Lepsius Almanya'ya dönüşünde "Türklerin çirkin davranışları" konusunda kilise çevrelerinde yoğun bir kampanya başlattı. Tabii müttefik bir ülke aleyhine yapılan bu davranışlar Berlin Dışişleri çevrelerini zor bir pozisyona soktu. Ama Lepsius'u susturmak mümkün olamıyordu. 22 Eylül günü Basel'deki Alman konsolosluğundan gelen bir rapor; geçenlerde İsviçre'yi ziyareti sırasında Ermeni soykırımının tasarlanmış olduğunu, Alman Hükümeti’nin de gerçekleri bildiğini ancak müttefiki olan bir ülkeye etkili olmadığını yazdığını belirtiyordu. (2)
Lepsius asıl karışıklığı Almanya'da çıkarmağa başlıyordu. Pek çok kaynaktan Alman hükümetine "Ermeni sorununda hükümetin ne yaptığı" sorusu sorulmaya başlanırken; Alman Zeitungsverlag gazetesi müdürü Dr. Faber, gazetesinde olayı nasıl işleyebileceğini soruyor, Ermenistan’dan haber almak için bazı görevliler hazırlandığını belirtiyordu.(3) Bu sırada Van’da Türklerin 150.000 –180.000 insanının Ermeniler tarafından katledildiği ortaya çıkınca Lepsius Türk iddilarına karşı yapabileceği en iyi direnci gösterdi, reddetti. Ekim 1915’te Berlin’de gazete temsilcilerini topladı ve onlara Türkleri ve bu konuda bir şey yapamayan Alman hükümetini şikâyet etti. Halkı tahrik etti ve “Alman hükümetinin Bab-ı Âli’de hizmetçi muamelesi gördüğü” gibi çarpıcı ifadelerde bulundu. Basın’ın baskı yapması üzerine Alman hükümeti, Dışişleri Bakanı Zimmerman; Zeitungsverlag müdürü Dr. Fabere nazik bir mektup gönderdi. Kısaca Ermenilerin sorunları ile gönüllü olarak ilgilendiklerine temas ettikten sonra,“Ermeniler bize kendi çocuklarımızdan ve kardeşlerimizden daha az yakındırlar. Onlar Fransa ve Rusya ile yapılan kanlı mücadelede dolaylı olarak Türklerin askeri desteğinden yardım görüyorlar.” (4) diye bazı gerçekleri hatırlatmak gereğini duydu.
Ekim sonunda Wangenheim’in vefatı üzerine Wolff-Metternich elçi olarak atandı ve İstanbul’a gelir gelmez kendine verilen talimat gereğince “Ermeni sorunu ile” ilgilenmeğe başladı. Lepsius sanki bütün Almanya’ya “bir soykırım yapıldığı” iddiasını kabul ettirmiş gibiydi. Özellikle kilise çevrelerinin baskısı hükümeti çok zorluyordu. Ancak Osmanlı Hükümeti doğru bildiği istikametten şaşmadı, her şeyden evvel “Türk halkını iç ve dış tehditlere karşı korumak ilk ve en öncelikli görevleriydi.” Ermenilerse dev bir iç tehdit oluşturuyordu. Hıristiyan ülke temsilcilerinin müracaatları anlayışla karşılanıyordu, ancak bu bir iç güvenlik sorunuydu ve taviz vermek mümkün değildi, Amerika, İsviçre, Avusturya ve Almanya kilise çevreleri, basın ve siyasiler, 1916–1917 yıllarında bile “Ermeniler konusunda” baskı altına alındılar, teşebbüslere giriştiler, göçmenlere yardım için izin koparmaya çalıştılar. Nisan 1916’da teklif Osmanlı Hükümeti tarafından reddedildi. Çünkü böyle bir yardım, Ermeni toplumunu yeniden dış dünyaya güvenerek yeni isyanlar başlatmasına sebebiyet verebilirdi.(5)
Lepsius, 1916 yazında “Bericht über die Lage des Armenischen Volkes in der Turkei/ Turkiye’deki Ermeni Halkının Durumu Hakkında Rapor) adlı çalışmasını tamamladı, binlerce Alman’a ulaştırdı. Postdam’daki protestan mezhebi temsilciliğine 20.000 kopya teslim edildi. Türk Elçisi Hakkı Bey’in Lepsius’un davranışını, düşmanca bir davranış olarak değerlendirmesi ve şikâyeti üzerine hükümet duruma müdahale etti ve Bericht (Mein Besuch in Konstantinopel) adlı yeni risalesinin basımını önledi. Lepsius’un yapıtları baştan aşağı dinsel motifler taşıyordu. Yazar Ulrich Tumpener, Bericht adlı yapıtın sadece önsöz kısmının bile bütün Osmanlı –Alman dostluğunu paramparça edecek bir dinamit olduğunu iddia etmektedir.
“Hıristiyan âleminin en eski milleti, Türk idaresinde yaşadığı sürece yok edilme tehdidi altındadır. Ermeni halkının yedide altısının mal ve mülkleri soyuldu, evlerinden ve yuvalarından kovuldular ve İslâmiyet’i “kabul edenler hariç diğerleri öldürüldüler ve çöle sürüldüler. Halkın sadece yedide biri zorunlu göçten kurtulabildi... Bundan başka, Suriyeli Nestoryanlar ve kısmen Yunan Hıristiyanları da zulümlerle taciz edilmişlerdir.( Okuyucularımız AB Parlamentosundaki Soykırım iddialarının nereden kaynaklandığını artık iyice anlamışlardır.)
Bütün Hıristiyan ulusları arasından sadece Almanya talihsiz Ermenilere yardım hizmetleri verebilir. Biz Ermeni milletinin yarısının boğazlanmasını önlemeye muktedir değiliz. Bizim vicdani isteklerimiz geri kalan yarısını kurtarmaktır. Bu ihtiyaçlar için şimdiye kadar hiçbir şey yapılamadı.
Biz açlık çeken kadın ve çocuklar için ekmek, hasta ve ölenler için de yardım yapılmasını istiyoruz. Dul ve yetimlerden ibaret bir halk, kendilerine yardım etme imkânına sahip yegâne millet Alman haklına ellerini uzatmışlar. Onlara yardım etme arzusunda olan diğer milletler için yollar kapatılmıştır.
Biz geçici bir yardımın değil devamlı yardımın imkânlarını arıyoruz...”
Lepsius sonunda bireylerin insanlığa ve Hıristiyan vicdanlarına hitap ederek yardım talep edince. Vicdan sahibi Hıristiyanlar harekete geçtiler. Bunlardan biri “Grand Dushes Luise of Baden” derhal Dışişleri Bakanı Benthman Hollweg’e bir mektup yazarak “neden Alman hükümetinin bir şey yapmadığını sordu ve açıklama istedi.” Lepsius’un çıkardığı kargaşa Alman hükümetini iyice rahatsız etmeye başlayınca onun yurt dışına çıkış izni kaldırıldı. Ama bu karar geç kalmıştı. Lepsius iki hafta evvel Hollanda hududunu geçti ve oraya yerleşti. (6)
Ancak o güne kadar ki çalışmaları ile Papaz Lepsius ilk başta söylediğimiz şekilde, “tek başına bir ordu” gibi çalışmış, Ermeni meselesinde ismi efsane haline gelmiştir. Ermeniler konusunda anlattığımız gerçeklere rağmen daima ve bütün yabancı yazarlar tarafından birinci kaynak olarak kabul edilmiş ve saygı görmüştür.
Bu gün, Almanya, Fransa, İsviçre gibi ülkelerdeki 1915 yılında bir soykırım yapıldığı iddialarına karşı olan kesin ve inançlı tutumlarının sebebi tamamen bu Rahibe karşı duyulan sevgi ve güvendir. Bize göre o çok iyi bir din adamı, bir vaizdir, öyle kalmalı ve öyle kabul edilmelidir. Ama tarihsel gerçeklere sırt çevirerek, sırf “Din kardeşlerini koruma ve onlara destek verme” amacıyla, ülkesinin büyük bir savaştaki en samimi dostu ve müttefiki olan bir ulusa, haksız yere vurduğu darbeler bağışlanamaz, iyi bilinmeli, unutulmamalı ve asla bağışlanmamalıdır.
DİPNOTLAR:
(1) Salahi Sonyel, The Great War and The Tragedy of Anatolia, p.155 (Türk Tarih Kurumu – Ankara -2000).
(2) Fo, Türkei 183, Bd. 38, Consul – General, Basel, to Bethman Hollweg, 22, Sept 1915.
(3) W.Trumpener a.g.e, s. 221. ) Ulrich Trumpener, Germany And The Otoman Empire, (1914-1918) ( Princetown University Press-1968)
(4) Aynı Eser, s.221-226
(5) Aynı Eser, s.238
(6) Aynı Eser S.240-242
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder