Belagat, Mugalata ve Seçim - Doğan Kuban

 Türkiye çizgisinin, dünya çizgisini zaman içinde bir yerde yakalaması gerekiyor. Bu bir ölüm-kalım sorunudur. Ve geleceğin uygar temelidir. Ancak bu buluşma noktasından sonra bilgi, üretim, sağlık ve yaşam kalitesinde uygar dünya ile bütünleşmiş olacağız. Bunlardan mitinglerde söz edildiğini işittiniz mi?

Belagat, Mugalata ve Seçim - Doğan Kuban
Genç Çiçero M.Ö.80’de şunu söyler: “Güzel konuşmak, özel ya da genel, her işin parçasıdır. Güzel konuşma devlete destek olur. Hatiplere ün, şeref kazandırır ve dostlarınızı esirgeyicidir.”
Perikles’den Mustafa Kemal’e, Curchill’den Kennedy’ye pek çok etkileyici politik konuşma okumuş, dinlemişizdir. Fakat güzel konuşma sadece kendi için yapılan bir etkinlik olmağa da yönelebilir. O zaman yanıltıcı olur. Arapça ve Osmanlıca’da Belagat, güzel söz söylemedir. (Fransızca ve İngilizce de ‘eloquence ve rhetoric ) Mugalata ise yanıltıcı söz söylemektir. ‘galat= yanlış, kural dışı’ kökünden gelir . (İngilizce sophistry). Seçim de politikaların konuşmalarıyla başlar.
Sağlıklı seçim söylemi vatandaşa bir gelecek tanımlayan ve umut verendir. Önümüzdeki seçim acıklıdır. Çünkü arkasında ölüm önünde umutsuzluk ve soru işaretleri var. Seçim söyleminin yolsuzluk tartışmasına dönüşmesi ve vatandaşların kısa vadeli umutlarına yanıt vermenin ötesinde, daha uzun bir gelecek imgesi içermemesi. bugünkü kargaşa içinde doğal görünebilir. Bir partinin seçim retoriğinin kurgusu politik vizyonunun gelecek bağlamında olgunluğunu yansıtır. Bunu algılayan bir toplum olduğu kanısında herkesin kuşkusu var.
Tarihte hiçbir söz son söz değildir. İnsan sondan söz edemez, İnananlar için son söz Tanrıya aittir. Bilime inananlar ise zaten yaşamın sürekli bir soruşturma olduğunu kabul ederler. Güvenilir adayların savunmaları gereken bir gelecek imgesi bağlamında yaşama doğrudan yansıyacak uygulama önerilerdir. Hala ortaçağı sayıklayan bir ülkede demokratik olması kuşkulu bir süreçte, bütün partilerin gelecek bağlamında güvenli bir çalışma ve eğitim ortamı, enerji bilinci olan bir üretim ortamı gerekliliğini halka anlatmaları gerekir.

KRİTİK SOYSUZLUK SINIRINDA
Bizim toplumumuz yalana kolay inanan, az okumuş, çağdaş dünya bilgisi çok kıt bir toplumdur. Yozlaşmış bu politik ortamda bu temel söylem dile getirilmezse, seçim, çürümüş bir kültürün ifadesi olan karanlık bir oyun olur. Bir seçim süreci zaten var olan durumun aydınlanmasına yani somutlaşmasına neden oluyor. Kuşkusuz bunun ne kadar gerçekleştiğini bilemiyoruz. İşte bu arakesitte toplumun aydınlık güçleri, iyi niyetlileri, vatanseverleri halkı uyandırmak zorundadır.
İki gün önceki Kırım referandumunda Ukrayna denen devletin bir gölge oyunu olduğunu öğrendik. Fakat Türkiye 900 yıllık kaya üzerine oyulmuş tarihi olan bir ülkedir. Karagöz oyunu oynanmasına izin veremeyiz.
Sevgili Okuyucular,
Düşünenlerin düşünemeyenlere anlatmaları gereken sorun şu: Türkiye’de politik söylemi yemek yemek, elini yıkamak, hacet’ini yapmak gibi bir iş olarak gören milyonlar olabilir. Bunların arasında politikacılar da var. Oysa Türk toplumu kritik bir soysuzluk sınırında yaşamaktadır. Burada aydınlatıcı bir söylemin yaratılması gerek. Halka Bu konuları anlatmak kolay değil. Fakat Türk insanı yaşamanın bir ideal değil, bir hak olduğunu, idealin ise varmak istediğimiz, ama tam ulaşamadığınız bir şey olduğunu öğrenmelidir.
Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan ve vatan işgal edildikten sonra, Türkiye’nin varmak istediği tek amaç, çağdaş dünyaya erişmekti. Bu toplumsal savaşın sözcüsü Mustafa Kemal’dir. Adı demokratik ve laik Cumhuriyet olan bu amaç, dünya tarihinin dayattığı bir zorunluluktu. Ve bir insanlık göreviydi. Türkiye o zaman tümüyle sömürge olan İslam dünyasını da uyandırmak sorumluluğunu da taşıyordu. Bu Türk toplumunun sırtından çıkaramayacağı bir sorumluluk elbisesiydi. O zaman sırtımıza geçirilen elbise, yaşadığımız çağın geçmişten daha önemli, geleceğin de bugünden daha önemli olduğu anlamına geliyordu.
Bugün aynı sorun var: Öldürülen çocuklarımız bizden daha önemlidir. Kaldı ki bu bir doğa yasasıdır. Ana babanın işi, gelecek kuşakları önce dünyaya getirmek, sonra yetiştirmektir.
Dünya bizimle bitmiyor. Dünyayı kendileriyle bitirmek isteyenlere Latince kökenli deyimle ‘nihilist’ denir. Bu aşırı bencil ‘hiççilik’, dinsizlik anlamına da gelir. Hatta Peyami Safa’ya göre bir zırdeliliktir. (Türk Dil Kurumu Sözlüğü) Çağdaş olmak çağda yaşamak değil, çağı yaşamaktır. Çağı yaşamanın özellikleri var: Kentlileşmek (kentleşmek değil), bilgi sahibi olmak ve yaşama saygı duymak. Avrupa uygarlığı, romantik 19 yüzyıldan doğallık, özgünlük, içtenlik gibi özelliklerle bunu zenginleştirdi. Buna Batı uygarlığı deniyor. Çağdaş dönem ise bu özelliklere bir de Innovation (yenilik yaratma) gereksinimi ekledi.

KONUŞMALARDA GERÇEKLER NEREDE?
Peki Seçim konuşmalarında bu gerçekleri anlatan politikacı var mı? Bir taraf leblebi şekeri dağıtıyor. Öteki taraf 1923-38 arasında ulaştığımız çağdaşlık düzeyine tekrar nasıl ulaşabileceğimizi anlatmaya çalışıyor. Ne var ki yıl 2014! Bir toplumda “Biz de hırsızız! ” diyen insanlar hangi koşullarda yetişir? Bu toplumsal eğitimin, 1946’dan bu yana “Yetmez ama, kabul! ” diyenlere kadar nasıl geldiğinin tarihini yazmak büyük bir entelektüel serüven olacak!
Sevgili Okuyucular,
Elinizi kalbinize koyun. 1938 ya da 1950’den 2014’e kadar bir Çağdaşlık eğrisi çizin. Bu farklı etkinlik alanlarında olabilir. Fakat Türkiye çizgisinin, dünya çizgisini zaman içinde bir yerde yakalaması gerekiyor. Bu bir ölüm-kalım sorunudur. Ve geleceğin uygar temelidir. Ancak bu buluşma noktasından sonra bilgi, üretim, sağlık ve yaşam kalitesinde uygar dünya ile bütünleşmiş olacağız. Bunlardan mitinglerde söz edildiğini işittiniz mi?
Halk anlamaz, diyeceklerdir. Peki öğreten bir yer mi bıraktınız? Köşe yazılarında mı? politik söylemlerde mi? Bürokratik örneklerde mi? İmam-Hatip okullarında mı? Dershanelerde mi? YÖK komutasındaki üniversitelerde mi halkımız geleceğini öğreniyor?
Kimse geri dönmeğe uğraşmıyor. Gökdelen yapanlara neden iki katlı ahşap ev yapmadığını soran var mı? Tarihte hiç kimse geriye dönmeğe çalışmadı. Eğer Abbasiler geri dönmek isteselerdi Abbasi Rönesansı yapamazlardı. Bunu akıllarına getirirler miydi? Fatih 1300’e dönmeye çalışmıyor, acaba yeni bir Roma İmparatorluğu kurabilir miyim, diye düşünüyordu. Bu toplumda uçuruma doğru yarış yapan isteyen kimse yaşıyor mu?
Sevgili okuyucular,
Türk halkının psikolojik dengesini sağlamak zorundayız. Devlet, dünya ile ve kendi halkı ile futbol maçı oynuyor. Çocuklarımızı çağa yetiştirmek, bir gökdelenden başlamıyor. Köprüler, Boğazın bir yakasından öbür yakasına geçtikleri zaman uygar olmuyorlar. Füze’nin başında duran İslam gerillası, ya da alışveriş merkezinde vitrinlere bakarak dolaşan yarı köylü de uygar olamıyor. Dünya halkları için Müslüman’la uygar eş anlam taşımıyor. Cahil idareciler Müslüman’la ilkeli neredeyse sinonim yaptılar.
Halka söylenecek tek doğru, geleceğini sorgulamasını öğrenmek zorunda olduğudur.

Bunu birkaç yüz liralık sadakaya satmayacak kadar uyanmasını çalışmak her vatanseverin görevidir.

 Doğan Kuban/ Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget