Avukat Görüşüyle Müftülüklere Nikâh Kıyma Yetkisi

Müftülere Nikâh Yetkisi Laikliği Aşındırmaktır.
Türkiye halkı Nikâhla da bölünüyor, “Müftü nikâhı kıyanlar, belediye nikâhı kıyanlar”!
Avukat Görüşüyle Müftülüklere Nikâh Kıyma Yetkisi
Ulusal Eğitim Derneği’nin girişim ve önderliğinde, Mecliste de görüşülen “Müftülüklere Nikâh Yetkisi” konusunda, Avukat Esin Özbey (1), laiklik ve hukuk açısından uygulama ve sakıncalar konusunda, dernek salonunda dernek üyelerine açıklamalarda bulundu. Av. Özbey Konuşmasında şunları söyledi:
“- Kamuoyunda hepimiz şöyle tanıdık. “ Müftülere Nikâh Kıyma Yetkisi veya Müftü Nikâhı veya müftülere resmi nikâh yetkisi. Herkes farklı şekilde ifade etti. Peki, kanunun adı bu mu?
Bunu müftülere nikâh veren kanuna dair, kanunun teknik adı, yani değişiklik yapılan kanunun teknik adı “Nüfus Hizmetleri Kanunun”; uzun bir kanundur, geniş bir kanundur. Dayanak kanun “Medeni Kanun”dur, “Vatandaşlık Kanun”dur. Nüfus kanunun sadece nikâh işlemini evlenme işlemini düzenlemez, doğumdan ölüme, kimlik verilme işleminden vatandaşlığa, vatandaşlığın kaybından kazanılmasına, çocukların soy bağına, evlilik dışı doğan çocukların nüfusa işlenmesine ve bunun gibi bürokratik gibi pek çok işlemleri düzenleyen kanun, Nüfus Hizmetleri Kanunun.
Bu aşamaya gelişimizi toparlarsak bu gün için, kanunun tarihçesine bir göz atmak istedim, yani nerelerden gelmiş geçmiş, öğrenmek istedim. İnanılmaz bir değişim var, 1926 tarihli Medeni Kanunumuzdaki doğum, evlenme, boşanma, ölüm velayet, vesayet gibi hükümleri kanun çok ayrıntılı düzenlemez. Kanunlar genel ve soyut düzenlemelerdir, yani çok detay barındırmazlar. Kanunun nasıl uygulanacağını yönetmelikler, tüzükler, genelgeler, yönergeler, talimatlarla düzenlenir kanun nasıl uygulanacak, diye. 1926 da kabul edilen Medeni Kanundan sonra, elbette evlenmeye, boşanmaya, doğuma vs ilişkin de, bir yönetmelik çıkarılmış. 1926 tarihinde çıkarılan yönetmelik, 62 tarihine kadar, tabi bazı hükümlerinde değişiklik yapılmak suretiyle yürürlükte kamış (O zaman nüfus Kanunun o zaman).
1972 de 1587 Sayılı Kanun, o tarihte, 84 de Nüfus Kanunun değişmiş, 1484 tarihli kanun 2006 yılına kadar yine çeşitli hükümlerinde değişiklik yapılmak suretiyle yürürlükte kalmış ve 2006 yılında da 1590 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunun olarak karşımıza, bu gün 22. Maddesini tartıştığımız kanun çıkmış. Fakat biz özel olarak kanunun bütün hükümlerini değil, bu gün tartışacağımız, konuşacağımız, evlendirme memuru kimidir, kimler evlendirmekle yetkilidir hükmü özelinde konuşacağız. Örneğin, 1972 tarihli 1587 Sayılı Nüfus Kanunun 15. Maddesinde düzenlendirmiş evlendirme memuru, İçişleri Bakanlığı lüzum gördüğü bölgeler idare bölümlerinde başlanmak üzere gezici ve sabit nüfus memurlarına bakanlar kurulu kararıyla evlendirme memurluğu yetkisi ile beş yıl içinde bütün memlekette evlendirme memurluğu görevi nüfus memurlarına geçer. Yani 1972 tarihinde de yapışan değişiklik de bu.
1972 tarihinde değişen bu kanun “15. Maddesi 3080 sayılı kanunla değiştirilmiş. Nasıl değiştirimli? Nüfus memurları yetkili demişti ya. Evlendirme işleri Nüfus hizmetleri bütünlüğü içerisinde İç İşleri Bakanlığınca düzenlenir. Evlendirme memurluğu yetki ve görevi İçişleri Bakanlığınca Nüfus idarelerine, belediye başkanlıklarına köy muhtarları veya buraya dikkatinizi çekmek istiyorum, köy ve kasabalarda eğitim ve öğretim sınıfındaki devlet memurlarına verilebilir. Bakın 72 tarihinde hala 61 devriminin etkilerini taşıyoruz. 72 tarihinde bir yetersizlik görmüş olmalı ki, evlenmeye yetkili memurlarda bir yetersizlik tespit edilmiş olmalı ki, bir ilave yapılmış köy ve kasabalarda “eğitim öğretim sınıfındaki devlet memurlarına verilmiş.
O zaman Müftülük yok mu? Var. İmam yok mu? Var. Ona vermemiş. “eğitim öğretim sınıfındaki memurlara vermiş. Bu 2006 tarihli bu gün 22. Maddesi değiştirilen 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunun, 1587 sayılı Nüfus Kanunu yürürlükten kaldırdı, bu tarihten sonra yani 2006 tarihinden sonra 5490 sayılı kanun sadece bu gün değil, değişmedi, bugün konuştuğumuz konuşacağımız hükümle değişmedi, onlarca kez değişti, yani bunların  bir kısmı ihtiyaçlar gerektirdiği için, bir kısmı da bir dönüşüm yapmak için. Ama bu dönüşüm olumlu anlamda değil, değiştirildi ve üstelik bu değişiklikler, örneğin 5490 kanunun 22. Maddesinin değiştirilmesine dair tasarı diye getirilmiyor, Meclisin önüne, torba kanunun diye bir şey ibadetti, özellikle bu hükümet, diyeyim. 2002 den önce, ben çok hatırlamıyorum, yani birkaç kanunda değişiklik yapılıyordu ama bir torba kanunla 50 kanunda değişiklik yapıldığını ben görmedim. 2002 den sonra, özellikle 2004 den sonra, 2002 aynı zamanda Avrupa Birliğine uyum politikasının milletin önüne konulduğu ve bu nedenle de hukuk sisteminin alabora edildiği bir i, aslında, bir dönüm noktası 2002, daha değişmiştir, bir dönüm noktasıdır. Yani iktidarın politikasıyla hukuk sistemi hakikaten yerle bir edilmiştir 2002 den sonra.
TORBA KANUNUN ROMA HUKUKUNDAN BERİ YASAKTIR. AKP BUNA HİÇ UYMUYOR
Dolayısıyla torba kanunun bir izah edeyim istiyorum. Torba kanunu bizim hukuk sistemimizde olmayan bir yöntem. Şimdi asıl yöntem. İlk çıkan torba kanun daha henüz acemi oldukları için, hangi kanunlarda değişiklik yapıldığına dair hepsini tek tek yazmışlardı. Hani Nüfus Hizmetleri Kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun” denir ya. O ilk torba kanunda diyelim ki 20 tane, 50 tane kanun hükmünde değişiklik yapacaksın, farklı hükümlerinde. Bütün kanunların başlıklarını yazmışlardı, yazmak durumunda kalmışlardı. Kanunun başlığı sadece başlığı 18 sayfaydı. “Türk Ceza Kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun” diyeceklerine, bütün kanunların isimlerini yazmışlardı.
Peki, torba kanun yasak olduğunu nereden biliyoruz biz, aslında yasaktır, bir yöntem olarak ta ROMA HUKUKUNDAN BİLİYORUZ. ROMA’DA TORBA KANUN ÇIKARTMAK YASAK  M.Ö. 98 DE TORBA KANUN YASAKLANMIŞ, özel bir dili var, “lex Caecilia et Didia”(2) diye. Her konu için bir yasa teklifi yapılmalı ya da, tek bir yasa teklifiyle olur. Neden? Çünkü diyor ki, “insanlar tek bir karmaşık yasada toplanmış farklı konular üzerinde bir sonuca varamazlar, değerlendiremezler, tartışamazlar, gözden kaçabilir ve kanun koyucu, kanun yapıcı halkın, ya da oylamaya katılacakların gözünden kaçıracağı bir hükmü bir kanuna dâhil etmiş olabilir; bu gün Amerika’da da yasak, torba kanunu, mesela. Bizde şu anda torba kanun nerede ise asıl yöntem olarak uygulanıyor. 2010 Anaya referandumunda da hatırlayalım, anayasanın  “Eşitlik Başlığı” taşıyan10. Maddesinde, kadınlara, çocuklara, özürlülere, yaşlılara, engellilere 2010 da yaşlılar, özürlüler, şehitlerin dul ve yetimler, gazi ve maluller alacak alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılamaz” hükmünü ilave etmişlerdi. Hükümet 2010 referandumu hatırlayalım, evet derken hep bunu söylüyordu.
Avukat Görüşüyle Müftülüklere Nikâh Kıyma Yetkisi
Oysa bu ne için önüne çıkarıldı milletin, işte o 26 maddeden oluşan yargıyı katletme, yargıyı altüst etme programı için söylenmişti ama torba kanunun olduğu için bunu tabi milletin büyük çoğunluğu göremedi, görmesi de beklenemezdi. Beklenemez, biz dahi anayasa hükümlerine okurken, değerlendirirken, yorumlarken zorluklar çekiyoruz. Onun için torba kanunun yapılması yanlış zaten izledik televizyonlarda, bu kanunun Meclis önüne gelmesi Meclis iç tüzüğüne de aykırı. Neden? Meclis iç tüzüğünde, 8. Maddesi galiba, diyor ki, “anayasaya, şekline ve ruhuna aykırı tasarılar komisyonlara gelemez, gelmişse geri çekilir” diyor.
Şimdi Nüfus Hizmetleri Kanunun 22. Maddesine eklenen cümle şu: 22. Madde evlendirme memuru,  belediye bulunan yerlerde belediye başkanı veya bu işle görevlendir ilendireceği memur, köylerde muhtarlar. Değişiklik 6. Maddeyle, geçen kanunun 6. Maddesi de 5490 sayılı kanunun 22. Maddesinde yapılan değişiklikle evlendirme memurları arasına il ve ilçe müftülükleri eklenmiştir”. Bu önce müftü idi, sonra müftülük oldu. Müftülük olunca imamlar, görevliler vs de de yetkili olacak, çünkü halkın talebi bu kadar yoğunsa eğer, müftülere nikâh kıydırma talebinin doğumundan bahsediyoruz. Bu kadar nüfusa müftü yetişemeyeceğine göre, daha tasarı halde iken müftülük yaptılar. Dolayısıyla müftülükler içerisinde görevli şu anda, son rakamını buldum yazdım, müftülükler içerisindeki 71 bin362 kişi bu remi nikâhı kıymaya yetkili olacak. Bu 71 bin 362 Diyanetin kadrosunda bulunan memurlar, müftülük olarak değiştirince böyle oldu. Şimdi aslında, gelirken onu düşündüm. Biz nerden bakmalıyız bu meseleye. Kanun değişikliği asit değişiklik evet, hayır, niye hepsi bir değişiklik değil. Çünkü laiklik diye bir ilkemiz var. Bizim üzerinde durduğumuz zemin, yani milletin üz erinde durduğu zemin bun aykırı olduğunu düşünüyoruz, itirazımız budan. Düşünüyoruz, laikliğe aykırı. Buna iki alan var biri eğitim, biri adalet. Yani bu iki alana yapılan saldırı, işte o üzerinde durduğumuz zeminin kayganlaşmasına ardından yok olmasına ve yıkılmasına sebep oluyor. O yüzden saldırılar hem eğitim üzerinden, hem adalet sistemi üzerinden. Adalet sistemi dediğimiz zaman sadece yargıyı, mahkemeyi anlamıyoruz. Türk hukuk sisteminin içinde bulunan bütün yönetmelikler, genelgeler tüm mevzuatı anlıyoruz. Şimdi bakarken yönetmeliklere de baktım, çünkü kanun çıktığı vakit detayları düzelemez, o detayları yönetmeliklerle belirlenir.
Bundan önceki 1587 sayılı kanunda, kanuna ilişkin yönetmelikte hani fotoğraf veriyoruz ya, evlendirme başvurusunda yapıştırılacak fotoğrafların, fotoğraflarla ilgili bir düzenleme var.
Nüfus ve aile cüzdanlarına yapıştırılacak fotoğrafların renkli ve ön cepheden baş açık inkılap ilklerine uygun sivil giysilerle çekilmiş olması ve kişinin on halini göstermesi bakımından son altı ay içerisinde çekilmiş olması gerekir. Kadınların alın, çene, yüz kısımları açık olmak şartıyla fotoğrafları da kabul edilir. İnkılap Kanunlarına uygun; bu ne zaman değişmiş? 2014 de, hiç fark ettik mi? Fark etmedik. Değişiklik şöyle fotoğrafın ön cepheden başı açık, sivil giysilerle çekilmiş olması, o işinin son halini göstermesi bakımından son derece son altı ay içerisinde. İnkılap Kanunları gitmiş. Hayır, zaten gitmiş de, ama lafzen de gitmiş. Dolayısıyla Nüfus Hizmetleri Kanunu” diye bildiğimiz ve aslında sanki toplumun, toplumsal hayatı çok da etkilemediği, içinde siyasi bir yön, yönetime ait bir şey bulunmadığını düşündüğümüz bir kanunun ve bu kanunun çıkarılması yönetmeliklerin seyrini izlediğimizde, üzerinde durduğumuz sadece bu kanunun baktığımızda üzerinde durduğumuz laiklik zeminin nasıl kaydığını da izliyoruz aslında. Sadece bu değil elbette, koskoca kanunlar var. Medeni Kanun var, Anayasa var, Ceza Kanunun var, bunlara girmiyorum bile. Eğitim sistemini çok iyi biliyorsunuz, öğretimdeki laiklik aşınmasını öğretmenler olarak çok daha iyi biliyorsunuz, orada aslında söylenecek söz kalmadı gibi.
O yüzden 22. Maddeye eklenen “ilçe müftülükleri de yetkilidir” ibaresi, “efendim ne var sanki, o da o da memur, bu da memur” diye karşılanacak basitlikte bir mesele değil. Neden? Çünkü laikliği asıl tanımladığımıza bağlı. Laiklik ilkesine aykırı, çünkü il ve ilçe müftüsü dediğimiz veya müftüler kişiler, görev alanı gene bir kanunla tanımlanmış. O kanun diyor ki ve hepimiz de biliyoruz ki, bütün toplum da biliyor ki, din adamıdır bunlar, yani dünyaya ilişkin bir görev anının tanımlanmamış, dünya işlerine ilişkin bir görev almamış, tanımlanmamış müftüler için, imamlar için. Onlar halkın soyut uhrevi, ruhani dünyasıyla ilgili işlemler yaparlar. Oysa nikâh dediğimiz şey, bu dünyaya aittir, dünyevidir. Bir imamın, bir müftünün dünya işi ile ilgisi olabilir mi? Olmaz. Onun için laiklik ilkesini nasıl tanımladığımıza bağlıdır. Laikliği din ve vicdan özgürlüğü diye tanımlarsak, “evet o da memur bu da memur”  denir.
Laikliği din ile devlet işlerinin ayrılması diye tanımlarsak, gene biraz zorlanırız, ama laikliği Medeni Kanunda yer aldı. Önceki Medeni Kanunun gerekçesinin yer aldığı şekliyle ve Mustafa Kemal Atatürk’ün tanımladığı şekliyle ele alırsak, laikliği din ile dünya işlerinin ayrılması olarak tanımladığımızda işte “o zaman o da memur bu da memur” diyemiyoruz, demiyoruz. Çünkü din adamını dünya işine karıştıramazsın” diyor, dini dünya işine karıştıramazsın, diyoruz.
Peki din ile dünya işlerinin birbirinden ayrılması gerçekten içi doldurulmayan soyut bir şey midir? Hayır değil, ya da toplumsal sınıflardan siyasal iktidarlardan, yönetimlerden kopuk ve bağımsız bir şey midir? Hayır. Çünkü din aynı zamanda hepimizin bildiği gibi ideolojik bir sınıfa yaslanır, sınıflara yaslanır. Dini dünya işlerine karıştırdığımızda bu sınıfları da iktidar yapmış oluruz. BU gün karşılaştığımız sorun da zaten bu. Yani din ve din adamları din üzerinden siyaset siyasal iktidar mevzileri elde etmek için sadece bu gün değil, bin yıllardır, yüz yıllardır mücadele ettiler. Dolayısıyla kendilerinin dünya işlerinden çekiliyor olması iktidar mevzilerinden uzaklaştırılmalı anlamına geliyor. O yüzden bu iktidar mevzilerini, sadece bu iktidarı kastetmiyorum, yani öteden beri böyle. İktidar mevzilerini kaybetmemek için sürekli dini dünya işine karıştırmak amaçlarıdır ve dünya işlerini toplumu din ile ya da dinsel kurallarla yönetmeyi ya da dâhil etmeyi amaçlamışlardı. Neden çünkü iktidarları buna bağlıdır. Dinle dünyayı ayırdığınız vakit, bir ideoloji olan dinin dayandığı sınıflar, daha doğrusu buna dayanan sınıfların hâkimiyeti ortadan kalkacaktır. Buradan bakarsak, bir anlamı var. Yoksa dinle vicdan özgürlüğü dersek evet, “o da memur bu da memur”. Hatta şey gibi olur, İngiltere gibi olur, Almanya gibi olur vs.
1937 de laiklik anayasamıza girdi, 1937 de laiklik ilkesi anayasasına koyan ve gerçekten laik olan üç tane ülke var, 1937 de. Biri Türkiye Cumhuriyet’i, Fransa ve Sovyetler Birliğidir. Ne kadar ileri bir atılım yapmışız, olağanüstü bir devrim yapmışız. 1937 de üç ülkeden biriyiz.
Bir de deniyor ki, Avrupa’da nikâh papazlara kıydırılıyor, kiliselere falan filan, onlara ses çıkarmıyorsunuz, bize gelince itiraz ediyorsunuz. Şimdi Fransa dışında benim bilgim dâhilinde olan Avrupa ülkesi olarak bildiğim, laik bir ülke var mı? Hollanda laik mi? İngiltere laik mi? Hayır değil. Hollanda mahkemeleri, Hollanda kraliçesi adına karar veriyorlar. Bizim kararlarımızı görmüşsünüzdür. Bizim mahkeme kararları “Türk Milleti adına” bizim mahkemelerimiz Türk Milleti adına karar verir; Hollanda, Hollanda kraliçesi adına karar verir; İngiltere kraliçe adına karar verir; Almanya şansölye adına karar verir. Dolayısıyla laik değildir Almanya, İngiltere, Hollanda veya diğer ülkeler, Fransa dışında.
Kaldı ki Fransız Medeni Kanununda ta 1926 tarihinde, İsviçre’den aldık ya Medeni Kanunumuzu iktibas ettik. O tarihte, tarihten önce Fansız Medeni Kanunu iktibas etmek istemiş Mustafa Kemal ve arkadaşları. Fakat gene direnişle karşılaşmış, yoksa İsviçre değil, Fransız Medeni Kanunundan iktibasla bir medeni kanun hazırlayacak idik, o dönemde, Atatürk ve arkadaşları.
Dolayısıyla “Avrupa’da papazlar, kilisede kıyılıyor falan filan neden itiraz etmiyorsunuz” bu bakımdan da yanlış. Bular laik değil. Sekülerizmle (3) laiklik farklı bir şey. Bu tartışma uzun bir tartışma ama laiklik bizim uyguladığımız laiklik, doğrusu 1937 de anayasamıza giren laiklik katı bir laiklik, din ile dünyanın tamamen ayrılması. Fransa dışındaki ülkelerde öyle değil.
Buraya, 2. Maddeye eklenen müftülüklerin yetkisinin gelindiği 2017 yılına birden mi geldik. Hayır, hepimiz biliyoruz, nasıl törpülendiğini, taa YÖK’ün türbanlı öğrenciler vs falan filan en son çok yakın üç dört yıl önceydi galiba, kamu da türban serbest bırakıldı vs Mecliste milletvekilleri girdi, hatta CHP milletvekili o dönem Şafak Pavey bunu çok mutlulukla karşıladı, genel başkanla mutlulukla karşıladığını söyledi. “Bu gün çok mutluyum” diyordu, o sözünü hiç unutmuyorum, Mecliste ilk başörtülü milletvekilleri girdiğinde. Dolayısıyla biz biraz “alıştırıla alıştırıla, hazmettire hazmettire geldiler. O yüzden 22. Madde, bazı esimler dışında toplumun gündemine giremedi hatta kendi halinde, aslında Atatürkçü diyebildiğimiz, hani Cumhuriyet değerlerine sahip diyebildiğimiz pek çok vatandaşımız gibi, “canım ne var bunda o da kıysın, o da kıysın, o da memur, o da memur” sonucuna vardırdık. Çünkü bir sakınca görmemeye alıştırıldık. Hâlbuki çok derinden bu zemin altımızdan kaymaya başladı.
2015 de Anayasa Mahkemesi (AYM), hatırlarsınız, bir karar verdi, Türk Ceza Kanunun 230. Maddesi, neydi bu 230. Madde onun 5. Ve 6. Fıkralarını iptal etti, 5337 Türk Ceza Kanunu
Madde 230 “Evli olmasına rağmen başkasıyla evlenme işi yaptıran kişi 6 aydan iki yıla kadar hapis cezası cezalandırılır”.
Avukat Görüşüyle Müftülüklere Nikâh Kıyma Yetkisi
“Aralarında evlenme olmaksızın (230/5.) evlenmenin dinsel törenlerini yaptıranlar hakkında iki aydan altı aya kadar hapis cezası verilir. Ancak Medeni nikâh yapıldığında kamu davasında hükmedilen ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar. Bu maddeyi Anayasa Mahkemesi 2015 yılında “anayasaya aykırı olduğu” gerekçesiyle iptal etti. Yani artık resmi nikâh yapmaksızın, derbisini görmeksizin dini nikâh yapmak ve dini nikâhı yaptırmak Türk Ceza Kanununa göre hapis cezası ile karşılanan bir suç değil.
Şimdi bu kanundan sonra yönetmelik çıkacak, bunun uygulamaları nasıl olacak, çünkü artık cezasız bir hal durumunda Anaysa Mahkemesi bu durumda aslında Anayasanın 174. Maddesinde anayasal korunma altına alınmış devrim kanunlarının birini ilga etmiş durumda. Nedir o 174. Maddenin Derim Kanunları başlığını taşıyan 174. Madde şu 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 kanun medenisiyle kabul edilen evlenme akdinin evlendirme memuru önünde dair medeni nikâh esasıyla aynı kanunun yani Medeni Kanunun 110. Maddesi hükmü şimdiki medeni kanunun 143. Maddesi hükmü şu anda halen Anayasanın 174. Maddesi içinde bir Devrim Kanunundur. Bu maddenin Anaysaya aykırılığı dahi ileri sürülemez, ama Anayasa Mahkemesi Türk Ceza Kanunun 233. Maddesinin 5. Fıkrası yani resmi nikâh yapılmadan imam nikâhı yapmayı ve yaptırmayı suç olmaktan çıkarmıştır. Böylece de Devrim Kanunu ortadan kaldırmıştır, aslında. Anayasada duruyor ama ortadan kaldırmıştır. 215 de bunu yapan Anayasa Mahkemesinin kararından sonra 22. Maddeyle Müftülüklere nikâh kıyma yetkisinin verilmesi çok bir şey değil. Yani şaşırtıcı bir şey değil. Dolayısıyla hani atı alan Üsküdar’ı geçmiş oluyor, asıl kıyamet o zaman kopmalıydı. Çünkü 2014 yılına kadar bu suçtan dolayı mahkûmiyetler veriliyordu, yapana ve yaptırana. Yargıtay’ın kararları var. Hatta belki duymuşsunuzdur şimdi belli bir sürenin altında ceza verildiğinde, ceza açıklanmıyor da ceza hükmünün açıklanmasının geri bıkılmasına karar veriyor. Hatta öyle korunuş ki 174. Madde, bu hükmü bunun açıklanmasının geri bırakılmasını dahi karar vermiyor. Hayır diyor “cezayı açıklayacaksın” diyor. Kanun o kadar korunmuş. Ama 2015 de bu sessiz sedasız, sadece hukukçuları ilgilendiren bir şeymiş gibi algılandığı için geçti gitti ve bu şeye 22. Maddenin değişikliğine gelmiş oldu.
Medeni Kanunun 143. Maddesi halen duruyor ve Devrim Kanunu olarak korunuyor. Evlenme töreni biter bitmez, evlendirme memuru eşlere bir aile cüzdanı verir, aile cüzdanı gösterilmeden evlenmenin dini töreni yapılamaz, evlenmenin geçerli olması dini törenin yapılmasına bağlı değildir. BU hükmü de değiştirecekler, eğer kanundan sonra yönetmelikte değişirse, kanundan sonra yönetmelik çıkaracaklar ve şimdi yeni bir torba kanunun yapacaklar Medeni Kanunun 143. Maddesinin nasıl değiştireceklerini bilmiyorum. Çünkü aynı zamanda Devrim Kanunu; nasıl değiştirecekler ne ekleyecekler onu bilemiyorum. Asıl mesele kanundan sonra hazırlanacak yönetmelikle ortaya çıkacak. Çünkü bir süre sonra mabetlerde yapılamayacağı için Nüfus Hizmetleri Kanununda evlenme töreninin mabetlerde yapılamayacağına ilişkin açık hüküm var. Ama bu nasıl değişir onu bilemiyoruz. Hani deniyor ya, “camide yapılmayacak”, camide yapılmayacak ama bilmem ne dinin vakfında yapılacak. Örneğin bilmem ne tarikatının tekkesinde yapılacak” örneğin. Bunlara nasıl engel olacaksınız? Salt camide yapılamayacak olması durumu değiştirecek mi değiştirmeyecek mi? Örneğin evlendirme memurları bir cübbe giyer, yönetmelikte ucu beli nasıl olacak tarif edilmiş, çizilmiştir, ölçüleri bellidir hatta evlendirme memurunun konuşma metni bile önetmelikte yazılmıştır. Mesela imam, müftü kıydırdığında ne giyecek? O dini kılıkla ı çıkacak, yoksa bildiğiniz evlendirme memurunun alışkın olduğumuz cübbesini mi taşıyacak.
Şimdi siyasal iktidar, bu güne kadar olduğu gibi bölme konusunda yaptığı gibi bir hususta daha böldü, Türkiye’yi. Şu anda bile Türkiye’yi bölmüş oldu. Müftü nikâhı kıyanlar, belediye nikâhı kıyanlar. Bu nasıl evrilecek? Bize nasıl dönecek, “dini bütün dinsiz” Bir süre sonra belediye nikâhı kıyanlar dinsiz olacaklar veya yeterli şekilde inanmıyor olacaklar; müftülüklere kıydıranlar dini bütün insanlar olacak. Böylece yeni bir ayırım, yeni bir bölünme toplumuza gelmiş oldu. Bu o kadar tehlikeli ki 1925 lerde Mustafa Kemal’in bu Cumhuriyetin gördüğü ve tehlikeyi, bu gün biz görüyoruz ama gösteremiyoruz belki, yine Devrim Kanunlarından olan bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun görüşülürken 1925 Meclisinde, öyle kolay olmuyor, hani deniyor ya “   tepeden indi” falan yok öyle bir şey, Mustafa Kemal ve arkadaşları Mecliste büyük mücadele verdiler. Büyük kapışmalar yaptılar, bu kanunlar görüşülürken. Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanunda ki kanunun gerekçesi şu: “Bu kıyafetle diğer insanlar üzerinde, diğer vatandaşlar üzerinde baskı oluşturma ihtimali, oluşturmak da değil, ihtimali. Kendini baskı altında hissetmek. Nereden nereye.

Cevat Kulaksız


SONNOTLAR
1-Avukat Esin Özbey kimdir:
35 yıldır avukat, 1990 yılından bu yana Çağdaş Hukukçular Derneği yönetiminde görev yaptı. 1997 de Cumhuriyet Kadınlar Derneğinin kurucu üyesi. Hem Baro adına hem içinde bulunduğu dernekler adına, hem de kişisel olarak, hem aile hukuku hem çocuk hukuku, hem de medeni hukukun yurttaşlara tanığı hakkın hukukun korunması alanında çalışmalar yaptı. Medeni Kanunun değişme sürecinde bir yıla yakın bu değişme sürecinde yasa hazırlığındaki çalışmalara katıldı. Yeni medeni kanunun hazırlanmasında görüşlerini ileri sürdü. Çok sayıda TV programlarına katıldı, söyleşi vs. Ulusal kanalda hukuk programları Yaptı.

2-Torba Kanun Roma’da Siyasi Rüşvettir ve yasaktır.
Roma’da, MÖ 98’de torba kanun yapmak yasaklanmış. Amerika’da 43 eyalette torba kanun “konunun tekliği ilkesi” gereğince yasaklanmış. Dayanağı ise Roma Hukukunda kabul edilen “lex Caecilia et Didia” ilkesi.
Sık sık torba kanunu çıkaran iktidar, okullardan “Roma Hukukunu” çıkarmak çabasında.
Bu tür kanunlaştırmanın siyasi rüşvet (muvazaa)olarak algılandığını, siyaseten ve hukuken ve etik olarak da uygun görülmediğinden torba kanun yapmanın yasaklandığını 
Çünkü tek başına oylandığında meclisten geçmeyecek olan kanun maddelerinin, bu yolla kabul edilmesi mümkün diğer maddelerle birlikte ve tek seferde oylanmasının bir nevi (siyasi) rüşvet / muvazaa olduğu kabul edilmiştir”

https://bianet.org/bianet/bianet/153708-torba-kanun-roma-da-siyasi-rusvettir
3-Sekülerizm veya sekülarizm; toplumda ahretten ve diğer dinî, ruhanî meselelerden ziyade dünya hayatına odaklanılması yönündeki hareket. TDK, sekülerizm kavramına karşılık olarak dünyacılık sözcüğünü önermiştir.11 Tem 2012
Sıfat Fransızca séculier, laik yaşama ait, dinden bağımsız olan.

Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget