İslamda bilim,felsefe,resim,heykel,musiki yasaksa ve kadınlar toplumdan soyutlanacaksa gelecek neyin üzerine kurulacak
Doha’da Dünya Yüzme Olimpiyatı’nı seyrettim. Salonda Doha’lı seyirci
yoktu. Burası içki düşmanlarının işlettiği bir meyhaneye benziyordu.
Müslüman ya da Doha’lı sporcu da yoktu. Bir ülke kendi halkının
katılmasının söz konusu olmadığı ve mayolu Hıristiyan kadın yüzücüleri
sergileyen bir uluslararası yarışma neden düzenler?
Bir kaç yıl önce çöl ortasında kış olimpiyatları türünden komediler
de sergilediler. Zengin Müslümanlar bu çelişkileri neden yaşıyorlar?
Araba satarlar, kadınlar şoförlük edemez. Fotoğraf makinesinin en son
modelini satarlar. Fotoğraf çekmeyi yasak ederler. Bunları Arabistan’da,
Avrupa ve Amerika’da gördüğüm için biliyorum. Petrol satan, fakat bir
şey üretmeyen ülkeler, kendi ülkesinin polisi olan ordular, bilimsiz,
sanatsız toplumlar. Bu altı kaval üstü şeşhane kültürünün nasıl
sonlanacağını hayal edemiyorum.
Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün ölümünden önce Roma’da süvarilerimiz,
Berlin’de güreşçiler dünya birincilikleri kazandılar. Savaş yıllarında
İstanbullu kürekçiler Avrupa şampiyonlarında derece aldıkları zaman
Türkiye nüfusu 20 milyonu bulmamıştı.
Türkiye’nin çağdaşlaşma programında spor önemli bir ağırlık
taşıyordu. Ben sporun spor için yapıldığı yıllarda yaşadım. Günümüzde
Türkiye futbol, basketbol ve voleybolda varlık gösteriyor.. Fakat sadece
para ve prestij getiren etkinlikler var. Atletizm yok. Oysa atletizm,
çok boyutlu, çalışma ve disiplin gerektiren, sağlık kazandıran toplumsal
bir spor dalı. Spor, eğitime entegre edilmiş ve devletin sorumluluk
taşıdığı bir örgütlenme alanı. Atletizmde Türk atletlerinin
başarısızlığı bu anlayışın Türkiye’de anlaşılmadığını anlatıyor. İdari
kadro tamam ama sonuç yok!
MAHLER’İN İKİNCİ SENFONİSİ
Doha’da ev sahipsiz yarışları seyrettikten sonra, tesadüfen, Leipziger Gewandhaus’da, karizmatik orkestra şefi Riccardo Chailly’nin
yönettiği Mahler’in ikinci senfonisini dinledim. Onun on senfonisinin
dünyayı değiştirdiğini yazan bir kitap okumuştum. İkinci senfoninin çok
büyük bir korosu var. Bunun 1000 kişiyi bulduğu söylenir. Leipzig’deki
konserde de olağanüstü büyük bir koro vardı. Berlin ve Leipzig’den gelen
korolar birleştirilmişti. İkinci senfoni, Beethoven’in dokuzuncusu gibi
koro ile bitiyordu. Olağanüstü bir ve dikkat ve disiplin içinde çalan
Avrupa orkestralarını hep hayranlıkla dinlerim. Onlar Avrupa kültürü
denen disiplin mekanizmasının en etkili göstergeleridir. Türkiye de
Mahler’in adını işiten çok kimse olabilir, ama dinleyen olasılıkla
azdır. Dinleyenlerden kaçı hoşlanır, anlar, onu da bilmiyorum.
Ama çıplak kadın yüzücüleri misafir eden Doha’lı garip Arapların orada bir konser salonu inşa edeceklerini ve Mahler’i
kadın ve erkek korosu ile çaldıracaklarını hayal etmiyorum. Doha’da,
Dubai’de, Abu Dabi’de, Suudi Arabistan’da ne orkestra var, ne müzik var,
ne de konservatuvar var. Acaba yüzücü olmaması da aynı kültür
saplantısından mı kaynaklanmıyor?
Doha’da dünya çapında ne üniversite var ne de bilim adamı. Bunlar
yokluk zincirleri. Doha’da filozof da yok, matematikçi de yok. Bütün
İslam tarihinde, eğer sultanlar için uğurlu günleri saptamak ilmi olan
İlm-i Nücum (Astroloji) olmasaydı, 12.yüzyıldan sonra İslamda ne bilim
var ne matematik, olacaktı.
Sevgili okuyucular,
Bu gözlemler sadece Doha’da değil, İslam ülkelerinde de aynı. 220
milyon nüfuslu Endonezya’ya bakın. 19. yüzyılda sömürge döneminde
Hindistan’dan İngiltere’ye, Kuzey Afrika’dan Fransa’ya gidip bilim
öğrenen Müslümanlar vardı. Doha yarışlarında babası Hollanda’ya
yerleşmiş ve Hollandalı bir kadınla evlenmiş Hollandalı bir yüzücü
vardı. Dünya birincisi oldu. Sihir Hollanda’da mı acaba?
Türkiye Cumhuriyeti 15 yılda her tür bilim adamı yetiştirmeye
başladı, ama Atatürk ölüp 2. Dünya Savaşı Amerikalıların egemenliği ile
sonlanınca çıktığımız yükseklikten geriye kayarak bugünlere geldik. Doha
da Türk yüzücü, İstanbul’da Mahler konseri olamıyor.
BU DURUMDAN KURTULACAĞIZ
Sevgili okuyucular,
Türkiye’de bunları konuşan var. Fakat bir Türk gazetesini okumak,
içeriği açısından çoğu kez utandıracak kadar ilkel bir kültür çorbasına
düşmek demek. İslam dünyası, Mercedes alıyor, yüzme havuzu satın alıyor,
ve dekolte yüzücüler sergiliyor. Sporla ilgisi yok. Gökdelen, alışveriş
merkezi, İngilizce öğretim, ama arkası boş. Çağdaş dünya sofrasında
benim de tuzum olsun diye, çelişkiler içinde kıvranıyor. Alay konusu
oluyor.
1.5 milyar Müslüman, dünyanın sadece müşterisi. Türkiye ekonomisi
petrol satıcı değil. Petrol alıcı. Biz de Doha’daki çelişkileri
yaşıyoruz. Aramızda kimileri Afganistan, Pakistan, Yemen ya da Endonezya
gibi olacağımızı düşünerek yas tutuyor. Bir bölümü de Türkiye’nin bu
ilkelliğin üstesinden geleceğini düşünüyor. Ben de bu ikincilere
katılıyorum. Çünkü biz benzer bir durumdan yüz yıl önce geçtik. Ve
petrol satarak geçinmiyorduk. Ne var ki bunu saptamak sorunları
çözmüyor. Ama gazeteler ya da politikacılar gibi yazı-tura atarak
geleceği bekleyemeyiz. İş bize kalsa zor olabilir..
Bu gözlemleri yazarken Ali Akurgal, Osmanlıca ve Arapça eğitimi ile
ilgili düşündüklerimi yazmamı istediğini iletti. Toplumun kültürel
tutarlılığı kalmadığı için, söylenen sözler ve alınan kararlar üzerinde
fazla düşünmüyorum. Ama İngilizce konusunda olduğu gibi, Osmanlıca ve
Arapça konusunda da düşündüklerimi özetleyebilirim.
OSMANLICA VE ARAPÇA ÖĞRETME MECLİS’TEN BAŞLASIN
Dünyada üç gelişmiş dilin sözcüklerini bir torbaya atarak bir kültür
dili yaratmış toplum yok. Hele bu toplumun yüzde doksanı okuma yazma
bilmiyorsa. Şimdi Osmanlıca öğreteceklermiş. Bence önce Meclis’ten
başlamalı. Bunlara Tursun Bey’in ‘Tarih-i Ebu-l Feth’
adlı kitabını verin. Farsça bilmedikleri için anlamazlar. Kaldı ki
Arapça bildiklerinden de emin değilim. Osmanlıcayı Osmanlılar da
bilmiyordu. Yeniçeriler mi öğrendi. Sokollu mu öğrendi? Devşirme ağalar
mı öğrendi? Harem kadınları mı öğrendi? Yüzde doksanı okuma bilmeyen
köylüler mi öğrendi? Padişah mı biliyordu?
Osmanlıca’yı sadece Arapça alfabe bilmek sananlar var. Osmanlıca bir
dil değildir. Esperanto gibi başarısız, uzun süreli bir denemedir.
Sevdiğimiz bir şiir dili geliştirmişti. Fakat bir edebiyat, bir tarih ve
bir felsefe dili olmamıştır. Dünya Firdevsi, Hayyam ya da Mevlana’yı
bilir, ama Fuzuli ya da Baki’yi öğrenmeye değer bulmamıştır. Aruz vezni
ile birkaç şiir klişesi yazmak bir Osmanlı yazını yaratmadı. Cehaletin
Türkiye’nin eğitimini allak bullak edeceğini yakında göreceğiz. Ne
Arab’ın ne de Osmanlı’nın bugünün insanına söyleyeceği bir şey yok.
Arapça çağdaş dünyaya ilişki bir şey okumak söz konusu da değil.
Bakalım 500 yıl Osmanlı esperantosunu (pardon kimine göre Osmanlı
Türkçesi) 100 kişiye öğretecek 100 hoca çıkacak mı? Karagöz oyununun
parçası olanlar, şimdiden kimsenin bir şey öğrenmeyeceğine emin
olabilirler. Ama toplumun boşa gidecek çabaları ne olacak?
‘Nizam-ı yaften-i mevadd-ı ticaret ba- Rusya ve mübadele-i temessükat ve icmal-i in keyfiyeti umur-ı mükaleme’.. Ahmed Vasıf Efendinin ‘Mehasinü’l asar ve Hakaikü’l Ahbar ‘ kitabından.
Kuran öğrenmek istiyorsak, Arapça yüzlerce yıl anlayamadığımız kutsal
kitabın Türkçesi var. Herkese İngilizce de öğrettiğinize göre,
Arapçadan daha iyi anlayabileceğiniz İngilizcesi var.
Bu eğitimin iflası olacaktır. Ne Osmanlıca ne de Arapça okunacak bir
şey yok! Bu konuyu haftaya tarihi gelişim içinde, yine anlatacağım.
Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet
Yorum Gönder