Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 10)

M. Eğitim Bakanlığının, okulların nasıl bir çağ dışı yönetimle yönetilip yönlendirildiğini, bile bile bunu yapıp en sonunda da, “Milli Eğitimde, kültürde başarılı olamadıklarını” söylemeleri

NASIL BİR ÖĞRETMEN 
Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 10)
“Eğitim Öğretimde Öğretmen bir araçtır” “Öğretmenler ders anlatan değil, öğrenenin sorunlarına yardım eden, bu sorunları çözmek için yetki bilgileri nereden bulacağı, nasıl kullanacağı konusunda ona yol gösteren bir insan olmalıdır”. “…üzülerek söylüyorum, eğitim fakültelerimizde ve diğer fakültelerde gerekli fakültelerde öğretmen yetiştirilmiyor…”  “Özellikle, öğretmen bilimsel eğitim almış olmalıdır ki aldanmasın, öğrencilerini de aldatmasın, yarın onlar aldatıldım türküsü de söylemesin”. AKP nin 15 yıldan beri çağdaşlıktan çıkarmaya çalıştığı eğitim öğretimimizdeki yozlaşma ve gerileşmeyi, eğitim öğretim uzmanlarının objektif olarak anlattıkları görüşlerini yansıtmaya devam ediyoruz. M. Eğitim Bakanlığının, okulların nasıl bir çağ dışı yönetimle yönetilip yönlendirildiğini, bile bile bunu yapıp en sonunda da, “Milli Eğitimde, kültürde başarılı olamadıklarını” söylemeleri, insana üzüntü veriyor. Konu çocuklarımızın ve de yurdumuzun geleceği olduğuna göre, bu konuda asla çağ dışı uygulama ve söylemlere yer vermemeliyiz. O nedenle bir an önce bu çağ dışı uygulamalardan kurtulmalıyız.Çankaya Belediyesi, Eğitim-İş Ankara 1 ve 2 nolu Şubeler, Tüm Öğretim Elemanları Derneği ve Ulusal Eğitim Derneğince birlikte düzenledikleri “Eğitimimizin Son 15 Yılı ve Seçeneklerimiz” konulu sempozyum (bilgi şöleni) yapıldı. Sabahtan akşama üç bölüm halinde devam eden sempozyumun konuşmaları uzun olduğu için, ayrıca konuşmacılar,  gerileyen eğitimimiz konusunda çok önemli açıklamalarda bulunduklarından, bu konuşmaları kısaltmaya kıyamadık, biz de bu konuşmaları tüm olarak bölüm bölüm sunacağız.  Ancak, 280 kişilik salonda ne yazık ki 85-90 kişi dinleyici olarak bulunuyordu. (Önceki yazılarda salona 500 kişilik denmişti ama aslında salon 280 kişilikmiş, düzeltiyoruz).Bu güzel konuşmaların çok az kişiyle dört duvar arasında kalmasını istemedik, okuyucuya sunmak için emek sarf ederek yazıya döktük.
7 Eylül 2017 günü Çağdaş Sanatlar Merkezinde yapılan sempozyumda, 15 yıllık eğitimimizin gerileyen süreci üç bölümde incelendi.
Daha önceki yazılarımızda birinci ve ikinci bölümleri sunduk. Üçüncü oturumda “Biz Ne İstiyoruz” başlığı altında konuşmalar yapıldı. Bu bölümde konuşmacı olarak Nasıl Bir Eğitim İçeriği konusunu Prof. Dr. Semih Koray (Bilkent Ünv. Öğretim Üyesi); Eğitim Teknolojilerinden Nasıl Yararlanmalıyız konusunu Prof. Dr. Soner Yıldırım (ODTÜ Bil. ve Öğr. Tek. Böl. Baş. Mazeretinden dolayı katılamadı); Nasıl Bir Öğrenme Ortamı konusunu Prof. Dr. Recep Akdur (Anka. Ünv. E. Öğretim Üyesi)sunumuyla açıkladı.
Sempozyumun son bölümünü yöneten Suay Karaman, son konuşmacısı olarak, (Hacetp. Ünv. E. Öğr. Nasıl Bir Öğretmen konusunda şu konuşmayı yaptı:
Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 10)
Üyesi Hüseyin Başar’a söz verdi, Başar sunumunun konusu olan
“- Diğer konuşmacı arkadaşlarımız bir durum betimlemesi yapmaya çalıştırlar, bu gerekliydi de çünkü öğretmen bir araçtır, bir aracın hangi durumda kullanılacağı bellidir. Belli durumlar için de belli araçlara ihtiyaç vardır, her aracı her yerde kullanamayız. O zaman kendi durumumuzu ortaya koyalım, bu durumda nasıl bir öğretmen gerekir, sorusunu yanıtlamaya çalışalım.
Hani “çatıdan indiremiyoruz” diye Nasrettin Hoca’nın yanına geldikleri zaman, ne demişti Hoca, “kolay, beline bir ip bağlayın çekin”. Hocaya:
“-Deli misin adam, çatıdaki adamın beline ip bağlayıp çekersek düşer ölür” demişler. Hocanın yanıtı çok güzel:
“-Valla ben geçen sefer bir adamın beline bir ip bağlayıp çekerek kurtardım, ama çatıda mıydı, kuyuda mıydı unuttum” demiş.
Şimdi biz bakalım, çatıda mıyız, kuyuda mıyız bir görelim, çatıdaysak neye ihtiyacımız var, kuyudaysak nasıl bir öğretmene ihtiyacımız var.
Ülkemizin bugün içinde bulunduğu durum hepimizin bildiği bir gerçektir.  Bu konuda fazla bir şey söylemek istemiyorum. Yani basit bir anlatımla bir anımı paylaşayım. 80 li yılların sonunda, beni Batman’dan Diyarbakır’a getiren arabanın şoförü, Batmandan Malabadi Köprüsüne geldiğimiz zaman, yaklaşık 30 km üzerinde bir yoldu o zaman. Şöyle dedi bana,”Batman’dan çıktık, bu kadar süre içinde bir kenarından gidiyoruz. “Bu derenin bir kenarındaki arazilerin tamamı bir ağanın dedi. Yani o derenin bir derebeyi var. Derebeylik Ortaçağın tipik bir özelliğidir.   Biz 80 li yılların sonunda orta çağı yaşayan bir ülkeyiz, ortaçağ’da yaşamıyoruz üstelik. “Çağ atladık” diyoruz. Gidiyoruz, ilk çağa, taş devrine nerelere gideceğimizi tahmin ediyorsunuzdur, bu gidişle.
Elbette ülkemizin temel gerekçelerine parmak bastı arkadaşlarımız. Bizi aldatmayan bilimsel bilgi yerine insanımızı karanlık düşünceli insanların kuklaları olan ve sakallı, sarıklı bazen da çağdaş giysili aldatıcıların bilim dışı, gerçek dışı safsatalarıyla aldatıyor, yalanlığı ile besliyoruz. Neredeyse 80 yıl önceki Nazım’ın şiiri geliyor insanın aklına,
“…Ve insanlar, ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi,
oysa açsınız,
etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız…”
(2)
-Bu kadar karanlık,  gerçekten çok karanlık durumda insanımız-. Gerçekte şöyle bir bakalım dedim, insanımıza. Biz insan olarak düşüncelerimizi oluştururken, kazançlarımızı belirlerken, kullandığımız bilginin türüne pek dikkat etmiyoruz. Bu bilgi bilimsel bir bilgi değilse aldatıcıdır. Kullandığımız bilgi bu anlamda bizi aldatmayan bilgi olmalıdır. Bizi aldatmayan bilginin adı bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi dediğimi şey defalarca yapılmış denemelere karşın, yanlışı aranmış ama bulamamış olan bilgidir. Bilimsel bilgi üretmenin temel yöntemi budur. Bir bilgi tasarlarsanız çeşitli şekillerde oluşturduğunuz bilgi, sonra bunun neresi yanlış diye araştırmalar yaparsınız. Çok şey, yanlışı bulamadığınız zaman da o bilgi için ne deriz Bu bilginin yanlışın bulamadığına göre bu bilgi sahicidir ve bizi aldatmayan bir bilgidir. Kullanmamız gereken bilgi bu, eğitimde de öyle, günlük yaşamımızda da öyle. Bunu kullanmadığınız zaman bizi yanıltıcı bilgiler kullanırız ve yanılırız.
Bana göre, benim düşünceme göre diye başladığımız konuşmalardan tehlikenin içine hemen ilk adımı atarız. Çünkü bana göre, sana göre dediğimiz şeyler görelidir. Sonunda belli bilgi için göreliği taşımaz. Olasılık taşır belki, özellikle sosyal bilgilerde ama görelilik taşımaz.
Eğer bilim konuşurken, tartışırken kullandığımız bilgiler bilimsel bilgiye dayalı değilse, bu bilimsel bilgi de işlek bir akılla bu bilgiyi işleyemiyorsa, bana göre derken bütün yanlışları size sayıp dökebiliriz. Ve biz konuşmalarımızda önce dinleriz karşımızdaki insanları. “Bana göre” diye başladıysa ben şöyle düşünürüm, tamam bunun söyleyeceği bilgilerin bilimsel bilgi olmadığını kabul edeceğim. Yani bu bilgiler, ilginç olabilir, yanlış olabilir, yanıltıcı olabilir. Ama bizim en çok güvendiğimiz bilgiler de budur. Yani birisinin bir söylemini okuduğumuz yazısının değerlendirirken, şeyler bildiklerimizle geçer.
Benim bildiğimi söylüyorsa, n kafamdaki gibi şeyler konuşuyorsa ama bunu tasvip ediyoruz.
Öğretmen eğitimin araçlarından biridir. Bir araç ve onun nasıl olması gerektiği de eğitimin amaçlarına bakar. Eğitsel sonuçlar, eğitsel araçların hangi sonuçlara ulaşmak istiyorsak, bizi o sonuçlara götürücü bir öğretmene ihtiyacımız var. Örneğin bir ülkede okumayan, okusa da okuduğunu anlamayan sadece kendine verilen kitapları okuyan, dinlemeyen, düşünmeyen, her söyleneni yapan, birilerinin kulu kölesi olan sürekli aldatılan insan mı vatandaşlar, insanımsı vatandaşlar olmasını istiyorsak, onun öğretmeni birinden uzak, hurafe ezberlemiş, bir tarikata bağlı, şıhının, mürşidinin kulu kölesi olan, beynini hurafe deposu yapmak dışında kullanmayan biri olmalıdır. Böyle bir öğretmene ihtiyacımız var. Bu öğretmen size çok tanıdık geliyor olmalı. Bu öğretmen vahşi kapitalizmin sömürü araçları içinde baskıcı mı, özgürlükçü mü, haksızlık dolu mu adaletli mi? Emirle yönetilen mi uzlaşılan mı? Dayatmacı mı, seçenekçi mi? Köle mi özgür veya bilinçli insanlar mı, olsun istiyoruz ülkemizde. Buna göre öğretmen seçimimizi yapalım.
Ben hemen herksin nasıl bir öğretmen dediğiniz zaman söylenecek birçok şeyi burada yenilemek yerine, ne yazık ki üzülerek söylüyorum, eğitim fakültelerimizde ve diğer fakültelerde gerekli fakültelerde öğretmen yetiştirmiyor. Öğretmen yetiştiren kurumlarımızda genellikle hiç değinilmeyen tamam bizim gereksediğimiz insan özellikleri bilimsel bir eğitim için öğretmen özelliklerinden değinilmeyenleri pek fazla bilinmeyenleri ulaşınca sizinle paylaşılmaya çalışacağım.
Birinci özellik, öğretmen bilimsel eğitim almış olmalıdır ki aldanmasın, öğrencilerini de aldatmasın, yarın onlar “aldatıldım” türküsü de söylemesin. Ama bu öğretmen bilimsel bilgiyi sadece taşıyan değil, anlayan olmalıdır. İsterseniz çevrenizde paylaşın, mesela birisine sorun, “damlaya damlaya göl olur ne demektir” ya da bakın bu sözün anlamını kendi yaşamında kullanıyor mu? Ben çok az insan gördüm. Kırmızı Başlıklı Kız Masalını biliriz, anlamasak da birileri anlatır; peki bundan ne anladın, dediğimiz zaman, Anladığını söyleyecek, o anlamı yakalayabilecek insan sayısı çok azdır.
Öğretmenlerimizin öğretmenlik sınavlarında okuduğunu anlama başarısının ne kadar düşük olduğunu biz daha iyi biliyoruz. Okuduğunu anlama dinlediğini anlama. Üniversite mezunu iki hanımla birlikte yürüyorum, müezzin efendi ezan okuyor, camide yeterli sayıda hoparlör var, sonuna kadar açılmış ve o da kendini tatmin etmek istercesine bağırıyor. Bütün vahşetiyle haykırıyor. Sizin duyup duymadığınız önemli değil onun için, onlara, hemen fırsatını bulmuşken, dedim ki hanımlara, -şu ezanın sesini birazcık kıssalar da duyacağımız kadar bize seslenseler. Ezan adı üstünde çağrı, bizi çağırsa bizi itmese, iğnelemese- dedim. Hanımların ikisi birden itiraz ettiler, “biz ezanımızı isteriz, ezansız yaşayamayız”,  dediler. Ya size “ezansız yaşayın” diyen oldu mu? Söylediğim birkaç kelimelik bir cümlenin anlamını bile anlayamayan üniversite mezunları olsun istiyorsak, ama onları başka bir öğretmen okutmuş olmalı.
Öğretmen sürekli okuyan ve gelişen biri olmalıdır. Öğretmenlerinize sorun gerçekleri söylesinler, ne kadar okuyorlar. Ben emekli bir insanım, emekli olduktan sonra günlük okuma saatim çoğalttım, çünkü başka zamanlardan ayırabileceğim zamanım olmuştur. Üniversiteyken günde altı saatin altındayken okumuyordum ben. Şimdi yedi saat okuyorum. Acaba öğretmenlerimiz ne kadar zaman buluyorya da istek buluyor, bunun için. “Ben oldum artık tamam, lazım olan bilgileri öğrencilere aktarırım, bu iş biter” mi diyorlar.
Öğretmenler ders anlatan değil, öğrenenin sorunlarına yardım eden, bu sorunları çözmek için yetki bilgileri nereden bulacağı, nasıl kullanacağı konusunda ona yol gösteren bir insan olmalıdır. Biz hala internet çağında öğretmenlerimize ders anlattırıyoruz. “Bu gün dersimi anlattım çok yoruldum” diyor öğretmen. Bu anlamda belki öğretmenin adını da değiştirmemiz, “kolaylaştırıcı” yapmamız lazımdır. Eğitimin kolaylaştırıcısı; öğretmen öfke, nefret, kin gibi yıkıcı duygular taşımamalı ve bunu öğrencilerine taşıtmamalıdır. Velev böyle yetiştirdiğimiz insanları yarın bu duygularını toplum üzerinde de sergiler. Vurur, kırar, bozar, kırdırır, öldürür, dağıtır, yakar, yıkar öfkenin, nefretin, kinin götüreceği yer böyle bir sonuçtur.Topta şiddet var”, diyoruz, nerede yok ki. Ve çocuğumuzu şiddetle yetiştiriyoruz. Baba bile, “oh benim oğlum vur vur” diyor.
Öğretmen…….. suçlu çocuk yoktur, suçu toplum hazırlar ve işler. Bir insanın suç işlemesinde hepimizin az y da çok payı vardır. O nedenle çocuğun suç işlediği zaman cezalandırılması yerine, öğretmen bunun kaynaklarına iner ve öğrencinin bu gereksinimini gideren bir tutum sergileyebilmelidir. Biz bilinçli birey yetiştirmeliyiz, bilinçli birey, ne yaptığını bilen, ağzından çıktığını kulağı duyan, sorumluluk almaya hazır, o davranışların hangi sonuçlara yol açacağını, hangi sorunların kendisine ne getireceğini bilen insan bilinçli insan z. Bilinçsiz bir kişi, insanı başkalarının kölesi yapar.
Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 10)
Öğretmen öğrencilerine her şeyden önce dinlemeyi öğretmelidir. Bir insana dünyaya geldiğinden sonra ilk öğretmemiz gereken şey dinlemektir. Çünkü dinlemezsek öğrenemeyiz. Dinlemezsek, tabi bunu yapmak için de öğretmen öğrencilerini dinlemelidir, veliyi dinlemelidir, veliyi dinlemelidir, öğretmen arkadaşlarını dinlemelidir, başkalarını dinlemelidir.
O televizyonlarda gördüğünüz küçücük küçücük oturumlarda üç kişi koyuyorlar, üçü birden konuşuyor. Birisi tam bir cümle söylüyor, cümlenin bitmesini bekliyorsunuz, bir an oluşacak öyle hemen araya giriyor, tıpkı kuyrukta araya giren insanlar gibi. Bu gün birçok üniversitelerde sade uyguladığımız uygulamalarla bu öğretmeni yetiştirmeyi hayal bile edilemez. Eğitimi ne olduğunu bilmeyen insanların öğretmen yetiştirebilmesi mümkün değildir.
Eğitim değdiniz bir olay 15 parçadan oluşan bir bütündür. Bu bütünün daha birinci adımı bilgi edinmektir ve bu birinci adımı bile doğru dürüst yerine getiremiyoruz. Her bilgi edinme işin savsaklatıyoruz, hem de bilimsel bilime safsata deyip geçiyoruz. Eğitimin ne olduğuna ilişkin bir sunumumu 20 Ekimde TOP Üniversitesinin en tort etkinliğinde işlemeye çalışacağım. Umarım eğitimci arkadaşlarımızı, özelikle çalışan arkadaşlarımızı onlarla birlikte buluşma şansını yakalarız. Bununla salonumuzdaki dinleyicilerin çoğunluğunu oluşturan emeklilerimize haksızlık etmek istemiyorum. Herhalde on kişilik on beş kişilik salonlarda kendi kendimizle konuşup dinlemeyiz”.
Bizzat Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın da “eğitim ve kültürde başarılı olamadıklarını” kabul edip açıkladığı gibi ve konularında her biri ayrı uzman olan yukarıda ve önceki sunumlarında uzmanların açıkça anlattıkları gibi, M. Eğitimin her alanında ne kadar yetersiz, başarısız ve geri olduğumuz genişçe açıklandı. Ayrıca çağ dışı, laiklik dışı uygulama ve eylemleri, laik devletimize ihanete varan eylem ve ihmalleri uzmanların sunumlarında üzüntüyle gördük. Ülkelerin kalkınması aydınlanması, çağdaşlaşması için mutlaka laik ve bilimsel eğitimin şart olduğunu bilmemiz gerekir. Sempozyum süresince, iktidarın da 15 yıldır uygulamaya çalıştığı bilim dışı, laikliğe aykırı devlet organlarındaki dinsel uygulamalardan vazgeçmesi gerektiği konusunda endişeler dile getirildi.
SON

Cevat Kulaksız

SONNOTLAR
 (1)Sempozyum nedir? Belli bir konuda, çeşitli konuşmacıların katılımıyla düzenlenen, bilimsel ağırlıklı toplantı

(2)Ellerinize ve Yalana Dair
Bütün taşlar gibi vakarlı,
hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,
bütün yük hayvanları gibi battal, ağır
ve aç çocukların dargın yüzlerine benziyen elleriniz.
Arılar gibi hünerli, hafif,
sütlü memeler gibi yüklü,
tabiat gibi cesur
ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizleyen elleriniz.
Bu dünya öküzün boynuzunda değil,
bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.
Ve insanlar, ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi,
halbuki açsınız,
etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız.
Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,
göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.
insanlar, ah, benim insanlarım,
hele Asyadakiler, Afrikadakiler,
Yakın Doğu, orta Doğu, Pasifik adaları
ve benim memleketlilerim,
yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu,
elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,
elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
Avrupalım, Amerikalım benim,
uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandırılır,
kolay atlatılırsın...
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.
Nazım Hikmet Ran

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 1)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 2)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 3)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 4)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 5)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 6)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 7)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 8) 

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 9)

Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget