Sevgili okuyucular, bir ülke kendini yadsıyacak kadar değişemez. Arap’ın
Araplığı, Almanın Almanlığı, Amerikalının Amerikalılığı, tarihin
toplumlara verdiği ve kazandırdığı niteliklerdir. Üzerlerinde olumlu,
olumsuz sonsuz yorum yapılabilir. Bunlar kişiye özel değildir. ‘Bunlar
beni ilgilendirmez’ diyenler, kendilerine Tanrı da diyebilirler. Fakat
bu sadece doktorları ilgilendirir.
Batılılar, yüz elli yıl önce Türkleri Anadolu’dan kovmayı
planlıyorlardı. Din de onları ilgilendirmiyordu. Ben Çerkezim, Gürcüyüm,
Lazım, Kürtüm desek de dünya yine ‘bilmem ne kökenli Türk’
der. İskoç, İtalyan, Yahudi, Rus kökenli olmak ne Amerikalıyı Amerikalı
olmaktan, ne Fransızı Fransız olmaktan çıkarmaz. Geçen gün Dünya pateni
şampiyonluğunu kazanan Rus şampiyon patencisi Toktamış-eva idi.
Babam Ruslara esir düşmüş bir Türk subayı idi, ama Çerkezdi. Bu
bağlamda her şey günümüzde anlamını yitirmiştir. Müslüman pasaportu yok.
Yabancı sınırında ‘Ben Müslüman ya da Osmanlıyım!’ diyemezsiniz. Bunu
değiştirecek gücünüz yok! Çinli, Bizanslı, Arap, Rus ve Avrupa tarihleri
bize Türk dediler. Osmanlı ise Türklere Etrak-ı bi-idrak (Akılsız
Türk!) diyordu.
Dünya ansiklopedileri bizden Türk sözcüğü altında söz ediyor. Araplar
Irak’ta Türkleri esir aldılar, Osmanlıları değil. Erbakan bir Türk
otomobili yapmak istemişti. Paramız TL. ‘İstanbul is not Constantinople’
ve Ayasofya bir Türk camisi değil. Biz Türk pilavı, Türk baklavası
yiyoruz. Bunların milliyetçi ideoloji tartışmaları ile ilgisini kuranlar
bir şey bilmeyenlerdir. Milliyetçilik, solculuk, dincilik, radikallik,
liberallik, tümü çağdaşlık değil sadece aymazlıktır.
Bu evrensel olgular üzerinde, ileri geri söz söylemek, tarihi
değiştirmez. Beğensek de beğenmesek de bu varlıkları yok etmek gücü
kimsede yok. Türkiye’yi dünya tarihinde adı Türk olan Müslüman Türkler
kurdu. Osmanlıyı da onlar kurmuşlardı.
125 MİLYON İNSAN
Türkiye içinde ve dışında, kendilerine Türk denen ve Türk
diyalektleri konuşan 125.000. 000’u insan var. Bu kadar Yahudi, Rum,
Ermeni, Gürcü, Hollandalı, Norveçli, Finlandiyalı, Danimarkalı, Macar,
Polonyalı Sırp, Bulgar ve İrlandalı, Vietnamlı, Afganlı, Kürt ve daha
pek çok toplum yok. Bu hatırı sayılır bir tarihi varlıktır. Eski Dünya
Tarihinde Türkler kadar çok devlet kuran, oturduğu coğrafya Çin’den
Karadeniz’e uzanan bir başka insan grubu da yok. Bu tarihinin yadsınamaz
olgusudur. Ama bir yücelik olgusu değil. Kişi ya da partilerin tavrı bu
uzun tarih içinde bir nokta bile değildir.
Biz Müslüman Türklerin kurduğu ve Türkiye adını taşıyan ilk çağdaş
İslam ülkesinde, eğri büğrü de olsa, yaşıyoruz. TC, ordu, bakanlar,
cumhurbaşkanı, meclis, Türkiye ve Türk ad ve sıfatını taşıyor. Ne
anayasayı değiştirerek, ne heykel kırarak, ne de imam-hatip okulları
açarak bu evrensel gerçeği değiştirecek bir güç oluşamaz. Sadece dünyaya
katılmayı zorlaştıran kargaşa olur. Bunu kendi aramızda çözemezsek,
dünya konjonktürünün temizlemek zorunda kalacağı bir evrensel pürüzdür.
Sevgili Okuyucular,
Bu tarihi varlık ve onun değişmeyen tarihi adı, zaman içinde oluşan
başka gerçekleri yok etmez. Kürt, Gürcü, Süryani, Sünni, Şii, erkek,
kadın, farklı olan, farklı kalan ve başka şeyler isteyenler çağdaş
toplumun özgür ortamında onu dile getirebilirler. Ama tarihin
tanımladığı bir olgu yok olmaz. Yok etme çabaları da hemen hiçbir zaman
işe yaramadı. Gerçi kavga da eksik olmadı. Bunu da yadsımamak gerek.
Ne var ki çağımız daha önemli ve acil sorunlarla boğuşuyor. On günlük
bir elektrik kesintisi bütün Türkiye’yi on yıllık Ortadoğu savaşı kadar
etkileyebilir.
TOPLUMU AYRIŞTIRAN CEHALETTİR
Sevgili Okuyucular,
Bizim örneği olmayan tarihimizin, kahramanlık hikâyeleriyle ilişkisi
yok. Arkasında bozkır yaşamının, coğrafyanın, sayısal olguların,
nedenlerini saptamak olanaksız tarihi koşulların yarattığı 2000 yıllık
bir karmaşık, olasılıkla bazı boyutlarıyla karanlıkta kalacak bir
insanlık tarihi var. Bunun bugüne ulaşan bir bölümü Türkiye ve Türkçe
konuşan insanlardır. Bu 2000 yıllık bir gelişmenin yoğun olarak
biriktiği Türkiye’de bu toplumu bütünleştirmek için yeterli olmamasının
nedeni akıl almaz bir cehalettir. Bunun arkasında uzun süren bir Osmanlı
geri kalma tarihi var. Türkiye’nin temel sorunu, çağa yetişmek için
sorması gereken sorular yerine, modası geçmiş politik kategoriler
içinde, çağdaş durumu sorgulamaya çalışmaktır. Oysa dünyanın bütün
ölçütleri son yarım yüzyılda tümüyle değişti.
Türkiye’de hâlâ ne geçmişin ne günümüzün ne de geleceğin doğru
değerlendirilmesi yer alıyor. Televizyonlarda içi boş hamasi
programlardan geçilmiyor. Bilim ve teknoloji neredeyse yok. Sanat yerine
sadece yüzeysel eğlence. Tarihlerde yazılı gerçekleri, milliyetçiliği,
Müslümanlığı sorgulamak günün sorunu değil. Müslümanlığın kendisini
değil, bugünkü durumunu sorgulayan ve sorgulatanlar Hıristiyanlar.
Osmanlı’nın Etrak-i bi-idrak’ini hâlâ doğru buluyorlar. Bu yoz
düşünceler emperyalizmin ve eskimiş bir sömürü düzeninin bulandırdığı
sularla besleniyor.
Milliyetçilik eskimiş bir ideoloji olabilir. Fakat ‘Türk olmak beni ilgilendirmiyor’ demek, ‘içinde yaşadığım toplum beni ilgilendirmiyor’
anlamına gelir. O, toplumla birlikte yaşadığımız sürece anlamsızdır.
Söyleyeni sadece insan düşmanı yapar. Arkadaşınızın, ailenizin,
sevgilinizin sokaktaki adamın varlığına tahammül ediyorsanız, kendinizi
aldatmayın. Duygulardan bağımsız özel bir yapınız varsa, psikolojik bir
hastalığınız var demektir. Bazı vahşi hayvanlar yalnız başlarına
yaşıyorlar. Ama insan yaşamıyor. Sorgulanacak olan ideolojik nedenlerle
bu tavırları takınanların, bir yandan, ülkenin geleceğine ilişkin ciddi
endişeler taşımalarıdır.
Toplumdan soyutlanmış bir çözüm söz konusu olmadığı için, ülkenin
durumundan dertlenen herkesin toplumun kimliğine sahip çıkması gerekir.
Bu modası geçmiş bir milliyetçilik tutumu değildir. Aynı dili konuşan
milyonlarca insanla iletişim bağlarını reddetmek olanağı olmadığı için,
bu topluma ulaşmak bir insanlık görevidir. Bunu yapmak kişinin kendine
özgü düşüncelerini, sevgi ya da nefretlerini de değiştirmesini de
zorlamayabilir.
YENİ BİR SÖYLEM AĞI YARATMAK
İnsan toplumsal konumu, hasta olmadıkça, yadsıyamaz. Eğer
dertleniyorsanız zaten reddetmiyorsunuz. O zaman sadece bir tek çözüm
var: Sorunların yapısını, anlayacağı şekilde, topluma ulaştırmak.
Kuşkusuz milyonlarca insana ulaşamazsınız. Herkes örgütlü çalışmak
istemez. Fakat şimdiye kadar gerçekleşmemiş bir söylem ağının
yaratılması için böyle bir çaba gerekiyor. Çağın sorunu budur. Gençler
Faceboook, Twitter ve benzer iletişim kanallarıyla böyle bir bilgi ağı
kuruyorlar. Dünya da bu bağlamda çekişmeler var. Fakat bu çağdaş yaşam
ve konjonktürün bir parçası olmak zorundadır. Karşı çıkmak da
olanaksızdır. Onun için eski dünyanın söylemleriyle yaşayan kurumlar son
günlerini yaşıyor. Ama bu son ne kadar sürer? Bunu bilmiyorum.
Sevgili Okuyucular,
Alman Reich’ının diktatörlüğünün son yıllarında Berlin Filarmoni
Orkestrasının yaşamı ile ilgili ünlü yönetmenler, müzisyenler ve
onlardan kalan bir kaç müzisyenin hikayeleri, konser anıları, savaş sonu
Avrupa’sı, yok edilmiş Berlin’in görüntüleri, Goebbels ve Hitler’in
teatral ve artık komedi haline gelmiş tavırları ile örülmüş olağanüstü
bir film seyrettim. Alman Nazi Reich’ı, müzisyenleri bir propaganda
aracı olarak kullanmak için savaşa katılmaktan muaf tutmuş, fakat büyük
bir baskı altında, savaşın son gününe kadar çalıştırmıştı. Bu Almanya
gibi bir uygarlık merkezinde insanlığın düşebildiği zavallılığın acı
verici bir gösterisi idi.
İnsanlık? Nasıl ulaşılır?
Partilerin seçtikleri değil, toplumun doğal düşünenleri halka geleceği anlatan söylemi yaratmaya başlamalılar.
Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet
Yorum Gönder