinin hiçbir harcaması Kamu İhale kapsamında değerlendirilmiyor, tamamen onun dışında tutuluyor ve inanılmaz şeyler oluyor. İstedikleri gibi ona veriyorlar, buna veriyorlar. Her Fatih proje kapsamındaki okulun aylık telefon faturası internet faturası 2613.25 liradır. Yani akıllı tahta kurulumun gerçekleştiği okul her ay adı Türk, ama Türk olmayan bir kuruma 2613.25 lira ödeme yapıyor bunun yerele yaydığımız zaman M. E. Bakanlığı önümüzdeki yıllarda sadece bir milyar 200 milyon yakın internet faturası ödeyecek. Telefon falan onlar bu şeylere dâhil değil. Buna son verilmesi, derhal bundan vaz geçilmesi gerekir.
Şimdi, bir kere ders kitaplarının her yıl geriye alınması gerekir, toplanması gerekir. Verdiğimiz zaman kayıt altına alacağız. Kaliteli baskı, kaliteli baskı olacak, vereceğiz ve geri alacağız. Sözleşme yapacağız çocuklarla, sözleşmeye göre teslim edeceğiz, teslim alacağız bu sanırım, bizde disiplinli yaşamak için de bir hazırlık olacak.

BU YAŞADIĞIMIZ SÜREÇ BİR YIKIM SÜRECİ, MİLLİ DEVLETİ YIKMA SÜRECİDİR
Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 5)
İkincisi, bu işi bilenlere vereceğiz, bunu özel yayınevlerini kesinlikle devre dışı bırakacağız. Bakanlığın buna el atması gerekir ve mevcut yapıyla ne kadar mümkün, bu ayrı bir şey olması gerekenler; Talim Terbiye Kurulunun burada çok iyi çalışması lazım. BU YAŞADIĞIMIZ SÜREÇ ASLINDA TEK ŞEYLE ÖZETLEYECEK OLURSAK, BİR YIKIM SÜRECİ, MİLLİ DEVLETİ YIKMA SÜRECİ aslında, başka bir açıklaması yok. Gericileşme, laiklikten vazgeçme, özelleştirme, kamu eğitim kuruluşlarını çökertme, bir tek milli devleti yıkma operasyonu bunu durdurmak ve bunu derhal yürürlükten kaldırmak zorundayız. Bu süreç aslında toplumu bir arada yaşatmama süreci; çeşitli okullar farklı türde farklı insan modellerinin yetiştirilmesi yine Türkiye’ye zarar veren bir olay.
Ücretsiz ders kitapları, özel okullar, ücretsiz ders kitaplarının dışında tutulmalı, verilen teşvikler teşviklerin dışında tutulmalı, teşviklere son verilmeli, bütün market okulların ilk anda onların hepsi kapatılması gerekiyor, onların hiç biri normal okul statüsünde görülecek kurumlar değil hepsinin kapatılması lazım.
Ayrıca bu ücretli öğretmenlik uygulaması mevcut haliyle sürdürülemez, 65 bin kişi alsa bu önümüzdeki dönem izlenecek istihdamın da işaretlerini veriyor. Bütünüyle esnek çalışmaya dayalı milli eğitimi çökerten yapamadıklarını bütün öğretmenlere tasfiye ederek yapma girişimi olarak görüyoruz buna son verilmesi gerekir.
Yabancı teknoloji kullanmaktan vazgeçmeliyiz. Yerel teknolojiyi geliştirmeliyiz ve üretmediğimiz teknolojiyi okullarda kullanmaktan kaçınmalıyız, onun yerine koyacak milli bir üretim yazılım alanında okul öncesi ikili eğitimden vazgeçmeliyiz. Nebi özelleştirmelerden dolayı mevzi terk ettiği bütün mevziler yasa dışı cemaatlerin denetimine giriyor bu da bize özelleştirme sürecine son verilmesi gerektiği konusunda önemli b ir uyarıcı.
Kapatılan köy okullarıyla ilgili yeni bir gelişme var, bu yıl yerinde gözlemledim. Tunceli Pülümür’de, memleketim benim, iki yatılı bölge ilköğretim okulu vardı, artık birini “çürük” diye yıktılar, birkaç yıl önce. Bu yıl gittiğimde sapasağlam okulumuz “öğrenci yok” diye kapatılmış. Gittiğimde iş makineleri ve sarı kamyonlar o küçücük köyümüzde de işbaşında. 2011 de kapısına kilit vurmuşlar, kütüphanesi darmadağın, petekleri sökülmüş, Elazığ’dan gelip petek söküp götürüyorlar ama bir kişi hiç karışmıyor. Okulun minibüsü bahçede çürümeye terk edilmiş durumda, okulun evrakları çöpten çıkıyor, internetten çıkıyor 70 li yıllarına ait o diploma kütüklerinde defterlerdeki fotoğraflarımız. Okulun yaklaşık 500 öğrenci kapasiteli dört ayrı binası hiçbir gerekçe gösterilmeden herkesin gözleri önünde yıkıldı ve orada şimdi devlete ait hiçbir kurum kalmadı. Bir tercihte bulunuyor galiba, orada önümüzdeki günlerde özellikle köy okullarında benzer şeylerin olasılığını düşünerek köy okullarının korunması, öğrenci yoksa bile onların sosyal amaçla da korunması gerektiğini düşünüyorum”.

Cevat Kulaksız

SONNOTLAR

Sempozyum nedir? Belli bir konuda, çeşitli konuşmacıların katılımıyla düzenlenen, bilimsel ağırlıklı toplantı.

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 1)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 2)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 3)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 4)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 5)

Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget