Hallacı Mansur
Ta Osmanlıdan beri, ülkemizde bilim adamlarına ve aydınlara, fikir ve düşünceye karşı yapılan zulüm, kıyım, saldırı acaba dünyanın hangi ülkesinde böylesine çokça var.
Ülkemizdeki aydınlar, bilim adamları, iktidar ve koltuklarının elden gitmesine korkan devrin yöneticileri, muktedirler tarafından itilip kakılmışlar, sürgün edilmişler, asılmışlar, ya faili meçhulle katledilmişler, ne ki yakılmışlar. Parça parça edilen Hallacı Mansur’dan, [1]
derisi yüzülen Nesimi’den, Sivas Meydanı’nda asılan Pir Sultan’dan daha beriden Namık Kemal’lerden ondan sonra Sabahattin Ali’den son katledilen Uğur Mumcu ve Necip Haplemitoğlu’na kadar daha isimlerini buraya sığdıramadığımız nice aydınlarımız, akademisyenlerimiz ya sürülmüş, ya işinden atılmış ya da katledilmişler. Şimdilerde katledilmiyorlarsa da, işlerinden, çalıştıkları gazete, üniversite kovuluyorlar, kovduruyorlar. Öğretim üyesi ise çalışacak üniversite bulamıyor, (Rektörler yandaş ya). Gazeteci ise yazacak gazete bulamıyor, sanatçılar kendi alanları ile sahne, iş yeri bulamıyorlar, daha doğrusu engelleniyorlar. Şu anda dünyada en çok gazetecisi hapiste olan ülke Türkiye olup cezaevlerinde 148 gazeteci bulunmaktadır.
Böylesine, toplumlarının aydınlanmasına ışık tutacak aydınlarını, akademisyenlerini ve bilim adamlarını itip kakan, hapislere atan, ne ki katleden dünyada başka bir devlet başka bir ulus var mıdır, bilmiyorum. Sanata “tükür”eceksin ve de “ucube” diyeceksin, kitaba “bomba” diyeceksin; yazara, sanatçıya, gazeteciye “terörist” diyeceksin, sonra da çağdaşlaşmaktan bahsedeceksin. Bunu hiçbir çağdaş ülke yutmaz, kabul etmez. Böylesine bir ülkeden ne çağdaş anlamda bilim adamları, ne de sanatçılar çıkmaz, zor çıkar. Çıkarsa da itilip kakılırlar. İşte besteci ve piyanist Fazıl Say, dünyanın her yerinde konserleri ayakta izlenirken, kendi ülkesinde dışlanıyor. Türkiye’nin ilk bayan orkestra şefimiz İnci Özdil, Devlet Tiyatrolarında çalışırken yönetimle 28 defa mahkemelik olmuş, sonunda bıkmış genç yaşta emekli olmak zorunda kalmış. Daha nicelerini sayabiliriz.
Son Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) ile yüzlerce aydının, akademisyenin işinden atıldığını görünce, yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi, üzüntü duyuyor, burnumuzun direği sızlıyor.
Son KHK ile birçok üniversiteden 2346 Akademisyen ve 10 uzman da OSYM uzman olmak üzere toplam 2356 akademisyen işlerinden kovuldular. [2]
Maalesef bizde fikir ve düşünce düşmanlığı dinsel düşünceli sapkın muktedirler tarafından teşvik ediliyor, yayılıyor. Kitabı bomba, silah görenlerden başlayın, daha basılmadık kitapları toplamak bizde. Bu satırları yazdığım 11.02.17 günlü gazetelerde, bir kitap yayını için kar maskeli kimseler tarafından Kırımızı Kedi Yayınevi saldırıya uğradığı yazılıyordu. Cumhuriyet devrinde günümüze kadar aydınlar katledilerek, sürgün edilerek, işinden ekmeğinden ederek zulüm görmüşlerdi
Orta Çağ’da bazı bilim adamları hapse atılıyor, Bruno gibi yakılıyorlardı ama bizim gibi, Sivas- Madımak’ta olduğu gibi toplu olarak aydınlarını yakmıyorlardı.
İsterseniz, yazımıza ayrı bir heyecan vermek için, renk katmak için tarihimizden insan yakmanın daha dehşetlisini buraya alalım. Düşünce özgürlüğünün ilk kurbanı Gıordano Bruno (1548-1600) diri diri yakılmasından 150 yıl önce Fatih Sultan Mehmet zamanında kitle halinde Hurifilik mezhebi taraftarlarının yakılışını aşağıya alıyoruz. Bir de Hurifiler’in yakılmasından 540 yıl sonra ve Bruno’nun yakılmasından (1600) 390 yıl sonra Sivas Madımak’ta 35 aydının yakılmasını da düşünürsek, insanlar düşünceleri uğruna yakılmışlardı. Sahiden Müslümanlık adına IŞİD çiler da Suriye’de kaçırdıkları iki askerimizi pürümüz alevinde yakmışlardı..
HURUFİLERİN FATİH SULTAN MEHMET TARAFINDAN YAKILMASI
…..Edirne'nin hemen dışındaki geniş çayırlarda, 1450'li yılların sonlarına doğru günlerce devam eden bir çabayla büyük, çok büyük ve birkaç bin kişiyi alabilecek devâsâ bir çukur kazıldı. Kazma işi nihayete erdikten sonra, çukuru bir ormanın hacminden daha fazla miktarda odunla ve çalı-çırpı ile doldurup odunları ateşe verdiler. Hararet, cehennemi hatırlatır gibiydi. Alevler göklere yükseldiğinde, askerler, ellerikolları bağlı binlerce kişiyi ite-kaka çukurun etrafına sürüklediler. İlk tekbiri, herkesin hürmet gösterdiği sarıklı, yaşlı bir zât getirdi. Bunu, çukurun etrafındaki askerlerin gerisinde durup olup biteni takip eden binlerce kişinin hep bir ağızdan getirdiği tekbirler ve ardı ardına sıralanan lânetler takip etti. Askerler, çukurun başına sürükledikleri elleri-kolları bağlı binlerce kişiyi bir anda alevlere atmaya başladılar. Diri diri ateşe fırlatılanların feryadları tekbirlere ve lânetlere karışıyor; kavrulanların mikdarı arttıkça çukura odun takviyesi yapılıyordu. Etrafı genzi yakan ve dayanılmaz bir yanık et kokusu sarmış, duman her tarafı bürümüştü. Ama, saatler boyu devam eden bu facia dinmeden, hiç kimse meydanı terketmedi; son kurbanın da kömürleşmesine kadar orada kaldılar ve diri diri kavrulanların ruhlarına lânet okuduktan sonra dağıldılar. Yakılanların suçları "Hurufi" olmaları, yani İslam tarihinin en esrarlı, en karmaşık ve en militan mezhebine mensup bulunmalarıydı. 16. asrın biyografi yazarı Taşköprüzâde Ebu'l-Hayr İsâmü'ddin Ahmed Efendi, "Şakâiku'n-Nu'mâniyye" isimli eserinde Hurufiler'in diri diri yakılmalarını anlatırken "Dalâlete düşenler, lâyık oldukları ateşe işte böyle kavuştular" diye yazacak; Hurufiler, Edirne'de 1450'li yılların sonlarında yedikleri bu darbeden sonra bellerini bir daha doğrultamayacak ve sır dolu bir grup olarak tarihe geçeceklerdi. Hurufi mezhebini, İran'da 1340 senesinde doğan Şihabüddin Fazlullah adında bir tasavvufçu kurdu. Fazlullah,kendisinden asırlar önce vârolan aşırı mezheplerin, özellikle de Batınililiğin etkisi altındaydı. Mezhebinin inanç temelini "harflerin ve sayıların kutsallığı" düşüncesi ile "ses" kavramı teşkil ediyordu. "Ses", Fazlullah'a göre her varlıkta mevcuttu; hattâ cansızlarda, meselâ taşlarda bile bu özellik vardı. İki taşın birbirine vurulması neticesinde işitilen ses, cansız maddelerin sahip oldukları bu özellikti.
Hurufilik, İslam uleması tarafından ilk zamanlarında aşırı bir mezhep gibi görüldü ama Fazlullah'ın daha sonraları dünyanın, ahıretin velhasıl herşeyin temelinin kendisi olduğunu söylemesi ve "Ben, aslında Hazreti İsa'yım, dünyayı kurtaracak Mehdi, benim" demesi üzerine Hurufiler kâfir kabul edildiler. Bu sırada giderek daha fazla taraftar toplayan Hurufiler'in siyasi iktidarı ele geçirmeye kalkışmaları üzerine, Timur'un oğlu Mirânşah, 1394'te Fazlullah'ın kafasını kestirdi. Sonra derisini yüzdürdü, cesedini ip bağlatarak pazarda dolaştırdı, etini köpeklere yedirdi ve vücudundan kalan bütün ateşe attırdı. Fazlullah'ın idamına rağmen sayıları ve güçleri giderek artan Hurufiler hemen her yerde sıkı bir takibe uğradılar. Ele geçirilenlerin ya derileri yüzüldü, yahut yakıldılar; hayatta kalabilenler de, kurtuluşu Anadolu'ya geçmekte buldu. Hurufiler, Fatih Sultan Mehmed'in iktidar yıllarında sayıların ve harflerin cazibesiyle hükümdarı bile etkileyerek saraya sızmayı ve devlet işlerine müdahale etmeyi başardılar…[3]
SANATÇILARI, BİLİM ADAMLARINI, AYDINLARINI ÖRSELEYEN İKTİDARLAR ÜLKESİNE ZARAR VERİR
Bütün bu uzun uzun bu acı örnekleri niçin veriyorum, ülkemizdeki yeteneksiz yöneticilerin istem ve tahriki ile aydınlarımıza yapılan kıyımları, dışlamaları anlatmak ve bunun ülkemize zarar verdiğini vurgulamak istiyoruz. Gerçekten de düşüncenin, aydın ve bilim adamlarının böylesine kıyıldığı ülkelerde gerçek bir bilim adamı zor yetişir. (özellikle İslam ülkelerinde; Kimya dalında Nobel alan bilim adamımız Aziz Sancar, “500 yıldır Müslüman ülkelerin bilime hiç katkıları yoktur” dememiş miydi) ? İşte böylesine aydınları ve bilim adamları itilip kakılan, hapse atılan, bilim yuvalarından kovulan bir ülkede bilim ve aydınlık düşünce yaratılamaz, o ülke fikir ve düşünce yaşamında ülke fakirleşir çorak tarlaya çevrilir, ülke geri kalır, her alanda gerilik başladığı için üretim olmaz, toplum yoksullaşır. Sanatçı, bilim adamları ve aydınlar ülkenin aydınlanma ve çağdaşlaşmada, zenginleşmede itici güçtür. Sanatçıları, aydınları, akademisyenleri örselersek kendimize zarar vermiş oluruz. Öyleyse iktidarın, aydınları, sanatçıları, akademisyenleri dışlaması, onları çalıştıkları ortamlardan uzaklaştırması ülke için kötülüktür. Bu tür olumsuz davranışlar ülkemizi geri bırakır, çağdaş dünyada itibarsızlaştırır.
ÜNİVERSİTELERDEN KOVULAN AKADEMİSYENLER
Zaten muhaliflere diş bileyen iktidar (AKP-RTE yönetimi), Fetö’cülerle mücadele ediyorum adı altında, Olağanüstü Hal düzenine de sığınarak, eline KHK kılıcını alıp bütün Atatürkçü aydınları kırmaya, üniversitelerinden atmaya başladı.
Yeni Kanun Hükmünde Kararnameyle (KHK) 330 akademisyenin ihraç edilmesiyle üniversiteler giderek, dersiz, kalitesiz haliyle ‘çölleşmeye başlıyor.
688 sayılı KHK’yla 115’i Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’nden Türkiye’nin en köklü üniversitelerinde görev yapan tam 330 akademisyen meslekten ihraç edilmişti.
En fazla ihraca maruz kalan Ankara Üniversitesi’nde toplamda 34 ‘barış akademisyeni’ atılmıştı.
Ankara Üniversitesi’ni 22 ihraçla Marmara Üniversitesi takip etmiş, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden 15, Anadolu Üniversitesi’nden de 18 ‘barış akademisyeni’ KHK’yla ihraç edilmişti.
Güneydoğu'da yaşanan çatışmalara karşı "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalayan Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu da ihraç edildi. [4]
BİLİM ADAMLARI KORUNAN ÜLKELER İLERİ GİDERLER.
Bakın, günümüzden 84 yıl once 1933 yılında Prof. Dr Albert Einstein’in, (ki kendisi Nobel de almış tanınmış bir bilim adamıdır) Hitler Faşizminin baskısı altında olan Almanya’da yaşayan Yahudi bilim adamlarının korunması ve ülkemize sığınmalarını isteyen mektubuna bir göz atın. Bilim adamları, ülkenizde parasız hizmet verecek” diyor, dahi bilim adamı Einstein. Işte bilim adamları böyle korunursa ülke de kalkınır, bilim de gelişir, bilimsel buluşlar da artar. O zaman işte Yahudi Devleti İsrail’e bakın, bir de Müslüman ülkelere. Kararı siz verin.
BILIM ADAMI PROF. DR. ALBERT EINSTEIN’IN MEKTUBU AYNEN ŞÖYLEDIR:
“Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi, birliğimize yapılan çok sayıda baş vuru arasından seçilmişlerdir. Bu ilim adamları, bir yıl müddetle hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde bir yıl boyunca hiç bir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler.
Bu başvuruya destek vermek maksadıyla, hükümetiniz talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insane faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etme cüretini buluyorum.
Ekselanslarının sadık hizmetkarı olmaktan şeref duyan.
Prof.Dr. Albert Einstein
Bilim adamlarına hatta bilime karşı olumsuz tavrımız nedeni ile İbni Sina’dan günümüze kadar, (Prof. Dr. Aziz Sancar’ı saymazsak) çağdaş anlamda ne bir bilim adamımız çıkmış, ne de bilimsel bir buluş yapılmıştır.
Bize, görüşleri, buluşları ile yol gösterecek olan Akademisyenleri, bilim adamlarını böyle örselemekten ziyade el üstünde tutmalıyız. Bizi çağdaş anlamda aydınlatacak, yol gösterecek olanlar akademisyenler, bilim adamlarıdır.
İşte Yahudi bilim adamları, akademisyenleri dünyanın her yerinde böylesine korundukları için, dünyada bilim dalında en çok Nobel ödülü almış Yahudi bilim adamı sayısı yüz civarındadır. Onun için de, Yahudi bilim adamları sayesinde teknolojisyle, bilimiyle Orta Doğu’nun en ileri ülkesi İsrail’dir (Yahüdiler)
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1] Hallâc, 26 Mart 922 tarihinde Bağdat'ta önce kırbaçlandı; burnu, kolları ve ayakları kesildikten sonra idam edildi. Başı kesilerek Dicle üzerindeki köprüye dikildi; gövdesi yakılıp külleri nehrin sularına savruldu. Kesik başı iki gün köprüde dikili bırakıldıktan sonra Horasan'a gönderilerek bölgede dolaştırıldı.
https://www.sozkimin.com/a/316-hallaci-mansur-kimdir-sozleri-ve-hayati.html#ixzz4YIsjYeMd
[2] https://www.ahaber.com.tr/galeri/turkiye/ihrac-edilen-akademisyenlerin-tam-listesi/49
[3] https://forum.donanimhaber.com/fatih-in-yaktigi-matrix-tarikati--13645796
[4] https://t24.com.tr/haber/khk-ile-ihrac-edilen-akademisyenlerin-tam-listesi,387570
Yorum Gönder