Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 8)

AKP nin 15 yıldan beri çağdaşlıktan çıkarmaya çalıştığı eğitim öğretimimizdeki yozlaşma ve gerileşmeyi, eğitim öğretim uzmanlarının objektif olarak anlattıkları görüşlerini

Köy Enstitüleri Cumhuriyetin Kültür Devriminin Araçlarıdır.

Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 8)
AKP nin 15 yıldan beri çağdaşlıktan çıkarmaya çalıştığı eğitim öğretimimizdeki yozlaşma ve gerileşmeyi, eğitim öğretim uzmanlarının objektif olarak anlattıkları görüşlerini yansıtmaya devam ediyoruz.
M. Eğitim Bakanlığının, okulların nasıl bir çağ dışı yönetimle yönetilip yönlendirildiğini, bile bile bunu yapıp en sonunda da, “Milli Eğitimde, kültürde başarılı olamadıklarını” söylemeleri, insana üzüntü veriyor. Konu çocuklarımızın ve de yurdumuzun geleceği olduğuna göre, bu konuda asla çağ dışı uygulama ve söylemlere yer vermemeliyiz. O nedenle bir an önce bu çağ dışı uygulamalardan kurtulmalıyız.
Çankaya Belediyesi, Eğitim-İş Ankara 1 ve 2 nolu Şubeler, Tüm Öğretim Elemanları Derneği ve Ulusal Eğitim Derneğince birlikte düzenledikleri “Eğitimimizin Son 15 Yılı ve Seçeneklerimiz” konulu sempozyum (bilgi şöleni) yapıldı.
Sabahtan akşama üç bölüm halinde devam eden sempozyumun konuşmaları uzun olduğu için, ayrıca konuşmacılar,  gerileyen eğitimimiz konusunda çok önemli açıklamalarda bulunduklarından, bu konuşmaları kısaltmaya kıyamadık, biz de bu konuşmaları tüm olarak bölüm bölüm sunacağız.
Ancak, 280 kişilik salonda ne yazık ki 85-90 kişi dinleyici olarak bulunuyordu. (Önceki yazılarda salona 500 kişilik denmişti ama aslında salon 280 kişilikmiş, düzeltiyoruz).
Bu güzel konuşmaların çok az kişiyle dört duvar arasında kalmasını istemedik, okuyucuya sunmak için emek sarf ederek yazıya döktük.
7 Eylül 2017 günü Çağdaş Sanatlar Merkezinde yapılan sempozyumda, 15 yıllık eğitimimizin gerileyen süreci üç bölümde incelendi.
Daha önceki yazılarımızda birinci ve ikinci bölümleri sunduk. Üçüncü oturumda “Biz Ne İstiyoruz” başlığı altında konuşmalar yapıldı. Bu bölümde konuşmacı olarak Nasıl Bir Eğitim İçeriği konusunu Prof. Dr. Semih Koray (Bilkent Ünv. Öğretim Üyesi); Eğitim Teknolojilerinden Nasıl Yararlanmalıyız konusunu Prof. Dr. Soner Yıldırım (ODTÜ Bil. ve Öğr. Tek. Böl. Baş.); Nasıl Bir Öğrenme Ortamı konusunu Prof. Dr. Recep Akdur (Anka. Ünv. E. Öğretim Üyesi); Nasıl Bir Öğretmen konusunu Hüseyin Başar (Hacetp. Ünv. E. Öğr. Üyesi) açıkladılar.
Bu bölümün ilk konuşmacısı olarak yönetici Suay Karaman, Prof. Dr. Semih Koray’a söz verdi, Koray, “Nasıl Bir Eğitim İçeriği” konusunu anlatırken şunları söyledi:
“-Nasıl bir eğitim içeriği sorusunun çok kısa bir yanıtı var. Atatürk ve bilimin merkezinde yer aldığı bir eğitim aslında bizim istediğimizin özünü özetini veriyor. Ama Atatürk’le bizim arasındaki ilişkinin ne olduğu ve bu konuda eğitimin öğrenciler, yeni nesiller milletin elinde geleceği kurmanın aracı haline nasıl getirilebileceği özünde, yine bana verilen süreyi kullanarak görüşlerimi ifade etmek istiyorum.
Şimdi aslında eğitimin içeriğinin uygunluğu, yerindeliği, doğruluğu bunlar ancak hedefe göre belirlenebilir. Ölçüp hedefiniz neyse eğitimin içeriği de ona göre şekillenir. Onun için ben çok kısa bir biçimde eğitim ve toplumsal yapı arasındaki ilişki üstünde durmak istiyorum. Çünkü eğitim aslında uygarlığın başından beri bütün toplumların, toplumsal sistem içinde önemli bir toplumsal etkinlik olarak yer almış bir etken.
Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 8)
Eğitimin tarih boyunca her sistemde etkili bir işlevi olmuştur. Bu işlevlerden bir tanesi beceri ve bilgi biriminin aktarılması, diğeri de içinde yaşanılan toplumsal sisteme ait ilişkilerin yeniden üretilmesi, buna hizmet etmesi olmuştur. Eğer bir toplumsal sistem iniş halinde ise, o zaman bu günü yarın yeniden üretebilmek onun kaygısı haline gelmiştir. Ama yükseliş halinde geleceği kurmaya yönelen bir toplumsa söz konusu olan, o zaman hedeflenen toplumsal ilişkinin yeniden üretmeye, bunları geliştirmeye meyal etmeye yönelik eğitime bir işlev amaç yüklenmiştir.
Birincisi beceri birikiminin aktarımı toplumu, toplumsal yapı açısından da atıldığında üretici güçlere, üretici güçlerin geliştirilmesine karşı gelir. Toplumsal sistemin sürdürülebilirliğini sağlayacak bir anlayışın üretilmesi, bu da aslında toplumsal üretimini toplumun, sistemin özünü belirleyen üretim ilişkilerini ve bu üretim ilişkilerini destekleyen üst yapı kurumlarını yani ideoloji, hukuk, ahlak alışkanlıklar bunları üretmeye yönelir.
Bu ikisi arasında aslında çok sıkı bir bağ vardır, her zaman. Bu bağ günümüzde daha da sıkılaşmıştır. Çünkü bilgi ve beceri birikiminin aktarılması aslında gizli bir güç yaratır. Bu gizli güç kendini açığa vurup maddi bir güce dönüşmesi o toplumsal ilişkiler çerçevesinde cereyan eden bir şeydir. Dolayısıyla eğitimin hedeflediği eğitime şekil veren toplumsal arayış neyse, bu bilgi ve beceri birikimi aktarma konusunda da belirleyici olur. Esas eğitimin belirliliğini etkileyen etken budur.
Şimdi biz toplumsal olarak neyin ileri, neyin geri olduğunu seçimle belirleyemeyiz. Toplumsal olarak neyin ileri, neyin geri olduğunun belirlenmesi bilimin konusudur. Çünkü toplumsal gelişme nesnel yasalılıkları vardır, dolayısıyla bu yasalılıklar uyarınca neyin ileri, neyin geri olduğu belirlenir. Biz bunu kendi tarihimizle de yaşadık. Eğer Birinci Dünya Savaşında ülke işgal edildiğinde neyi istiyoruz, bu seçimle belirlenmeye kakışılsaydı o zaman hangi ülkenin mandası olacağı bunlar yarış halinde olurlardı. Ben uzun hep merak ettim, yani Türkiye’de T.C. kurulduğu sırada değişik bilim alanlarında hiçbir ciddi birikim yoktu. Ama TC en baştan itibaren bilim harcıyla yoğrularak kurulmuş bir Cumhuriyet. Hayatta en hakiki yol göstericinin bilim olduğu Cumhuriyetin kuruluş döneminde hayatın her alanına ışık tutmuş, öncülük etmiş bir yaklaşım. Fakat sonradan şunu keşfettim, bizim hakikaten dünyanın bilim hayatına yapmış olduğumuz çok önemli bir katkı var. O da Atatürk Devriminin bizatihi (kendiliğinden, kendinden, özünden) kendisi bilimin öncülüğünde ve o sahada gerçekleştirilmiş olan bir devrim. Onun için Atatürk Devrimine, Atatürk’ü bu gün Türkiye’de eğitimden uzaklaştırmak bir yana, çok daha eğer biz bilimi eğitimin merkezine yerleştirmek istiyorsak, bunu en önemli araçlarından ve vesilelerinden bir tanesi Atatürk Devriminin bu güne kadar olduğundan daha çok derinlemesine ele alınmasıdır. Ve aslında bu bütün mazlum milletler için eğitim açısından zengin bir kaynaktır.
Biz Atatürk’ü eğitimden uzaklaştırmaya bu günkü iktidar altında onlar çalışırken Atatürk’ü eğitimden uzaklaştırmaya, Atatürk mazlum milletlerin eğitim programlarında birçoğunda yer almaktadır ve bu son derece doğru bir yaklaşımdır.
Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 8)
Bu gün, şunu belirleyerek başlamak istiyorum. Bu gün aslında insanlığın ilerlemesinin, insanlığın toplumsal ilerlemesinin temel gücü mazlum milletlerdir. Bu ülkelerde aslında bunun toplumsal karşılığı milletleşme sürecinin gerçekleştirilmesi ve tamamlanmasıdır.
Ama bu eski tip demokratik devrimlerin milletleşme sürecinden farklıdır. İki bakımdan farklıdır.
Bunlardan birincisi şudur, bu gün biz emperyalizm altında bu milletleşme sürecini devam ettirebilmek için sadece bağımsızlığı kazanmak, sadece milli bir iktidarı yaratmak açısından halka dayanmak, millete dayanmak zorunda değiliz, bunun ötesinde bu sürece ilerletmek için bu sürecin her aşamasında millete dayanmak yığınları seferber etmek zorundayız. Hâlbuki eski tip demokratik devrimlerde burjuvazi iktidarı eline geçirene kadar köylüleri diğer köylü çalışanları seferber etti ama iktidarı ele geçirdikten sonra onları seferber etmeye ihtiyacı kalmadığı gibi, onları baskı altına almaya yöneldi. Bugün emperyalizm altında bu gerçekleştiği için b u gün bunun sürekli olması gerekiyor, onun için bu günün milletleşme süreci Türkiye’de dâhil olmak üzere bunların merkezinde çalışan yığınların emekçi yığınların bunların yer alması gerekir. Bu yer almadığı takdirde o zaman bu milletleşme sürecini başarı içinde sürdürmek mümkün olmaz.
Şimdi bizim Atatürk Devrimin dışında da nasıl bir eğitim içeriği felsefesi yöntemi eğitime ilişkin hangi soruyu sorarsak soralım başka çok zengin bir kaynağımız daha var. O da bize yol gösteriyor. O da köy enstitüleridir. Köy enstitülerini tek bir tümceyle tarif etmek gerekse, KÖY ENSTİTÜLERİ CUMHURİYETİN KÜLTÜR DEVRİMİNİN ARAÇLARIDIR. Bu gün bizim yine böyle bir kültür devrimini gerçekleştirmeye, eğitimi böyle bir kültür devrimi seferberliği yönünde şekillendirmeye ihtiyacımız var. Köy enstitülerinin amacı köylüyü kendi içinden çıkmış, yetiştirilmiş önderler vasıtasıyla milletleşme sürecine etkin biçimde katmaktır köy enstitülerinin amacı. Bu gün biz yine nasıl bir toplumsal anlayış, hangi toplumsal anlayış ilkeleri yeniden üretmek istiyoruz. Bunun cevabını burada buluyoruz. Bugün köylülüğün yerine bütün emekçi yığınları şehir ve aktör emekçilerini bunları koymak koşuluyla. Ben bilim ve eğitim arasındaki, bilim ve Atatürk arasındaki ilişkiye geçmeden önce eğitime olan yansımalarıyla birlikte bu milletleşme sürecinde eğitim arsındaki ilişkide üç nokta üstünde çok kısaca durmak istiyorum.
Bunlardan biri şudur. Ülkemizdeki kültür çeşitliliğinin bir zenginlik kaynağını olması ancak bu kültürlerin iletişim etkileşim içinde daha üst düzeyde bir milli kültürün gerçekleştirilmesiyle mümkündür. Yoksa bu kültürleri etnik dinsel, değişik kökenlerden gelen bu kültürleri bütün yönleriyle muhafaza etmek bu milletme sürecinin önündeki büyük bir engeldir ve bu gün milletleşme sürecine engel olmak isteyen güçlerin zaten sürekli kurcaladıkları, kullandıkları bir şeydir. Ancak müze yaptığınız takdirde zenginlik kaynağı olabilir. Hayal içinde milletleşme olan katkısı açısından zenginlik kaynağı herkes gönül rahatlığı içinde birbirinden öğrensin, birbirlerinin üstün yanlarını alsın, yeni bir ortak mili kültür girişim ortaya çıksın. Ben eğitimin bu anlayışı ilk dönemlerden itibaren yaygınlaştırması gerektiği ve içeriğinin de buna yönelik olarak şekillendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
İkincisi inançların özgürce yaşanabileceği yegâne yer kişisel vicdanlardır, siz kişisel vicdanların dışına taşırdığınız zaman bunu, o zaman orta çağ dayatmalarına yer açmaktan başka hiçbir iş yapmış olmazsınız. Orta çağ dayatmalarının altında da bu inançların özgürlüğü ortadan kalkar. Onun için milletleşme süreciyle inanç özgürlüğünü gerçek inanç özgürlüğünü taşıyabilecek yegâne ilke laikliktir. Onun için eğitimde laiklikten ödün verilemez.
Burada başka bir unsur daha var. Zaman kalırsa onun hakkında da açıklamada bulunmak istiyorum ama burada da söylemek istiyorum. Dayatmalar sadece bilime aykırı olmakla kalmaz,”dayatma sadece boyun eğmeyi getirir”. Dayatmaya dayalı bir eğitim boyun eğen, itaat eden bir nesil yetiştirmeye yönelir. Bugün geleceği korumak istiyorsanız akıl ve bilim kadar yüreğe de ihtiyaç var, akıl ve bilimin birlikteliğine ihtiyaç var. Siz dayatmalara ne kadar yer açarsanız o kadar yüreksiz bir nesil yetiştirirsiniz. Bizim bugün sadece yeni yetişen insanlarda değil, bütün millette yüreği ayağa kaldırmaya da ihtiyacımız var.
Üçüncü üstünde durmak istediğim nokta, evrensellik ve millilik. Atatürk Devrimi millilik sorununa çok mükemmel bir şekilde çözmüştür. Bilim evrenseldir, insanlığın bir sürü kazanımı evrenseldir. Ama bunlar özümsenip Türk milletinin elinde onun geleceği kurmak için kullandığı bir araç haline getirildikleri zaman Türk ve milli olurlar, millileştirilmiş olurlar. Bugün evrensel olandan yararlananın yegâne nedeni de budur zaten insanlığın önünü açan güç olarak yaralanmanın yolu da budur.
Şimdi bilim geçmişte olduğundan çok daha büyük bir önem kazanmıştır. Dolayısıyla eğitimde de çok daha büyük önem kazanmıştır. Eski tip demokratik devrimlerde bilimin oynadığı role baktığımız zaman şunu görüyoruz. Önce aydınlanma devrimi oluyor, bunu siyasal, demokratik devrimler izliyor, onu sanayi devrimi izliyor. Önce siyasal devrimler olmuyor, bilimin ve hümanizmin getirdiği cereyan insanın aklıyla her şeyi kavrayabileceği bu anlayış orta çağın kilisenin ideolojik yapısını yerle bir ediyor. Bu demokratik devrimlerin, siyasal devrimlerin önünü açıyor. Siyasal devrimler gerçekleştirdikten sonraki kapitalim ilişkileri, önündeki engeller ortadan kaldırıldığı için hızla gelişiyor. Sanayi devrimi bunu izliyor. Bilim kuşkusuz çok üretici güçlerin önemli bir parçasıdır, buna hiç kuşku yok.
Eğitimimizin son 15 yılı ve seçeneklerimiz sempozyumu (Bölüm 8)
Sanayi devrimi de bugüne kadar dünyada üretim konusunda kaydedilmiş olan en büyük sıçramayı ifade etmektedir. Ama bilimi bugün sadece üretici güç terekesine indirmek bilimi insanlığını geleceğini kurmadaki en önemli yaralarından yoksun bırakmakla eş anlamlıdır.
Devrime yol açan şey aydınlanmadır. Aydınlanma sadece bilim insanlarının bilim insanlarını ilgilendiren bir uğraş olmaktan çıkmasıdır. Aydınlanma bilimsel bakış açısının bütün millete geniş kitlelere mal olmasıdır.
Bugün daha da önemlisi şu, üretim ilişkilerinde kendiliğinden gelişmenin son aşaması kapitalimdir. Kapitalizm, feodalizmin bağrından kendiliğinden gelişmiştir, bir tasarım ürünü değildir, kimse tasarımlamamıştır. Kapitalizm hakkında yazılmış olan her şey, bu sistem beli bir yetkinlik düzeyine ulaştıktan sonra, o sistemin gözlenmesi sonucu yazılmıştır. Ama kapitalizm sonrası eşitlikçi, kamucu, sosyalizme giden yolda kapitalizm sonrası sistemler hakkında sosyalizm dünya üstünde hiçbir coğrafyada gerçeklik kazanmadan yazılmış devasa bir yazın söz konusudur.
Kapitalizm sonrası sistemler bizim milletleşme devrimi dediğimiz Atatürk Devrimi de bunların en önde gelenlerindendir. Bunlar ancak, bilim temelinde gerçekleştirilebilir. Kendiliğinden gelişmez. Siz bu gün kendiliğinden olarak bıraktığımız zaman Türkiye gibi ülkelerde bunun kaçınılmaz olarak hem iktisadi alanda, hem hayatın her alanında emperyalizmle bağımlılıkla sonuçlanması kaçınılmazdır. Yani bugün bilim sadece üretici güçlerin parçası değil, aynı zamanda üretim ilişkilerli de devrimci bir dönüşüme uğratmanın temel aracı, yiyecek bulmanın temel aracı olma haline gelmiştir.
Bu eski demokratik devrimlerin aydınlanmasına farklıdır. O aydınlanma da olan biteni insanın aklıyla kavrayabilmesi söz konusu. Buradaysa bilimin oldurup bitirmenin aracı olarak kullanılması, geleceğin tasarımlanması ve o geleceğe yürümekte kullanılması söz konusudur.
Şimdi şu bilim açısından bakın evrimin müfredattan uzaklaştırılması, gericilik açısından son derece isabetli tartışı yapılmış bir durumdur. Çünkü evrim sadece biyolojide, bütün bilimlerde temel kavramlardır. Çünkü değişimi inceler bilim der.
Eğitim, çünkü evrim sadece bilimde temel kavramdır, çünkü değişimi inceler bilimler. Buradan eğitime de bir çıkarım yapmak lazım. Eğitimde de bütün kavramların her şeyi tarihsel geçmişi ve evrim süreci içinde ele alınması gerekir. Yoksa kavramların bizim dışımızda bize hükmeden göksel oluşumlar olduğu şeklindeki yanılgıdan ilizyondan kurtulamayız. Bakın şu çok önemli, siz bir kavramı, soru şu, kavramlar mı öğrenciye hükmedecek, öğrenci mi kavramlara hükmedecek. Kavramlar öğrenciye hükmederse o zaman o kavramlardan her herhangi bir geleceği kurmada herhangi bir iş yapmada siz bilimi bir araç olarak kullanamazsınız. Onun için bilimde verilen kavramların, ortaya konan yöntemlerin, usullerin bunların öğrenci tarafından özümsenmesi ve onun elinde onun hükmettiği araçlar haline gelmesi gerekir. Eğitimin başarısının ölçütü budur.
Köy Enstitüleri bu açıdan da son derece dâhiyane bir çözüm bulmuştur. İş içinde ve iş aracılığıyla eğitim. Aslında sizin orada kullandığınız bütün bilgiler kavramlar, çok somut yapılması gereken işin başarılmasına hizmet ediyor. Böyle süreç içinde öğrenilmiş olan bir bilgi hiçbir zaman unutulmaz. Hiçbir zaman o bilgiyi edinmiş olan kişi o bilgi karşısında edilgin bir konumda kalmaz. Üstelik bu aynı zamanda şu, imece de köy enstitülerinin en önemli unsurlarından biridir. Bu gün yine ona şiddetle ihtiyacımız var. Başarılması gereken iş ancak kolektif biçimde imeceyle başarılabilecek işse, o zaman imecenin yeri doğal olarak kendini ortaya vurur, dışa vurur. O zaman imece olmadan hiç kimse onu tek başına başaramayacağı için, ha o zaman rekabet, birlikte ulaşılmak istenen bir hedefe ne kadar katkı yapacağı konusunda bir rekabet olur. Son derece faydalıdır. Ama eğer birbirinin sırtına binerek, birbirinin kuyusunu kazarak, çelme atarak bunu çok kışkırtan, bunu özendiren bir rekabet, bu da bence eğitimden uzaklaştırılmalıdır.
Ben iki şey daha söyleyerek sözlerimi bitirmek istiyorum. Bunlardan biri şu, yine bunu biz köy enstitülerinden öğreniyoruz. Bir memleketin, en önemli milli kamusal değeri insandır, insan gücüdür. İnsan gücüne kamusal bir değer olarak bakmadığınız zaman, o zaman herkesin yeteneği, herkesin eğitim yoluyla elde etmiş olduğu katma değer, onun kendi malı haline gelir. Buna da mevcut yazında beşeri sermaye insan sermayesi, insan sermayesi mi, insan gücü mü? İnsan gücü dediğiniz ve bunu toplumun en önemli milli kamusal değeri olarak gördüğünüz zaman, yetenek keşfi süreçlerini bütün toplumu kapsayacak biçimde düzenlemek ve uygulamakla karşı karşıya kalırsınız. Bakın bir madeni bulamadığınız zaman, o da bir kayıptır, ama maden yerinde durur. Ama siz yetenekleri keşfedip bunları ülke hizmetine maddi birer güç haline getirip sunamadığınız takdirde o zaman onlar telafisi imkânsız biçimde heder olur giderler. Birinci üstünde durmak istediğim bu. Bu da şu, seçkinci bir eğitim değil, bütün herkesi kapsayan, herkesin yeteneğini keşfetmeye ve yönlendirmeye çalışan bir eğitim. Siz hakikaten geniş ve aydın kitlesi oluştursanız, en çok seçkin de onların içinden çıkar, seçkinler onların içinden sivrilir çıkar. Son üstünde durmak istediğim hakikaten bu yürek meselesi çok önemli.
Yine köy enstitülerinden örnek vereceğim, bu güne de ışık tuttuğu için; bu köy enstitülerinin binanın, enstitünün yapımı da bir bakıma maddi zorunluluklar dolayısıyla öğrenme ama bilhassa zor yerler seçmişler. Bakın bilhassa zor yerler seçmişler çünkü bu süreç içinde zorluklardan yılmamayı öğrenciyi zorluklarla karşı karşıya bırakmamak lazım ama o zorlukların üstesinden de kolektif biçimde imece yoluyla üstesinden gelmesi lazım. Bu gün özgüven dediğim zaman bizim için önemli olan kolektif özgüvendir. Eğitim karşısında edilgin konumda kalan, eğitimi bir dayatmalar topluluğu toplum destesi olarak gören öğrenci ve bu öğrencinin içinde yer aldığı bu millet yürek gücünün yitirir. Bu gün bizim eğitimde akıl ve bilim kadar yürek gücünü de oluşturmaya buna ihtiyacımız var, akıl ve bilimin birlikteliğidir geleceği kuracak olan eğitim de geleceği kurmamızın temel aracıdır”.

Cevat Kulaksız

SONNOTLAR

Sempozyum nedir? Belli bir konuda, çeşitli konuşmacıların katılımıyla düzenlenen, bilimsel ağırlıklı toplantı.

  Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 1)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 2)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 3)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 4)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 5)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 6)

Eğitimimizin Son 15 Yılı Ve Seçeneklerimiz Sempozyumu (Bölüm 7)

Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget