Ülkemizde öyle yanlışlar oluyor ki ülkesini seven, laik Cumhuriyeti büyük bir kazanım gören birinin bu yanlışları sineye çekmesi, sesini çıkarmaması olası değildir…
Bu yazıda kabul edilmemesi gereken iki olaydan bahsedeceğim…
Birinci Olay:
12 Eylül’ün beşibiryerde ve demokrasiden nasibini almamış Generalleri, dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bir oranda seçim barajını %10 olarak saptamışlardı…
Gerekçeleri de temsilde adalet, yönetimde istikrardı…
Bu seçim barajı ile temsilde adaletin sağlanacağını söylemek, adaletten ne kast edildiğini bilmemektir…
Yönetimde istikrara gelince, tek partinin iktidara gelmesinin, koalisyonlardan daha istikrarlı olacağı doğru ise de, o iktidar partisinin tüm yurttaşlara eşit seviyede davranması ve her yurttaşın iktidarı olduğunu kanıtlaması koşuluna bağlıdır…
Ne yazık ki 12 yıldır iktidarda bulunan AKP, bu koşulu hiçbir dönemde yerine getirmemiş, her davranışı ile kendisine yandaş olanların iktidarı olmakta tereddüt etmemiştir…
Zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul duruma gelmiştir…
12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının tanınmasıyla, muhalefet partileri bireysel başvuru hakkını kullanarak seçim barajı ile ilgili yasa maddesinin iptalini istemişlerdir…
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, bu başvuruyu gündemlerine aldıklarını 2-3 hafta içinde gereken kararın verileceğini belirtmesi üzerine, yıllardır seçim barajının getiriminden (rantında) yararlanarak tek başına iktidara gelmeyi başararak AKP içinde kıyametler kopmaya başladı…
Tarafsız olması gereken AKP eski Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, en çok telaşlananlar arasındadır…
Sayın Erdoğan verdiği demeçte, “Milli İrade seçim sandığında belirlenir, TBMM’de de tecelli eder. 2014 yılındayız 21’inci yüzyıldayız ama ne acıdır ki ben şu kuralı tekrar tekrar hatırlatmak zorunda kalıyorum. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Egemenlik bürokrasinin değildir egemenlik yargı bürokrasisinin askeri bürokrasinin değildir. Egemenlik Anayasa mahkemesinin de değildir. Egemenlik milletindir. Hiç kimse hiçbir kurumu kendisini milletin üzerinde milletin meclisinin üzerinde özellikle de siyaset kurumunun üzerinde görmemelidir.” Demektedir.
Temelde haklıdır. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyeti kurduğu günden beri egemenliğin kayıtsız ve koşulsuz millete ait olduğu kabul edilmiş bir anayasa kuralıdır…
Ancak, 12 yıllık AKP iktidar döneminde Anayasada yazılı bu emredici kuralın eksizsiz uygulandığını söyleyebilir miyiz?
Yine Anayasamıza göre egemenlik hakkını yetkili organlar eliyle kullanan milletimizin ancak yarısı yanı yandaşlar, bu haklardan tam olarak yararlanmakta, diğer yarısının ise yararlanmak için sarf ettiği tüm çabaları boşa çıkmaktadır…
Kanıtları bu yazıya sığmayacak kadar uzun olduğundan yazmıyorum. İtiraz edenlere sıralanabilir…
İkinci Olay:
Ana muhalefet Partisi CHP’nin, ulusal politikalardan vazgeçtiği gerekçesiyle partiden istifa edip “Anadolu partisini” kuran ve ulusallık tekelindeymiş gibi davranan Emine Ülker Tarhan’ın partisine aldığı adlara ve siyasi geçmişlerine baktıkça gülmemek elde değil…
Bu gün yazılı basına yansıyan bir haberi vermekle yetinerek, durumu okuyucuların takdirine bırakıyorum…
Haber şöyle;
“Anadolu Partisi Didim İlçe Teşkilatının kurucu İlçe Başkanlığı'nı iki dönem ANAP’tan Didim’de Belediye Başkanlığını yapan bir dönem MHP’den Belediye Başkan adayı olan, geçtiğimiz 30 Mart yerel seçiminde de AKP’den Belediye Başkan aday adayı olan Ünal Boztürk, AKP’den istifa edip, Anadolu Partisi Didim İlçe Teşkilatının kurucu İlçe Başkanı oldu.”
Başka söze gerek var mı?
Sevsinler sizin ulusalcılığınızı…
Bu iki olaya itiraz ediyorum.
İtiraz etmezsem, demokratlığımdan, aydın kimliğimden, ulusalcılığımdan şüpheye düşerdim…
02.12.2014
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı
Yorum Gönder