İhraç edilen Anayasa Hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, isyan etti. "İmam konuşuyor ben konuşamıyorum" diyen Kaboğlu, referandum için yürüyen "Evet" kampanyasının AKP değil devlet kampanyası olduğunu belirtti.
Marmara Üniversitesi Anayasa Hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, son KHK ile ihraçedilen akademisyenler arasında yer aldı.
43 yıllık devlet memuriyetinin karşılığında, KHK ile üniversiteden atılan, pasaportu dahi iptal edilen Kaboğlu, “Türkiye’de insan hakları ve demokrasinin, hukuk devleti ekseninde temellenmesi için, ‘her zaman, her yerde ve herkes ile birlikte’ fikri olarak ve hukuki sınırlar içinde barışçıl yol ve yöntemler ile mücadeleye son nefesime kadar, devam edeceğim...” dedi.
Cumhuriyet'ten Hilal Köse'ye konuşan Kaboğlu'nun ifadelerinden satır başları şöyle;
- Bu ve benzeri uygulamalar, Osmanlı- Türkiye kazanımları hiç olmamış, Anadolu toprakları, hukuk ve insan hakları kavramları ile hiç tanışmamış izlenimi uyandırıyor. Bu nedenle, hissettiklerimi sözcüklerle anlatmam mümkün değil. Üstelik, ağırlıklı insan hakları alanında çalışan biri olarak, KHK uygulamalarına tanık olunca, adeta “tarihsel ve toplumsal bellek silinmesi” eşiğine gelindiği algısı doğmuyor değil. Dahası, Türkiye toplumunun kazanımlarına ve birikimine hakaret olarak da görülebilir.
HAYSİYET KIRICI, KURŞUNLAYIP ÖLDÜRSELER DAHA AZ ETKİLEYİCİ
- Öncelikle, haysiyet kırıcı, insan onurunu zedeleyici. Böyle bir işlemi tesis edenler, muhatabı, daha doğrusu “düşmanı” kurşunlayıp öldürseler, daha az etkileyici olur. Düşünün, hukukçu olarak şu kadar on yıllık birikim ve deneyiminiz var. Mesleki yaşamınız boyunca hukukçu adaylarına “hakhukuk ve adalet” anlayışını aşılamak için çabalamış bulunuyorsunuz... Bir gece, “darbe girişiminde bulunan teröristler “için oluşturulmuş bulunan “torba düzenleme”ye adınızın eklendiğini görüyorsunuz. Eğer belleğinizi ve özgeçmişinizi silme olanağınız varsa, ancak o durumda yatağa girdiğinizde kalbinizin sabaha kadar çarpmaya devam edeceğinden emin olabilirsiniz...
- Bu hukuksuzluğun bir yerlerden dönmesinden çok, yapılmaması veya geri alınması daha önemli. Şu yaygın söylem kesinlikle kabul edilemez: “Yanlışlık varsa düzeltilir; haksızlık varsa giderilir...” Bu tür söylemler, işlemi yapanların yaptıkları işlemin hukukilik ve dayanakları konusunda kuşkulu oldukları anlamına gelir. Oysa, OHAL yönetimi sırasında da olsa, bir hukuk devletinde yapılan her işlem gerekçeli olmak durumunda. OHAL yönetiminde, özgürlük-yetki dengesi, yetki lehine bozulur ama, OHAL yönetimi de bir hukuk rejimi olup, yer, konu ve zaman bakımından sınırlıdır ve yargısal denetime açıktır.
OHAL KHK’leri için de bu kayıtlar geçerlidir. Bunun çerçevesi, hem kullanım hem içerik bakımından anayasa madde 120, 121 ve 15 tarafından çizilmiştir. Her KHK, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılır. Bu açık anayasal kurala karşın, çoğu zaman KHK Resmi Gazete tarihi ile Bakanlar Kurulu kararı tarihi arasında örtüşme bulunmuyor. Mesela, 7 Şubat kararnamesinde, 1 Şubat tarihinde yapılan toplantı dayanak gösteriliyor. Uygulama şöyle bir izlenim yaratıyor: Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanı Başkanlığı’nda bir kez toplanıyor. İlerleyen gün ve haftalarda, birçok KHK çıkarılıyor. Bu uygulama, anayasaya açıkça aykırıdır. Bu uygulama, yetki kullanımının siyasi makamlardan idari bürokrasiye kaydırıldığı yönünde ciddi kuşkular yaratmaktadır... OHAL KHK uygulaması, anayasaya ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne açıkça aykırı olduğu gibi, düzenleme yapma tarzı da, özellikle yargısal başvuru yollarını zorlaştırıcı ve etkisiz kılmak için engelleyici bir tarz...
İMAM KONUŞUYOR BEN KONUŞAMIYORUM
- OHAL’de anayasa yapılamaz” görüşü, gün geçtikçe teyit ediliyor. Eğer bu görüşüm nedeniyle, adım “darbe-terör kararnamesi”ne eklenmiş ise anayasa değişikliği sürecinin meşruluğu daha da tartışmalı hale gelir. İçinde bulunulan ortamın çelişkileri de cabası. Bir rektör, bir vali, bir kaymakam, bir cami imamı, anayasa değişikliği üzerinde görüş açıklıyor; ama anayasa hukuku uzmanları açıklayamıyor. Ben, “anayasacılar olmadan bir anayasa değişiklik süreci”nin bu şekilde kotarılmasına hiç tanık olmadım. Bir zamanların Latin Amerika “pembe dizileri”ni çağrıştıran ekranlardaki sözüm ona “anayasa tartışma” programlarında kaç anayasacı yer bulabiliyor? Bu durum, başlı başına “anayasal bilgilenme hakkı”nı zedeleyici... Bu nedenle, halkoylaması sonucunu, değindiğim böyle bir ortama göre değerlendirmek gerek...
- Evet oyu çıkması için uygulanan ve anayasal kamuoyunun oluşumuna engel olan yol ve yöntemler, olası bir evet sonrasında tanık olunacak uygulamalar hakkında kaygı verici malzemeler sunuyor... Bu nedenle, yeni tarihli olsa da, bunun "anayasal düzen" nitelenmesi kolay olmayacak...
Buna AK Parti kampanyası demek zor. Bu bir devlet kampanyası; evet için seferberlik... Böyle bir ortamda serbest tercihin ortaya çıkması mümkün değil. Çünkü “anayasa bilgilenme hakkı”ndan çok, “anayasal bilgi kirliliği” geçerli.
HUKUKİ BİR DEYİM BULAMIYORUM
- Sorbonne Nouvelle (Paris 3) Üniversitesi’nde 3 aylık konuk öğretim üyesi olarak derslerime geçen hafta başladım. Fakat Marmara’daki derslerimi de sürdürebilmem için, oradaki dersleri, şubat, mart ve nisan aylarında olmak üzere dört ayrı haftaya topladık. İlk hafta derslerimi tamamlayıp döndüm ve üç gün sonra, “terör örgütü kararnamesi”ne adımın eklenmesi ile sadece 43 yıllık devlet memurluğu görevim sona erdirilmedi, pasaportum da iptal edildi. Bunun anlamı şu: Eğer hukukla hiçbir şekilde bağlantısı olmayan bu kararname düzeltilmez ise Paris’e gidemeyeceğim için oradaki öğretim üyeliği görevimi de yapamayacağım. Sözün özü: KHK altında imzası bulunan Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar, büyük bir olasılıkla, “darbe kararnamesi”ne eklenen listede adımın bulunduğundan haberdar değil; ama bu düzenleme, beni, ulusal ve uluslararası alanda bütün haklarımdan yoksun kılıcı sonuçlar doğuruyor. Böyle bir yaptırımı nitelemek için hukuki bir deyim bulamıyorum.
Kaynak:Sol
Yorum Gönder