Bu sistem 17 nci yüzyıla kadar devam etti. Fakat 17 ncü yüzyıldan sonra gelecek sultan ve padişahlar, darbe korkusu ile sarayda adeta bir kafes içinde bekletilir, halkla temas ettirilmezdi. “Kafes arkasında” yetişen padişah dünyadan habersiz, bilgisiz, deneyimsiz bir padişah olurlardı, öyle ki içlerinde psikolojisi bozulmuş padişahlar bile vardı.
III. Mustafa, 28 yıl süren kafes hayatından sonra III. Osman’ın ölümü üzerine padişah oldu. Öyle ki, saraydan dışarı adım bile atmasına izin verilmemişti. Yurt ve dünya siyaseti konusunda gerekli bilgi olmadığı gibi, bilgisine başvuracağı deneyimli devlet adamları da yoktu; çevresi beceriksiz ve yeteneksiz insanlarla dolu idi.
Kendinden önce III. Osman’ın psikolojik sorunları vardı. Ülke iyi yönetilmediği için, halk yeni padişaha büyük bir ümit bağlamıştı.
Açık fikirli ve iyi niyetli bir insan olan yeni padişah III ncü Mustafa duygu ve düşüncelerini, kendisinden çok şey bekleyen halkı ile paylaşmak için şu dizileri yazdı:
“Yıkılıptur bu cihan, sanma ki düzele
Çark-ı devlet dönüverdi,, kamu müptezele
Şimdi ebvab-ı saadetle gezer, hep hazele
İşimiz kaldı hemen merhamet-i lem yezele”.
Padişah kısaca şöyle demek istiyordu:
“Devlet çarkımız tersine dönmüş, söz ayağa düşmüş, bir yığın beceriksiz ve yaramaz adam önemli mevkileri tutmuş, benden fazla bir şey beklemeyin, işimiz Allah’a kalmış!”
Ne yazık ki padişahın tespitleri doğru idi. Samimiyetle işe başladı. Geri kalmışlığın bir yazgı olmadığına ve bir takım yenileştirme çabalarıyla sorunların aşılabileceğine inanıyordu. Bu nedenle çevresinde bulabildiği Koca Ragıp Paşa [1] gibi ıslahata yanlısı kişilere önemli görevler verdi.
Ayrıca yurt dışından Baron dö Tot[2] adlı mühendislik ve askeri eğitim konusunda deneyimli bir uzman getirtilerek işe topçu ocağından başladı.
Baron Dö Tot orduda yenileşme hareketleri yaparken yerli mühendis ve subayların bazıları, padişahın Baron’a gösterdiği yakınlığı çekemiyorlardı. (sf 30-31) “Bizim ne eksiğimiz var, biz bu kâfirden daha iyiyiz” diyerek işin aksamasına neden oluyordu. Bu nedenle Baron, padişahın huzuruna çıkarak “sultanım, bazı subay ve mühendislerimiz mevki ve makamlarının gerektirdiği bilgi ve beceriye sahip olmadıkları gibi bilgilerinin yeterli olduğunu söyleyerek eğitime isteksizlik gösteriyorlar”, dedi. Bu duruma çok kızan padişah, Baron’a dönerek “ hemen bir kurul toplayıp itirazcıları huzurumda sınav yapmanızı istiyorum. Bakalım neler biliyorlarmış”, dedi.
Padişahın emri ile üç kişilik bir sına komisyonu oluşturuldu ve itirazcılar komisyonun huzuruna çıkarıldı. Padişah oturduğu yerden sınavı izliyordu.
Baron Dö Tot, sınava alınanların hepsine ortak bir soru sordu: “Üçgenin iç açılarının toplamı kaç derecedir?”
Bir inşaat mühendisinin bu soruyu bilmemesi, bir kâtibin okuma yazma bilmemesi kadar abesti. Soru sorulduktan sonra mühendisler şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar ve uzun uzun düşündükten sonra içlerinden en bilgili geçineni kendisini toparlayarak şu yanıtı verdi: “Üçgenine göre değişir efendim”. Bu yanıt üzerine sınavın daha fazla uzatılmamasına gerek görülmedi. Kaç tane üçgen olursa olsun, büyüklü küçüklü yüzlerce üçgenin her birinin iç açıları toplamı 180 derecedir. Bunu günümüzde ilkokul çocukları bilir. [3]
KURANLA YÖN TAYİN EDEN ASKERLER (KURAN FALI)
Balkanlarda bir yerde Osmanlı askerleri bozulur, “Yunanlılara mı, Sırplara mı rastlayıp yok mu olacağız, dağılan, kaybolan kolorduya nasıl ulaşacağız” endişesi içindeler. Birliklerde bulunan erlerin çoğu okuma yazma bilmeyen, subayları da Kuran falından imdat uman birlikler ne kadar başarılı olur?
Anacağımız olay, “70 lik bir Subayın Hatıraları” adlı kitaptan aynen alınıştır: “Subaylar, erler dağınık vaziyette batıya doğru yürüyoruz. Bir yerde, küçük bir sırt üstünde yedi, sekiz subayın halka olarak bir şeyler yaptıklarını gördüm; hayvandan inerek onların yanına sokulduk. Subaylardan birisi Müslümanların kitabı olan Kuranı ortasından bir iple bağlamış, bu ipe bir anahtar geçirmiş, mukaddes kitabı çeviriyor, sonra bırakıyor. Yedi sekiz defa bükülmüş olan ip, dolayısıyla bu defa geriye dönen ve sonra sağa, sola ufak hareketler yapan Kuranın nihayet kuzey istikametinde sükûnete varınca kitabı çeviren subay şöyle der: «İşte, kitabın gösterdiği istikamet, bizim için hayırlı olacak istikamet burası”.
“Şansımız yaver gitti. Ne Yunan, ne de Sırp birliklerine rastladık. Biz de Yunan süngüsü veya Sırp düşmanlığından kurtulduk; fakat bizi yarı yarıya kıran açlık, tifüs ve dizanteriden yakayı kurtaramadık”. Osmanlı’dan daha nice fal, üfürükle ilgili ilginç örnekler verebiliriz.
Büyük ihtimalle bu Kur’an falcılığı yapanlar mektepli değil, alaylı subaylardı, çünkü mektepliler zaten iyi bilgilerle donatılıyorlar; alaylıların içinde okuma yazma bilmeyenler bile vardı.[4]
ASKERE DUALI KUŞAK
Gerileme yıllarında, yıkılırken, Tuna boylarında, modern araç gereçle donatılmış düşman karşısında, keçeye kılıç sallayarak talim görmüş zayıf Osmanlı Ordusu, bütün kaleleri terk ederken, binlerce ölü ve yaralı verir. Ordu komutanları, teçhizat yanında binlerce yaralıya yardım için kokuşmuş Başkent İstanbul’dan hekimler isterler. Teçhizat gönderemeyen Osmanlı yönetimi, Osmanlı üleması ne gönderir biliyor musunuz, dualı kuşak! İstanbul’da Şeyhülislam ve ileri gelen imamlar toplanırlar, halktan toplanılan binlerce bel kuşağını, düşman saldırısından korumak, askerin yaralarını iyi etmek için okuyup üflerler, cepheye Serhat boylarına göndeririler. Kale komutanı, askerler ne kadar kahraman olurlarsa olsunlar, ne kadar okunmuş üflenmiş kuşak takmış olsalar da olsunlar, modern silah, araç gereçle donatılmış düşman karşısında yenilgi kaçınılmazdır. Nitekim ordular bozulur, geri çekilme İstanbul Ayastafonos (Yeşilköy’e) kadar, taa Atatürk’ün Cumhuriyet devrine kadar gerileme devam eder.
Kısaca çağdaş eğitim ve kültürü almayan, bilim ve buluşlara ilgisiz kalan ordu ve toplum mutlaka yenilir ve geriler. Bunun en somut örneğini, modern İsrail karşısında perişan olan Arap İslam toplumudur.
BİLİMDEN SAPIP DİNE BAĞLANANLAR SONUNDA PERİŞAN OLURLAR
Şurasını hiç unutmayalım ki, dinle bir toplum çağdaşlaşamaz, kalkınamaz, aydınlanamaz. AKP-RTE iktidarına bir bakınız, bilimi, felsefeyi dışlıyorlar (Evrim Teorisi gibi), Osmanlı da bilimi felsefeyi dışlardı. 200-300 yıl önce Avrupa hızla ilerlerken, bilim ve icatlarda yeni buluşları yapmayı, Osmanlı toplumu “kefere kurnazlığı” diyerek önemsemez, yadsırdı. Günümüzün Osmanlı özentili AKP-RTE iktidarı da oraya buraya lüks camiler yapıyor, oraya buraya imam hatip okulu açıyor, bununla ülke kalkınamaz, ileri gidemez, ancak cahil insanlar kandırılır. Avrupalı liderler oraya buraya göstermelik kilise mi yaptırıyorlar? Herkesi imam hatip mezunu yapsak, herkese zorla Kuranı Kerimi ezberletmiş olsakla, aydın, bilgili, çağdaş insan mı olacağız, çağdaş uygarlık düzeyine mi çıkacağız. Bizim halkımızın bazısı, Kuran’ı baştan sona ezberlemeyi “bilim adamı oldu”, “bilim adamı oldum” sanır, bu kesinlikle mümkün değil. Bu anlamını bilmeden ezberleme insanı düşünmekten uzaklaştırır, adeta ruhsuz teyp gibi yapar. Bizim böyle Kuran’ı ezberletmek başka iş yapmayan, bilimle uğraşmayan “İlim Yayma Cemiyetlerimiz” de var… Öyleyse Türk çocuklarını kandırmayın, bilimden saptırmayın, Türk toplumunu sadece “kinci dinci” yetiştirmeye çalışan RTE düşüncesi toplumumuza zarar vermektedir. Unutmayalım ki, Atatürk’ün deyişi ile “hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir”. Bundan sapan sonunda perişan olur. Osmanlı da ilimsizlikten battı. Çünkü okumayan, araştırmayan, matbaaya ilgisiz kalan Osmanlı çağın gerisinde kalarak battı.
Son yıllarda Avrupa’ya devam eden göç dramlarına bir bakın, sürekli din, Kuran telkini yapan İslam ülkelerinden, “gâvur” dedikleri Avrupa ülkelerine binlerce, ne ki milyonlarca insan canları pahasına neden gitmek için can atıyorlar. Bunun için sahillerimizde çocuklarıyla boğularak can veriyorlar. Çünkü gitmek istedikleri ülkeler, okumayla, bilimle, hukukla, adaletle bu çağdaşlığa, bu refaha ulaşmışlar. Öyleyse “okumuşların şerrinden bizi koru yarabbi” diyerek okumayı, okumuşları yadsıyan cenaze imamı yanlış yapıyor. Ne ki, günümüzde cahillerden medet uman Prf öğretim üyeleri bulunmaktadır.
Bu anlattıklarımızla şu sonucu vurgulamak istiyoruz. Okumadan bilim öğrenilemez, bilim öğrenmeyen, bilim üretmeyen toplum, millet, devlet çağdaş olamaz, çağın gerisinde kalır. Uzmanlar söylüyorlar, 57-58 İslam ülkesinin ulusal gelir toplamı Almanya’nın ki kadar bile değil. Öyleyse bu çağ dışı düşüncelere, yönetimlere “hayır” demeliyiz.[5]
OSMANLI ÜLEMASI YAPILI SÖZDE PROFÖSÖRÜN SÖYLEDİKLERİNE BAKIN
Sözde Profesörün Garip Çağ Dışı Konuşması
Hepimiz, dinci bir vakfın kurucusu olan Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. Bülent Arı’nın bir TV programında söylediklerini duydunuz veya gazetelerden
okumuşsunuz. Ne hikmetse, dinsel yönü ağır basan kurumlardan, kuruluşlardan ve de
öylesine kişilerden, cinsel sapıklığa varan tecavüzlerden tutun da, çağ dışı, insanı şok eden söz ve davranışları duyuyoruz izliyoruz. Ayrıca ülkemizde nedense, “dinci kinci nesil” dedikçe çocuğa, kadına tacizler, tecavüzler, cinayetler de artıyor.
Bu sözde aydın olması gereken, bir bilim yurduna yakışan söz ve davranışlar içinde olması gereken Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı, KRT TV programında "cahil, okumamış, tahsilsiz halkın ferasetine güveniyorum" diyerek cehaleti ve cahil insanları kutsuyor. Bir eğitim-öğretim kurumunda bir öğretim üyesinin böylesine, insanın aklına, hayaline gelmeyecek bağnazca bir laf etmesi ne kadar acı. Bu Bu sözde Prof.Dr. Arı’nın bu garip sözlerine bir bakalım, aynen şöyle konuşuyor:
"Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır.
Onlar bu yanlışların hiçbirini yapmazlar, o beyannamenin ben neresinden tutayım. Daha önce Jön Türklerin yaptığı gibi ateşe sürüklüyorlar Türkiye'yi. Türkiye'nin okumuş kesimi, profesörlerden başlayarak geriye doğru en tehlikeli olanlar üniversite mezunları. Olayları en rahat okuyanlar ilkokul mezunları. Çünkü zihinleri berrak. Üniversite ve sonrası durum çok vahim çünkü gidişatı okuyamıyorlar, zihinleri bulanık."
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1] Koca Ragıp Paşa, (d. 1698, İstanbul – ö. 1763, İstanbul) - Osmanlı devlet adamı, diplomat, şair, kütüphaneci, çevirmen. III. Osman ve III. Mustafa saltanatında 11 Ocak 1757 - 8 Nisan 1763 tarihleri arasında altı yıl iki ay yirmi sekiz gün sadrazamlık yapmış bir devlet adamıdır. Şair kişiliği ile tanınır.
1698 yılında İstanbul'da doğdu. Babası defterhane kâtibi Şevki Mustafa Efendiydi. Küçük yaşta babasının yanında Doğu dillerini öğrendi, iyi bir öğrenim gördü. Bağdat defterdarlığı, sadaret mektupçuluğu gibi memurluklarda bulundu, bilim, edebiyat ve idare işlerinde gösterdiği başarı, Bağdat Valisi Ahmet Paşanın takdirini kazandı; vali için yazdığı kaside de para bağışı ile mükâfatlandırıldı.
1739`da Rusya ile imzalanan Belgrad Antlaşması'nın Osmanlılar lehine hükümler içermesinde etkisi oldu. Bu başarısı üzerine 1740'ta Reisülküttaplığa (bugünkü Dışişleri Bakanlığı), 1743'te vezirlik rütbesi ile Mısır valiliğine atandı. Mısır valiliğinin uzamasından sıkılıp Anadolu taraflarına gelmek isteyince bir kıta kaleme alarak isteğini İstanbul'a iletti. 1748’de Kubbe veziri olarak İstanbul’a çağrıldı ve ardından; Aydın muhasıllığı ile görevlendirildi. Sayda (1750), Rakka, Halep (1755) valiliklerinde bulundu. Bir okuma tutkunu olan Koca Ragıp Paşa, valiliklerinde bulunduğu yerlerden yazma eserler topladı.
1757 yılı Ocak ayında Osmanlı padişahı III. Osman'ın sadrazamı olarak sadarete geldi. Sultan Üçüncü Mustafa zamanında da sadrazamlığa devam etti. Vilayetlerde asayişin korunması, maliyenin düzeltilmesi, askerin disiplinli eğitimi, savaş gemileri yapımı, Laleli Camii inşası, Koca Ragıp Paşa sadrazamlığı sırasında gerçekleşti. Avrupa Devletleri arasındaki Yedi Yıl Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’ni savaşın dışında tuttu.
1758 yılında III. Mustafa'nın dul kız kardeşi Saliha Sultan ile evlendi; bu onun üçüncü evliliği idi; daha önceki evliliklerinden iki kızı vardı.
III. Mustafa’nın İstanbul'da başlattığı imar hareketine katıldı ve Koska’da (Laleli) kütüphane, çeşme, mektep yaptırdı. Kendi servetini kültür yatırımlarına harcamak istiyordu. Daha önce vali olarak bulunduğu yerlerde yaptığı gibi İstanbul kütüphanelerinden de yazma eserler topladı. Bilim adamlarının övgü ile bahsettiği bir kütüphane yarattı.
Devlet adamlığını ve edebi kişiliğini bir arada yürüten Koca Ragıp Paşa, üç dilde şiirler yazdı. Şiirleri hikmet (felsefe) ağırlıklı idi. 18. yüzyıl divan şiirinin beli başlı temsilcileri arasında yer aldı. Fıtnat Hanım ve koruyucusu olduğu şair Haşmet ile türlü şakaları günümüze kadar fıkra olarak anlatıla geldi. Yaşarken şiirlerini toplayamamış ancak ölümünden sonra (1836, 1859) şiirleri düzenli bir divan halinde toplanmıştır.
Sadrazamlığının son yıllarında rahatsızlandığında 1763 yılında yerine Tevkii Hamza Hamid Paşa atandı. 8 Nisan 1763'te hayatını kaybeden Koca Ragıp Paşa, İstanbul Koska'da kendi adını taşıyan kütüphanenin yanında gömülüdür.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Koca_Mehmed_Rag%C4%B1p_Pa%C5%9Fa
[2] François Baron de Tott (Macarca: Báró Tóth Ferenc)(d. 17 Ağustos 1733, Chamigny, Fransa - ö. 24 Eylül 1793, Macaristan) Macar kökenli aristokrat bir Fransız subayıdır. Osmanlı İmparatorluğu'nun 18. yüzyılda yaptığı reform hareketlerine olan katkılarıyla hatırlanır.
Fransa'nın kuzeyinde bir köy olan Chamigny'de bir Macar soylusunun torunu olarak doğdu. Gençliğinde babasının görev yaptığı alaya katıldı ve 1754 yılında teğmen oldu. 1755 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na elçi olarak atanan amcası Charles Gravier'in sekreteri olarak İstanbul'a gitti. Başlıca görevi Türkçe'yi öğrenmek, Osmanlı İmparatorluğu'nun durumunu incelemek ve Kırım Hanlığı hakkında bilgi toplamaktı.
1763'de Paris'e döndü ve Fransız devleti tarafından İsviçre'ye gönderildi. 1767 yılında Kırım'a konsolos olarak atandı. Görevi ülkeyi incelemek ve Kırım Tatarlarını Rusya'ya karşı kışkırtmaktı. Baron de Tott 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı'nda önemli bir rol oynadı. Osmanlı devleti tarafından Çanakkale Boğazı'nı Rus donanmasına karşı savunmakla görevlendirilmişti.
François Baron de Tott anılarını dört ciltte topladı. Fransız Devrimi'nden sonra gittiği İsviçre'den Macaristan'a döndü. Burada 24 Eylül 1793'de öldü.
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki çalışmaları
Humbaracı Ahmet Paşa'nın yolundan giden François de Tott Osmanlı ordusunu yenilemeye yönelik girişimlere katkıda bulundu. Obüs yapan bir dökümhanenin inşasını ve yeni topçu birliklerinin kurulmasını sağladı. Denizcilik okulunun temelini oluşturan denizcilik bilimi eğitimini başlattı. İstanbul Teknik Üniversitesi'nin geçmişi gerilere, Osmanlı dönemine, Sultan III. Mustafa’nın saltanat yıllarına kadar uzanmaktadır. Osmanlı Devletinde ilk kez Batılı anlamda mühendislik eğitimi vermek üzere 1773 yılında kurulan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun (İmparatorluk Deniz Mühendishanesi), gemi inşaatı ve deniz haritalarının yapılması konusunda uzman personel yetiştiriyordu. Haliç Tersane’sinde yer alan okulun kurucusu bir Macar soylusu olan Baron de Tott'du.
Osmanlı'ların yenileşme hareketinde önemli rol oynayan Baron de Tott, açılan okulda ders de vermiştir. İlk baş hoca ise birçok yabancı dil bilen ve gemi mühendisliği konusunda eğitim görmüş olduğu ileri sürülen Cezayirli Seyyid Hasan Hoca’dır. Okulun kitaplığının yabancı dillerden çevrilen birçok eserle zenginleştirildiği ileri sürülmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu içinde seyahatlere de çıktı. Bu seyahatlerde İskenderiye, Halep, İzmir, Selanik ve Tunus gibi Akdeniz kıyısındaki şehirleri gezdi. Süveyş'de olası bir kanal yapımı için incelemelerde bulundu.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Baron_de_Tott
[3] Tarihimizin İlginç ve Şaşırtan Olayları Orhan Yeniaras Panama Yayınları2 nci baskı SF 32)
[4] Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları Rahmi Apak Türk Tarih Kur. Yay 1988 Sf:80
[5] https://haberguncel.blogspot.com.tr/2016/07/okumayan-okumayi-sevmeyen-toplum-cagin-gerisinde-kalir.html
Yorum Gönder
Üçgenin iç açıların toplami gerçekdende üçgenden üçgene değisır bunu arastir sonra konusalım