“Yok Edilen Adalet Ve Demokrasi” Panelinde Sivas Toplu Kıyımında Babası öldürülen Kızı konuştu

“Yok Edilen Adalet Ve Demokrasi” panelinde, Sivas Toplu katliamında yakılarak öldürülenlerden Şair Dr. Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan bir konuşma yaptı.

Behçet Aysan’ın Kızı “Bizi Acılarla Akraba Ettiler” Dedi.

Uğur Mumcu’nun evinin önünde menfur bir suikastla yaşamını yitirdiğinin 24 ncü yıldönümü anısına, Adalet ve Demokrasi Haftası Kapsamında Yargıçlar Sendikası tarafından 29 Ocak 2017 günü Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde düzenlenen “Yok Edilen Adalet Ve Demokrasi” panelinde, Sivas Toplu katliamında yakılarak öldürülenlerden Şair Dr. Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan bir konuşma yaptı.
“Yok Edilen Adalet Ve Demokrasi” Panelinde Sivas Toplu Kıyımında Babası öldürülen Kızı konuştu
Ancak, salonun dörtte biri bile dolmamıştı. Girişte beş altı polisin ve güvenlik görevlilerin her gireni sıkı bir şekilde arama yapmaları dikkat çekiyordu. Bilindiği gibi, Rus Büyükelçisi bu binada saldırıya uğramış katledilmişti. Bu sıkı tedbirin bundan kaynaklandığı söylendi. Ayrıca salonun bu denli boş olmasına ülkede artan terör korkusu yanından,  yönetimin baskıcı tavrından da olabileceği seyirciler tarafından söylendi.
Biz de, iktidarın gizli saklı hazırladığı anayasa değişikliği önerisinin,  Nisan ayında referandumla halka sunulacak olmasından dolayı, halkımız tarafından daha iyi anlaşılması ve de bu değişiklikteki adalet, demokrasi, yasama, yürütmedeki yanlış ve tehlikeli uygulamaların ülkede sıkıntılar yaratacağı düşüncesiyle, babası katledilmiş bir kızın konuşmasına yer verdik.
Sivas’ta yakılarak öldürülenlerden Dr. Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan panelde şu konuşmayı yaptı:
“-Kendini tiyatroya adamış, ekmeğini tiyatrodan kazanan biri olarak konuşuyorum. Ancak bunun gerisinde siyasi cinayetlerden birinde Sivas Katliamında kaybetmiş bir şairin Behçet Aysan’ın kızı olarak buraydım. Mesleği gereği konuşursam tiyatronun da içine aldığı temel değerlerden biri yaşam hakkıdır. Hatta buna ölümün hakkı da dâhildir.  Sofokles’in üç bin yıl kadar önce kaleme aldığı, yazdığı, tiyatro sahnelerinde çokça oynanan Antitokoles kardeşinin dövülme hakkını savunur. Bu nedenle de erke karşı çıkar. En sonunda trajik hata bir biçimde düzeltilmeye çalışılsa da artık iş işten geçmiştir. Öylece toplumun en kutsal haklarından biri olan yaşama ve gömülme hakkı bir biçimde ön plana alınmış, toplumun huzursuzluğu da tiyatro sahnesine aktarılmış olur.
Öte yandan yaşam hakkının ihlali üzerine içinde olduğumuz günlerde 24 Ocakta Araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin içlerinden biri, Uğur Mumcu ve 31 Ocak yine ülkemizin alnı açık aydınlarından Muammer Aksoy’un olduğu Adalet ve Demokrasi Haftası etkinliğinde konuşuyor olduğum düşünülürse birol sözcüğü bile yukarıda anlattığım Sofoklos’in eseriyle tezat halinde kalır,  ironi içinde kalır. Yani üç bin yıl önce yapılan savunma karşısında. Şunu da söylemek gerek, bir taraftan bakıldığında. Çok uzun yıllardır, Türkiye’de okuyan anlayan insanların vicdanında bir kanayan yara, failleri meçhul bırakılan siyasi cinayetler.
Yakınları öldürülen aileler deyince, yakınlarını unutturmamaya çalışsa da, bireysel çaba ve etkinliklerin de geniş kitlelere ulaşmadığı bir gerçek. Dahası gerçekleştirilen anılar yıllar geçtikçe çoğu zaman alışılagelmiş bir formaliteyi yerine getirmek ötesine geçmediğini acı içinde görüyoruz ve yaşıyoruz. Üstelik geldiğimizde yalnızlığımızı da iyi biliyoruz. Çünkü bizler bu ülkeden acıları ta can evimizde yaşamak zorunda bırakıldık. Sevdiklerimizi siyasi cinayetlerde yitirdik. Bizi acılarla akraba ettiler.

“BİZİ ACILARLA AKRABA ETTİLER, İSTEDİK Kİ DEVLET KAHRAMAN OLSUN
Düşüncelerimiz,  yaşama farklı olsa da, her birimiz siyasi cinayetlerde hayatlarını kaybedenlerin yakınları olan aileler bir araya geldik. Ortak acımızla birleştik. Burada özellikle ben, sevgili Mustafa Karadağ aradığında “devlet tiyatrosu sanatçısı yazalım”, deyince, -hayır toplumsal bellek platformu üyesi- yazılmasını istedim. Çünkü amacım toplumsal bellek platformunu bir kere daha sizlere anlatmak, aktarmaya çalışmaktı.
Öncelikle içinde bulunduğum büyük bir gururla toplumsal bellek platformundan söz edeyim, size. Bizler ilk defa 1980 yılında öldürülen yazar yapımcı Ümit Kaftancıoğlu ailesinden Canan Kaftancıoğlu’nun çabasıyla bir araya geldik. Sıcak bir haziran günü “Babalar Günü” etkinliğinde buluşan, bu coğrafyada yaşamının önü kesilmiş 16 aileydik, hatta etkinliğin adı “benim babam bir kahramandı”. Bu isim hiç birinizi yanıltmasın. Çünkü bizler kahraman babalar yahut kahramanlaştırılan babalar düşlemedik. Hatta Breth in Galile(Bertolt Brecht’in 1890-1956) oyununda çok güzel bir sözü vardır: “Ne yazık kahramanlar yetiştiren toplumlara” der, Breth. Bu söylem içte zihnimizdeydi. Yalnızca hayatlarımızın çok çeşitli dönemeçlerinde yanımızda olan iyi ve kötü zamanlarımızda söyleyeceğimiz, başımızda omuzlarımızda zaman hissedebileceğimiz, babalarımızla birlikte yaşamımızı sürdürmeye niyetlendik. İstedik ki devlet kahraman olsun. Bizim babalarımızı, bu ülkenin de yazarlarını, şairlerini gazetecilerini, gazetecilerini, aydınlarını korusun.
Etkinliğin amacı, Türkiye’nin yaşanılması için bir geleceğe sahip olması kahramanca ölümün üstüne yürüyen bu onurlu insanları yeni kuşaklara güçlü ve doğru bir biçimde anımsatmaktı. Sadece nasıl değil, neden öldürüldüklerini de göstermekti, bir anlamda. Etkinlik sonrası sürdürdüğümüz görüşmelerle kimi çoğu birbirimizi iyi tanıyorduk ve yakından tanıyorduk. Birbirimize daha da çok benzediğimizi sevinçle ve gururla gördük. Bir aile olduğumuzu hissettik. Aileye her geçen gün yeni bireyler eklendi. Üzülerek gördük aslında ne kadar geniş bir aile olduğumuzu! Bu isimleri gelecek kuşaklara doğru taşımayı hedefleyip toplumsal belleğimizde diri tutmak adına neler yapabileceğimizi konuştuk. Bu konuşmalar sırasında ailelerin geçmişte yaşadıkları ve karşılaştıkları hukuksuzluğun, adaletsizliğin birbirinin nerdeyse aynı olduğunu gördük.
Adalet arayışımız bu cinayetlerin arkasındaki karanlık ve örgütlü güçlerin açığa çıkarılabilmesi için ortak bir çabaya dönüştü ve ilk defa Abdi İpekçi’nin katili, Ağca’nın salındıktan sonra reklam yıldızına dönüşmesini arzu eden zihniyete karşı bir bildiri yayınladık. Tabi asıl üzücü olan tetikçilerin yüceltilmesi, maddi ve manevi olarak desteklenmesi idi ve hala öyle. Ses getiren cinayetleri işleyenlere evlenme teklifleri gelmesi bile tüm dünyada rastlanan bir psikoz örneği. Öte yandan katillerin örgütlü bir biçimde kaçırılması, anı fotoğrafları çektirilmeye çalışılması, eli kanlı kişilerle gurur duyulması ne yazık ki bizim ülkemize has bir görüntü ve moda.

“BABALARIMIZIN KATİLLERİ İÇİN “DEVLET SIRRI” DEDİLER
Biz katillerin kahraman ilan edilmesine ve katillikten rant elde edilmesine karşı çıktık. Ardından ülkedeki hukuksuzlukları göstermek adına Dink Davasında yan yana geldik ve duruşma salonuna ilk defa birlikte gittik. Çok açıktı ki Dink cinayetinden itibaren eze ettiğimiz örgütlü siyasi cinayetlerin nasıl örtbas edildiğini anlatmak için gelmiştik. Çünkü biraz önce de sözünü ettiğim gibi bu kayıtsızlık çerçevesi içerisinde çoğumuzun dosyaları kapatıldı ve zaman aşımına uğradı.
Abdi ipekçinin kızı bir anda da şöyle seslenmişti. “artık çoğalmak istemiyoruz, bizi öldürenlerin ardındaki örgütleri ortaya çıkarmakla yükümlü olan bütün devlet kurumlarını sorumlu sayıyoruz.
Bu gücü belli bir noktaya erdirmek adına Bir Şubat 2010 günü Meclise gittiğimizde artık yedi sekiz aileye ulaşmıştık. İsteklerimiz son derece somuttu. Neydi onlar? Birincisi ülkemizde siyasi cinayetlerde zaman aşımını ortadan kaldırılsın. İkincisi de Meclis araştırma komisyonlarına işlerlik kazandırılsın. Meclis araştırma komisyonları diyorum, çünkü burada kısaca bir parantez açmak istiyorum. Var olan Meclis araştırma komisyonları bir buçuk iki ay süresi içerisinde çalışmalarını yürütüyor ve hiçbir şekilde devletin diğer mekanizmalarıyla paralellik gütmüyor. Dahası Meclis araştırma komisyonlarında bizi engelleyen çok ciddi bir madde var, “devlet sırrı”. Yani babalarımızın katilleri devlet sırrı içerisinde değerlendiriliyor; “devlet sırrı çok daha önemli tabi. Orada ilk önce, Meclise gittiğimizde, şunu söyleyeyim MHP bizimle görüşmeyi ret etti, “mazereti olduğu” gerekçesiyle daha doğrusu, kabul etmedi. Arkasından 2010 yılı olduğu için, ilk önce grup Başkan vekilleriyle, Bekir Bozdağ’la,  Ayşenur Bahçekapılı’yla görüştük. Dönemin İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskul bizi karşıladı, hemen arkasından da. Ancak bunun arka planında şöyle bir şey var, bir durum söz konusu, bu kırık fotoğraf, bu sararmış fotoğraf beni kişisel olarak çok yaraladı. Bir masa düşünün, masanın etrafında öldürülen aydınların toplanmış olsun. Örneğin diyor ki, ben 7 Aralık 1979 günü öldürülen yazar, sosyolog, akademisyen Cavit Orhan Tütengil’in kızıyım. Deniz Tutengil’im diyor. Bir diğeri diyor ki, “ben 7 Kasımda Mamak Askeri Cezaevinde öldürülen yayıncı İlhan Erdost’un eşiyim Güler Erdost’um. Bir başkası “ben 2 Nisan 1942 günü cesedi bulunan Yazar,  şair, çevirmen Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali’yim. Platformun üyeleri kendilerini bir biçimde kendilerini tanıttığı zaman adeta dakikalar geçmiyor. Geriye bu coğrafyanın acı, bir anlamda da buruk tarafı kalıyor.
Ben kişisel olarak böyle br acı karşımda yaşandığı için gözyaşlarımı tutamadan ağlıyordum. Sonra baktım ki, Platformun her üyesi aslında ağlıyor. Düşünsenize adalet mekanizması adamakıllı işlememiş, o güne kadar iktidarlar bizim yaralarımız saracağına bizler bir araya gelip acılarımız paylaşmak zorunda bırakılmışız ve bir itici güç olarak var olan hükümete gitmişiz.
O tarihten 6 Aralık 2011 e kadar, bu önemliydi çünkü ikinci bir görüşme olacak, bizim isteklerimiz doğrultusunda, yani zaman aşımı ve meclis araştırma komisyonlarına işlevlik kazandırılmasıyla ilgili. İsteklerimiz doğrultusunda çeşitli önergeler verildi ve bütün bunlar iktidar partisi tarafından ret edildi. Süreçte arzularımız gerçekleşmediği için Türkiye’de sendika hareketinin öncü isimlerinden 1980 yılında öldürülen Kemal Türkler’in davası zaman aşımı nedeniyle düştü. Hemen arkasından da Sivas Davası geliyordu. Sözünü ettiğim gibi 6 Aralık 2011 tarihinde biz tekrar Sivas Davası nedeniyle yeniden Meclise gittik. Bu defa bizi iktidar partisi kabul etmedi. Sadece CHP ve HDP ile görüşebildik. (O zaman HDP ydi) Zoraki bir biçimde birtakım isimlerin devreye girmesiyle İnsan Hakları Komisyonu başkanı bizi kabul etti. O zaman sunduğumuz dilekçenin ilk girişi şöyleydi: (hepsini okumayacağım, zamanınızı almak istemiyorum) “Bu gün bir kere daha TBMM ine acılarımızla değil, hukuk talebimizle geldik. Olaylara çok yakından tanık olmuş kişiler olarak acılarımızın en mahrem alanımız olduğunu biliyoruz. Toplumsal Bellek Platformu olarak bir araya gelerek, buraya gelen aileler siyasi bir hesaplaşmanın peşinde değil. Hiçbir zamanda olmayacak Yitirdiklerimizin ardındaki örgütlenmeler ortaya çıkartılmadıkça yeni cinayetlerin yaşanacağını edindiğimiz tecrübeyle öğrendik”.

KATİL PİŞMAN DEĞİLİM DEDİ.
Bildiğiniz üzere Sivas Davası da benzer bir sonuca vardı, benzer bir sonuca ulaştı ve zaman aşımına uğradı. Arkasından Sivas Davası zaman aşımına uğraması yetmezmiş gibi. 1980 de öldürülen Nevşehir Milletvekili Zeki Tekiner ve Cevat Yurdakul’un davaları da düştü. O dönemde Platform şöyle bir açıklama yayınlamıştı, bunu izninizle okumak istiyorum, çünkü nedense birtakım özel isimler süreç içerisinde çok daha geride kalıyor, yani genç kuşaklar, salonda bulunanların çoğu genç değil ama zihin bazı şeyleri geriye doğru sarıyor, geriye doğru itiyor. Zeki Tekiner ve Cevat Yurdakul’un sonrasında Akın Özdemir’in pek kişinin, bir dönem simge isimken ve hatta Cavit Orhan Tütengil de dahil, bu günlerde çok da bilinmeyen isimler olduğunu, Acı içerisinde görüyoruz ve gözlemliyoruz. Temmuz 2012 tarihinde üçüncü yargı paketiyle geçen geçici 3ncü maddeye bağlı 6352 Sayılı Kanun sonucunda 12 Eylül 1980 öncesinde cinayetlerin tetikçileri salıverilmiş. Aralarında yedi TİP linin öldürüldüğü Bahçelievler katliamından CHP Nevşehir İl Başkanı ve milletvekili Zeki Tekiner’e kadar birçok cinayetten sorumlu olan ve müebbet istene katiller salıverilmiştir. Muhsin Kehya salıverilmesinin ardından “yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim” ifadelerini kullanmıştır. 5 Temmuzda alınan 3ncü yargı paketi kararından 7 Temmuz 2012 de Ülkücü ülkeye Belçika’dan giriş yapan Nevşehir’de 1980 de öldürülen Yavuz Yüksel Baba’nın ve Zeki Tekiner’in tetikçilerinden olan Uğur Coşkun’un 91 tarihinde şartlı tahliye ile çıktığını biliyoruz. Elimizde olan bilgilere göre ise Coşkun 93 yılından beri aranmaktadır.
Tabi burada kişiye özel af söz konusudur. Öte yandan şu da var,  taşıdığımız insanların bellek taşları, daha demokratik daha yaşanabilir Türkiye için çalışıyorlardı. Arkasından başka bir şey daha oldu, hemen Platform içi içerisinde, yine belleklerimizi tazelersek çok yakın bir zamanda, iki üç yıl kadar önce Ayhan Çarkın bir dizi itiraflarda bulundu ve birtakım özel harekât polisleri cezaevine alındı. Ancak Ayhan Çarkın itiraflarından caydı, Ayhan Çarkın da, özel harekât polisleri de süreç içerisinde serbest bırakıldı. Gezi süreci yaşandı. Yeni çocukların yüzü toprağa düştü. Arkasından Tahir Elçi son olarak şimdiki siyasi cinayetlerin son halkası olarak o görünüyor.
Bununla birlikte her aile bitmeyen davalarla ve adalet mücadelesiyle karşı karşıyadır. Bizler yani yakınlarını bir anlamda cinayetle yitirenler o parlayıp onunla yaşamak zorunda kalan bu ülkenin küçük bir azınlığıyız. Geçmişin uçucu yanı anılarla sürdürüyor artık. Yaklaşık 17 bin olan faili meçhul sayımızla tahmin edilenden çok bir ülkenin utanmasına sebep olacak kadar da yalnızız. Öte yandan siyasi saikle öldürülenlerin yakınları her yeri kendine özgü hikâyeleriyle bambaşka serüvenden geçmişler. Ama biraz önce de vurguladığım gibi, acıların da ortaklık fazlaydı. Nasıl mı? Babalımıza ait davaların birçoğunun soruşturma ve kovuşturması yıllarca sürmüş. Cinayetler hiçbir biçimde aydınlatılmamıştır. Anayasanın da üzerinde olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi defalarca ihlal edilmişti. Kimimizin açık yıllarda açık davalarda çentrik isimler bir diğerinin dava dosyasında karşımıza çıkıyordu. Tetikçilerden, maşalardan başka yargı önüne taşınmayan sorumlular ödüllendirilen terfi ettirilen, devlet kademelerinde yüksek mevkilere yerleştirilenler torba yasalarla salıverilen suçlular ve evrensel insan haklarına göre işletilmeyen tüm uygulamaların yüzümüze baka baka işletilmesi ve zaman aşımı olgusu peşimizi bırakmıyordu.  Bir ülke düşünün siyasi cinayetler ardı ardına yaşansın, devlet üzerine düşen görevi yerine getirmesin, hatta katiller berat ettirilsin, cezaları özendirici şekilde azaltılsın, bu kadarla da kalmayıp o katillere pasaportlar, ehliyetler, evlenme cüzdanları verilsin.

ÖNERİLERİMİZ İKTİDAR TARAFINDAN 28 KERE RET EDİLDİ
Şu ana kadar bu günü de sayarsak, çünkü 24 Ocakta Sezgin Tanrıkulu bir önerge daha verdi,  bizim taleplerimiz doğrultusunda,  28 soru önergesi oldu bu. Artık medyada bile yer almıyor, soru önergeleri, 28 kere ret edilmiş oldu 24 Ocak tarihinde. Bu son süreçte geniş ailemizde yenilerin eklenmesinden korkuyorduk. Ne yazık ki, süreç bizi haklı çıkardı. Gencecik yüzler düştü toprağa ve ardından o tür şeyler yaşatılmaya devam ettik.
Ben son sözü babama ayırayım, isterseniz.
Babam Behçet Aysan ülkesini temsil eden bir yazardı, şairdi, kısacık yaşamına sayısız ödül sığdırmıştı. Henüz hayattayken pek şiirleri pek çok dile çevrilmiş birçok ülkede yayınlanmıştı, aynı zamanda doktordu, psikiyatrdı. Hani ülkemizde mumla aranan aydınlardandı. Zaten onu diri diri ateşe verenler yazdığı bir dizeyi okumuş olsalar, değil onu ateşe atmak, boynuna sarılırlardı.

Ben Çocuğuma, “Senin Deden Şairdi, Yazardı, Doktordu, Bu Ülkenin Aydınlık Yüzüydü. Ama Yakıldı”, Nasıl Diyeceğim

Yıllar boyunca mezarına çiçek bırakırken, ona ağlarken öğrettiği sağduyuyu yitirmemeye özen gösterdi. Ama zaman zaman gerçek cehennem oldu, içinden taştı, gürül gürül akan bir ırmak oldu. Şimdi size soruyorum. Ben çocuğuma, “senin deden şairdi, yazardı, doktordu, bu ülkenin aydınlık yüzüydü. Ama yakıldı”, nasıl diyeceğim. Onu hiçbir şey ayaklanmaya kalkmış korkunç bir şey olamaz, derken aynı zamanda insanların bir gün tekrar diri diri yakılmayacağını nasıl inandıracağım. Çünkü eğer kimlik bir vatandaşlık belgesiyle babamın yanmış kimliği hala çalışma masasında duruyor. Eğer kimlik devletin resmi belgesiyse babamın yanmış kimliği her gün bana bakıyor. İzninizle şu isimleri okuyayım, Toplumsal Bellek Platformu ailelerinin isimlerini.
Sabahattin Ali ailesi, Orhan Yavuz Ailesi, Doğan Öz ailesi, Nejdet Bulut ailesi, Akın Özdemir ailesi, Abdi İpekçi ailesi, Cevat Yurdakul ailesi, Cavit Orhan Tütengil ailesi, Ümit Kaftancıoğlu ailesi,  Sevinç Özgüner ailesi, Zeki Tekiner ailesi, İlhan ERdost ailesi, Muammer Aksoy ailesi, Çetin Emeç ailesi, Turan Dursun ailesi, Bahriye Üçok ailesi, Musa Anter ailesi, Uğur Mumcu ailesi, Nesimi Çimen ailesi, Behçet Aysan ailesi, Metin Altıok ailesi, Yusuf Ekinci ailesi, Yasemin Cebenoyan ailesi, Onat Kutlar Ailesi, Hasan Ocak ailesi, Metin Göktepe ailesi, Necip Hablemitoğlu ailesi, Hrant Dink ailesi”. Alkışlar.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget