Köy Enstitülerini özgün ve evrensel kılan çok sayıda öğe var. Bunlardan en önemlisi, eğitim yoluyla demokrat bir toplum yaratma girişimi olmasıdır. Nitekim, 1935 yılında hazırlanıp 1945 yılında kadük olarak çıkan köylüyü topraklandırma yasası da bu girişimin bir parçasıdır.
Ocak ayında bir grup arkadaşımla eğitim ağırlıklı bir Küba gezisi yapmıştık. Havana’da Okuma Yazma Müzesi’ni gezerken içim cız etti. On bir milyonluk bir ada ülkesi, kültürel değerlerine nasıl da sahip çıkmıştı. Atatürk’ün önerisi ile 1936’da okuma yazma sorununu çözmek üzere eğitmen kurslarını açmakla başlayan ve 1940 yılında kapsamlı, etkin ve diğer ülkelere örnek bir eğitim projesi olan ‘Köy Enstitüleri’ni anlatan bir müze bile kuramamıştık. Bugüne değin, hiçbir iktidar aradan 78 yıl geçmiş olmasına karşın, bu en değerli kültürel mirasımıza sahip çıkmamıştı.
Köylü topraklandırıldı
Köy Enstitülerini özgün ve evrensel kılan çok sayıda öğe var. Bunlardan en önemlisi, eğitim yoluyla demokrat bir toplum yaratma girişimi olmasıdır. Nitekim, 1935 yılında hazırlanıp 1945 yılında kadük olarak çıkan köylüyü topraklandırma yasası da bu girişimin bir parçasıdır. Lindsay’e göre ideal anlamıyla demokrasi “insanların sadece vicdanlarının sesini dinledikleri, yönetimin kişilerin rızasına dayandığı ve zorlamanın ortadan kalktığı sistem” olarak tanımlanır. Mackpherson’a göre ise “uygulamada bizzat bir iktidar sistemi ve kişileri denetim altına alan bir otorite sistemine dönüşür”.
Köy Enstitülerinde demokratik bir toplum yaratma girişimi “iş içinde, iş için” eğitim ilkesi üzerine temellendirilmiştir. Bu ilke baskısız bir ortamda kafa, kol, yürek birlikteliği ile uygulanmıştır. Günümüzün deyimleriyle entelektüel zekâ, duygusal zekâ ve iş gücünü “sadece vicdanlarının sesini dinleyerek, zorlamanın ortadan kalktığı bir ortamda”, üretmek için kullanmış ve birbirleriyle eşit bir ilişki kurarak yaşamışlardır. Güvenli, yaratıcı, kendi kendine öğrenen, sorgulayıcı kimlikte ve imececi bireyler olmuşlardır. Kız öğrencilere liderlik rolü verilmiştir. Öğretmenlik bilgisi yanında köylünün ihtiyacı olan tarım, hayvancılık, demircilik, dokumacılık, inşaat, arıcılık, balıkçılık, dikiş-nakış, fotoğrafçılık, halk oyunları, spor, enstrüman çalma, tiyatro gibi beceriler de edinmişlerdi. H. Gardner’in 2000’li yıllarda ortaya attığı klasik zekâyı eleştirdiği çoklu zekâ kuramını adeta doğrularcasına, edebiyat alanında birçok yetenek ortaya çıkmış ve ayrıca her biri, yatkınlığı olup da kazandığı beceriyi içinde yaşadığı toplumun hizmetine sunmuştur.
3 bin kitaplı kütüphaneler
20 bine yakın genç insan, Anadolu’nun tüm bölgelerinde örgün ve yaygın bir şekilde kurulmuş bulunan Köy Enstitülerindeki yaklaşık 3 bin kitaplı kütüphanelerinden de yararlanarak bilgiye ulaşmanın anahtarını elde etmiş ve Anadolu’nun dört bir yanına dağılmıştır. Üstelik, 1942’de Hasanoğlan’da kurulan üniversite düzeyindeki Yüksek Köy Enstitüsü’nde sistemin kendini yeniden üretmesi planlanmıştır.
1936-1952 yılları arasında 15 bin dönüm toprak işlenmiş, 750 bin fidan dikilmiş, 1200 dönüm bağ bahçe oluşturulmuş; 710 bina yapılmıştır. Yetişenler Türkiye’nin aydınlık yüzünün temel taşları olmuşlardır.
Kurucumuz İsmail H. Tonguç’un asıl hedefi ise öğretmenin yanı sıra “köye yarayışlı meslek edindiren” “köy bölge okulları” açılması idi. Tonguç “Köy Enstitüleri sistemi ile 1520 köyü kapsayan bölgede meslek edindiren yatılı veya yatısız bölge okulları açılacak, çevresinde fidanlık, deneme tarla ve bahçesi, revir, dispanser, kooperatif, işlik, sinema, kitaplık, tiyatro, spor ve oyun alanı gibi tesisler kurularak bir kültür merkezi yaratılacaktı” demektedir. Ancak 1946-1954 arasında 8 yıl boyunca toplam 9 yasa çıkarılarak Köy Enstitüsü ilkeleri yavaş yavaş ortadan kaldırılır. Köy Enstitülerinde demokrasi önce kaosa, sonra otokrasiye dönüşür; işlikler işlevini yitirir; resimler silinir; şiir ve müzik susar!..
Otorite sistemine geçiş
Kırsal alana, yukarıda değindiğim etikle kent olanaklarının getirilmesini öngören bu yaklaşım, günümüzde hem kentlerde, hem de kırsal alanda geçerliliğini korumaktadır. Özellikle kırsalda üretimin desteklenmediği, kentte ranta dayalı ticari hayatın desteklendiği; sanatın susturulmaya çalışıldığı, insanların vicdanlarının sesinin dinlenmediği ve “demokrasinin uygulamada bizzat bir iktidar sistemi ve kişileri denetim altına alan bir otorite sistemine” ve giderek kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı çağdışı bir sisteme dönüştüğü Türkiye’de…
Prof. Dr. GÜLER YALÇIN Köy Enstitülerini Araştırma ve Eğitimi Geliştirme Derneği (KAVEG) Başkanı
Yorum Gönder