Bahçeli'nin “Prangası” Nedir?! - Müyesser Yıldız

“Türkiye'yi prangalarından kurtarıyoruz” derken, gerçekte Türkiye’nin ayağına pranga üstüne pranga vurulmasına ve devletin, milletin ülkenin altının boşalmasına yol açanlar kimlerdir?

Bahçeli'nin “Prangası” Nedir?! - Müyesser Yıldız
Herkes MHP Lideri Bahçeli'nin dünkü “Erdoğan ve Perinçek”  arasındaki tercihini, Anayasa referandumunda “hayır”  diyecek olanlara yönelik ağır hakaretlerini konuşuyor.
Benim dikkatimi çeken ise, “Evetle Türkiye kazanacak, millet kazançlı çıkacak, Türklüğün gurur ve şuuru, İslam'ın ahlâk ve fazileti yeni bir ruhla Türkiye'nin prangalarını sökecektir”  demesi oldu.
Niye mi? Çünkü “pranga”  sözünü en çok Erdoğan ve AKP'liler kullandı, kullanıyor da ondan. Onların  “prangadan”  kastı ne, çok iyi biliyoruz, ama yine de birkaç örnekle hatırlayalım.
Takvimler Mayıs 2010'u gösterdiğinde yeni anayasa paketi Meclis'ten çıkmış, 12 Eylül'de yapılacak referanduma gün sayılıyordu. Dönemin Başbakanı Erdoğan bir açılışta bu anayasa değişikliğini anlatırken, “İnşallah 12 Eylül 2010’da Türkiye prangalarından, zincirlerinden ayak bağlarından kurtulacak. Ufkunu, vizyonunu onlarla birlikte ekonomisini, demokrasisini daha yüksek standartlara taşıyacak”  diyordu.
2010 Eylül'üne geldiğimizde referandumdan hemen önce Dolmabahçe'de karşısına bugün firari olan  Tarık Toros, Erhan Başyurt ile Adem Yavuz Arslan'ı alan Erdoğan, “Evet çıkarsa PKK güçlenir”  diyen Bahçeli'yi ağır bir dille eleştiriyor, “CHP, MHP, BDP, Türkiye Komünist Partisi, İşçi Partisi, YARSAV darbe anayasasını savunmak için biraraya geldiğini”  belirtip, şunları söylüyordu:
“Bu bir AK Parti projesi değil, Tayyip Erdoğan Projesi değil, bu bir millet projesi. Darbe anayasasının maddelerini ortadan kaldırıp, yeni bir millet anayasasını getiren bir proje... İddia ediyorum; yani 'evet'in çıkmasıyla Türkiye'yi bizim sıçratmadaki performansımız mukayese edilemeyecek derecede artacaktır. Yani biz prangalarımızdan kurtulacağız. Şu anda bizim ayağımızda prangalar var. Ve biz bu prangalarla çalışıyoruz.”
Gördük ki, “Türkiye'nin prangalarından kurtulması”; Yargının “FETÖ”ye teslim edilmesi, MİT Müsteşarı'nın İmralı'daki teröristbaşıyla görüşmeye başlayarak, önce “milli birlik ve kardeşlik”, sonra “demokratik açılım”, nihayetinde “çözüm süreci” denilen PKK'yla müzakerelerin önünün açılmasıymış!..
Erdoğan Anayasa referandumuna 3 gün kala da Türkiye'nin prangalarından kurtulması gerektiği sözünü tekrarlayıp, yargının özelleştirmeleri engellemesinden şikayet ediyordu.
Gördük ki, “prangalardan kurtulmak”; Ülkenin tüm varlıklarının haraç-mezat satılmasıymış!..
                   -Demokratikleşme Paketi de Prangalardan Kurtulmak İçindi-
2013 yılına geldiğimizde gündemde “demokratikleşme paketi”  vardı. Erdoğan, ana dilde eğitim yapacak özel okullar açılmasını, orta okuldan sonra ilkokullarda da öğrenci andının kaldırılmasını, farklı dillerde siyasi propaganda yapılmasını, köy ve şehirlere eski isimlerinin verilmesini öngören paketi açıklarken, şöyle konuşuyordu:
“On bir yıldır yaptığımız reformlara yenilerini ekleyecek, Türkiye'yi ağırlıklarından, prangalarından, zincirlerinden kurtaracağız. Bu ilk değil, son da olmayacak. Şartlar, imkanlar geliştikçe, Türkiye büyüdükçe reformlarımızı yapmaya, büyüyen Türkiye'ye yakışan adımları atmaya devam edeceğiz.”
O paket açıklandığında bir kişi daha, dönemin HAK-PAR Genel Başkanı Kemal Burkay,  demokratikleşme paketini yetersiz, ama olumlu buluyor, “ırkçı, militarist”  olarak nitelediği “Andımızın” ve “Kürt alfabesindeki bazı harfler üzerindeki yasağın”  kaldırılmasını alkışlıyor, “200 yıllık Kürt sorununun çözümü için köklü ve kapsamlı çözümün federalizm” olduğunu söyleyip, “Bu paket elbette Türkiye'yi bütün prangalarından kurtaracak bir paket değildir. Ancak bu hedef doğrultusunda çok önemli bir aşamadır”  diyordu.
Peki yine “prangalardan kurtulma”  olarak takdim edilen bu paketler meğer neymiş? Bunun cevabını da Bahçeli'ye bırakalım. O günlerde şunları söylüyordu:
“Başbakan Erdoğan bu paketi, gerçekten de Türkiye’nin demokratikleşme tarihinin, özellikle de son 11 yıllık buhran döneminin tabii bir sonucu olarak görüyorsa; bu demektir ki, aklını Kandil’de, zekâsını da İmralı’da kaybetmiştir. Görünen odur ki, Başbakan Erdoğan vicdan tapusunu, iradesinin şifrelerini PKK’ya ve İmralı canisine siyasi ikbal uğruna haraç mezat satmıştır... Lütfen söyleyiniz, bu özgürlüğe susayanlar kimlerdir? Ve açıklanan paketten yüzü gülecek, içten içe sevinecek bölücü zümre ve küçük bir azınlık dışında kaç kişi vardır?.. Ne zamandan beridir PKK’nın taltifi, ödüllendirilmesi ve dayatmalarının karşılanması aziz şehitlerimizin arzusudur? Sayın Başbakan, sende hiç mi vicdan, hiç mi akıl, hiç mi erdem kalmamıştır?.. Sessiz devrim yapmakla övünen Başbakan, asıl manada sinsi devrimle PKK’ya teslim olmuştur. Bu paket yapılan pazarlıkların sonucudur. Bu paket PKK’nın elinden, İmralı canisinin de tezgâhından geçmiş, sözde Akil İnsanlar Heyeti’nin raporlarıyla harmanlanmıştır... Açıktır ki, bu ihanet ve teslimiyet belgesinin patenti teröristbaşı ve kanlı terör örgütüdür. İmralı canisi dayatmış, Başbakan sinmiştir... Başbakan’ın demokratikleşme ve reform kılıfıyla Türk milletine pazarlamaya çalıştığı bu paket, özünde PKK’nın yıllardır beklediği hain isteklerin bir kısmıdır. Bu paketle birlikte bölücülük bir adım daha mesafe almış, özerklik, federasyon, konfederasyon ve bağımsız Kürdistan amacına biraz daha yaklaşılmıştır. 1 Ağustos 2009 tarihinde Polis Akademisinde kurdelesi kesilen yıkım projesi ve bu yıl içinde gündeme getirilen süreç ihaneti bir eşiği daha geçmiştir. Başbakan Erdoğan, İmralı canisi, Kandil çetesi, Barzani, küresel mihraklar, yandaş basın, sözde aydınlar ve 63’lükler el ele vermişler ve Türk milletine operasyonlarını telaşla hızlandırmışlardır.”
“Türk olmayı itibarsızlaştırmaya çalışan birisi Ankara’da Başbakanlık koltuğunda oturmaktadır... Türkiye çöküşe sürüklenmektedir. Türk Milleti parçalanmaya çekilmektedir. Başbakan Erdoğan’ın PKK patenli paketi Türk milleti için büyük badireler içermektedir. Kiliseleri onaran, misyonerliği umutlandıran, azınlık vakıflarına arazi dağıtan Başbakan, Türkiye’nin zararına yol açacak ne varsa demokratikleşme parantezine almıştır.”
“AKP, terörle mücadelede değerli isimlerden yargı önünde hesap sormaktadır. Genelkurmay Başkanlığı yapan isimler, terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanmıştır. Neredeyse Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesi tamamen hapse atılmıştır. Darbeciler ve masumlar ayırt edilmeden topyeküncü bir şarlatanlıkla Türk ordusuna operasyon yapılmış, hatta Türk Silahlı Kuvvetleri alçakça terörist üreten bir kurum olarak lanse edilmiştir.”
                                   -Dersim İçin de Pranga Dedi-  
2014 yılına geldiğimizde gündemde Dersim isyanı vardı. Erdoğan bu isyanda yaşananlar için  devlet adına “özür”  dilerken de şöyle diyordu:
“Biz geçmişin ağırlıklarından prangalarından, zincirlerinden cesaretle kurtuluyoruz. Geçmişin korkularını tek tek söküp atıyor, Türkiye'nin önündeki korku duvarlarını yıkıyoruz. Hiçbir ismi, hiçbir korkuyu, tarihi hiçbir olayı bir istismar aracı olarak kullanmaya asla tenezzül etmedik. Faili meçhullerle yüzleşmeden demokrasinin inşa edilemeyeceğini biliyorduk. Ve bunlarla yüzleştik, devam ediyoruz. Siyasi vesayetle yüzleşmeden muasır medeniyetler seviyesine ulaşılamayacağını biliyorduk. Ret ve inkar politikalarıyla yüzleşmeden Kürt meselesinin çözülemeyeceğini biliyorduk. Onun için ret politikalarını biz çözdük, biz ortadan kaldırdık. Biz her şeyle yüzleştik. Çözüm için de cesur adımlar attık. Kendi tarihiyle yüzleşemeyenler, cesareti gösteremeyenler bir gelecek inşa edemez. Prangalarından, ağırlıklarından kurtulmayanlar gelecek adına proje üretemezler.”
Meğer Dersim'deki “prangadan kurtulmak”  ise isyancının, ardından diğer bölücülerin heykellerinin dikilmesiymiş!..
                                               -Lozan’ı da Pranga Görüyorlar-
Erdoğan'ın son olarak Ocak 2015'te, “Türkiye'nin prangalarından kurtulması için başkanlık sistemine ihtiyacı olduğunu” söylediğini ve iktidarı destekleyen mesela Mustafa Armağan gibi isimlerin Lozan'ı bile “pranga”  saydığını hatırlatıp, Bahçeli'nin dünkü konuşmasına dönelim:
Anayasa değişikliğine neden “evet” dediklerini şöyle açıkladı:
“Siyasetin kulvarı 15 Temmuzla birlikte değişmiş, siyasi aktör ve kurumların hanesine yeni ve ertelenemez mükellefiyetler yazılmıştır. FETÖ darbe teşebbüsü milattır; tavrımız, tarzımız, siyasetimizin üslup ve mesajları bu ihanetin öncesi ve sonrasıyla elbette aynı olmayacaktır. 15 Temmuz’da gördük ki, ikinci Sevr yanı başımızdadır. 15 Temmuz’dan çıkardık ki, vatan, devlet ve istiklal kaybı an meselesidir. İşgalin eşiğinden döndük. Parçalanmanın kıyısında durduk. Milli mukavemet olmasa, millet müdahale etmese felaket son yurdumuzu kasıp kavuracak, hepimizi yiyip bitirecekti.”
“Osmanlı'nın çöküşünü, Tanzimat'ı ilân eden Mustafa Reşit Paşa'yı, Avrupa ile işbirliğine açık Mithat Paşa'yı, sömürgecilerle el ele veren Damat Ferit Paşa'yı, batılı dayatmalara teslim olan elitleri, bu dayatmaları bir sevda olarak yorumlayan idarecileri, yabancılarla işbirliği yapılmasını bir ideoloji haline getiren aydınlar” anlatırken de dedi ki;
“Elbette ki, sözde özgürlük, eşitlik ve adalet gibi önemli kavramların peşine takılmış olanlar mesela on sene sonra devletin ortada kalmayacağını hesaba katmıyorlardı.”
Peki de hem “FETÖ”ye, hem PKK'ya, “Ne istedilerse veren”  ve ülkenin bu noktaya gelmesine sebep olanlarla,  
“Sözde özgürlük, eşitlik ve adalet”  gibi kavramların peşine takılıp, “Türkiye'yi prangalarından kurtarıyoruz”  derken, gerçekte Türkiye’nin ayağına pranga üstüne pranga vurulmasına ve devletin, milletin ülkenin altının boşalmasına yol açanlar kimlerdir?
Müyesser YILDIZ
8 Şubat 2017

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget