“Bu Anayasa Değişikliği Millet İradesine İhanettir” - Cevat Kulaksız

Bu anayasa değişikliği millet iradesine aykırıdır hatta ihanettir. Aslında millet geçmişte ve gelecek kuşakları da kapsayacak Soyut bir kavramdır. Böyle millet iradesi olmaz.

“TÜRKİYE TAM BİR YANGIN YERİ” TOPLUM ÇÖKME, TAM BİR ÇÖKÜNTÜ İÇİNDEDİR”

Son On Yılda 25 Binden Fazla İnsan İntihar Olayı Vardır.
“Bu Anayasa Değişikliği Millet İradesine İihanettir” - Cevat Kulaksız

Eğer Erdoğan’dan Başkasının Cumhurbaşkanı Olasılığı Olsa, Bu Değişiklik Getirilir Miydi? Bunun Cevabı Hepinize Gerçek Amacı Açıklayacaktır.
Anayasa Ve Milli İrade  (Ulusal İstenç) Panelinde Prof. Dr. Bülent Serim’in [1] Konuşması
Uğur Mumcu’nun evinin önünde menfur bir suikastla yaşamını yitirdiğinin 24 ncü yıldönümü anısına, Adalet ve Demokrasi Haftası Kapsamında Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) tarafından düzenlenen Anayasa ve Milli İrade (Ulusal İstenç)  konulu 28 01.2017 günü panel düzenlendi.
Muzaffer İlhan Erdost, Nevzat Helvacı, Bulent Serim, Ali Rıza Aydın konuşmacı olarak katıldılar. Ancak Prof. DR. İbrahim Kabaoğlu da konuşmacı olarak panele katılacaktı, kar yağışı nedeni ile İstanbul’da hava alanına ulaşamadığı için katılamadığı açıklandı.  Anma etkinliklerinin devam süresince ülke demokrasisinin elden gitmek üzere olduğu şu günlerde, arka arkaya konferanslarda birbirinden değerli konuşmacıların uyarıcı, aydınlatıcı konuşmalarının hepsini size aktarmak isterdim. Çok az sayıdaki seyircilerle yetinmeyerek daha çok kimselere iletilmek amacıyla bu güzel konuşmayı bandan çözerek okuyucuya sunmak istedik. Bandı çözmek çok zor,hatamız varsa affola.
Prof. Dr. Bülent Serim, başkanlık eliyle ülkemizin başına gelecek felaketleri bir bir açıkladı, panelde şu sunumu yaptı:
“Bu Anayasa Değişikliği Millet İradesine İihanettir” - Cevat Kulaksız

BU ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TAM BİR DİKTATÖRLÜK GETİRİYOR
“-Öncelikle vurgulamak istediğim şu. Bu değişiklik kitabı anlamda tam bir diktatörlük getiriyor. Adına ne derseniz deyin, ister başkanlık sistemi deyin, ister başkancı sistem deyin, ister seçilmiş krallık deyin, ister sultanlık ya da padişahlık deyin, ister tek adam sistemi deyin, ister reis sistemi deyin, iste cumhurbaşkanlığı sistemi deyin, sonuç değişmez. Sonuçta diktatör yetkileriyle donatılmış bir cumhurbaşkanı yaratılmaktadır.
Bakınız diyor ki Monteskio, “diktatörlüklerde sadece tek bir bir kişi özgürdür, diğer toplumun tüm kişileri onun kölesidir”. Nedense bu söz önce peygamber sözü olarak ifade edilen, sonra Vahdeddin’in söylediği yinelenen, en sonunda da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen “çoban sürü” yaklaşımını anımsatıyor. Büyük kalemşor, son yılların en büyük kalemşorlarından Yılma Özdil de diyor ki, “birinin tek olması için diğerlerinin hiç olması gerekir”.  Birinin tek adam olduğunun kabul edilmesi, gerisinin adam olmadığını kendi kendine kabul etmesidir. Ne yazık ki, Meclis bu teklifi kabul ederek, ne bu yazı kapsamında ne olduğunu ortaya koymuştur. Şimdi umarız ki toplum, hiç mesafesinde görmeyecektir kendini ve referandumda, bu anayasa değişikliğine hayır diyecektir.
Değişikliğe genel olarak baktığımızda şunları görüyoruz, Bir kere şunu ifade edeyim, 2012 yılında anayasa uzlaşma komisyonunun dağılmasına sebep olan ve AKP iktidarı tarafından uzlaşma komisyonuna sunulan başkanlık sistemiyle, adına o zaman başkanlık sistemi diyorlardı, bu gün 2016 yılında yasalaştırılan adına cumhurbaşkanlığı denilen sistem arasında özde hiçbir fark yok. Her iki teklifte de, kuvvetler ayrılığından kuvvetler birliğine geçiliyor, yasama, yürütme ve yargı organlarının yetkileri tek adamda toplanıyor. Yani devlet gücü tek bir kişiye veriliyor ve bu üzerindeki yasama, yürütme denetimi kaldırılıyor.
Bu ana başlıklardan biraz daha alt başlıklara inersek, değişiklikte şunları görüyoruz. Yürütme yetkisi tek kişiye veriliyor. Başbakanlık ve bakanlar kurulu kaldırılıyor. Siyaseten sorumlu olması gereken tek kişi Cumhurbaşkanı olarak önümüze konuyor. Yürütmenin kendi içinde, iki kanatlı biliyorsunuz, şimdi yürütme başbakan ve bakanlar kurulu, kendi içindeki denetim ve dengeleme işleri ortadan kaldırılıyor.
Yasamanın yasa yapma yetkisi önemli ölçüde cumhurbaşkanına devrediliyor. Buna karşılık yasamanın cumhurbaşkanını denetlemesi tamamen ortadan kaldırılıyor. Yargının da bu tek kişinin, güdümüne veriliyor yargı. Ancak yasama ve yürütme siyasal iktidar mensubu yandaşları üzerindeki denetimi dolaylı yoldan ortadan kaldırılıyor.
Kısaca yasama, yürütme ve yargı erki yetkileri Cumhurbaşkanında toplanırken, bu gücü denetleyip frenlenecek tüm mekanizmalara son veriliyor. Üstelik bu devlet gücü sadece tek bir kişiye bırakılmakla kalınmıyor, aynı zamanda, “halk isterse laiklik gider, laiklik din düşmanlığıdır, Türkiye bir din devletidir, cumhuriyeti kuranlar deccaldır, ayyaştır, cumhuriyet parantezi kapanmalıdır, Cumhuriyet dönemi reklam arasıdır, Lozan yanlıştır, demokrasi araştır, yargı karar verir iken ulemaya danışmalıdır” diyen bir zihniyete teslim ediliyor. Yani kısaca demokrasi, laiklik ve hukuk devletinden söz etmenin imkânı kalmıyor. Sorumsuz, dokunulamayan, hesap vermeyen ve denetlenemeyen bir mutlak Cumhurbaşkanı yaratılıyor. İşin özeti budur. Vıtın Fredman diyor ki, “gücün teke elde toplanması en büyük tehlikedir”. Eğer gerçekten denetimsiz yetkiler ile donatılan bir cumhurbaşkanı iktidarı kullanırken yozlaşması kaçınılmazdır. Çünkü adına egemenlik denilen devlet kudreti öyle bir güçtür ki, bunu kullananlar önce cesaretlendirir, sonra güç zehirlenmesine uğratır, en sonunda da kötüye kullanmasına sebep olur. O nedenle Vıllyım Hıtt [2]“sınısız güç yozlaşmaya mahkûmdur” derken Bunu Lort Heetın tamamlıyor, “iktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır”.
En son iki sıcak örnek, denetimsiz gücün nasıl yozlaştığını çok yakın bilgi vermesi açısından çok yakın iki örnek olarak sunmak istediğim OHAL kararnameleri anayasanın bu değişikliğidir. Biliyorsunuz anayasada gizli oy yapılacağı çok net bir şekilde vurgulanmış iken bu bir hak değil hükümlülük iken, uyulması zorunlu iken çok rahat biçimde ve çarpıcı görüntülerle açık oy kullanıldı. Ama daha önceki anayasa değişikliklerinde de açık oy kullanılmıştı ama o zaman iktidar mensupları mahcup ve çekingen biçimde gizli gizli açık oy kullanıyorlardı. Şimdi denetimsiz gücün farkına vardıkları için çok farklı biçimde açık oy kullandılar. OHAL kararnamelerine gelince olağanüstü OHAL kararnameleri bakanlar kuruluna, doğrusu cumhurbaşkanına her konuda düzenleme yapma, devleti yeniden oluşturma, yasalarda kalıcı düzenlemeler yapma, kalıcı düzenlemeler yapma yetkisi vermiyor. Hatta yurttaşlarla kuruluşlara ceza verme yetkisi de vermiyor.
Ama anayasa mahkemesi “ben olağanüstü hal kararnamelerini incelemem, denetlemem” dedikten sonra, öyle bir şirazesinden çıktı ki iş, bu söylediklerimizin hepsini OHAL kararnameleriyle yapar oldular. Biraz daha ayrıntıya indiğimizde şöyle bir tablo görüyoruz, bu anayasa değişikliğinde, bu değişiklik bir kere Cumhurbaşkanı ve AKP dönemi başbakanları için özel af niteliğindedir. 
Süremiz yeterse daha sonra ne demek istediğimi daha sonra anlatmaya çalışacağım.
Atatürk Cumhuriyetini sonlandırma, İslami Cumhuriyeti kurma yönünden son adım atılmaktadır. Ulusal birliği ve ülke bütünlüğünü yok edecek bir değişikliktir. Çok kısa sürede federasyon tartışmaları başlayacaktır. Hatta iddiamız odur ki, ilk birleşik seçimlerden sonra açılım süreci yeniden başlatılacaktır. İlk birleşik seçimin de anayasa değişikliğinde tarihi konulmuştur, 3 Kasım 2016 dır. Bu 3 Kasım tarihi anımsarsanız iktidar olduğu tarihtir, AKP nin. 3 Kasım 2002 de iktidar olmuştur. 3 Kasım 2019 da da İslam Cumhuriyeti ilan edileceğini düşünüyorum. Yani tesadüfî bir tarih değil.

GETİRİLEN SİSTEM BAŞKANLIK SİSTEMİYLE KESİNLİKLE İLGİLİ DEĞİL.
Yönetim sistemi yanında rejim değiştirilmektedir. Öz yönünden anayasanın 2. Maddesindeki nitelikler değiştirilmektedir. Biçim yönünden de anayasanın 175. Maddesine aykırıdır. Parlamentoda anayasayı tek başına değiştirecek katsayısına ulaşabilmek için seçim sistemi de değiştirilecektir bir maddesi bunu söylüyor bize. İlk birleşik seçimden sonra yine anayasa yapımı gündeme getirilecektir. Yani bu değişiklik yetmeyecek. İlk dört maddeyi değiştirmek için mutlaka yeni bir anayasa yapmanın yoluna girecekler. Getirilen sistem başkanlık sistemiyle kesinlikle ilgili değil. Cumhurbaşkanının konumu belirtilirken, anayasada devletin başı tanımlaması vardır. “Devletin başı olarak şunu yapar” der.”TC ni ve TC nin birliğini temsil eder der. Oysa değişiklikte devletin başı bilinçli olarak ifadesi devlet başkanı olarak değiştirilmiştir. Bir siyasi genel başkanına aynı zamanda Cumhurbaşkanı ve başbakan olma sağlanmıştır. Aynı zamanda hem TC ine, hem Türk milletinin birliğine, hem de genel başkan olduğu siyasal partiyi temsil yetkisi verilmektedir. Aynı zamanda meclisi fes etme yetkisi verilmektedir. Aynı zamanda yasama, yürütme yönlendirme yetkisi verilmektedir. Aynı zamanda bürokrasinin yükselme, yargının, YÖK ün, üniversitelerin üst düzey yöneticilerin atama yetkisi verilmektedir. Aynı zamanda devleti yeniden yapılandırılma yetkisi verilmektedir. Aynı zamanda yasa çıkarma gücüne kavuşturulmaktadır Cumhurbaşkanına bu değişiklikle.
Mecliste çoğunluğu yitirmiş bir Cumhurbaşkanının, yani genel başkanın iktidarını sürdürmesine olanak sağlanmaktadır ve tarafsız olacağı konusunda namusu üzerine, şerefi üzerine yemin edecektir bu parti genel başkanı. Bunların hepsi tam bir garabet olarak önümüzde durmaktadır. Bu yetkilerle donatılmış cumhurbaşkanı, ana maddede iki kez seçilebilir denilmesine rağmen, 116 ncı maddeye sıkıştırılan bir maddeyle üç kez beş yıllık dönem için seçime girme imkânı tanınmaktadır. Eğer, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yetkilerle, yeni sistemle 15 yıl daha seçilirse toplam 32 yıl iktidarda tek başına kalmış olacaktır. Dikkatinizi çekerim, bu Abdulhamid’in o zamanki Osmanlı’yı yönettiği süreye eşittir bu süre.
Cumhurbaşkanına ilkokul mezunu 18 yaşında bir cumhurbaşkanı yardımcısı vekâlet edecektir. Böyle bir sistem var buradaki cumhurbaşkanı yardımcılarını atarken, tek şeye dikkat edecek, milletvekili seçilme niteliklerine sahip mi değil mi? Böyle bir milletvekili seçilebilmek için de ilkokul mezunu olmak yeterli. Şimdi 18 yaşına indiriliyor, seçilebilme yaşı 18 e indiriliyor ve düşünebiliyor musunuz, böyle teorik olarak, tabi olabilir. Böyle bir kişi cumhurbaşkanına vekâlet edecek ve tüm yetkilerini kullanabilecek. Yani 23 müsamereleri var ya her sene 23 Nisanda tekrar edilir o müsamereler gerçek olacak.
İlk birleşik seçimlerin 3 Kasımda yapılacağını söyledim, bunun bir tesadüf olmadığını söyledim. Meclis işlevsiz bırakılırken, bunun farkına varılmaması için AKP tarafından hazırlanan anayasayı tanıtma kitapçığında, şöyle bir slogan koymuşlar: “Güçlü Meclis güçlü temsil”. Meclisin hiçbir yetkisi yok. İşlevsiz kalan Meclise 550 milletvekili bile çok fazlayken milletvekili sayısını 600 a çıkarıyorlar. Yine işlevsiz kalan o görkemli Meclis binası boş kalmasın diye orada çocuklar oynasın diye seçilme yaşını 18 e düşürülüyor.
Yargı tek adamın güdümüne sokulurken, yargının tarafsız olduğu komedisi anayasaya işlemiyor. Bağımsız yargı yerine “bağımsız ve tarafsız yargı” deniyor.
Dorusu son olarak söyleyeceğim şu, bütün bunlardan olarak adil ve dürüst eşit olması gereken referandumun kesinlikle bu koşulları taşımayacağı açıkça önümüzde duruyor. Anayasa değişikliği sırasında bunca anayasaya aykırı davranan ve eylemi göze alan bir siyasal iktidarın referandumda neler yapabileceğini biraz sonra dediğim gibi, eğer zaman kalırsa birlikte göreceğiz.
Ama şunu ifade edelim referandumla ortaya konacak anayasa değişikliği hiçbir zaman meşru olmayacaktır.

“BU ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ MİLLET İRADESİNE AYKIRIDIR HATTA İHANETTİR”.
Sayın başkanın sorduğu sorulardan biri millet iradesi idi. Şimdi bölüme geçerken şöyle başlamak istiyorum. Bu anayasa değişikliği millet iradesine aykırıdır hatta ihanettir. Aslında millet geçmişte ve gelecek kuşakları da kapsayacak
 Soyut bir kavramdır. Böyle millet iradesi olmaz. Olsa bile millet iradesi de soyut bir kavramdır. Dolayısıyla somut olayları soyut kavramlara mal edemez siniz. Bunun doğrusu bu yanlış bir ifadedir, yani millet iradesi sözü yanlış bir ifadedir. Yanlış olmanın yanında 1966 yılında Prof. Münci Kapani’nin dediği gibi aynı zamanda tehlikelidir de. Çünkü siyasi iktidarlar ummadık işleri yaparak bu kavramın arkasına sığınırlar. Milli irade kavramının arkasına sığınırlar. Gerçekten bu gün yaşadığımız da budur. Yani bu siyasi iktidar anayasaya aykırı davranırken bile “biz millet iradesinin gereğini yapıyoruz” diyorlar. Bu millet iradesi ilkel demokrasi döneminin neden irade kavramının bu güne uyarlanmasıdır. Ama ilkel demokrasiden çağdaş demokrasiye geçildikten sonra millet iradesi ortadan kaldırıldı. Yerine egemenlik kavramı getirildi. Miilet iradesi öylesine ortadan kaldırıldı ki, demokrasinin beşiği kabul ettiğimiz İngiltere ve ABD de kesinlikle parlamentoda millet iradesi kavramı kullanılmaz. Çünkü onlar bilirler ki yansıyan, parlamentoya yansıyan seçmenin sayısal tercihidir. Gerçekten millet iradesinin doğru sözü halk iradesidir. Aslında daha da doğrusu seçmen iradesidir. Ama seçmenin sadece oy verenlerle sınırlı olmadığını da göz önünde bulundurmak lazım. Seçmen iradesi parlamentoda yer alsın almasın, parlamento tüm siyasi partilere verilen oyların hepsini ifade eder. İşte bütün bunları bir kenara bırakıp şimdiki siyasal iktidarın baktığı pencereden bakarak diyorum ki, eğer millet iradesi varsa siz bu anayasa değişikliği ile parlamentodaki o tümden temsili tek bir kişiye vererek, MİLLET İRADESİNİ TEKE İNDİRGEYEREK, MİLLET İRADESİ KAVRAMINA DA İHANET EDİYORSUNUZ. Aslında bu değişikliğin kamu yararı amacıyla çıkarılmadığı, tek bir kişinin menfaati için, çıkarı için gündeme getirildiği ve yasalaştırıldığı ortadadır. Biliyorsunuz, yasama işlemlerinde öncelik kamu yararının amacı olması gerekir. Bunun yanında genel, nesnel ve soyut olması gerekir, yasama işlemlerin. Anayasada evveliyat  bu ilkelere uyulması gerekir. Bir bakıyorsunuz ki bir tek kişi için öznel bir anayasa değişikliği yapılıyor. 2003de de yapıldı bu anayasa değişikliği, Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçilmesi için başbakan seçilebilmesi için bir anayasa değişikliği yapılı. Genel, kişiye özgü bir anayasa değişikliği idi. Ama o zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bunu geri gönderdi, bu anayasa değişikliğini geri gönderdi. Ama şimdi böyle bir güç Türkiye’de düşünülemez bile, bırakın olmasını düşünülemez bile.

TÜRKİYE TAM BİR YANGIN YERİ, TOPLUM ÇÖKME, TAM BİR ÇÖKÜNTÜ İÇİNDEDİR
Kamu yararı amacının olabilmesi için halkın talebinin olması lazımdır. Türkiye tam bir yangın yeridir. İçte ve dışta öylesine sorunlar var ki, öylesine büyük sorunlar var ki, bu sorunlar yumağı içinde yaşamını sürdürmeye çalışan halkın, bütün bunları bir tarafa bırakıp “başkanlık sistemi değişsin” diye yollara dökülmesini anlamak mümkün değildir, inandırıcı da değildir. Aslında aklımızla alay etmesinin de ötesine geçmektedirler. Tek tek saymayacağım, ekonomi, terör vs. Hepsini hep birlikte yaşıyoruz. Ama bu sorunlar varken anayasa değişikliğini neden getiriyor, derseniz biraz sonra onu söyleyeceğim. Bu tablo, Türkiye’nin yangın yeri tablosu 14 yıllık AKP iktidarı döneminden Recep Tayyip Erdoğan döneminde yaratılmıştır. Toplum tam bir çöküntü içindedir. Siyasal iktidarın yarattığı çıkarcı, menfaatçi, maddiyatçı zihniyet, yarattığı zihniyet ne yazık ki, ahlaki ve siyasi bütün değerleri çökertmiştir. O nedenle diyoruz ki, toplum çökme çöküntü içindedir. Toplum Adeta çıldırmıştır. Çocuklara tecavüzler, kadınlara şiddet olaylarının artması, kadın cinayetleri, trafikte yaşanan olaylar, yan baktın, yol vermedin cinayetleri, hatta hayvanlara eziyetler işkenceler toplumun ne kadar çıldırdığını göstermesi bakımından çok önemlidir. Türkiye İstatistik Kurumu (TİK) verileri diyor ki 2003 yılında Türk halkının yüzde 12.2 iken kendini mutlu hissediyordu. Oysa 2013 yılında bu oran yüzde 8.5 (yüzde sekiz buçuğa düşmüştür) Şimdi daha da düşüktür. Toplumun her dört kişiden biri toplumda antidepresan kullanmaktadır. Son on yılda 25 binden fazla insan intihar olayı vardır. Böyle bir toplumun durup oturduğu yerde yönetim sistemi değişsin diye yollara düşmesi mümkün müdür.
Aslında halk başkanlık sistemini istemediğini son seçimde çok net biçimde ortaya koymuştur. Bakın 7 Haziran seçimlerini anımsayın 2015, 7 Haziran 2015 seçimlerinden önce meydanlarda propaganda yapan Recep Tayyip Erdoğan be diyordu, “400 milletvekili verin bu işi bitirin, yani başkanlık sistemini getireyim”. Halk ne yaptı? Tek başına iktidar olanağı bile vermedi. Yüzde 40 la iktidardan düşürdü. Sonraki olaylar hepinizin malumu onlara girmeyeceğim. Sonra 1 Kasım seçimi kararı alındı. Bu durumda hiçbir zaman “başkanlık sistemini ağzına almadı Erdoğan ve 1 Kasımda yüzde 49.5 (yüzde kırk dokuz buçuk) oyla iktidar oldu. İşte bu olay bile kendi içinde halkın başkanlık sistemine nasıl tepkili yaklaştığını ortaya koyması bakımından önemlidir.
Peki, bunun tek adam için yapıldığı bunu, bu değişikliğin bir tek kişi için, onun çıkar için yapıldığını ortaya koymak bakımından şöyle bir soru sormak yeteli.
Eğer Erdoğan’dan başkasının Cumhurbaşkanı olasılığı olsa, bu değişiklik getirilir miydi? Bunun cevabı hepinize gerçek amacı açıklayacaktır.
Peki, bunca karmaşa içinde, yangından mal kaçırırcasına neden bu anayasa değişikliği getirildi bu gün. Bunun çok değişik sebepleri var. Birinci sebep bu 15 Temmuz kontrollü darbe girişimi meselesinin yarattığı mağdur rolü var ya, ondan yararlanılmak isteniyor bu bir.
İkincisi, bu ekonomik durum, bu ekonomik kriz bu gün tesadüfen Bartu Soral’ı dinledim, inanılmaz rakamlar açıkladı. Bu ekonomik krizle bu siyasi iktidarın sürmesi mümkün değil. Bunun için bu başkanlık sistemi isteği hemen gündeme sokuldu.
Üçüncüsü, kargaşa ortamından yararlanılmaya çalışılıyor. Halk şokta iken, “bunu halkın haberi olmadan geçirelim” isteği var. 12 Eylül’ü anımsatacağım yine. 12 Eylül askeri darbesini yapanlar ne dediler. “Bizden önce şehir içi terörü azmıştı, kamu düzeni bozulmuştu biz kamu düzenini yeniden tesis etmek için geldik” dediler. Oysa sonradan ortaya çıktı ki, o kaos ortamını o karmaşa ortamını darbe yapabilmek için kendileri yaratmışlar. İşte nedense bu gün de bu karmaşa ortamından yararlananlar, bu anayasa değişikliğini getirenler bana o günleri anımsatıyor.
“Bu Anayasa Değişikliği Millet İradesine İihanettir” - Cevat Kulaksız

CUMHURBAŞKANININ ANAYASAYA AYKIRI TAVRI VARSA DA ANAYASAYI ONA UYDURUN
Başbakan yardımcısı Numan Kurtul muş ne dedi, “sandıktan “evet” çıkarsa terörün sesi kesilir” dedi ve AKP tarafından hazırlanan anayasa değişikliği tanıtım kitapçığında da, hemen hemen aynı ifade var.
“Terörü başkanlık sistemi gündemden düşürecek” deniliyordu. Üç yıl sonra yürürlüğe girecek değişiklikler ki, yürürlük maddesi öyle, iki değişiklik dışında birisi Cumhurbaşkanlığının partili olma maddesi, ikincisi HSYK un yeniden yapılandırılmasına ilişkin madde hemen yürürlüğe giriyor, referandumdan geçer geçmez. Ama diğer tüm maddeler, ilk birleşik seçimlerden sonra, yani 3 Kasım 2019 dan sonra yürürlüğe giriyor. O zaman üç sene sonra yürürlüğe girecek olan bu değişiklik şimdiden neden bu kadar acil olarak ihtiyaç duyuluyor. Bunu çok iyi düşünmek gerek.
Burada bir de sorumluluktan kurtulma isteği var. Biliyorsunuz Ağustos 2014 de Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Erdoğan ne dedi: “Halk beni seçmekle doğrudan fiili başkanlık sistemine geçilmiştir. Anayasa ve parlamenter sistem askıya alınmıştır”. Bu tam anlamıyla anayasayı ihlal suçunu oluşturmakta ve sorumluluk doğurmaktadır. Nitekim kendisi de bu sorumluluğun bilincinde olduğu için “Anayasayı bu fili duruma uydurun” dedi. Hatta birkaç gün önce, Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş’in çok ilginç bir sözü vardı; kendi yandaşlarını taraflarını uyarmak için söyledi bu sözleri. Dedi ki: “Anayasayı fiili duruma uydurun” demek “cumhurbaşkanının suç işlediği anlamına gelir, sakın bunu kullanmayın”. Biliyorsunuz ortakları MHP bu noktadan yola çıkıyordu. Kendi yandaşlarını uyarmak için bunu söylemek zorunda kaldı. Çünkü halk da aynen cumhurbaşkanı gibi 6 ve 11nci maddeler uyarınca anayasayla bağlıdır. Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi, ne halk bu yetkiyi verebilir, ne cumhurbaşkanının konumu görev yetkileri değişmiştir anayasada. Dolayısıyla onların hepsi, anayasa askıya alınarak ihlal edilmiştir.
İşte şimdi anayasanın isteği üzerine değiştirmekle bu sorumluluktan Recep Tayip Erdoğan kurtarılmaya çalışılmaktadır. Ama sadece o da değil, AKP döneminin başbakanları da sorumludurlar. Onlar bütün bu tablodan sorumlu oldukları için ileride Meclis soruşturması yöntemiyle soruşturmasınlar ve Yüce Divana sev edilemesinler diye Meclis soruşturması yöntemi kaldırılmıştır, anayasadan ve diyoruz ki, sadece cumhurbaşkanı için değil, AKP başbakanları için de Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve Binali Yıldırım sorumluluktan kurtarılmaları için bu sistem değiştirilmiştir, o nedenle bu anayasa değişikliği bir af niteliğindedir.
Son söyleyeceğim, neden değişikliği hemen yapıyorlara cevap olsun, nedenleri açıklama kapsamı içinde. 14 yıldır, bir kere AKP nin bir büyük projesi var, bunu hep söylerim, nedir bu büyük proje. Atatürk Cumhuriyetini İslami Cumhuriyete dönüştürme projesi. Adım adım bunun sonuna gelindi. Ama son adımın atılmasına ihtiyaç var. Son adım ne olacak. Son adım, bu rejimin adı konulacak. Yeni rejim kalıcı kılınacak ve hilafet getirilecek. Hilafet getirileceğini ben söylemiyorum. Bakınız Avusturya’lı bir Yahüdi Muhammed Esed, sonradan Müslüman olmuş. “İslam da Yönetim Biçimi” kitabında diyor ki, “eğer Müslümanlar bu gün devletleri için başkanlık sistemini benimseyecek olurlarsa 14 yüzyıl önce Peygamberlerinin tavsiye etmiş olduğu bir esasi gerçekleştirmiş olacaklardır. 1993 yılında Edoğan’ın bir söylentisi var. Hani şu demokrasi tramvaydır, araçtır istediğimiz durakta ineriz” i de söylediği sözleridir bu. Orda demiştir ki, “Başkanlık Amerikan emperyalizminin dayatmasıdır. Ancak eğer siyasal yönden serbest piyasa şartlar oluşursa”, yani siyasi serbestlik diye ifade etmiştir onu, “oluşursa o zaman başkanlığa geçilebilir” demiştir. Siyasi serbest piyasa dediği de İslam devletinin temellerinin atıldığı ortamın yaratılması alt yapısının hazırlanmasıdır.
BİN ODALI SARAY HALİFELİK İÇİN YAPILMIŞ
Bu 14 yılda alt yapı hazırlandığı için bu gün artık İslam Devletine hazırlık yapılmaktadır. Son adım atılmak istenmektedir. Çünkü başkan olunca bakın şu gündeme gelecek: Halifelik bir İslam Devletinde başkanın şahsında saklıdır, gizlidir, vardır zaten. Nitekim Yargıtay’ın terör örgütü” diye nitelediği Hizbul Tahrir örgütünün Hilafet toplantıları yapması, Hilafet çağrıları yapması boşuna değildir. Üsküdar Belediyesi otobüsünden “İslam birliği istiyoruz, Halifemizi seçmeliyiz” çağrılarının yapılması boşuna değildir.
“Cumhurbaşkanının çobanlık felsefesini bilmeyen bu halkı yönetemez” demesi boşuna değildir. Abdurrahman Dilipak bunu 2015 de söyledi. Sarayın açıldığında dedi ki, “o saray niye bin odalı, çünkü İslam Birliğine geçilecek. Halife olacak ve Halifelik makamı nedeni ile tüm İslam ülkelerinin birer tane temsilcisi o bin odalı odalar onlara tahsis edilecek.  Bunu da söyledi. Bütün bunlardan sonra diyoruz ki akıllarınca Cumhuriyet parantezi böylece kapanmış olacak.
Son bir şey söyleyeceğim. Aslında bakınız Terörle mücadelede 7 Hazirandan sonra, terörle mücadele başladı yeniden, şehirler kan gölüne döndü ve 1 Kasım seçimleri bu terörün yarattığım korku ortamından da yararlanılarak kazanıldı. Ama iddia ediyorum ki ilk birleşik seçimlerden sonra “açılım” sistemi yeniden başlayacak, federasyon tartışmaları başlayacak, çünkü başkanlık sisteminin üniterle ulusal yapıyla bağdaşması mümkün değildir. ABD de başkanlık sisteminin başarılı olmasının en büyük nedeni eyalet yapılanması olmasıdır. G 20 ülkelerinden altısında başkanlık sistemi vardır, 6 sı da federasyonla idare edilmektedir. Latin Amerika ülkelerinden dörtte üçünde federasyon var, federasyon yapılanması var başkanla beraber. Federasyon yapılanması olmayanlarda da başkanlık diktatörlüğe dönüşmüştür. İşte bunun için diyorum ki, biz bile başkanlık sistemine karşı olmamıza rağmen, sırf başkanın yetkileri sınırlansın diye federasyon istemeye başlayacağız gelecekte. Bu iddiamı bu temel üzerine oturttuğumu ifade etmek isterim.
Başkanlık sistemine geçmek için aslında teklifte 126 de bir değişiklik yapılıyordu ve deniyordu ki, Cumhurbaşkanı kararnamesiyle düzenlenir bölge teşkilatı. Büyük tepkiler üzerine bu değiştirildi. Komisyonda geri çekildi bu madde. Ama komisyonda 126 ncı madde geri çekilirken oradaki bir kural 106 ncı maddeye konuldu o da şuydu. Merkez ve taşra teşkilatı Cumhurbaşkanı kararnamesiyle kurulur. Bir de 123 ncü maddede bir değişiklik vardı orda korundu. Kamu tüzel kişiliği Cumhurbaşkanı kararnamesiyle kurulabilir. Bu iki hükmü birleştirdiğinizde zaten federasyonun önü açık demektir. Federasyonun alt yapısı ise 16 yıldır zaten tamamlandı. Büyükşehir Belediye Kanunu düşünün belediye kanunu ile özel idare yasasındaki değişiklikleri düşünün. Kalkınma Bölgeleri yasasını düşünün; bütün bunlar alt yapının hazırlandığının göstergeleriydi. Ama sonradan seçim kazanmak için bundan vaz geçildi. Fakat sanırız ki dönülecektir. Bazı bakanların görevden çekilmesi de açılım sürecinde aktif rol alanların bu yüzdendir bazı gizli çalışmalar yürütüldüğü aklımıza geliyor”.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com

SONNOTLAR

[1] BÜLENT SERİM, (d. 1948, Mersin), Türk bürokrat. Anayasa Mahkemesi eski raportörü
1970 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni bitirmiştir. 1970 yılından itibaren Maliye Bakanlığı'nda bütçe uzman yardımcısı, Sayıştay'da da denetçi ve başdenetçi olarak görev yapmıştır, daha sonra Anayasa Mahkemesi'nde Raportörlük ve Genel Sekreterlik, Turizm Bakanlığı'nda ise, Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. Cumhurbaşkanlığı İdari ve Mali İşler Başkanlığı ve Genel Sekreter yardımcılığı görevini yürütmüştür. 2007 yılının Ağustos ayında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından YÖK üyeliğine atanmış ve bu görevinden Temmuz 2009'da YÖK'ün katsayı konusunu ele alması üzerine tepki göstererek istifa etmiştir. Evli ve 2 çocuk babasıdır.

[2] 18. Yüzyılda yaşamış bir İngiliz devlet adamı plan Wıllıam Pıtt’in bu sözü güç konusunda bu güne kadar söylenmiş en güzel sözlerden biridir.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget