Yüksek Faiz Lobisi Vardı da Yüksek Döviz Lobisi Yok muydu?

Para otoriteleri faiz oranlarını belirlerken sadece bugünü değil, aynı zamanda beklentileri de göz önüne almak zorundadır. Dolayısı ile Merkez Bankası’nın haftalık veya aylık değerlendirmeleri hem tasarruf sahibini caydırmamak, hem kredi müşterisini ürkütmemek, hem de ikinci piyasa oluşumuna neden olacak beklentilere engel olmak amacına odaklanmak zorundadır.

Yüksek Faiz Lobisi Vardı da Yüksek Döviz Lobisi Yok muydu?
Para üzerinden para kazanmanın da bir tercih olduğu bilinen bir ekonomik gerçek. Durum böyle olunca elbette birkaç alternatif ön plana çıkar. Bunlardan bir tanesi, ulusal parayı banka hesaplarında veya tahvil-Hazine bonosu olarak tutarak faiz getirisi elde etme tercihidir. Diğeri ise işlem amacı dışında, bir şekilde ulusal parayı enflasyon riskine karşı korumak için veya rezerv işlevi taşıyan, konvertibl yabancı paraların zaman içinde değer kazanacağını ve kazandıracağını hesap ederek portföyde yabancı para bulundurmaktır.

Tasarruftan spekülasyona uzanan yol
Ulusal parayı, banka veya finans kurumlarında tutma tercihini birkaç tip insan yapar. Bunların başında kendi reel yatırımını yapma inisiyatifi bulunmayan tasarruf sahipleri gelir. Mevduat bankacılığı belli ağırlıkla zaten bu tercihe dayanır. Faiz yükseldikçe bunlar tüketimden daha fazla, alıkoydukları paradan faiz getirisi elde etmeyi umar. Bu grup ne kadar bilinçli ise o denli nominal faiz yanı sıra reel faiz enflasyondan arındırılmış faize itibar eder. Eğer tasarruf küçük olmaktan çıkıp büyük hale geliyorsa tasarruf sahipleri ellerindeki parayı çeşitli sepetlerde değerlendirecek bir davranış içine girer ki, artık para üzerinden para kazanmak, vade ve piyasa farklarını değerlendirmek spekülasyonun ihtisas alanına girer. Bu arada elbette yasal faizlerin piyasa faizinden düşük tutulma gayreti içinde olunan ekonomilerde, bir de riskli ama bir o kadar da yüksek getirili ikinci piyasa (paralel) mekanizmaları ortaya çıkabilir.

Faiz politikasını kim yürütmelidir?
Zaten onun içindir ki, para otoriteleri faiz oranlarını belirlerken sadece bugünü değil, aynı zamanda beklentileri de göz önüne almak zorundadır. Dolayısı ile Merkez Bankası’nın haftalık veya aylık değerlendirmeleri hem tasarruf sahibini caydırmamak, hem kredi müşterisini ürkütmemek, hem de ikinci piyasa oluşumuna neden olacak beklentilere engel olmak amacına odaklanmak zorundadır. Tabii bunlar mikro nedenlerin başlıcaları. Bir de makro dengeleri ancak merkez bankaları net bir şekilde gözetebilir. İşte bunun gibi birçok nedenle faizlerin ideolojik değil, rasyonel bir pencereden değerlendirilmesi zorunludur. Böyle bir rasyonalite ise ancak özerk merkez bankalarınca yürütülebilir. Siyasi otoritenin popülizm endişeleri ile değil. Yatırım yapma yeteneği ve cesareti olan, iş kurabileceğini gözüne kestirenler ise eğer borçlanarak değirmen döndürecekse, borcu banka ve diğer finans kurumlarından alarak ekonomik döngünün işlev kazanmasını sağlar. Burada aracılar banka veya finans kurumlarıdır. Anlaşılabileceği gibi, borç veya kredi veren kurum, tasarruf sahibine ödemek zorunda olduğu yasal faiz ve primin altında borç veremeyeceği için, mevduat müşterisi ile kredi müşterisinin faiz ile ilgili tavır ve beklentileri daima çatışma halinde olur.

Özetle tasarruf sahibi, tasarrufunun büyüklüğü ne olursa olsun yüksek nominal veya (enflasyonu göz önüne alıyorsa) yüksek reel faiz isteyecektir. Oysa kredi veya borç alma durumunda olan için, faiz bir maliyet olup, düşük faiz onun daima tercihi olacaktır. O halde bizim faiz lobisi dediğimiz, aslında tasarruf sahibidir. Düz mantıkla kredi müşterisi olamaz.

Asıl sorun nerede?
Yurtiçi tasarruf oranlarının hâlâ arzu edilen düzeye ulaşamadığı Türkiye gibi ülkelerde ise yurtdışından gelen tasarruf (yabancı sermaye) yeterince artamadığı sürece, faizler yüksek seyretmek mecburiyetine kalır. Eğer 2013 yılında gelişmekte olan ülkeler GSYİH’lerinin ortalama yüzde 33’ünü tasarruf etmişse, üstelik tasarruf oranları Çin’de yüzde 50, Hindistan’da yüzde 34 iken Türkiye’de sadece yüzde 12’lerde kalmışsa*, gelişmekte olan ülkeler arasında en düşük tasarruf oranına sahip olan ülkemizin, faiz lobisi sadece ve sadece düşük tasarrufyüksek tüketim sarmalıdır. Bunun yarattığı en kronik baş ağrısı ise cari açıktır. Nitekim hâlâ GSYİH’nin yüzde 6’sı civarında seyreden cari açık düzeyi, Türkiye’nin temel sorununun sadece dışa yansıyan göstergelerinden birisidir.

Ulusal paranın dolar veya Avro değeri
Enflasyonun iki haneli rakamlara yaklaştığı ülkelerde bir de, tasarruf sahipleri ellerindeki imkânı enflasyon riskine karşı korumak isteyebilir. Özellikle nominal değil, reel faiz endişesi ağır basan bireysel veya kurumsal tasarruf sahipleri, tasarruflarını korumak, gelecek beklentilerini güvence altına almak için paralarını rezerv işlevi taşıyan, konvertible yabancı paralarda tutar. Üstelik bu paraların ulusal ve uluslararası piyasalarda zaman içinde değer kazanacağını düşünürlerse portföy tercihinde yabancı paralara daha fazla yer verirler. Piyasanın sinyallerine rağmen uzun süre baskı altında tutulan faiz oranları, buna rağmen yükselen enflasyon oranları, yüksek döviz lobisine yaşam desteği verir. Uykuya çekilmiş döviz lobisini uyandırır. Nitekim siyasi söylemlere koşut olarak uzun süre düşük tutulan faiz oranları Türkiye’de bu istenmeyeni başardı. Görünen köy kılavuz istemiyordu ama Merkez direnmedi. Çevre ne yapsın? O da en iyi bildiğini okudu.

Şimdi Merkez’in muhatabı yüksek döviz lobisi mi?
Uzun bir süre düşük faiz politikasında ısrarcı olundu. Yükselen döviz fiyatlarına karşı Merkez Bankası’nın yürüttüğü günlük rezervlerden satış politikası işe yaramadı. Merkez Bankası sattı, birileri topladı. Faizleri aniden yükseltinceye kadar. O zaman dövize bir ek fren geldi. Sonra o birileri dolar ve Avro portföylerini boşaltmaya başladı. Döviz kurları biraz gevşedi. İhracat için yapılması gereken ithalatın maliyeti, görece ferahlama işaretleri verdi. Akaryakıt zamları bu sayede ötelendi. Ama bu defa elinde döviz bulunduranlar tedirgin oldu. Şimdi bunlar yüksek döviz lobisi değil de kimdir? Acaba onlar mı yine faizler düşsün arzusunda olan? İnsanın içinden “Diren Karadeniz” türküsünü, “Diren Merkez” diye uyarlayıp okumak geliyor. Direnebilirse tabii. Erdem ve tevazunun popülizm ve tepeden bakışa galip gelmesini dilerim.
* En az tasarruf oranı Türkiye’de (30.11.2013, Sayın Ali Babacan’ın Kayseri Sanayi Odası’nda yaptığı konuşmadan alınmıştır).

Prof. Dr. Sema kalaycıoğlu/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget