İtibardan Tasarruf Olmaz (mış)! - Mehmet Halil Arık

İtibardan Tasarruf Olmaz (mış)! - Mehmet Halil Arık
*Gökten ne yağmışta kabullenmemiş yer. *Saray’dan ne emredilmemiş de kabullenmemiş teba… Adam işte bu kabullenişlere güveniyor!..
Emir yüksekten olunca, kabullenmenin, hikmetinden sual olunmazlığını biliyor adam!...... Şüpheye ve düşünmeye, sormaya ve sorgulamaya, yoruma, analize senteze şeytani vesvese diye bakılmasını istiyor adam!..!...
Cennetlik olmanın, inanç adına itirazsız kabullenmelerden geçtiğini biliyor adam. Laikliği, yapay bir din gibi gösterip, dine saldırı olarak algılatmanın gayretiyle, yaratılan kindarlığın siyasi ranta dönüştürülmesinin formülünü biliyor adam...Bilmekle kalmıyor, sonuna kadar da kullanıyor adam.
Var oluşu buna bağlı!. Biliyor ki; “neden, niçin, nasıl” sorularından bir tekine bile verilecek kaçamaksız cevabın kendisini alaşağı edebileceğinin bilincinde adam!...
Sormaya, sorgulamaya, düşünmeye düşman oluşu bundan!...
Düşüncenin, şeytani vesvese olarak gösterilmesi bundan!...
Böyle gelmiş, böyle gitsin istiyor adam!..
Bu haftanın fermanı da geliverdi tez elden . Zeval olmaya. Demokrasinin en ilerisinin de gereği buydu zaten. İçerik de zamanlama da tam. Tastamam. Saray ve toplum (tebaa) mühendisliği budur işte… Derilme vakti gecikmiş çiçek gibidir, geciken ferman. Ha dökülmüş çiçekten geriye kalan sap, ha tavında dövülmeyen demir. Değersiz ve işlevsizdirler.Haftalar öncesinden düşünülüp gününde salınmalı tebaya ferman. Ki; günün ve dünün sorunları unutulsun, sade ferman konuşulsun. Sağlıyor da bunu adam.
Adalet gecike; illa velakin, ferman gecikmeye!.
Ferman; susturmalı!... Ferman unutturmalı!... Ferman konuşturmamalı.. ama konuşulmalı!.. Mangal tahtası…işte geldi 17-25 Aralık haftası!...Gerekeni yapmalı ferman ustası.Yapıyor da!
Kendi öfkesi ve desturu ile geldi ferman!... Sona gelinmişliğin noktasını koyar gibiydi bu kez: “İsteseniz de… istemeseniz de…” diyerek girdi söze…
Karşı devrimin meydan okuyan özeti sıkıştırılmıştı iki sözcüğün arasına… Kertikten öte geçilmişliğin ilanıydı bu: Var mıdır bundan öte dayatma!?...
“Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz…” diyenlerin tekerrür ettiremedikleri özlem hortlamıştı sanki.
Hayali kahraman; He-Men edasıyla güç bende dercesine; devri sabık yaratmak adına son 90 yılın köküne kibrit suyu dercesine, intikam işte budur dercesine, Tevhid-i Tedrisat denilen o zındık(!) sistemi silmek adına geldi dayandı kapıya o ferman!.. Yarınlara yürümek adına değil; tersine, dünün de gerisine, daha gerisine, 100 yıl, 300 yıl, 500 yıl öncesine dönmek adına geldi ferman!...
Kendi kokuşmuşluğunu bile bile, özüyle; tuzuyla… kin dolu tuzağıyla geldi ferman!... Oysa, kokmuşa tuz ne gerekti!?
Mezar taşlarını okutmak adına, safsatik gerekçelerle heba edilen neslin hesabını kim verecek? Hangi akıl, hangi izan ve vicdan dur diyecek böylesi bir dayatmaya ki?... Bilimsel ölçüler içinde dünyada yerimiz belli!!?. Tıbbın yerini muska, bilginin yerini dua alsın isteniyor!..
Bari; mezar taşı okutma kadromuzdan artanları AB’nin Osmanlıca ihtiyacına tahsis edebilseydik onları ağızları yerine başka yerleriyle güldürmeden.
Cennet ile avutma, cehennemle korkutma, 5 yaşında başlasın isteniyor. Devamında da, kula kulluk etmeye hazır biad erleri yetişsin, birileri adına beyaz kefenlerle meydanlara dökülsün isteniyor!...Ve sonuçta da; yalan sürsün… Talan sürsün; gemicikler yürüsün; kullar ses etmeden sürünsün isteniyor!.. Ve Molla Sırat’larla da görev sürdürülsün isteniyor.
*
İtibardan tasarruf olmaz(mış). Bir de; böyle buyurmuş ferman!...
Oysa bilirdik ki; itibar alçakgönüllülükle kazanılır, hoşgörü ile beslenir, tatlı dil ile süslenir…
Sevgi, saygı, erdem, ahlak, hukuk, bilgi, kültür ve bilcümle insani hasletlerle, yani ki, akıl, izan ve vicdanla desteklenir. Böyle bildik; böyle öğrettik biz saygınlığı. Kolundaki saatiyle, cebindeki parasıyla, ihtişamlı sarayıyla kazanılan (saygınlığı) kırk haramilerin masallarına bırakmıştık.
“Hoca Nasrettin’in kürkü ile kazanılan itibarın bir “sofralık”tır ömrü!” deyip ibret almıştık.
Saray ile kazanılan itibar yarışının firavunlar döneminde kaldığını sanmıştık!... Keops, Kefren, Mikerinos’u firavunların saygınlık yarışının çılgınlığının günümüze uzanacağını hiç ama hiç aklımıza getirmemiştik.
Yarınlarda, ne o sarayın ihtişamı, ne de o saraylarda sürülen saltanatın itibarı kalacaktır. Ama, adam olanların hafızalarından TOKİ’ye takılan trilyonluk borçlar; da silinmeyecektir!..
Musalla taşındaki “bir namazlık saltanat” sonrası, “nasıl bilirdiniz?” sorusunun cevabı, kazanılmış itibarın da özeti olacaktır aslında.
*
Sarayla kazanılan itibarın ömrü de; dalkavukların ömrü kadardır.
*
Saray’la kazanılan itibara güvenme!...// Gün gelir de; sırça köşkler kırılır!...
Güvenme dayına; gün gelir, Dayı ölür!.. // Yaslanma ağaca… duvara…
Gün gelir, ağaç kurur… duvar yıkılır!...
Korkma;
Hak ile kazanılmışsa şayet…; itibar kalır!...
*
Kanat takarsan domuza; kartal olmaz!...
Sarayla, parayla, sırayla itibar olmaz!...
Üç yalaka, beş soytarı, muteber görse de seni;
Böyle kazanılmış itibar; evlada kalmaz!...
Unutma;
Asil azmaz,,, bal kokmaz…
yağ kokar amma!... Aslı ayrandır.
***
Ey halkım... Canım, ciğerim, yoldaşım!... Vatandaşım!...
Derdine derman olmuyorsa ferman;; ya fermandan cay; ya da fermanın sahibinden!... Anla bunu!... “Fermanların, derman olmayacağını anla!... Her ferman, iyi, güzel ve doğrudan bir parça alıp götürdü. Uyan!.., uyuyup kalma!..
Tüm yetkisini kullanarak, bulunduğu en yüce makamı da işin içine katarak; “….Sizi yüreklendirmek vazifem. Savunmadan çıkın, artık ileriye koşun!” diyor ferman sahibi.
Şayet; ferman sahipleri, hesaplaşma adına, eylem çağrısında bulunma hakkını kendilerinde buluyorlarsa, demokratik haklarımı kullanarak ben de kendi çağrımı yapıyorum. Ve diyorum ki; Ben öğretmenim, uyandırmak görevim. “Savunmadan çık, artık ileriye koş!.”
. . . .
“Sür yeniden… özgürlük tarlasını…
Derinlerdedir umut!..
Yüreğin, özgürlüğe battığınca sür…
Tohum toprağa düşmekle kalmasın;
Daha derinlere… derinlere kök salsın!..
Fırsatçıdır ayrık otları…
Zehirli sarmaşıklardan farksız…
Saklanır köşe bucak, beslenerek karanlıklardan,
Bulduğu ilk fırsatta, sarar özgürlük tarlasını… Apansız!..
Arsız!..”
***
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget