Önce sesini duydum, ardından şunun suratını da göreyim diye ekran başına koştum.
Adı Emrullah İşler imiş.
İki ay kadar önce boşalan Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Başkanlığı’na seçilmiş. AK Parti Ankara Milletvekili imiş.
İlahiyat eğitimi almış, ardından da ilahiyat dalında akademisyen olmuş,
profesörlüğe kadar yükselmiş.
Ülkenin en önemli, dahası bugünlerde
en güncel komisyonunun başkanı. Mesela yeni biten Milli Eğitim
Şûrası’nda benimsenen önerilerin yasalaşması için geleceği komisyonda
borusu en yüksek ötecek siyasetçi bu zat. Yani ona “eğitimcibaşı” desem hiç de yanlış olmayacak.
CNN’de Mirgün Cabas arkadaşım onu “Her şey”
programına çağırdı. Başlangıçtaki bir iki dakika dışında Emrullah
İşler’in söylediklerin tümünü, hem de büyük bir dikkatle dinledim.
Biliyorum, dün gece hemen bütün haber kanallarında harıl gürül “Osmanlıca zorunlu ders olsun mu, olmasın mı” tartışılıyordu. Gerçi hem büyük kültür adamı, hem sultanları kıskandıracak bir iktidarın tek başına sahibi Recep Tayyip Erdoğan, ağzının kenarına yerleştirdiği küçümseyici bir gülücük eşliğinde gürlemiş ve “İsteseler de istemeseler de Osmanlıca öğretilecek, öğrenilecek” buyurmuştu.
Yani tartışma -Osmanlıca söylersek- “abesle iştigal” idi. (Cümleyi anlamayanlar Osmanlıca öğrensin. Bundan sonra böyle. Nokta.)
Yine
de harıl gürül tartışıldı. Beni de çok ilgilendirmedi. İlgilendirmedi,
çünkü itiraz edenlerin de, benimseyenlerin de herhangi bir yetkisi,
yaptırım gücü yok.
Ama Emrullah İşler öyle mi?
Adam koskoca
TBMM’nin koskoca Eğitim Komisyonu’nun koskoca başkanı. Eğer Osmanlıcanın
meraklısı olanların, o yönde derinleşmek isteyenlerin seçmeli dersi
olmasını değil de bütün lise öğrencilerinin zorunlu dersi olmasını
benimsiyorsa komisyonun önüne gelen bir yasa teklifi ya da tasarısını
yasalaştırmak için elinde önemli bir yetki var. Unutmayın ki bizde
yasalar komisyonlarda son ve kesin şeklini alır ve Meclis Genel
Kurulu’nda “parmak kaldır – parmak indir” yöntemi ile yasalaşır. Bunun istisnaı pek azdır. (İstisnası değil istisnaı. Neden böyle diyenler Osmanlıca öğrensin. Bundan sonra böyle. Nokta.)
Ve…
Ve Emrullah İşler Osmanlıcanın seçmeli değil, zorunlu ders olmasından yana. Bunu CNN Türk ekranlarında ilan etti.
İlan ederken kurduğu cümlelerde bol bol alfabe sözcüğü vardı. Parlamentodaki görevi gereği Türkiye’nin eğitimcibaşılarından olan bu zat sürekli “alfaabee” diye geveledi.
Kusuru bundan ibaret olsaydı, elbette bu yazı yazılmazdı. Bir yerlerden mail adresi bulunur ve sevabına “Bey biladerim alfabe ikinci a’yı ve sonuncu e’yi uzatarak söylenmez. Siz eğitimde önemli bir yerdesiniz, gençler size bakıp amma da cahilmiş demesinler. Bir zahmet düzeltiverin” diye yazılırdı.
Lakin alfaabee ile yetinmedi, “Ha soldan sağa yazmışsın, ha sağdan sola”
gibi inciler savurdu. Arap elifbasının bizler için çok önemli
olduğundan söz etti ve duyunca içimi öğürtüler basan o malum gerekçeyi
öne çıkardı: Çocuklarımız atalarımızın mezar taşlarını okuyamıyor.
Hani
duyan da çocuklarımızın her gün o mezarlıktan bu mezarlığa koşup
dedelerinin, ninelerinin, onların da dede ve ninelerinin mezar taşlarını
bulup üstündeki yazıları sökmeye çabaladıklarını sanacak.
Osmanlı
tarihini, Osmanlı edebiyatını öğrenmek ve anlamak isteyen meraklıların,
Osmanlı belgelerine meslek gereği ulaşmak isteyenlerin Osmanlıca
öğrenmelerine, Arap elifbasıyla yazılan metinleri kavrayabilmelerine
aklı başında kimsenin itirazı olmasa gerek. İtirazdan öte başta eğitim
bakanlığı, devletin bu yolda özendirici, destekleyici olması gerek.
Çünkü söz konusu olan bizim kendi öz tarihimiz…
Ama Osmanlı sarayının dilini, yani bir seçkinler dilini Türkçe
diye yutturmaya kalkışan ve bunu liselerde zorunlu ders kılmaya soyunan
sinsi zihniyete pabuç bırakacak değiliz. Başta Cumhurbaşkanı, ardından
Başbakan ve onunda ardından bu yazıda adı geçen eğitimcibaşı ve
benzerleri durup dinlenmeden vurguluyorlar: Osmanlıca bizim dilimizdir, Türkçedir.
Hayır değildir. Osmanlıca Osmanlı sarayının ve onun çevresinin dilidir.
Dağda, ovada, köyde, belde, kasabada yaşayan atalarımız Osmanlıca değil
Türkçe konuşuyorlardı. Su’ya su diyor ve ayrıca “Ma” ve “Ab” dendiğini
de bilmiyorlardı.
Ayrıca ister Arap elifbası ile yazılsın, ister Latin alfabesi ile, “Bir müsellesin mesah-ı sathiyesi dıl-ı kebiri ile irtifaının zarbının nısfına müsavidir”
diye bir cümle okuyan ya da duyan saray dışında kalan Osmanlı tebaası
da Türkiye Cumhuriyeti’nin genç kuşakları da hiçbir şey anlamazlar ve
anlamaları da gerekmez. (O cümlenin anlamını merak edenler Osmanlıca
öğrensin. Bundan sonra böyle. Nokta!..)
Aydın Engin /Cumhuriyet
Yorum Gönder