Çocukluğumda, yağmur sonrası selle yıkanıp paklanmış derelerde porselen kırığı avına çıkardık. Cici’ydi onların adı. Bulduğumuz her parça oyun aracımız olarak ganimetimizdi. Hele bir de çiçeklisi düşmüşse nasibimize(!) o günün zengini bizdik. Özel keselerimiz vardı cicilerimiz için. Gözümüz gibi koruyup saklardık ganimetlerimizi. Ayırmazdık kesemizi yanımızdan. Kaybetmekten korkardık. Ya çantalarımızın en diplerinde, ya da ceplerimizin en güvenli köşelerinde saklardık.
Oyunlarımızda para yerine geçen kıymetlerdi onlar. Tekli değerin yanında, belirlenmiş ikili, üçlü, hata, beşli, onlu değerde olanları da vardı. Nadiren itirazlar olurdu biçilmiş bu değerlere. İtirazları karara bağlayan makam oyun alanındaki büyüklerdi, Onların kararına itiraz olmazdı.
Ö günün büyükleri, çocukların gözünde dürüst ve güvenilirdi.
Parlaklık, renklilik, daha değerli kılardı ciciyi. Hele çok renkli ve çiçekliyse; pazarlıkla bozdurulurdu. Oyuncular arasında borsası bile kurulduğu olurdu. Ekonomiden bihaberdik ama “kıymet”in ne demek olduğunu cici’lerimizi oyunlarımızda, alışverişlerimizde kullanarak öğrenmiştik.
Hile yapmak, hele ki aldatmak ayıptı… O zamanlar iyi gözle bakılmazdı hile yapanlara aldatanlara!. Bırakın takım kaptanı olup alkış almayı, oyun dışı kalırdı aldatan!...
Öyle af dileyerek de kurtulamazdı işlediği vebalden!.
Dürüsttük o zamanlar!... Adildik de!...
Oyunlarlımızla öğreniyorduk, gücün hak ve haklılık getirmediğini…
Hak güçte değil, haklılıktaydı!... Adaletti bunun adı.
Aldatmadan sürdürülen yaşam, aldanmadan yaşam sürdürmeyi öğretmişti…
Dürüstlüğü çocukluktan öğrenince, yetişkinliklerinde de dürüst olmayı zorunluluk bilmişlerdi.
- Hırsızı yok muydu toplumun!?... Arsızı,… yüzsüzü…?
- Vardı elbet!... Hapishaneler yok değildi!... 1- çok değildi… 2- Dolu değildi, tipleri de alfabedeki harflerle yarıştırılacak kadar çeşitlendirilmemişti!... 3- Haklı – haksız ayrımı sapmamıştı rayından. “At izi… it izi” ifadelerinin çağrıştırdığı sonuç ayıptı, günahtı.
Değer ne çok değişkenmiş meğer!... Çocukluğumuzun halishane duygularıyla, belki de yokluğun ve yoksulluğun zorunlu yaratıcılığının eseri olarak olsa gerek, değerler üretmiştik kendiliğimizden. Cici kırıklarından değer yaratma ve kıymet biçmenin verdiği mutluluklar dönemi gerilerde kaldı. Bırakalım cici kırıklarının verdiği mutlulukla yetinmeyi, “insani” değerlerin yitirilişinden haz duyanlar - yarar umanlar çoğaldı.. İnsanlık erdem kaybetti. Çıkarlar insani hasletlerin önüne geçti.
*
Nasıl oldu da kaybettik o yılların erdemlerini!?...
Porselen kırığında bile güzellik ve değer arayarak büyüyenler nasıl oldu da hoyratlıklara alkış tutar oldular?
Değişen ne!?.. Yönetilenlerde mi; yönetenlerde mi kabahat!?..,
Suç hep baştan kokan balıkta mı!?...
Balığın baştan kokmasına meydan verende mi?
Ne oldu da alkış tutar olduk hırsıza, arsıza, uğursuza!...
Ne değişti de, atı çalan Üsküdar’ı aştıkça, alkış tuttuk peşinden!...
Siyaseten zaferlere ulaşmak için, yasa tanımazlık adına ne değişti!?.. Neler değişti!?
- Neler mi değişti!?...
- Çok… ama çok şey değişti!... Örnek mi!?... Milletin yüce meclisinde parmakla aklandı hırsızlık, arsızlık, rüşvet ve yüzsüzlük!...
Hani meşhur hikayedeir… Anlat demişler komutana, biz savaşı niye kaybettik. Başlamış komutan:
- Bir; barut bitti!...
- Demişler… Sayma gerisini!...
*
- Nasıl mı düştük bu hallere!?...
- Bir… Ar damarlar çatladı…Çivi çıktı çivi… Sayalım mı gerisini!?... Devleti devlet yapan kurumlar çötkü çökecek… Gün be gün eksiliyor bireylerin tahtası!...
03. Ekim 2017
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
Yorum Gönder