“Hakların Güven Altına Alınmadığı, Kuvvetler Ayrılığının Yapılmadığı Bir Toplumda Anayasa Yoktur

1789 Fransa İnsan Hakları Beyannamesinin son 16. Maddesinde yazılıdır. Madde şöyle, “hakların güven altına alınmadığı, kuvvetler ayrılığının yapılmadığı bir toplumda Anayasa yoktur.

 “Türkiye Çağdaş Uygarlık Arzusundan Vaz Geçmeli, Bunun Yerine İslam’ın Çekirdek Devleti Olmalıdır”. Diyorlar

Ahmat Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı 2007 ye Kadar AKP Hükümetlerinde Bir Denge Unsuruydu.

2008 Yılından Bu Yana Demokrasi Kategorisinde Uganda Ve Tanzanya’yla Birlikte Anılıyoruz

Bu Anayasa Projesi Çok Açık Bir Şekilde Atatürk’ten Onun Laik Ve Demokratik Cumhuriyetinden Rövanş Alma Girişimidir.
“Hakların Güven Altına Alınmadığı, Kuvvetler Ayrılığının Yapılmadığı Bir Toplumda Anayasa Yoktur

Uğur Mumcu’nun evinin önünde menfur bir suikastla yaşamını yitirdiğinin 24 ncü yıldönümü anısına, 24. Adalet ve Demokrasi Haftası Kapsamında Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezindeki 31.01.2017 günlü panelde Uluç Gürkan [i] bir konuşma yaptı.
Anma etkinliklerinin devam süresince ülke demokrasisinin elden gitmek üzere olduğu şu günlerde, arka arkaya konferanslarda birbirinden değerli konuşmacıların uyarıcı, aydınlatıcı konuşmalarının hepsini size aktarmak isterdim.  Bu değerli konuşmaların 16 Nisan 2017 günkü referanduma kadar güncel ve önemli olduğuna inanıyoruz. Çok az sayıdaki seyircilerle yetinmeyerek daha çok kimselere iletilmek amacıyla bu güzel konuşmayı bandan çözerek okuyucuya sunmak istedik. Bandı çözmek çok zor, hatamız varsa affola.
“Hakların Güven Altına Alınmadığı, Kuvvetler Ayrılığının Yapılmadığı Bir Toplumda Anayasa Yoktur

Bu düşüncelerle Uluç Gürkan’ın paneldeki konuşmasını aynen size aktarıyoruz, umarız yararlı olur.
“-Muammer Aksoy, hocamdan birkaç yıl önce 1964 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Hukuka Başlangıç dersini kendinden aldım. 12 Mart 1971 karanlığında Mamak Askeri Cezaevi’nde koğuş arkadaşlığı yaptık. Ancak onun o koğuşa getirilişi ile bir anımı paylaşmadan geçemeyeceğim.
Muammer Aksoy, rahmetli Sadun Eren, İlhami Soysal, Mümtaz Soysal aynı koğuştaydık.
Muammer Aksoy’un getirileceğini duyduk, Mümtaz Soysal o sakin, yumuşak Muammer Aksoy hocamız, demir parmaklara tırmandı ve o parmaklıkları yumruklayarak sesinin son perdesine kadar bağırdı, “Muammer Aksoy’u buraya sığdıramazsınız”. Sığdıramadılar, onun için katlettiler. Ama buradaki sizin varlığınız, kararlılığınız Muammer Aksoy’u mezara da sığdıramadıklarını ortaya koydu.(Alkışlar)
Değerli dostlar 12 Mart, 12 Eylül askeri müdahalelerine karşın, bu müdahaleler 1961 Anayasasının getirdiği o özgürlük ortamını, dilim dilim doğramasına karşın o 12 Eylül Anayasasında yapılan değişikliklerle Türkiye bütün eksikliklerine yetersizliklerine karşın demokrasiyi yaşayabiliyordu. İşleyen bir demokrasi vardı. 12 Eylül Anayasasında bahsedilen o 17 değişiklik askeri müdahaleyi başlangıç kısmından, 1995 yılında çıkararak askeri müdahaleye bağlılığı çıkararak, ardından bir dizi, ama toplumsal mutabakatta değişiklik yaparak,   2001 yılında temel hak ve özgürlüklerde yaptığı değişikliklerle yazılı da olsa Türkiye demokrasi çıtasını bayağı yukarı,  o çok söylenen sözüyle Avrupa standartları düzeyine getirmişti.

2007 YE KADAR DEMOKRASİDE AHMET NECDET SEZER BİR DENGE UNSURU İDİ.
AKP bu ortamda iktidar oldu. Sayın başkan, ilk konuşmasında AKP nin ilk yıllarında bir demokrasiyle barışık görüntü çizdiğini vurguladı. Bakın o görüntüde, kimse pek üzerinde durmuyor ama ne var? Cumhurbaşkanı olan 2007 yılına kadar Ahmet Necdet Sezer’di. Onun denge kuvvetler ayrılığı ilkesi doğrultusunda, onun denge ve denetleme mekanizmaları AKP yi bir anlamda demokrasiyle, görünürde barışık hale getirmişti. Bunu hiç ihmal etmeyelim, onlar kendine yetecek. Nitekim 2007 yılında Ahmet Necdet Sezer’in görevinin bitmesiyle, Türkiye tesadüf mü, 2008 yılındaki dünya demokrasi endeksinde, Ekonomiks dergisinin iki yılda bir hazırladığı demokrasi endeksinde, birden bire eksikliği yetersizliğine karşın işleyen bir demokrasi kategrasisinden hibrit-karma neyin karması, demokrasi görünümlü baskıcı rejim düzeyine indirgendi.  ve 2008 yılından bu yana biz o kategoride hibrit demokrasi kategorisinde Uganda ve Tanzanya’yla birlikte anılıyoruz.
Şimdi 2016 yılına kadar da geriliyoruz. 2008 yılında bu hibrit demokrasi, yani demokrasi görünümlü baskıcı rejim kategorisinde beş puan üzerinden 5.69 puanımız var. Yani AKP nin yediği miras 5.69 dur. Bu gün, 2016 itibariyle kaça düştü, biliyor musunuz bu hibrit kategorisini, 5.04 Eğer bu anayasa değişiklikleri gerçekleşirse artık tam baskıcı rejimler totaliter rejimler kategorisine Uganda ve Tanzanya’nın da altında Kuzey Kore, Zimbabwe, Gana, Mali, Gambiya ve Suriye ile birlikte anılmaya doğru gideceğiz.
Çünkü burada işleyen bir demokrasinin vazgeçilmez kurala olan kuvvetler ayrılığı ilkesi yıkılacak, yürütme, yasama ve yargı erkleri hep birlikte yanılmaz, kandırılsa da affa uğrayarak yanılmaz kişi olarak kişi sanmış, Tayyip Erdoğan’a devredilecek ve buna da “kuvvetler uyumu yaftası” yapıştırılacak.
Bu 17. Yüzyılda Avrupa’daki krallıkları meşrulaştırmaya çalışan Tomas Foks’un yaklaşımdır, bu anayasa yaklaşımı. 17. Yüzyıl, çünkü Tomas Foks mutlakçı bir devlet anlayışındadır, paralelindedir. Laviankal yapıtında “egemenliğin tek bir kişide olması, kralda. Tanrıdan aldığı yetkiyle kral olması gerektiğini savunacak. Bu Foks’un mutlak devletçi anlayışı yirminci yüzyılda Hitler Almanya’sında, Mussolini İtalya’sında canlandırmaya çalışılmıştır.
Çok ünlü bir hukuk bilgini ve siyaset filozofu olmasına karşın Nazilere boyun eğen Karl Şimit Parlamenter Demokrasinin Krizi adlı eserinde Nazilerin halk iradesini temsil ettiğini savunarak bunu rejimleri meşrulaştırmaya çalışmıştır. Halk iradesi kavramı da, mülkiyetçi devlet anlayışının yirmin yüzyıla taşınmış şeklidir. Şimdi Türkiye’de yirmi birinci yüzyılda bu anlayış canlandırılmaya çalışılmaktadır.
“Hakların Güven Altına Alınmadığı, Kuvvetler Ayrılığının Yapılmadığı Bir Toplumda Anayasa Yoktur

“TÜRKİYE ÇAĞDAŞ UYGARLIK ARZUSUNDAN VAZ GEÇMELİ, BUNUN YERİNE İSLAM’IN ÇEKİRDEK DEVLETİ OLMALIDIR”. DİYORLAR
Sayın başkan, “nereden çıktı bu anayasa değişikliği” dedi. Hiç kuşkusuz sadece Tayyip Erdoğan’ın hırsı, iktidar arzusundan kaynaklanmadı. Bakın size 1986 yılında bana sevgili Hocam Muammer Aksoy’un “mutlaka okuyacaksın” dediği Samuel Hangtintin’ın [ii] Medeniyetler Çatışması adıyla Türkçe’ye de çevrilen kitabından bu anayasa değişikliğine kaynak olan yaklaşımın nerden çıktığını paylaşın. Bu Samuel Hangtintin’ın kitabı,1986 daki kitabı Sovyet Rejiminin çökmesinin dağılması sonrasında tek kutuplu dünya üzerinde Amerika dış politikasının da temeli olmuştur, bu noktaya da vurgu yapmak lazım. Samuel Hangtintin’e göre, “Türkiye Çağdaş uygarlık arzusundan vaz geçmeli, bunun yerine İslam’ın çekirdek devleti olmalıdır.  Bunun için gerekli tarihe, nüfusa,  ekonomik gelişmişliğe, ulusal birliğe, askeri yetenek ve geleneğe sahiptir”  diyor Samuel Hangtintin.
Ancak, Atatürk Türkiye’yi net bir şekilde laik bir toplum olarak nitelediği için bu görevi yapamıyor. “Türkiye kendini laik bir ülke olarak anılmadığı sürece İslam’ın liderliğine soyunma olasılığı yoktur” diyor Samuel . Bu Amerikan dış politikasına döndü. Ilımlı İslam dayatması yaklaşımıyla, propagandasıyla, Samuel Hangtintin’ın İslam’a liderlik etmesi için Türkiye’ye önerdikleri de şöyle:
1-Türkiye Atatürk’ün mirasını, Rusya’nın Lenin’in mirasından ret edişinden daha eksiksiz bir şekilde ret etmek zorundadır.
2-Atatürk kalibresindeki bir lideri, böyle bir hayal, Türkiye’yi bölünmüş bir ülke olmaktan çıkarıp çekirdek bir İslam devleti haline getirmek için gerekli siyasal ve bu sözün altını çizerek tekrarlıyorum, dinsel meşruluğu kendinde toplamış bir lideri ortaya çıkarması gerekir. Bu günkü karşı karşıya kaldığımız olay işte bu projenin ABD nin Türkiye’ye Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) kapsamında dayattığı bu projenin ürünüdür, sonucudur burada açılmıştır.
Şimdi burada bu proje çok açık bir şekilde Atatürk’ten onun laik ve demokratik Cumhuriyetinden rövanş alma girişimidir. Bu rövanşı vermeyeceğiz. (Alkışlar)
Şimdi bu AKP nin Anayasa değişiklik teklifi de önümüze sunduğu demokratik meşruiyetten yoksundur. TB Meclisinden referandum sayısıyla çıkmış olsa da hiç hayal kurmasınlar, halkoyuyla kabul edilse bile demokratik meşruiyetten yoksundur. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin kaldırılması anayasayı anayasa olmaktan çıkarmaktadır. Bu 1789 Fransa İnsan Hakları Beyannamesinin son 16. Maddesinde yazılıdır. Madde şöyle, “hakların güven altına alınmadığı, kuvvetler ayrılığının yapılmadığı bir toplumda Anayasa yoktur.
Amerikan Anayasasının 1791 yazıcılarından Ceymis Medisin’in da Kuvvetler ayrılığı ilkesinin demokrasi için vazgeçilmezliğini şu sözlerle vurgulamıştır. İster irsiyet, ister kendine atama, ister seçim yoluyla iş başına gelsin, tüm gücün yasama, yürütme ve yargının bir elde toplanması tahakkümün gerçek bir tanımıdır.
Bizi işte 18 yıl önce Foks 20 yüzyılda Mussolini, Hitlerle canlandırmaya çalışılan Foks’un mutlakıyetçi, devletçi anlayışına boyun eğmeye zorlamak istiyorlar. Bu değişiklik anayasaya da mevcut haliyle aykırıdır. Egemenlikle ilgili Anayasanın 6. Maddesi “egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir” derken ve şöyle devam ederken, Türk Milleti egemenliğini anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması hiçbir surette hiçbir kişiye, zümre veya efradına bırakılamaz, hiç kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.
Hiç kimseye devredilemeyecek yetkileri bu maddeyle, anayasanın 6. Maddesi ve anayasanın 6.  Maddesinin tarih ettiği, değiştirilemez ikinci maddesini, TC nin niteliği ile ilgili, Türkiye devleti laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir ilkesinin çiğnenmesidir açıkça. Bu gün yapılmak istenen o 18 maddedeki bir tek mahkeme ilgili tarafsızlığın yanına bağımsızlığı da ekledikleri madde hariç bütün maddeleri anayasanın değiştirilemez ikinci ve ona atıf yapan 6.  Maddesine de aykırıdır. Bu bakımda demokratik meşruiyeti hiçbir şekilde yoktur. YASAMA ORGANININ ELİNDEN DENETLEME VE YASAMA YAPMA YETKİSİ ALINMAKTADIR. İlgili bu altıncı maddenin değiştirmesinde bu yasama organının bilgi edinme ve denetleme yetkisiyle ilgili maddedeki kenar başlığı kaldırılmaktadır ve gerekçesinde de kuvvetler ayrılığı ilkesine bu ayrılığa göre yasama yetkisinin denetleme yetkisi kaldırılmıştır demektedir. Ama yürütmeye yasamayı ya tam ortaklığın ötesinde patronluk gücü verilmiştir.
İşte veto yetkisi, yani yasama organının çıkardığı yasaları veto ederse, Meclisin bunu yeniden yapması salt çoğunluğu gerektirir. 12 yıl parlamentoda bulundum, salt çoğunluğu elde etmek çok zor iş, imkânsız çevirmiştir.
Denetleme konusunda işte var ya Meclis soruşturması daha da imkânsız. Teklifi vermek için soruşturma teklifini, salt çoğunluk gerekiyor, yüce divana soruşturma açılmasını kabul etmek için beşte iki çoğunluk gerektiriyor. Yüce divana sevk için üçte iki çoğunluk gerekiyor. Bunlar imkânsız sayılar. Yani yasama organının denetleme ve yasama yetkisi sadece sözde vardır, özde kaldırılmıştır.
YARGI TAMAMEN CUMHURBAŞKANININ KEYFİNE BIRAKILMIŞTIR.
“Hakların Güven Altına Alınmadığı, Kuvvetler Ayrılığının Yapılmadığı Bir Toplumda Anayasa Yoktur

HİTLER AHİRETTE CEHENNEMDE
Bu öyle bir tablodur ki, size bu tabloyu izninizle bir fıkrayla paylaşayım.
Ben Hitle deyim, siz isterseniz bu güne güncelleyin. Hitler ölünce Cebrail’in karşısına çıkmış. Cebrail Hitler’e demiş ki, “yav bize çok az geliyor insanlar, devlet başkanı, başkan, seçilmiş sözde Cumhurbaşkanı. Onun için Yüce yaratan ona bir hak tanıdı. Cennete mi gitmek ister, Cehennem’e mi?
Hitler diyor ki, “ben halkıma Cennet vaat ettim, Cennete gitmek isterim” diyor.
Cebrail, “Cennete bak gör tanı, oraları”. Hitler, “iyi, bir bakayım”, diyor. Önce Cehenneme, asansöre biniyorlar aşağı iniyorlar, Cehenneme gidiyorlar. Aa orda ne, ne kadar kendi arkadaşı dostu, arkadaşı, yoldaşı, hayalini kurduğu eski despotları varsa ordalar. İçiyorlar, yiyorlar, eğleniyorlar, hayalindeki bütün arkadaşları, dostları kadın erkek orda, inanılmaz bir zevk sefa…
“Allah Allah hiç böyle bilmiyordum, Cehennemi”, diyor. Bize böyle anlatmadılar.
Cebrail, “haydi bir de Cennet’e gidelim” diyor. Cennet’te Atatürk, Hz. Muhammed, Hz. İsa gayet sakin, gayet sakin konuşuyorlar, aralarında şey yapıyorlar, Atatürk çağdaş Türkiye hayalini inletiyor. Rahmetli Bülent Ecevit onu dinlerken “Hayırlı başarılar, hayırlı başarılar” diye tekrarlıyor.
Hitler sonunda Cebrail’e diyor ki, “Cennet de çok güzel ama Cehennem müthiş, ben Cehennemi seçiyorum” diyor. Ama aşağı iniyorlar Cehennemden girer girmez, işte zebaniler sopalayıp ateşe atıyorlar. Bütün o dostları bakıyor, biraz önce gördüğünde eğlendiğinde eski dostları, yanmış kavrulmuş kir pas içinde.
“Yav” diyor “biraz önce geldim buraya Cehennem böyle değildi” diyor. “Yav”, diyor şeytan, omzuna elini koyuyor, diyor ki, “biraz önce gördüğün senden 70 yıl sonra Türkiye’de yapılacak referandumun “evet” kampanyasıydı, sen de ona oy verdin”. (Alkışlar)
Bizim ödevimiz görevimiz Muammer Aksoy’un yoldaşları olarak Atatürk’ün askerleri ve ikinci Mustafa Kemaller olarak Cenneti yeryüzüne Türkiye’ye bu referandumda alacağımız “Hayır” sonucuyla indirmektir”. Alkışlar.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR

[i] HALİS ULUÇ GÜRKAN (d. 1945, Şanlıurfa) eski milletvekili ve ODTÜ'de öğretim görevlisidir. TBMM başkanvekilliği yapmıştır. Çeşitli medya organlarında gazetecilik deneyimi vardır. Halen Atılım Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır.
5 Kasım 1945 Şanlıurfa doğumludur. Evli ve iki çocuk babasıdır. Mustafa Kemal Gençlik Vakfı kurucu üyesi, Atatürkçü Düşünce Derneği, Mülkiyeliler Birliği, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Beşiktaş Jimnastik Kulübü üyesidir.
Eserileri: "Ermeni Sorunu'nu Anlamak, Ön Yargıları Aşmak ve Nefretten Arınmak", Destek Yay, 2011. (belge-söyleşi kitabı)

[ii] Samuel Phillips Huntington (d. 18 Nisan 1927 New York, ABD - ö. 24 Aralık 2008, Massachusetts, ABD) ABD'li siyaset bilimci.
Ölümünden önce Harvard Üniversitesi'ne bağlı John M. Olin Stratejik Araştırmalar Enstitüsünde öğretim görevlisiydi. Aynı zamanda ABD Savunma Bakanlığı'na danışmanlık yapmaktaydı.
Pek çok sayıda çalışmaya imza atmış olmakla birlikte, Türkiye'de ve dünyanın çeşitli yerlerinde daha çok Medeniyetler Çatışması adlı kitabıyla tanınmaktadır.
Huntington 1988 tarihinde yayımlanan kitabında ülkeler arasındaki çatışmaların ve ülkelerin kendi bünyelerinde yaşanan çatışmaların giderek kültürel ağırlık kazandığını savunmaktadır. Yazar, küreselleşme sürecinde Batı ve diğerleri arasındaki çatışmaların artacağı öngörüsünde bulunmaktadır. Huntington, milli devletlerin 21'nci yüzyılla birlikte artık merkezi siyasi rolünün tamamlandığı görüşüne asla katılmamaktadır.
2004 yılında yayımlanan "Biz kimiz? Amerika'nın Ulusal Kimlik Arayışı" (Who Are We - The Challenges to America's National Identity) başlıklı kitabı da tartışma yaratmıştır. Kitap, medeniyetler çatışması tezini Amerika'nın "içinden" değerlendirmekte, ülkedeki farklı kültürlere ilişkin gözlemini aktarmaktadır. Başta Meksika olmak üzere Latin Amerika'dan gelen göç dalgalarını kaygı verici olarak değerlendirmekte, ABD'nin gerçek milli kimliği olarak kabul ettiği, Avrupalı ilk göçmenlerin Anglo-Sakson-Protestan değerlerine dönüşü önermektedir. Bu yaklaşım, özellikle Latin Amerikalı örgütlerle sol-liberal aydınların tepkisine neden oldu. Huntington'un resmettiği geleceğe dair muhtemel senaryolar, Latin Amerika kökenli göçmenlerin bazı eyaletlerde hakim unsur haline gelip Anglo-Sakson kökenlilerin belli eyaletlerden kaçışını, ABD'nin giderek çift dilli, çift kültürlü bir topluma dönüşümünü içermektedir.
Huntington'ın kitaplarında Türkiye'ye de önemli bir yer verildiğine dikkat çekmek gereklidir. Huntington, Türkiye'de Atatürk'ün önderliğinde yaşanan toplumsal değişim sürecini incelemiş, bu konuyu kitaplarında irdelemiştir.
"Değişen Toplumlarda Siyasi Düzen" adlı kitabında Türkiye'yi de bir konu çalışması olarak ele alıp incelemiş olan Huntington, siyasi iktidar tarafından halkın değiştirilmesinin hedeflenerek iktidar yollu gerçekleştirilen bir değişimin ne gibi sonuçlar ortaya çıkaracağı konusuna eğilmiştir.
Huntington, Türkiye'de Atatürk döneminde yaşanan toplumsal değişim ve bu değişimin ürünü kurumsal yapılanma sürecini "Medeniyetler Çatışması" adlı kitabında da ele alıyor. Kitabında Türkiye'ye ayırdığı sayfalarda Türkiye'nin çağdaşlaşmaya direnim gayretleri nedeni ile "kararsız ülke" statüsü kazandığını söyleyen Huntington, siyasal değişimin Türkiye gibi bir ülkede çok tehlikeli olduğuna ve bu gibi uygulamaların "kararsız ülke"ler ortaya çıkaracağına değiniyor. Huntington her ne kadar çağdaşlaşma yanlısı olsa da, bunun doğal bir süreç içinde gerçekleşmesi gerektiğini belirtiyor.
Yazar Türkiye'yi, Atatürk devrimleri ile çağdaşlaşma çabalarına karşı direncin halen süre gelmiş olmasının kendisinde bıraktığı izlenim ile kararsız bir ülke olarak, kendisinin tasavvur ettiği ve belki de uygulamaya dökmek istediği bir Batı / Konfüçyus-İslamcılık ittifakı karşıtlığı tabanlı kurgusal fay hattının diğer tarafında bir karşıt olarak müstakbel müttefiklerine göstermek çabasındadır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Samuel_Huntington

Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget