‘Ermeni Soykırımı’ Savı Asılsız - Ferruh Demirmen

Ermeni sorunu Kars (1921) ve Lozan (1923) antlaşmaları ile sona erdi. Hâlâ hak iddiaları varsa, Ermeni tarafı bu hakları Uluslararası Adalet Divanı’na başvurarak arayabilir. Arşiv belgelerine güvenmedikleri için yargı yönteminden çekiniyorlar.

Ermeni soykırımı” savı üzerinde önemli bir milat olan Avrupa İnsan Hakla rı Mahkemesi’nin (AİHM) 17.12.2013 tarihli Perinçekİsviçre kararı, Ermeni kanadını oldukça endişelendirdi. Kararın temyize gönderilmesi için Ermeni kanadı seferber oldu ve nitekim İsviçre kararı temyize gönderdi. Temyiz sürecinin bundan böyle nasıl gelişeceği belirsiz. Ancak gelişmeler ne olursa olsun, Ermeni lobisinin “soykırım” kampanyasını 24 Nisan 2015’e odaklı olarak sürdüreceği kesin.

Ermeni lobisinin yoğun kampanyasına karşın “soykırım” tezinin asılsız olduğunun burada altını çizelim. Bu noktayı açmak için “kaygı duyan bilim insanları” diye kendini tanıtan bir diyaspora grubunun İsviçre hükümetine gönderdiği 16.2.2014 tarihli mektuptaki savları mercek altına almak aydınlatıcı olacaktır. ABD ağırlıklı olan bu grubun içinde 40’a yakın “bilim insanı” var; eski terör hükümlüsü Taner Akçam listenin başında. Mektupta dile getirilen görüşler Ermeni lobisinin alışılagelmiş görüşleri.

Bu “bilim insanları” mektuplarında “soykırım” tezlerine destek olarak 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi’ni referans olarak gösterdiler. İroniktir ki, bu sözleşme soykırım tezinin ne denli güçsüz olduğunun açık bir göstergesi. Bu kişilere göre Osmanlı İmparatorluğu zamanında Ermenilere uygulanan “toplu kıyım”, sözleşmenin 2. maddesindeki soykırım tanımına uyuyor.

Ne var ki 2. madde, soykırım suçunun oluşması için çok önemli iki koşulu öngörüyor: 1) Eylemin kasıtlı olması. 2) Hedeflenen kitlenin belirli bir ulus, etnik grup, ırk ya da dini topluluğa mensup olması. Sözü geçen “bilim insanları” işlerine gelmediği için bu iki hükmü görmezlikten geldiler.

Osmanlı devlet arşivleri, Ermenilerin 1915 yılında tehcir kararının o insanların ırk, din ve benzeri özellikleriyle ilişkili olmayıp sadece o yıllarda birçok cephede yürütülmekte olan savaşın askeri gereksinimleri ile ilişkili olduğunu kesin belgelerle ortaya koyar. İsyan eden silahlı Ermeni çeteleri düşman güçlerine yardım ve yataklık yapıyor, Osmanlı ordusunu cephe gerisinden sabote ediyordu. Bu durumda hükümetin müdahalesi kaçınılmazdı.

Göçe zorlama nedeni
Başka bir deyişle Ermenilerin göçe zorlanma nedeni, onların dinlerinin ya da ırklarının farklılığından değil, savaş zamanında büyük tehlike arz etmelerinden kaynaklandı. Anadolu’nun Batı kesiminde yaşayan Ermeniler güvenlik tehdidi oluşturmadıkları için tehcir kararının dışında tutuldular.

Merkezi hükümetin yerel yönetimlere gönderdiği talimatlar, Ermeni konvoylarının göç esnasında güvenliğinin sağlanması ve yollardaki ve yerleştirildikleri yerlerdeki zorunlu ihtiyaçlarının karşılanması için her türlü önlemin alınması gerekliliğini açıkça belirtiyor. Tehcir kararında Ermenilere zarar verme niyeti kesinlikle yoktu; ancak savaş koşulları hem Müslüman hem de Ermeni toplumları için trajik olaylara yol açtı.
Anadolu’nun Batı kesiminde yerleşik bulunan Ermenilerin tehcirden muaf tutulmaları, 1915 olaylarının dini ya da etnik kökenli olduğu suçlamasını geçersiz kılmaktadır.

1948 BM Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesi yukarıdaki gerçekler ışığında mütalaa edildiğinde, “soykırım” görüşü çökmektedir.

Sözleşmede bir başka önemli hüküm, 6. madde. Bu madde, soykırım suçuyla itham edilen kişilerin, ya suçun işlendiği ülkede yetkili bir mahkeme tarafından ya da her iki tarafın da kararına saygı duyacağı uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından yargılanmasını ve hüküm giymesini öngörmektedir. Bir başka deyişle soykırım suçunun saptanması için mahkeme kararı vazgeçilemez koşul. II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Nüremberg duruşmaları ve yakın geçmişteki Ruanda ve Srebrenica olaylarına ilişkin uluslararası ceza mahkemelerinin aldığı kararlar bu bağlamda örnek.

Mahkeme kararı yok
Ancak “Ermeni soykırımı” hakkında hiçbir mahkeme kararı bulunmamaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın galibi Britanya’nın, 144 Osmanlı ileri gelenini, Ermenileri öldürmek iddiasıyla kovuşturmak için kurduğu Malta mahkemeleri, tek bir mahkumiyet kararı çıkartamadı. Sanıklar arasında sadrazam, bakanlar ve ordu komutanları vardı. Deliller ki Ermeni kaynaklarına dayanıyordu yargılama için yetersizdi. ABD arşivlerinde de suç kanıtı bulunamadı. Tüm Malta tutukluları iki yıl süren araştırmalar sonunda serbest bırakıldılar.

İlginçtir ki “soykırım”cılar mektuplarında Malta mahkemelerine değinmediler. Malta mahkemeleri yargı yetkisini Fransa, Britanya ve Rusya’dan aldı; kararları bu üç devleti de bağlayıcıydı.

Görülüyor ki 1948 Sözleşmesi’nin 6. maddesi de soykırım tezini çürütmektedir. Bu maddenin pekiştirdiği genel ilke, ne parlamentoların ne de bir grup akademisyenin bir soykırım iddiasını karara bağlama yetkisinin bulunmadığıdır. Soykırım tanımı için yetkili bir mahkeme kararının bulunması şart. “Soykırım”cılar 1948 Sözleşmesi’nde yer alan bu temel kuralı de gözardı ettiler.

Sonuç olarak, 1948 Sözleşmesi tüm içeriğiyle algılandığında “soykırım” tezini geçersiz kılmaktadır.

“Soykırım”cılar “Uluslararası Soykırım Uzmanları Birliği” adını veren bir grubun 1997 yılında Osmanlı Ermenilerinin katledilmesini soykırım olarak tanıdığını belirttiler. Ancak çok sayıda bilim insanının da aksi görüştle olduğunu görmezden geldiler. “Soykırım”cıların mektuplarında başvurduğu başka yanıltıcı bir yol, Yahudi soykırımı (Holokost) ile 1915 olayları arasında dolaylı yoldan paralellik kurmak. Bu tür benzetme açıkça ayıp ve insafsızlıktır. Nazi Almanyası Yahudileri devlete karşı ayaklanmadılar, yerli nüfusa karşı şiddet saldırılarına girişmediler, istilacı yabancı orduların saflarına katılmadılar. Yaşamlarını gaz odalarında yitirdiler. Onların tek “suçu”, “Aryan ırkından” olmamaktı.

Ermenileri bakan, milletvekili, vali, elçi gibi yüksek kademelerde kucaklamış olan Osmanlıların Ermeni azınlığına ilişkin tutumu ile Nazi Almanyası’nın Yahudilere karşı tutumu arasında hiçbir benzerlik kurulamaz. 30 Mayıs 1915’te tehcir kararı alan Osmanlı kabinesinde Ermeni milletvekilleri vardı.

Ermeni kayıpları
Ermeni kayıplarının 1.5 milyon olduğu yönündeki savlar da tarihi gerçeklerle bağdaşmıyor. Tarihi belgeler Ermeni kayıplarının çok daha az olduğuna işaret ediyor. Ancak o dönemde Rusya’ya kaçan Ermeniler, Rusya’da başgösteren açlık ve hastalık durumları ve çok sayıda Ermeninin ABD’ye ve Batı Avrupa’ya göç ettiği hesaba katıldığında, tehcir nedeniyle oluşan Ermeni kayıpları noktasında sağlıklı rakamlar vermek olanaksız. Tahminler, Ermeni kayıplarının genel olarak 200-300 bin olduğu yönünde.

Buna karşılık Türk devlet arşivlerine göre yarım milyondan fazla Müslüman (Türk ve Kürt) silahlı Ermeni çetelerinin elinde can verdi. Asıl mağdur olan taraf hangi taraftır? “İnsan hakları”na vurgulama yapan “soykırım”cılar, mektuplarında Ermeni çetelerince katledilen Müslümanlardan söz etmediler. Bu tutum çifte standartçılığın bir kanıtıdır. “Soykırım”cılar 1992 Hocalı Katliamı’na ve 1973-1991 yılların da aralarında 31 Türk diplomatı da olan 70 masum insanın canına kıymış olan ASALA/JCAG terörüne de değinmediler. Diyaspora destekli komiteler ve birkaç Ermeni yanlısı akademisyen, bu teröristlerin ABD’de yargı önünde savunmalarında parasal katkıda bulundular, tanıklık yaptılar. Teröristlerden bir tanesi Fransa hapishanesinden serbest bırakıldıktan sonra Erivan’da bir kahraman olarak karşılandı.

Özet olarak, “soykırım” savı 1948 BM Sözleşmesi’nde öngörülen koşullar ile bağdaşmayıp geçersizdir. Bu sözleşme, soykırım suçunun kanıtlanması için uluslararası ana referans.

Soykırım suçu ırkçılıktan kaynaklanır. Tarihlerinde gerek din ve gerekse de ırk konusunda sürekli hoşgörülü olmuş Türklerin “soykırım” yapması zaten beklenemezdi.

Ermeni sorunu Kars (1921) ve Lozan (1923) antlaşmaları ile sona erdi. Hâlâ hak iddiaları varsa, Ermeni tarafı bu hakları Uluslararası Adalet Divanı’na başvurarak arayabilir. Arşiv belgelerine güvenmedikleri için yargı yönteminden çekiniyorlar. Ne ki olayların üstünden yüz yıl geçtikten sonra Batı’da din sömürüsü yaparak ve bol finansal olanakları kullanarak soykırım propagandası yapmak da ayıp düşüyor. Bu arada yeni nesiller “soykırım” safsatası ile zehirleniyor. Olumlu ve barışçı bir tutumla ileriye bakma zamanı geldi.

Ferruh Demirmen/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget