Temmuz 2016
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Ülkenin Esenliği İçin Ortak Değerlerimiz - Gündüz Akgül
Ülkemizin içinde bulunduğu kargaşa (kaos) durumundan kurtulanın tek yolu ortak değerlerimizde birleşmek zorundayız…
Ortak değerlerimizin neler olduğunu açıklamak için zaman tünelinden geriye bir yolculuk yapmak gerekmektedir…
Yıl 1919 ülke emperyalist işgal altında ortak değerde birleşenler, kanları pahasına ülkeyi kurtarıp bağımsız bir Türkiye yarattılar…
Kurtuluşun taçlanması için kuruluş aşamasına geçildi. Bu aşama ekonomik, sosyal ve siyasal devrimler aşaması olduğundan, ayak uydurmayanların yolları ayrıldı, ayni ortak değer etrafında kitlenenler yollarına devam ettiler…
Arada Şeyh Sait kalkışması, Menemen olayı gibi yol kazalarıyla genç Cumhuriyet yara aldıysa da, yola çıkanların kararlı istençleriyle (iradeleriyle) bu kazalar kısa sürede onarıldı…

Selden Kütük Kapma Yarışına Girenler - Güner Yiğitbaşı
Hepiniz çok duymuşsunuzdur, sık sık söylenen, selden kütük kapma diye bir söz vardır, bildiğiniz gibi, bu söz; olumsuz bir durumdan fayda sağlamak anlamında söylenen bir sözdür.

15.Temmuz hain ve kanlı darbe girişimini, ülkemizin maruz kaldığı çok büyük bir sel felaketine benzetirsek, selden kütük kaparak, bu olumsuz darbe girişiminden kendileri için fayda sağlamaya çalışanların varlığını ibretle ve hayretle görmekteyiz.

Darbe girişimi; son yıllarda iyice ayrışan ve kamplara bölünen halkımızı, demokrasi ve laik cumhuriyet ortak paydasında birleştirmiş, halkımız eskiden olduğu gibi birbirine kenetlenerek, birlik ve beraberlik süreci içine girmiş, ülkesinin demokrasisine ve laik cumhuriyetine yönelik darbe girişimine engel olmak için el ele vermiş ve iktidarıyla muhalefetiyle tüm siyasi partilerimiz de, birbirlerine karşı besledikleri düşmanlığı bir kenara bırakarak iş birliği ve ülkenin içine düştüğü dar boğazı en zararsız bir şekilde atlatmanın çabası içine girmişken, ülkemizi on dört yıldan bu yana idare edenlerin; ülkemiz bu duruma niçin ve nasıl geldi, bu darbe girişiminin nedenleri nedir sorularının gerçek cevaplarını, yapacakları bir özeleştiri sonucunda bularak, kendi hatalarını kabul edip itiraf edecekleri yerde, bu konuda hiçbir sorumluluk üstlenmeyerek, selden bir kütük kapma yarışına girdiklerini üzülerek görmekteyiz.

Arap Saçı - Tünay Süer
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Fetullah’ın darbesi başarılı olsaydı Humeyni gibi dönecekti.
“Türkiye’de sadece anayasa rafa kaldırılmış olmayacaktı bana göre rejim de değişecekti” demiş.
Bunu söylemesine gerek var mı?
AKP Hükümetinden ne istedilerse almışlardı nasıl olsa değil mi?
Yıllarca TSK’nın, yargının, Emniyetin kılcal damarlarına kadar girmişlerdi.
Girmişlerdi diyorum kimler demeye gerek var mı?
Amerika destekli FETÖ, İsrail ve diğer haçlılar…
Bağrınızda taipan beslediniz.
Atatürkçü vatansever komutanları zindanlara kapatırken, bir kısmını istifa etmeye mecbur ederken kendi elinizle ordu içine, emniyete, yargıya teröristleri atadınız.
Bunların atanmalarında rolleri olanları düşünün şimdi…

Hıçkırık Boğaza Düğümlenirken - Gündüz Akgül
Türk ordusunda görev yapan yurtsever ve Cumhuriyetin temel değerlerini içselleştirmiş subaylarına, yurtsever aydınlara, bu gün maskesi düşen FETÖ taraftarı bir gurup ordu mensuplarının, Cumhuriyet Savcısı ve Yargıçların kurdukları alçakça kumpas, kötü niyetli olanların dışında herkesin kabul ettiği bir gerçektir…
Bu gerçek, o guruba mensup ordu mensubu hainlerin darbe girişimi ve sonunda tutuklanmaları, Cumhuriyet Savcısı ve Yargıçların bir bölümünün yurt dışına kaçışları, bir bölümünün de meslekten ihraç edilerek tutuklanmalarıyla kanıtlanmış olduğu için kimsenin yadsıma (inkâr etme) şansıda yoktur…
Bu yurtsever subaylardan birini bu gün bir televizyon programında dinlerken içim sızladı ve onunla birlikte yoğun duygular yaşadım…
Bu yurtsever subay, Kardak kahramanı SAT komandolarının komutanı, “Kardak’ta kahraman, Hasdal’da esir”  kitabının yazarı Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen’di…

Adalet Bakanının Beyanları Bir Suçun İtirafıdır - Güner Yiğitbaşı
Adalet Bakanı Bekir BOZDAĞ, FTO/PDY terör örgütüyle ilgili olarak Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasına ilişkin görüşmeler sırasında Mecliste yaptığı konuşmasında; burada da kurulacak olan araştırma komisyonunu çok önemsiyorum demiş. Biz de sayın bakan'a diyoruz ki; günaydın sayın bakan, hayır ola, hangi dağda kurt öldü de, siz muhalefetin araştırma komisyonu kurulmasına ilişkin önerisine sıcak bakmaya başladınız?

Bu Fetö kaynaklı hain darbe girişiminin olmasını mı beklediniz?Size, özellikle ana muhalefet partisi yıllardan beri Fetullah GÜLEN Cemaatinin tehlikelerini ve devletin içine sızdıklarını, bu konuda önlem alınması gerektiğini ikaz etti durdu,ama 17/25 Aralık sürecine kadar hiç sesinizi çıkarmadınız ve kulağınızın üzerine yatıp durdunuz. 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddia ve soruşturmaları patlak verince, birçok delilleri ele geçirilen bu yolsuzluk ve rüşvet iddialarının,AKP'yi iktidardan edeceğini görünce aklınız başınıza geldi ve bile bile sineye çektiğiniz ve yıllarca birlikte hareket ettiğiniz, ne istedilerse kendilerine verdiğiniz Fetullah Gülen Cemaati ile yıllarınızı ayırma gereğini duydunuz,şimdi en büyük düşmanınız Fetullah GÜLEN oluverdi. Bu düşmanlığınız, 15.Temmuz gecesi, Demokrasimize ve Laik Cumhuriyetimize karşı yapılan hain ve kanlı darbe girişimi ile tavan yaptı.

Uzun ince bir yolda politikacı ya da devlet adamı olmak
Sir William Churchill (1874-1965)
Şüphesiz önceleri sadece bir İngiliz politikacısıydı.
İkinci Dünya Savaşı’nda izlediği politika dolayısıyla dünyanın büyük “devlet adamları” arasına girdi.
O Churchill, 13 Mayıs 1940 tarihinde İngiltere’nin başbakanı olarak yaptığı ilk konuşmasında “Size kan, zorluklar, ter ve gözyaşından başka bir şeyin sözünü veremiyorum (I have nothing to offer but blood, toil, tears, and sweat) diyordu.
Bu sözlerle başlayan “icraatıyla” tarihe geçen W. Churchill beş yıl sonra girdiği seçimi kaybetti.
Ne enteresan değil mi?
Sadece beş yıllık ama ülkesi için o en kritik dönemdeki başarıları ile bu dünyanın sayılı devlet adamları arasına girmek ama bu beş yılın sonunda “politikada” kaybetmek…
Ne dersiniz buna?
Böyle bir tabloda Churchill başarılı bir “devlet adamı” mıydı yoksa altındaki sandalyeyi beş yıl bile koruyamayan, kaderin cilvesiyle bir ara başbakanlığı “kapmış” sıradan bir politikacı mı?
Her politikacının gönlünden geçen, ileride onun gibi anılmak yani “devlet adamlığı”dır tabii değil mi?

Devlet, Devlet Adamı Halkına Kinci, İntikamcı Olamaz

Diyanet:  “Darbecinin Cenaze Namazı Kılınmaz”.

Diyanet İşleri Başkanlığı yaptığı yazılı açıklamada 15 Temmuz darbe girişiminde ölenlerin defin işlemlerinde "sala, teçhiz, tekfin ve üzerlerine cenaze namazı kılınması gibi din hizmetleri verilmeyeceği" ifadeleri kullandı.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
"Cenaze namazı, ölen bir Mümin için kardeşleri tarafından yerine getirilen bir tezkiye ve duadır. Bu merasimde Müminler ölen kardeşleri için dua etmekte, ona hüsnü şahadette bulunmakta ve haklarını helal ettiklerini ilan etmektedir.
Oysaki bu kişiler, giriştikleri eylemler ile sadece bireylerin değil bütün bir milletin hukukunu ayaklar altına almış ve böylece Mümin kardeşlerinin tezkiye ve dualarını hak etmemişlerdir. Bu nedenle ülkemizin meşru yönetimine başkaldırarak milletimizin ve devletimizin bekasını hedef alan, TBMM başta olmak üzere kamu kurumları üzerine bomba yağdıran ve acımasızca halka karşı silah kullanan ve bu sırada öldürülen darbecilere karşı Başkanlığımızca sala, teçhiz, tekfin ve üzerlerine cenaze namazı kılınması gibi din hizmetleri verilmeyecektir.
Ancak zorla ve tehdit ile olaya sürüklenmiş, hiçbir şeyden habersiz ne olduğunu bilmeden kendisini çatışmaların içinde bulmuş ve hayatını kaybetmiş, er-erbaş ve askerlerimiz ile güvenlik görevlilerimiz bu uygulamanın dışında tutulacaktır."  Bu durum 81 ilin müftülerine de bildirildi. [1]
Bu bildiriden sonra başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadir Topbaş olmak üzere bazı belediyeler (Ordu), darbecilerin ölüleri için mezar yeri vermeme başlarken, ölenlerin yakınları da, “böyle bir yakınımız yok” diyerek ölülerine sahip olmamaya başladılar. [2]

Bu açıklama ve uygulamaları dinimizin hükümleri, insanlık onuru adına doğru bulmuyorum. Öbür dinlerde olduğu gibi, Müslümanlık dininde de, kincilik yasaklanmıştır. Hele devlet ve devlet adamları her türlü sıkıntılı ortamda bile sabırla hareket etmeli, vatandaşına kincilik yapmamalıdır. Diyanet işleri Başkanının, öbür intikamcı, kinci politikacıların söylem ve rüzgârına kapılıp bu tür açıklama ve uygulama yaptırması dinimizle bağdaşmayan talihsiz bir açıklamadır. Çünkü gerek Kuranı Kerim, gerekse birçok din bilginleri, insanoğluna kinciliği yasaklamıştır.

VAHDEDDİN DE BÖYLEYDİ
Diyanet’in  “darbecilerden ölenlere dini vecibeler verilmeyecek”   fetvası,  bana, buna benzer, Padişah Vahdettin’in Kuvai Milliyeciler hakkında verdiği bir fetvasını anımsattı.    “-Ben istersem Rum Patriğini de, Ermeni patriğini de, Hahambaşını da iktidara getiririm”  diyen, Dolmabahçe’de oturan “Zıllullah-ı Fil’âlem (Yeryüzünde Allahın gölgesi) olan,  Padişah Vahdeddin, “Fetvây-i Şerife”  çıkararak, “Mustafa Kemal’in emri altında vuruşanlar ve ölenler şehit olmayacaklardı, Kuvay-ı Milliye’ye karşı cihat edilmekte idi”.  [3]
Fetva ve emirle dini işler, dini hükümler nasıl düzenlenir. Kuvayi  Milliyeciler vatan haini idi?
Öte yandan, darbecilerin maaş, emekli, işe girme, meslek sertifikası gibi haklarının engellenmesi doğru olmasa gerek. Çünkü onların çoluk çocuğu aile efradı perişan olacak. Zaten onların ömrü hapislerde geçecek. Devlet bu kadar gaddar ve kinci olmamalı diyorum.


Devlet, Devlet Adamı Halkına Kinci, İntikamcı Olamaz
CUMHURBAŞKANI R.T. ERDOĞAN DA
Diyanet İşleri Başkanı ve belediyeler ölüleri böylece insan haklarıyla bağdaş bir şekilde, dışlarken, Cumhurbaşkanı da, kalan sağları, yani sağ kalan darbeciler için daha intikamcı bir tavırla, idamlarına ilişkin önerilere yeşil ışık yaktı ve şöyle dedi:
“-Liderlerin bir araya gelip bunu tartışmaları gerekiyor,” diye cevap verirken şöyle diyordu:  “Eğer bunu görüşmeyi kabul ederlerse, ben de Cumhurbaşkanı olarak parlamentodan çıkacak her türlü kararı onaylayacağım.” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Marmaris'te öldürülmek ya da kaçırılmaktan 10-15 dakika farkla kurtulduğunu söyledi ve iki korumasının şehit olduğunu söyledi. CNN International'a konuşan Erdoğan, idam cezasının geri gelmesiyle ilgili taleplere "Yani liderlerin bir araya gelip bunu tartışmaları gerekiyor. Eğer bunu görüşmeyi kabul ederlerse, ben de Cumhurbaşkanı olarak parlamentodan çıkacak her türlü kararı onaylayacağım." dedi.
Avrupa Birliği ve AİH normları ve anlaşmaları varken, Cumhurbaşkanının bu şekilde kinci bir tavır içinde olması doğru olmasa gerek. [4]
Devletin hangi kademsinde olursa olsun, devlet adamı yasaları, adaleti düşünerek her kesimdeki vatandaşları, örneğin mahkûm, katil, hırsız, herhangi vatandaş karşısında konuşurken herkesi kucaklayacak, ayrıca uluslararası bağlaşık olduğu hukuk normlarını da göz önünde almalı ölçülü ve uzlaşıcı bir tavır içinde olmalı. Yoksa bir sokak adamı gibi, “darbe yaptılar, asalım, keselim” diye hareket etmemelidir.
Darbe önlendikten sonra, generalinden erine kadar askerlere yapılan işkence ve kötü muameleyi hepimiz gördük, hem de polisin gözü önünde, birtakım eli sopalılar askerlere saldırıyordu. Devletin polisi vatandaşı gözünün önünde, bakarken linç ettiremez. Zaten yürürlükteki ceza yasaları ile en ağır biçimde cezalandırılacaklar. Halkın ve polislerin önünde yapılan bu işkence, çağdaş bir ülkeye yakışmıyor. Polisin yasalara saygısı böyle zamanlarda belli olur.
Devlet, Devlet Adamı Halkına Kinci, İntikamcı Olamaz

KİNCİLİK HİÇ BİR DİNDE YOKTUR
Kin, insanın, kendisine yanlış yapan bir kimseye karşı kalıcı, gizli ve içten içe beslediği bir düşmanlık ve nefret hissidir. Kincilik hiçbir dinde yoktur, hoş karşılanmaz, kinciliği yasaklayan ayet ve hadisler de bulunmaktadır. Hal böyleyken, Laik TC nin Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan bile, Başbakan iken “dindar kindar nesil yetiştireceğiz” demişti. Laik bir Cumhuriyette devlet adamı “dinci nesil” den bahsetmesi çağdaşlıkla bağdaşmaz.. Kime karşı “kindar nesil” yetiştirecek, elbette laik TC ne karşı kindar nesi yetiştirecek, (bu da ayrı bir yazı konusu,  geçelim).
Hele, dinsel hükümler kinciliği yasaklamışken, böyle demesi çağdaş yaşantıyla bağdaşır mı?
Kin tutmak, birçok kötü huya sebep olur. Kin tutan kimse, iftira, yalan ve yalancı şahitlik ve gıybet ve sır ifşa etmek ve alay etmek ve haksız olarak incitmek ve hak yemek ve ziyareti kesmek günahlarına yakalanır.

Düşmanlığın, kin tutmanın sebeplerinden biri, kızmaktır. Gazab eden, kızan kimse, intikam alamayınca, kızgınlığı, düşmanlık hâlini alır.
Kuranı Kerim’in bu konudaki hükümleri ile bazı hadislerden örnekler verelim:
“Rabbimiz, kalplerimizde, mümin kardeşlerimize karşı hiçbir kin bırakma!” (Haşr  Süresi 10)
Bir hadis-i şerifte de, “hiç kimseye zulüm ve kin hissi duymadan yatanın günahları affolunur” buyuruldu.

Hacı Bayram-ı Velî buyurdu ki: “Hiddet ve kin,  hakikatleri gören gözleri kör eder.  Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır.” 

İmam-ı Şafii hazretleri “Dünyada en huzursuz kimse, kalbinde haset ve kin taşıyanlardır.”  “Birbirinize kin ve nefret beslemeyiniz”. [5]
Burada, Müslümanlıkta kin in olmadığını yasaklayan ayet ve hadislerden birkaç örneği buraya alarak yazımızı bitirelim.
"Rabbimiz kalplerimizde îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma" (el"Haşr 59/10) diye duâ ettikleri belirtilmektedir.

"Ey Rabbim!. kalbime hidâyet eyle, dilimi doğru kıl, göğsümdeki hile ve kin duygusunu gider" diye duâ ve niyâzda bulunmuştur. (Ebû Dâvûd, Vitr, 25; Tirmizî, Deavât, 102)
  Peygamberimiz şöyle buyurdular:
Bu Allah'tan korkan tertemiz kalptir, içinde hiç bir günah, zulüm, kin ve haset yoktur." (İbn"i Mâce, Zühd, 24)

Rabbimiz kalplerimizde îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma" (el"Haşr 59/10) diye duâ ettikleri belirtilmektedir.

Hediyeleşiniz; zira hediye kalpteki kin ve nefreti giderir." (Tirmizî, Hibe, 6)
"Bu Allah'tan korkan tertemiz kalptir, içinde hiç bir günah, zulüm, kin ve haset yoktur." (İbn"i Mâce, Zühd, 24)  [6]
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com


SONNOTLAR

[1]  https://www.evrensel.net/haber/285518/diyanet-darbecinin-cenaze-namazi-kilinmaz

[2]  https://www.aksam.com.tr/guncel/baskan-darbeci-astsubay-icin-mezar-yeri-vermedi/haber-534394

[3]   Çankaya. Falih Rıfkı Hatay pozitif Yayınları 2009 sf 251

[4]  https://www.evrensel.net/haber/285518/diyanet-darbecinin-cenaze-namazi-kilinmaz

[5]  https://www.forumankebut.net/forum/islam-dusuncesi/68618-kin-tutanin-gunahlari-affolmaz.html

[6]  https://www.mumsema.org/misafir-sorulari/265104-kin-tutmak-ile-ilgili-hadisler.html

Sayın Cumhurbaşkanı'na  Açık Mektup - Güner Yiğitbaşı
Sayın Cumhurbaşkanı, zat-ı alinize bu açık mektubu yazmak durumunda kalan bendeniz, Askeri Hakimlik, Askeri Savcılık ve daha sonra da, atandığı İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinde dört yıl boyunca Cumhuriyet Savcılığı yaparak emekli olan ve meslek hayatıma avukat ve köşe yazarı olarak devam eden, yaklaşık elli yıllık bir hukukçuyum.

Lütfen yanlış anlamayınız, kendimizi methetmek için değil, deneyimli bir hukukçu olduğumuzu ifade etmek için, kendimizi tanıtma gereği duyuyoruz.

Bir hukukçu ve demokrat bir aydın olarak, sürekli dürüst ve şeffaf olmuş ve kimliğimi, siyasi düşüncemi, hiçbir partiye kayıtlı üye olmadığım halde hangi partiye oy verdiğimi, hiçbir zaman gizlememişimdir.

Dakika Bir, Gol Bir - Gündüz Akgül
OHAL ilanından sonra yazdığım 22.07.2016 tarih ve “Endişelerim var” başlıklı yazımdan, endişelerimden birini şöyle açıklamıştım…
“-Sahte kanıtlarla açılan ve orduya kumpas kurulduğu Ergenekon ve Balyoz davalarında yapıldığı gibi, tüm kamu kurumlarında yuvalanmış darbecilerin ve yandaşlarının temizliğinde, “kurunun yanında yaşta yanar”   mantığı ile hareket edilmeyerek çok titiz ve hukuka uygun olarak kuruların ayıklanarak yakılması, suçsuz ve günahsız olan yaşlara dokunulmaması konusunda gereğinin tam yapılacağı konusunda endişelerim var…”
Bu günkü resmi gazetede yayımlanan 667 sayılı ilk Kanun Hükmünde kararne (KHK ) ekinde, kapatılan Üniversite, Okul, Dernek, Hastane, Vakıf, Öğrenci yurdu listeleri bulunmaktadır…

O, idam edilmelidir - Tünay Süer
15 Temmuzdan bu yana duyduklarımıza gerçekten de insanın inanası gelmiyor diyeceğim ama bunları bizler yani ulusalcılar, vatan sevdalıları biliyor, tahmin ediyorduk.
Ne var ki Erdoğan ya görmüyor ya da işlerin buraya geleceğini tahmin etmiyordu.
Hoca efendi denen o melunun sadece İstanbul’da binlere varan IŞIK Evleri vardı.
Yurt içinden çeşitli şehir veya köy, kasaba gibi yerlerden okumaya gelen ev arayan bazı gençler (kızlı erkekli)ablalar veya abiler tarafından barınacak lüks dairelere yerleştiriliyorlardı.
CHP Kadıköy Kadınkolu başkanlığım sırasında sokak çalışmalarında arkadaşlarımla birlikte görmüştük.
Bir dairede 15 erkek veya kız kalıyorlardı.

Türk Milletinden Özür Diliyoruz! - Güner Yiğitbaşı
Hepinizin bildiği gibi,15.Temmuz.2016 gecesi, arkasında demokrasi ve laik cumhuriyet düşmanı Fetullah GÜLEN çetesinin olduğu, GÜLEN çetesi taraftarı  bir grup subay ve astsubay'ın gerçekleştirmek istedikleri alçak ve hain bir darbe girişimini yaşadık ve çok şükür ki,bu alçak girişim,başarısızlıkla sonuçlandı.

Bu darbe girişimi, iş başındaki siyasal iktidara ve iktidarın başındaki kişilere yönelik bir eylem gibi gözükmekteyse de, iktidarı kullananların şahsında asıl ve doğrudan hedefin; insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik cumhuriyetimiz ve  demokrasimiz olduğu yadsınamaz.

İş başındaki siyasal iktidar; on dört yıl boyunca tek başına ülkeyi idare etmesine rağmen, kan gölüne dönen ülkemizin içine düşürüldüğü bu kötü durumundan ve 15 Temmuz darbe girişiminden kendilerini sorumlu tutarak milletten özür dileyecekleri yerde, mağdurları oynamayı tercih etmektedirler.

Aradan geçen bir haftaya rağmen, siyasal iktidar ve başında bulunanlardan böyle bir öz eleştiri ve özür gelmemştir.

Bu nedenle, biz naçiz kulunuz, durumdan vazife çıkarıyor ve AKP iktidarının ülkeyi kan gölüne çeviren ve demokrasimizi darbelerle muhatap kılan on dört yıllık kötü yönetiminin tüm hata ve günahlarını şahsen yükleniyoruz ve

2002 yılında yapılan seçimlerle tek başına iktidara gelir gelmez, ilk icraat olarak, Avrupa Birliğine girmek istiyoruz diye takiye yaparak, bugün FETO silahlı terör örgütü olarak suçlanan Fetullah GÜLEN Cemaatiyle işbirliği yaparak, Türk Silahlı Kuvvetlerine kumpas kurup, en başta eski Genelkurmay Başkanı olmak üzere, Atatürkçü subayları cezaevlerine tıktığımız, haklarında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarını gerektiren darbeye teşebbüs suçlarından davalar açtırarak, davayı açan cemaatçi savcılara ve yargılamayı yapan hakimlere sahip çıkıp destek verdiğimiz, silahlı kuvvetlerin itibarını düşürerek onu güçsüz kıldığımız için,

Bugün demokrasiyi yıkmak istemekle suçladığımız ve inlerine girmek zorunda kaldığımız Fetullah GÜLEN ve cemaatini yanımıza ortak alarak,ne istedilerse hepsini verdiğimiz, kendi imzalarımızla yargıya, emniyete ve silahlı kuvvetlere atadığımız GÜLEN Cemaatine mensup hakim,savcı,emniyet müdürü,polis,subay,general ve komutanlarla devlet içinde devlet diyebileceğimiz paralel bir devlet yapılanması oluşturduğumuz, kendilerine ne istedilerse verdiğimiz, ancak,boynuz kulağı geçerek bizi iktidardan düşürüp, aynı amaçlarla bizim yerimize doğrudan iktidarın başına geçmek istemeleri üzerine, iş işten geçtikten sonra cemaatla bozuşarak yollarımızı ayırmak zorunda kaldığımız için,

Yüksek Askeri Şura toplantılarında, Fetullahçı dinci askeri personelin silahlı kuvvetlerle ilişkilerine son veren kararlara karşı çıkarak,bu kararlara muhalif kaldığımız için,

Hem laik ve hem de Müslüman olunamaz yanlışına düşerek, laik cumhuriyete savaş açtığımız, demokrasi ve insan hak ve özgürlüklerini amaç olarak benimsemediğimiz, bu değerleri, kurmak istediğimiz  İslami Cumhuriyet için bir araç olarak kullandığımız ve milletimizi kandırdığımız için,

Laik öğretimin olmazsa olmazı, en önemli devrim kanunlarımızın en başında gelen Öğretim Birliği Yasasını rafa kaldırarak, asıl işlevi din adamı yetiştirmek olan İmam Hatip Okullarını eğitimin temeline oturtarak, imam hatip okullarını iktidarımızın arka bahçesi haline getirdiğimiz, siyasi ikbalimiz için, modern ve laik eğitimden uzaklaştığımız için,

Her alanda, tüm devlet kadrolarını Cemaatle paylaşarak, devletin önemli makamlarına,kendi kafa yapımıza uygun, sırf badem bıyıklı, imam hatip kökenli ve eşinin başı örtülü olmaları nedeniyle, vasıfsız ve liyakati olmayan kişileri atadığımız için,

Dindar, Müslüman ve manevi değerlere bağlı olduğumuzu her fırsatta ifade ettiğimiz, cuma namazlarını kaçırmadığımız halde, siyasi ikbalimiz için, zaman zaman, doğruları ifade etmek yerine, gezi eyleminde olduğu gibi, benim Kabataşta saldırıya uğrayan, dövülen ve üzerine çiş yapılan, bebeği tartaklanan baş örtülü bacım ve camiye girip içki içen gezi eylemcileri gibi  gerçek dışı beyanlarda bulunduğumuz için,

Kadınlarımızın doğuracakları çocuk sayısına ve yapacakları doğumun şekil ve tarzına karıştığımız,kendi inançlarımızın gereği olan hususları başkalarına da dayattığımız için,

Basın ve ifade ve ifadeyi açıklama özgürlüklerini, eleştirilmeyi sevmediğimiz,özgürlükleri sadece kendimiz için yaratılan değerler olarak algıladığımız, medyayı tek ses haline getirmek ve sadece kendi doğrularımızı ifade etmelerini, muhalefet yapmamalarını istediğimiz ve büyük oranda bunu da başardığımız için,

İktidarımıza muhalif olan kişiler tarafından düzenlenen, iktidarımızı şiddetle eleştiren, barışçıl,silahsız gösteri yürüyüşü ve toplantıları sevmediğimiz ve bunlara tahammül edemediğimiz, bu tür toplantıları biber gazı ve tomalarla emniyet güçlerimiz vasıtasıyla engellediğimiz için,

Sokağa çıkanları vatana ihanet etmekle suçladığımız halde, 15.Temmuz askeri darbe girişimi üzerine, demokrasiye sahip çıkmaları için halkı sokağa  davet etmek zorunda kaldığımız ve çelişkiye düştüğümüz için,

Darbecileri emokrasiye son vermekle suçladığımız halde, anayasayı rafa kaldırıp parlamenter sistemi fiilen yok ettiğimiz ve yerine fiili başkanlık rejimini tesis ettiğimiz için,

Halkımızdan ve parlamentodan gizli olarak, PKK bölücü terör örgütü ile masaya oturup görüştüğümüz, çözüm süreci adı altında bölücü PKK terör örgütüyle pazarlık yaptığımız, göstermelik ateşkes ilan eden bölücü PKK terör örgütü tarafından aldatıldığımız, Doğu ve Güneydoğu Bölgesindeki il ve ilçelerimizin silah ve cephane ile donatılmasına, hendek ve barikatların kurulmasına,yüzlerce sivil asker ve polisin şehit edilmelerine sebebiyet verdiğimiz için,

Tüm haklı engellemelere, ülkenin çözüm bekleyen onca sorununa rağmen,Taksim Meydanına Topçu Kışlası ve Cami yaptırma düşüncemizden bir türlü vazgeçemediğimiz ve bu düşüncemizi dayatarak topluma kabul ettirmekte ısrarcı olduğumuz için,

İnsan hak ve özgürlükleri, demokrasi,yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, laiklik gibi değerleri ülkemizde benimsetip yerleştirerek isim yapmak yerine, bu değerleri ihmal ederek,sadece, kanal İstanbul, köprü, bölünmüş yol, havaalanı,AVM, rezidans gibi taşa,toğrağa,demir ve çimentoya ve ranta önem ve değer veren, öne çıkaran ve tapan icraatları, ülkemize hizmet olarak kabul ettiğimiz için,

Dış politikada Atatürk'ün yurtta sulh, cihanda sulh ilkesinden ayrıldığımız ve  ülkemizin Suriye batağının içine girmesine, bunun sonucu olarak da, ülkemizin Suriyeli sığınmacılar tarafından işgaline ve ekonomik darboğaza girmesine sebebiyet verdiğimiz için,

7.Haziran seçim sonuçlarnın ülkemizde bir koalisyon hükumetinin kurulmasını işaret etmesine rağmen, halkın iradesine saygı göstermeyerek ülkede bir koalisyon iktidarının kurulmasına engel olarak seçimleri tekrarlattığımız ve 7.Hazirandan sonra gelişen kaos ortamına ve 15.Temmuz darbe girişimine zemin hazırladığımız için,

Bölücü PKK Terör Örgütü ile FETO Terör Örgütlerine, uzun süre,siyasi ikbalimiz için ses çıkarmadığımız ve onlarla mücadele içine girmediğimiz, bu örgütlerin bize ve iktidarımıza zarar vermeye başladıklarını gördükten sonra, bu örgütlerle kararlı bir şekilde mücadele etmekte çok geç kaldığımız için,

Türk Milletinden alenen özür diliyoruz.

23/07/2016
Güner YİĞİTBAŞI 
Hukukçu

Erdoğan'ın Ulaşamadığı MİT Müsteşarı O Akşam Kimle, Neredeydi?.. MİT Akar Dışında Kime Bilgi Verdi?.. 


Erdoğan'ın Ulaşamadığı MİT Müsteşarı O Akşam Kimle, Neredeydi?.
Kanlı Cuma'nın 7. günündeyiz. “Darbe”  olayı aydınlanmıyor, aksine daha da karmaşık hale geliyor. Erdoğan başta olmak üzere yetkililerin yaptığı açıklamalardaki çelişkiler ve AKP kulislerinde konuşulanlar, “Tüm bildiklerinizi unutun”  dedirtecek cinsten.
Biraz uzun olacak yazımıza, son iki günün en büyük muamması MİT Müsteşarı Hakan Fidan'la ilgili AKP kulislerinde konuşulan flash iddialarla başlayalım. Fidan'ın o gün Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'a “darbe”  istihbaratını verdikten sonra Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'le yemeğe gittiği öne sürülüyor. Çok çarpıcı bir başka iddia da Erdoğan'ı bilgilendirmeyen Fidan'ın, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nu haberdar ettiği yönünde.

Okumayan, Okumayı Sevmeyen Toplum Çağın Gerisinde Kalır

Osmanlı da Okumuşları Sevmezdi 

Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın da katıldığı darbede hayatını kaybedenlerin cenaze töreninde imamın ettiği duayı, sanırım birçoğumuz izledik. Duada, okumuşları yadsıyan sözleri irdeleyeceğiz.
Bütün Müslümanların kutsal kitabı Kuran’ın ilk ayeti “ikra” (oku) olmasına karşın, cenaze namazında İslam’ın bu imamı, “bilhassa okumuşların şerrinden bizi koru yarabbi” diye dua ediyordu. İnanır mısınız, bu söz ülkenin Cumhurbaşkanının önünde söyleniyor, eski Cumhurbaşkanı,  eski Başbakanlar var, kimse sesini çıkarmıyor. Aslında tören sonrası, Cumhurbaşkanı veya bir bakan o hocayı, bir kenara çekip, onu kırmadan, “hocam okumayı, okumuşları yadsıyan söz söylemeniz isabetli değil, toplum olarak tüm çabamız okumayı, okumuşları artırmak olmalıdır”, demeliydi.  Zaman zaman okumuşlar hata yapıyorlarsa da, az okumuşlar ülkeyi felakete götürürler.
  Asıl okumamışların şerrinden koruması için Tanrı’ya dua etmemiz gerekiyor. Çünkü bu dünyada okumamış cahillerin dünyası, karanlık bir dünya yoktur. Çünkü insanlığa her türlü kötülük, melanet, cehalet ve cahillerden gelir. İmamın yaptığı duadaki okumuşları yadsıyan bu sözler çok isabetsiz, çok talihsiz sözlerdir. Bu konuda hemen aklıma, Atatürk’ün bir sözü geldi, “her hocayı hoca sanmayın, hoca sakalla olmaz, bilimle akılla olur”. Cehaletin şerrini, okumanın, bilimin değerini bilen aydın bir imam asla böyle dua edemez.

Aslında aklı başında bir devlet adamı, çıkıp şu tepkiyi vermeliydi:  “imamın cenazede okumuşlarla ilgili bu sözleri isabetli değil, okullarımızla, Milli Eğitimimizle tek amacımız okumuşları artırmak, çağdaş uygarlığı yakalamaktır”. Unutmayın birkaç okumuşun hatasını, suçunu görüp, genelleyerek şerle odalaştırmak cehaletin ta kendisidir. Toplumda her gruptan, her yerde kişiler kusur işler, suç işler bunu topluma genelleyemeyiz
Okumayan, Okumayı Sevmeyen Toplum Çağın Gerisinde Kalır

DARBE BAHANE İRTİCA ŞAHANE Mİ?
Darbeden kurtulduk diyen iktidarın yandaşları, günlerdir belediyelerin ücretsiz arabaları, metroları ile taşınıyor meydanları dolduruyorlar,  “zikir çekerek” bunu kutluyorlar, başka bir karşıt darbenin provalarını yapıyorlar; bu arada ortalıkta şalvarlı, poturlu, takkeli, sakallı hatta gözü sürmeli adamlar orada burada çalım satmaya başladılar. Aslında irticanın uç vermesidir bunlar.  Yani darbeyi bertaraf etme AKP-RTE nin,  irticanın propagandası haline dönüştü.  Askeri darbeden kurtulduk, şimdi de irtica darbesine mi gidiyoruz, demekten kendimizi alamıyoruz.
“Askeri darbeden kaçarken, darbeyi önlemenin bayramını kutlarken, “okumuşların şerri”, camilerden çağrı, dinsel sloganlar öncülüğünde, şeriat değilse de, “daha sıkı İslami bir rejim” tehlikesine doğru yol alıyoruz.
Darbeyi önlemenin bayramını kutluyoruz, o kutlamalar başka amaçlara zemin hazırlıyor. Toplumdaki gerilim ve kaygı şimdi bu yönde artıyor”.[1]
Bu arada devlet kadrolarında çalışanlardan, düz memurlar, valiler, yargıçlar binlerce kişi ya tutuklanmaya, açığa alınmaya, görevden el çektirmeye başlamakla, böylece yandaş olmayanlar, Atatürkçüler “bertaraf etmeye” dönüşmüş durumda.  Peki, bu insanlar yargılanmadan, hukuk ve adalet süzgecinden geçirmeden nasıl bu insanları bir günde tespit edip dışlıyorsun; demek ki bu listedeki insanları önceden mimlediniz. Bir devlet hukuk ve adaletten uzaklaştıkça cehaletin batağına saplanır.  O ülkeye yabancı yatırımcı da gelmez, hukuksuzluktan, adaletsizlikten o ülkeye yatırım da yapılmaz. Orta Doğunun tüm ülkeleri bunun sancısı ve kaosunu yaşıyor. Öyleyse yönetim ne kadar güçlü, kuvvetli de olsa, hukuk ve adaletten ayrılan, insan haklarına önem vermeyen toplumlar çöker. Nerede Gaddafiler, Saddamlar vb,  gittiler ama yerlerinde irtica fırtınaları, terör esiyor.
Okumayan, Okumayı Sevmeyen Toplum Çağın Gerisinde Kalır

“CAHİL NESİL LAZIM” MIŞ! 
        Oysa bu dünyada cehalet kadar karanlık bir şey yoktur.
Dinci bir vakfın kurucusu olan Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı  Prof. Dr. Bülent Arı’nın bir TV programında söylediklerini duydunuz veya gazetelerden okumuşsunuz.
          Bu sözde aydın olması gereken, bir bilim yurduna yakışan söz ve davranışlar içinde olması gereken Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı  Prof. Dr. Bülent Arı, KRT TV programında "cahil, okumamış, tahsilsiz halkın ferasetine güveniyorum" diyerek cehaleti ve cahil insanları kutsuyor. Bir eğitim-öğretim kurumunda bir öğretim üyesinin böylesine, insanın aklına, hayaline gelmeyecek bağnazca bir laf etmesi ne kadar acı. İsterseniz, hiç fazla yorum yapmayarak, sözde Prof.Dr. Arı’nın bu garip sözlerine bir bakalım, aynen şöyle konuşuyor.

SÖZDE PROFÖSÜRÜN KONUŞMASINA BAKIN
"Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta  tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite  okumamış cahil halktır. Onlar bu yanlışların hiçbirini yapmazlar, o beyannamenin ben neresinden tutayım. Daha önce Jön Türklerin yaptığı gibi ateşe sürüklüyorlar Türkiye'yi. Türkiye'nin okumuş kesimi, profesörlerden başlayarak geriye doğru en tehlikeli olanlar üniversite mezunları. Olayları en rahat okuyanlar ilkokul mezunları, çünkü zihinleri berrak. Üniversite ve sonrası durum çok vahim çünkü gidişatı okuyamıyorlar, zihinleri bulanık." Acaba öyle midir? Ne kadar büyük yanılgı…
Böylesine çağ dışı konuşma olur mu?  Bu adam biatçi cahilleri övüyor adeta.

“OKUMA ORANI ARTTIKÇA BENİ AFAKANLAR BASIYOR”
            Bizde de şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben açıkçası korkuyorum, ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum. Ben sürekli Refik Halit gibi gözlem yapıyorum, trafikte en tehlikeli tipler üniversite mezunlarıdır. Bakın normalde hiç okumamış kesimler trafikte bir şey verdiğiniz zaman ona uyarlar, bunlar sürekli tehdit oluşturmazlar. Dünyanın gidişatını göremeyenler okumuşlardır. Okuma oranı arttıkça Türkiye'de olayları tahlil kabiliyeti azalıyor." [2]
   O bilim yuvasında soyadını taşıyan bir arı kadar bile yararlı, verimli olamayacak kadar bağnaz düşünceler taşıyan bu Arı, ne diyor biliyor musunuz? “Ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır”.

OSMANLI DA OKUMUŞLARI SEVMEZDİ
Şimdiki cenazedeki duasında o imamın okumuşları yadsıdığı gibi, Osmanlı da, okumuşları, mekteplileri sevmezdi. Okuyun ll. Abdülhamit devrinde yapılan 31 Mart gerici ayaklanmasını; orada göreceksiniz ki, okuma yazması olmayan cahil ordu mensuplarının,  okuldan yetişmiş nice aydın subayları sokaklarda katlettiklerini, cesetlerinin gericilerin korkusu yüzünden günlerce alınamadığını okuyun.
Yarasaların çok ışıktan rahatsız olduğu gibi, aydın kişiler de cahilleri rahatsız eder. Bu öteden beri böyledir. Osmanlı’da okumuşlardan, aydınlardan ürkerdi.
Gelin kendi kendimize, şimdilerde Osmanlıyı özleyenlere inat, şöyle bir soru soralım: “Osmanlı niye battı?”  Osmanlı okumadığı için, bilim ve teknolojiye sarılmadığı için çağın gerisinde kaldı ve battı.
Şimdilerde bile, İslam ülkeleri ve yurdumuzdaki kitap okuma, gazete okuma oranları ile basılan gazete ve kitap sayısını, patent sayısını kıyasladığını zaman İslam ülkelerinin aleyhine olarak karşımıza bizi utandıran sonuç çıkar. Toplum olarak okumuyoruz, araştırmıyoruz, bilim ve buluşların da, taklitçisi, fasoncusu oluyoruz. Bu yetmiyormuş gibi, okumayı yadsıyoruz, “Tanrı okumuşlardan bizi korusun” diyorsun.
Okumayan, Okumayı Sevmeyen Toplum Çağın Gerisinde Kalır
Bakın aşağıda size, Osmanlının yıkılış yıllarında okumadığını, ne ki subaylarının bile okumadığını örneklerini verelim.
“Orduda okuma, yazma bilmeyen, küçük, orta ve yüksek rütbeli subaylar çoktu”. [3]
  Ordu “alaylı”, “mektepli” diye ikiye ayrılmış, alaydan yetişen alaylılar, okuma yazmaları hemen hemen hiç yoktu, “mektepten” yetişen “mekteplileri”  hiç sevmezlerdi. Onun için 31 Mart denilen gerici ayaklanmasında kıskanıp düşman gördükleri “mektepli” subayları gördükleri yerde katlediyorlardı. 31 Mart Vakasında nice subaylar boğazlandı. Ayrıca, Donanmadan Asar-ı Şevket zırhlısı Kaptanı Deniz Binbaşısı Ali Kabûlî Bey ise gemisinin erleri tarafından Yıldız Sarayı’na götürülüp Padişah ll. Abdülhamit’in gözleri önünde şehit edildi. (15 Nisan 1909)  [4]
İsterseniz, konuyu uzatmadan, Batı karşısında savaş kaybeden, hızla toprak kaybeden öyle zamane Türk ordusunun o zamanki subaylarının yaptıkları bir yön bulma yöntemini aktaralım.


KURANLA YÖN TAYİN ASKERLER (KURAN FALI)

Balkanlarda bir yerde Osmanlı askerleri bozulur, “Yunanlılara mı, Sırplara mı rastlayıp yok mu olacağız, dağılan, kaybolan kolorduya nasıl ulaşacağız” endişesi içindeler. Birliklerde bulunan erlerin çoğu okuma yazma bilmeyen, subayları da Kuran falından imdat uman birlikler ne kadar başarılı olur?
Anacağımız olay, “70 lik bir Subayın Hatıraları” adlı kitaptan aynen alınıştır: “Subaylar, erler dağınık vaziyette batıya doğru yürüyoruz. Bir yerde, küçük bir sırt üstünde yedi, sekiz subayın halka olarak bir şeyler yaptıklarını gördüm; hayvandan inerek onların yanına sokulduk. Subaylardan birisi Müslümanların kitabı olan Kuranı ortasından bir iple bağlamış, bu ipe bir anahtar geçirmiş, mukaddes kitabı çeviriyor, sonra bırakıyor. Yedi sekiz defa bükülmüş olan ip, dolayısıyla bu defa geriye dönen ve sonra sağa, sola ufak hareketler yapan Kuranın nihayet kuzey istikametinde sükûnete varınca kitabı çeviren subay şöyle der: «İşte, kitabın gösterdiği istikamet, bizim için hayırlı olacak istikamet burası”.
Şansımız yaver gitti. Ne Yunan, ne de Sırp birliklerine rastladık. Biz de Yunan süngüsü veya Sırp düşmanlığından kurtulduk; fakat bizi yarı yarıya kıran açlık, tifüs ve dizanteriden yakayı kurtaramadık”. [5]
Büyük ihtimalle bu Kur’an falcılığı yapanlar mektepli değil, alaylı subaylardı, çünkü mektepliler zaten iyi bilgilerle donatılıyorlar; alaylıların içinde okuma yazma bilmeyenler bile vardı.

OKUMADAN YÜKSELENLER ERLİKTEN PAŞALIĞA


Okumayan, Okumayı Sevmeyen Toplum Çağın Gerisinde Kalır
Arnavut asıllı Draç Mebusu Esat Paşa Toptani, önce bir jandarma neferi (eri) iken, II. Abdülhamit tarafından paşalığa terfi ettirildi. (Erlikten hemen paşalığa!) Çeşitli saray hizmetleri varsa da, Osmanlıya, Arnavut Devleti kurulması için ihanetleri görüldü.1919 da bir öğrenci tarafından evinin önünde öldürüldü.
Kazasker Şemsettin Efendi, Feyzullah Efendinin oğludur. Mekteplerin semtinden geçmediği ve üzerinde hoca hakkı olmadığı halde, kadı evlâdı olduğu için hocalık diploması almıştı. Şemsettin Efendi, son derece iyi konuşan ve meclisi süsleyen biri olduğu için, büyüklerin yardımıyla rütbeler aşarak kazaskerliğe kadar çıkmıştır.
Osmanlı’da okuması yazması olmadığı halde yüksek mevkilere gelenler epeyce vardır. Kapıcılar Kethüdası iken dalkavukların teşviki ile önce Mora Valiliğine, sonra da sadrazamlığa getirilen Koca Yusuf Paşa okuma yazma bilmiyordu. Sultan ll. Abdülhamid’in yeniçeri ağası iken, sadrazamlığa atadığı Mehmet Paşa okuma yazma bilmiyordu.
Kahvecilik yapan eski yeniçerilerden Arnavut Mustafa’yı paşalık rütbesi verilerek, padişah 1. Ahmet’in sır kâtipliğine atandı. Oysa bu adamın okuryazarlığı bile yoktu. Baharatçılık yapan yeniçeri eskisi Bulgar soylu Rıza’yı müşir (mareşallik) rütbesi ile Osmanlı Orduları Başkomutanı yaptılar.
Sandıkçılık yapan yeniçeri eskisi Boşnak Ahmet Büyük amirallik rütbesi ile Kaptanıderyalığa atandı. Bütün bu önemli mevkilere tayin edilen insanlar birbirinden cahil, ilerleyen Avrupa bilimi ve siyasetinden habersiz insanlardı. Demek ki, Osmanlıyı böylesine cahil insanlar yönetiyormuş. [6]
Okumayan, Okumayı Sevmeyen Toplum Çağın Gerisinde Kalır

OKUMA YAZMASI OLMAYAN PAŞAYI ÖVEN VOLKAN 
           Devrin en gerici gazetecisi “Derviş Vahdetî 3 Nisan (16 Nisan 1909) Cuma günkü Volkan gazetesinde, Mehmet Muhtar Paşa’ya çok ağır bir dille cevap verir ve yazısına şöyle devam ediyor:
“Babası Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinde (93 Harbi)  maiyetinde hizmet etmiş ünlü asker Müşir Kürt İsmail Paşa’nın  okuma yazma bilmeyen bir insan olmasına rağmen,  nasıl harikalar yarattığını bir bir hatırlatır. Daha sonra da şöyle diyor:  “Ah paşam, o erişilmez manevi kuvvetin ne olduğunu sen bilebilsen ve İttihad-ı Muhammed’inin de onurla yanı kavrulmakta ve daima hakikate doğru adımlar atmakta bulunduğunu takdir buyurmuş olsan.  Sen de hemen bu cemiyetin sancaktarı olmayı canına minnet bilirsin. Lakin çisûd! (anlayamazsın ki) [7]
             Şimdi okumayı yadsıyanlara, cenazedeki imama sormak gerekir, okuma yazması olmayan veya çok az olan bu subayların ordudaki yön bulma yöntemi bilimsel ve gerçek olabilir mi? Hurafeyle yön bulmaya çalışıyorlar. Karşıdaki düşman subayları, çağın en iyi koşullarına göre eğitilmiş oldukları için savaş kazanıyorlar ve cahil kalmış Osmanlı durmadan toprak kaybediyor, taa Atatürk Cumhuriyetine kadar.

BİLİMDEN SAPIP DİNE BAĞLANANLAR SONUNDA PERİŞAN OLURLAR
Onların kafasına göre, herkesi imam hatip mezunu yapsak, herkese zorla Kuranı Kerimi ezberletmiş olsak, aydın, bilgili insan mı olacağız. Bizim halkımızın bazısı, Kuranı baştan sona ezberlemeyi “bilim adamı oldu”, “bilim adamı oldum” sanır, bu kesinlikle mümkün değil. Bu anlamını bilmeden ezberleme insanı düşünmekten uzaklaştırır, adeta ruhsuz teyp gibi yapar. Bizim böyle Kuranı ezberletmek başka iş yapmayan, bilimle uğraşmayan “İlim Yayma Cemiyetlerimiz” de var… Öyleyse Türk çocuklarını kandırmayın, bilimden saptırmayın, Türk toplumunu sadece “kinci dinci” yetiştirmeye çalışan RTE düşüncesi toplumumuza zarar vermektedir.  Unutmayalım ki,  Atatürk’ün deyişi ile “hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir. Bundan sapan sonunda perişan olur. Osmanlı da ilimsizlikten battı. Çünkü okumayan, araştırmayan, matbaaya ilgisiz kalan Osmanlı çağın gerisinde kalarak battı.
Son yıllarda Avrupa’ya devam eden göç dramlarına bir bakın, sürekli din, Kuran telkini yapan İslam ülkelerinden, “gâvur” dedikleri Avrupa ülkelerine binlerce, ne ki milyonlarca insan canları pahasına neden gitmek için can atıyorlar. Bunun için sahillerimizde çocuklarıyla boğularak can veriyorlar. Çünkü gitmek istedikleri ülkeler, okumayla, bilimle, hukukla, adaletle bu çağdaşlığa, bu refaha ulaşmışlar. Öyleyse “okumuşların şerrinden bizi koru yarabbi” diyerek okumayı, okumuşları yadsıyan cenaze imamı yanlış yapıyor.
Sonuç olarak okumadan bilim öğrenilemez, bilim öğrenmeyen, bilim üretmeyen toplum, millet, devlet çağdaş olamaz.

Cevat Kulaksız
 ckulaksizster@gmail.com

SONOTLAR

[1]  https://t24.com.tr/yazarlar/yalcin-dogan/bayram-var-okumuslarin-serri-halka-silah-camilerden-cagri,15066

[2]  https://www.evrensel.net/haber/275541/sabahattin-zaim-universitesi-rektor-yardimcisi-cahil-halka-guveniyorum

[3] Çankaya. Falih Rıfkı Atay Pozitif Yayınları 2009 sf 32

[4]  https://www.izzettincopur.com/index.php?option=com_content&view=article&id=83:31-mart-ayaklanmasi-&catid=44:tarh-olaylar&Itemid=49

[5]  Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları Rahmi Apak Türk Tarih Kur. Yay 1988 Sf:80

[6]  Bir Geri Dönüşün Mirası-Cemal Kutay Sf: 184) 2- Cevde Paşa Tarihi Cilt: I Sf: 175–176

[7]  31 Mart 85 Yaşında Bir Geri Dönüşün Mirası Cemal Kutay Kazancı Kitap 1994 sf 426-446

Gündüz Akgül: Endişelerim…
15 Temmuz 2016 gecesi gerçekleştirilen, Milletin Meclisini bombalayan, demokrasiyi koruma adına sokağa çıkan yurttaşların üzerine ateş eden, tanklarla yurttaşların üzerinden geçen alçakların, vatan hainlerinin darbe girişimini lanetle kınarken, darbe girişiminin ardından ve bundan sonra yapılacaklar konusunda endişelerim var…
-Sahte kanıtlarla açılan ve orduya kumpas kurulduğu Ergenekon ve Balyoz davalarında yapıldığı gibi, tüm kamu kurumlarında yuvalanmış darbecilerin ve yandaşlarının temizliğinde, “kurunun yanında yaşta yanar”   mantığı ile hareket edilmeyerek çok titiz ve hukuka uygun olarak kuruların ayıklanarak yakılması, suçsuz ve günahsız olan yaşlara dokunulmaması konusunda gereğinin tam yapılacağı konusunda endişelerim var…

OHAL bize neler gösterecek? - Tünay Süer
Şu güzelim ülkemin düştüğü durumu gördükçe ağlayasım geliyor.
2002 de ülkeyi sıfır terörle aldılar.14 yılda geldiğimiz şu duruma bakın.
Ne huzur kaldı ne de adalet.
Bir zamanlar beraber yürüdükleri Fetullah’la ne zaman ipler koptu, paralel devlet diye bir şey duyduk.
Meğer yalan değilmiş.
Bu hain öylesine örgütlenmiş ki ordumuzun, polisimizin kılcal damarlarına girmiş.
Peki, zamanın başbakanı Erdoğan buna nasıl izin verdi?
İktidar uğrunaysa yazıklar olsun.
Kendi çıkarını ülkenin çıkarından daha fazla düşündüğü için bir kez daha yazıklar olsun diyorum.
Bağrında yılan beslemiş ve o yılan gün gelmiş hem kendisini hem de ülkeye zehrini akıtmış.
Öyle bir zehir ki hangi taşı kaldırsan altından o hain çıkıyor.

İlan Edilen Olağanüstü Hal - Güner Yiğitbaşı
Ülkemizde gerçekleştirilen Fetullah GÜLEN kaynaklı askeri darbe girişimi bastırılmış ve ülkemiz büyük bir felaketin eşiğinden dönmüştür.

Ülkemizde gerçekleştirilen bu darbe girişiminin çok  öncesinden günümüze kadar, PKK ve IŞİD terörü nedeniyle de olağanüstü günler yaşadığımızı kimse inkar edemez. Askeri darbe girişimi,ülkemizin yaşamakta olduğu olağanüstü zor koşullara  tuz ve biber ekmiş ve olağanüstü koşullar tavan yapmıştır.

Ülkede olağanüstü koşulların ortaya çıkması halinde ne yapılması gerektiğine dair Anayasamızda hükümler vardır.

Bakanlar Kurulu da bu hükümlere başvurarak, anayasal koşulları gerçekleştiği için, tüm ülkede üç ay süreyle olağanüstü hal ilan ederek, yürürlüğe sokmuştur.

Bakanlar Kurulunun aldığı olağanüstü hal kararı, doğası gereği, bazı hak ve özgürlüklerimize sınırlar getirebilen olağanüstü bir yönetim tarzı olmakla birlikte, anayasanın meşru saydığı anayasal bir olağanüstü yönetim tarzıdır.Bu nedenle, olağanüstü hal ilan edildi diyerek, alınan bu kararı peşinen ve koşulsuz olarak eleştirmek, haksızlıktır.

Sürekli okurlarımız bilirler, biz darbe girişiminden çok önce yazdığımız makalelerimizde, bölücü PKK terörü nedeniyle, ülkemizde belirli bölgelerle sınırlı olarak olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilan edilmesi gerektiğini dile getirdik ve olağanüstü hal ilan etmeyen hükümeti eleştirerek, İl İdaresi Kanununa göre aylarca sokağa çıkma yasağı ilan eden valilerin suç işlediklerini, uzun sokağa çıkma yasaklarını ve diğer özgürlük sınırlamalarını zorunlu kılan koşulların varlığı nedeniyle, anayasal bir yönetim tarzı olan olağanüstü hal kararına başvurulmasını savunduk.

Bu nedenle, koşullarının varlığı halinde ve yasal sınırlarının dışına çıkılmadığı, iyi niyetli olarak kullanıldığı sürece, olağanüstü hal kararından korkmak için bir neden yoktur.Olağanüstü hal dönemlerinde zorunlu olarak bazı örgürlüklere getirilebilecek olan ölçülü ve yerinde sınırlamalar, ileriye yönelik olarak o özgürlüklerimizden tamamen mahrum olmamak için alınan, özgürlükleri ve demokrasiyi koruma amaçlı kaldığı sürece bir sorun yoktur.

Hasta olan bir insanın hastalığı geçene kadar ilaç kullanmasından dolayı bazı olumsuz yan tesirlere maruz kalması gibi, insanlarımız da olağanüstü hal nedeniyle geçici olarak bazı olumsuzluklar yaşayacaklardır.

Ancak, olağanüstü hal bahane edilerek, olağanüstü halin gerektirdiği zorunlu nedenlerin dışına çıkılarak, olağanüstü hal'i, insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi tamamen yok etmek ve darbelere karşı olan demokrasi aşığı, gerçek demokrat, iktidar muhaliflerinin seslerini kısmak ve onlardan intikam almak amacıyla asla kullanılmamalıdır.

Olağanüstü hal, gerçek amacı doğrultusunda ve yasal amacıyla sınırlı olarak ve dozunda  kullanıldığı ve  istismar edilmediği taktirde, ülkemizin normalleşmesine katkı sunacaktır.

Bu itibarla, anayasanın ve yasaların öngördüğü koşulların gerçekleşmesi halinde başvurulan anayasal bir olağanüstü yönetim tarzı olan olağanüstü hal kararını, peşinen ve koşulsuz olarak  eleştirmek yerine, bekleyip uygulanmasını görmek, daha adil ve akılcı olacaktır.

21/07/2016
Güner YİĞİTBAŞI 

Önceden biliniyormuş - Tünay Süer
Evet, adına darbe deyin, darbecik deyin veyahut ta darbe girişimi deyin ne derseniz deyin ama 700 bin kişilik Türk Ordusunun içinde yuvalanmış bir çetenin darbeye kalkışacağı Temmuz 2016 Cuma günü, MİT tarafından öncesinde haber alınmış.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan,16.30 da Genelkurmay İkinci Başkanı'nı TSK'daki hareketlenmeden haberdar etmiş.
Bunu yetkili ağızlardan da işittik.
Bilgilendirmeyle yetinmeyen Fidan Genelkurmay Karargâhı’na giderek, Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay İkinci Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı ile gizli bir toplantı yapıyor. Toplantıda, tüm detaylar konuşuluyor, karşı tedbirler tartışılıyor.
Toplantının akabinde Genelkurmay Başkanı, tüm birliklere aşağıdaki talimatları gönderiyor.
Tüm ülke hava sahasının uçuşları kapatılması,
Askeri uçakların hiçbir şekilde havalanmaması,
Birlik hareketliliğinin yasaklanması,
Tank hareketliliğinin yasaklanması,
Kara Havacılık Okulu'ndaki faaliyetleri denetlemesi için Kara Kuvvetleri Komutanı'nın buraya gönderilmesi…

Nerede Dinsel Bir Tahrik Varsa Orada Vahşet Vardır

Demokrasinin kusurları, darbelerle değil, yine demokrasi ile kapatılır! [1]

Elbette ülkemizi, demokrasimizi geri bırakan darbelere karşı duracağız. Darbeye karşı durduk diye ordumuz mensuplarına yapılan haysiyet kırıcı, onur kırıcı vahşet ve hakareti görünce dehşete düştük doğrusu. Adaletten, hukuktan önce suçluya cezasını sokaklarda vereceksek, biz asla hukuk devleti değilizdir. Suçluyu adaletimiz versin, askerimizin boğazını keserek, onu kollarından bacaklarından tutup Boğaz köprüsünden denize atmak barbarlığını göstermemeliyiz.
Sevgili okuyucu, bu başlığı şunun için aldım, bütün İslam dünyasına bir bakın, hangi İslam ülkesinde terör yok, hangi İslam ülkesinde demokrasi var?  İçlerinde sadece Türkiye’de kör topal demokratik tavır vardı, onu da 14 yıldır iktidarda olan, din ve mezhep politikalarını ön plana çıkaran RTE-AKP iktidarı emeklemekte olan demokrasimizi bozup terörü tırmandırdı.

Nerede Dinsel Bir Tahrik Varsa Orada Vahşet Vardır

İkide bir “yüzde 99 İslam ülkesi olan Türkiye” diyerek tüm devlet yönetimini dinsel esaslara göre düzenlemeye çalışan bu iktidar döneminde, Atatürk’ün çizdiği laik, çağdaş düzeni değiştirmeye, yıkmaya çaba göstermekteler.
Gerçekten de bunu bütün Müslüman ülkelerde gördüğümüz açık bir gerçek vardır ki, nerede dinsel bir tahrik varsa orada vahşet vardır.
  Oysa bir ülkede laiklikten uzaklaşılır, devlet düzeni dini esaslara göre kurgulanırsa, öbür mezhep, inanç ve din mensuplarına karşı ayırımcı tavırlar artar, bu da toplumsal ayrışmaya neden olurken, sonunda şimdilerde olduğu gibi, dinci teröristleri, ne ki Feto cu darbeyi doğurur.  Günümüzde çağdaş devlet her din ve mezhebe, inanca karşı eşit mesafede olmalıdır. İşte Avrupa, bu laik bilinçle devlet düzenine, adalete ve insan haklarına dayalı düzen kurduğu için çağdaş olmuştur. Onun için İslam ülkelerinden binlerce insan, canları, kanları pahasına denizlerimizde can verme pahasına çağdaş Avrupa’ya doğru, amiyane ifade ile “gâvur” dedikleri ülkelere gitmek için can atmaktalar.

Nerede Dinsel Bir Tahrik Varsa Orada Vahşet Vardır
AYRIMCILIK AYRIŞMAYA, BÖLÜNMEYE GÖTÜRÜR
Acaba şimdiki AKP-RTE iktidarı her din ve mezhebe karşı aynı mesafede midir, hepsine eşit davranıyor mu? Hayır
İsterseniz şu anda aklımıza takılan bir örnek vererek açıklayalım. Mahallede bir Müslüman cenazesi olurken, camide sala verilmekte, genellikle “cenaze filan cami filan mezarlığa defnedilecek” derken, Alevi salalarında, sanırım Diyanetin emri ile cenazenin “filan cemevinden kaldırılacaktır”, denilememektedir. Yine, Türkiye’de devlet ve yerel yönetimler cami, cemevleri ve kiliselere aynı mesafede midir? Öyle ki, Anadolu’da, “Alevilerin kestiği yenmez, sattığı alınmaz” diye gizliden gizliye kötü bir söylem yayılır. Laik ve demokratik bir ülkede böylesine din ve mezhep ayrıcalığı olmaz.
Yine Haziran 2013 de Reyhanlı’daki patlamada ölen vatandaşlar için, devletin başbakanı RTE, aynen, “Reyhanlı'da 53 Sünni vatandaşımız şehit edildi” demekteydi. Başbakanın bu şekilde vatandaşı ayrışması çok hazin bir durum.[2]
 “Cumhurbaşkanı adayı Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Benim için neler söylediler. Çıktılar bir tanesi aynı zihniyet. 'Gürcü’dür' diyen oldu. Çıktı bir tanesi affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu”. [3]
Ermeni vatandaşlarımız buna ne der, siz düşünün. Aynı söz Almanya’da Türkler için söylense üzülmez miyiz. O zaman devlet adamı, politikacılar ülkede her din ve milletten insanı, vatandaşı olduğunu düşünerek ölçülü konuşmalıdır.
 Diyanetimiz ve devletimiz bu evrensel kuralı vatandaşlarına uygularsa, toplumsal barışa büyük katkıda bulunmuş olur. Her konuda dinsel düşünceyi devlet yönetimine katarsak, çağdaşlaşma yolundaki ülkemizde kaos (kargaşa) oluşur. Dinsel ve mezhepsel ayırımcılık şartlanmış kafalarda düşmanlık, “kincilik” yanında şimdiki gibi dinci görülen teröristleri yaratır. Öyleyse devlet adamı ve yöneticiler,  din ve mezhep yönünden ayırımcı konuşmalar yapmamalı, ayırımcı idare eylemi içinde olmamalıdır.
Hemen aklıma geldi, geçenlerde IŞİD mıdır DEAŞ mıdır, Haşhaşilerden daha beter, çağın en vahşi Müslüman görülen terörist örgütü militanları, futbol oynadılar diye beş kişinin başını meydanda kesiyorlardı, İslam adına. Böyle mi Müslüman olmalıyız? Yönetime dini karıştırdınız mı, aklınızın alamayacağı kadar kargaşa ve çelişkiler çıkar.
Şimdi size bir resim anlatacağım. Bir askerimiz bu adamlar elinde,  eli yüzü her yanı kanlar içinde olarak taşıyorlar. Taşıyanlara bir bakın, IŞİT sakallı, şalvarlı ve başı sarıklı irticanın tam görüntüsü.  Aşırı dinci insanlar, kinci, intikamcı olur; ne ki RTE bile “dinci ve kinci nesil yetiştireceğiz” dememiş miydi bir tarihte.  Dünyanın hiçbir dininde intikamcılık telkini yoktur.
Kocaman sopa ve kemer ile eli kolu bağlı, silahını teslim etmiş askeri dövenleri gördünüz mü? Askerler kanlar içinde. Darbeye karşı duranlara, darbeden sonra güya kutlayanlara bir bakın, tekbir getirerek bağırıyorlar, kin intikam kusuyorlar. Bu düşünce ile toplumsal barış hele ordumuzun itibarı zara görür. Ordu kimin senin benim, milletin, ulusun.
Bir zamanlar R.T.Erdoğan, “yüzde elliyi zor tutuyorum” demişti. Bu ne demek, saldırı için emir bekliyorlar demektir. İşte artık fırsat doğdu “kinci” takıma,  yüzde 50 artık taarruzda.
Dinsel yaşamın egemen olduğu eski çağlardan beri, nerede bir dinsel kökenli tahrik ve uygulama varsa orada insanlığı utandıran vahşet vardır, insanlığı geri bırakan irtica-gericilik vardır. Sonra Diyanetin sala ile karışması dinsel bir tahriktir.
Sosyal paylaşım sitelerinde, teslim olmuş, silahını teslim etmiş, elleri kelepçe ile elleri bağlanmış askerleri, birtakım yobazlar, küfür ve hakaretlerle ellerindeki sopayla dövüyorlar, birini de kesiyorlardı. Devletin p
olisi bunu nasıl yaptırabilir, suçu varsa adalet versin, polisin görevi onu korumak olmalıdır, her konumda. Çağın polisi her konumda yasaları korumalı, daha metanetli olmalıdır.
Hele bu gün elektronik postama bir mesaj düştü. Orada diyor ki,  teslim olan bir binbaşı, polislere  “10 aylık kızım var” diyor. Polis ne diyor biliyor musunuz, “senin kızını birer posta s…lim de gör” diyorlar. Düşünün vahşet istemini. Bu nasıl vahşet, bu nasıl vahşilik; gereğinde polisler, askerlerle-subaylarla teröre karşı birlikte mücadele edecekler, gereğinde vatan savunmasında birlikte olacak. Bu türlü ahlaksızlık, vicdansızlık, birlik ve dayanışmayı bozmaz mı?
Nerede Dinsel Bir Tahrik Varsa Orada Vahşet Vardır

“Darbeye karşı demokrasiyi savundukları iddia edilen AKP’lilerin kafası IŞİD militanlarından farksız çalışıyor. Trabzonspor Basketbol Takımı Federasyon İlişkilerinden Sorumlu Başkan Yardımcısı Veysel Taşkın, bugün sosyal medya hesabı Twitter’da, “Darbeci gâvur piçlerin malları ve karıları artık milletin malıdır” yazdı.
         IŞİD’in savaş esiri kadınları cariye yapmasından farksız bir zihniyete sahip Veysel Taşkın, yoğun tepki üzerine Trabzonspor’daki görevinden alındı.” [4]
Nerede Dinsel Bir Tahrik Varsa Orada Vahşet Vardır

Sosyal paylaşım sitesinin birinden (resmi de var)   atılan mesaja ne dersiniz: “ …Teslim alınanlardan 2 tanesi otobüsün içinde boğazı kesilerek geberdi, 3 tanesi de bir albay olmak üzere otobüsten alınıp milletimizle birlikte boğazdan aşağı atıldı ve geberdiler.”
Milletçe bu kadar vahşet yapacak kadar alçaldık mı? Bu nasıl vahşettir.  “Yaşama hakkının anayasada düzenlenen çekirdek haklardan, yani özü hiç bir durumda sınırlandırılamayacak ve durdurulamayacak bir hak olduğunu, savaş halinde bile düşmanla mücadele dışında ihlal edilemeyecek bir hak olduğunu bilmeyen bir toplum olduk. Milletimiz maalesef kendi anayasasını bile açıp okumaktan aciz.
         Ne acı değil mi? Ruh hali ve davranış biçimi garip ne idüğü belli olmayan bir yığın insan türedi. Anadolu'nun vicdanlı efendi çalışkan onurlu gururlu saygılı insanları birden kayboldu yerine din kisvesi altında her türlü sapkınlığı hak gören acımasız cani ruhlu şuursuz canlılar geldi”.[5]
Topluma dinsel düşünceyle tahrik-teşvik verdiniz mi, oradan vahşet doğar. Darbe gecesi verilen salalar bile dinsel tahriktir.
Demokrasiyi koruma, darbeye karşı mücadele, darbeye karşı kazanma eylemleri artık öyle bir hal aldı ki, insanlar meydanlara toplansın diye Ankara B.Şehir Belediyesi tüm EGO-Metro ulaşım araçlarını üç gündür ücretsiz hale getirdi. Kızılay gibi meydanlara toplanan AKP liler şükür ifadesi olarak zikirler yapmaya başladı, zikirle kutladılar. Devletin temelini oluşturan ulusal bayramlarda ücretsiz taşıma yapmayan belediyenin bu tavrı dikkat çekici. [6]

ORDU NEDEN BÖYLE GERİLDİ?
Bu iktidara kadar dünyanın en iyi ordusu iken ordumuz neden bu hallere düştü?  Uydur kaydır belgelerle, uyduruk osuruktan davalarla ordumuza kumpas kuranlar kimlerdi, haksız yere yüzlerce subayını hapislerde yatıran kimlerdi? Suçluydu iseler 4-5 yıl sonra neden berat ettiler. Çağdaş bir devlet kendi ordusuna kumpas kurar mı?  “Ben o davaların savcıyım”  diyenler acaba bunlara ne der.
AKP-RTE iktidara geldiği 2002 ye kadar, ordumuz YAŞ toplantılarında içindeki gerici “çürük elmaları” temizliyordu ve birbirine kenetleniyordu. Ordu, bünyesindeki dincileri, gericileri, cemaatçileri, rejim karşıtlarını bir bir saptıyor ve her 30 Ağustos’ta YAŞ toplantılarında ordudan atıyordu.
Ne zaman ki Başbakan R. T. Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olduktan sonra, zaten Refah Partisi’nden beri gerici unsurlara destek veren bu ikili, YAŞ toplantılarında ordudan atılması gereken, Fetulahçi mı, “paralelci” mi unsurların ordudan temizlenmesine karşı çıkarak “şerh” koydular ve 2003 den bu tarafa hiçbir irticacı ordudan atılmadı. Yani ordunun kimyasını, özünü bozdular.  Üstelik YAŞ gündeminden “irticai eylem planı” gündemden çıkarıldı. Askeri istihbarat, siyasilerin atadığı MİT müsteşarlığına bağlandı.   Böylece ordu içindeki “çürük elmalar” gizliden gizliye artmaya başladı. Zaten Fetullah da, el altından “yargıya orduya gizlice sezdirmeden en ince damarına kadar girmeyi” öneriyordu. Bu iş çok önceden ışık evlerinden başladı. Şimdilerde demokrasi kurtuldu diye sevinen, şölen yapan AKP liler bunları düşünmeliler, ordudaki bu çürümüşlüğü kimin yarattığını bilmeliler.
Aynı çizgide olan RTE-AKP de paralel yapıyı kollamaya, “çürük elmayı, uru”  kendi kucağında besleyip büyütmeye devam etti. Din iman sloganları ile rantları bölüştüler, büyüdüler.  17/25 Aralık operasyonundan sonra, cemaatçilerle yani paralel yapıyla AKP-RTE iktidarının arası açıldı.  Yani AKP-RTE iktidarı gerici, çağ dışı, laiklik düşmanı, Cumhuriyet düşmanı Feto’cu-paralelci grubu destekleyip kolladı, hem de devleti birlikte yönettiler, düşmanını kucağında büyüttü. Şimdi de acısını, sancısını millete çektiriyorlar.
Yukarıda askeri kesme vahşetini görünce şunları anımsatmakta yarar gördük.
Adam kesmek, (IŞİT'de yapıyor bunu din adına) adam yakmak (din adına Sivas'ta), baltayla insan-çocuk doğramak (din adına Kahramanmaraş'ta vb) bu çağda, bu vahşet barbarlık olmuyor, yakışmıyor. Yukarıda kendi askerini keseni, silahını teslim etmiş, darbeden marbeden haberi olmayan gariban bir askeri düşünün, ona göre hüküm verin. Nerede dinsel kökenli bir tahrik var orada vahşet vardır. Bir ülkede yönetim ve bütün uygulamalar din temel alınıp hüküm verilirse, o ülkede adaletsizlik, hukuksuzluk uç verir; her ülkede her inançtan, her dinden insan olabilir. Öyleyse demokrasinin ana mayası, ana temeli laikliktir. O nedenle ülkemize laikliği getiren Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı rahmetle anıyorum, ne büyük adamsın. Ama ondan sonra gelen bazı hokkabazlar laiklikten saptırmak için ülkede bin bir çeşit cambazlık yapıp halkı kandırıyorlar. Ortamı geriyorlar, ondan sonra gelsin darbeler ve kaos. Acısını millet çekiyor, dünyaya da rezil rusvay oluyoruz.
Cevat Kulaksız
 ckulaksizster@gmail.com
 
SONNOTLAR

[1] Sözcü Rahmi Turan
 [2] https://www.radikal.com.tr/politika/erdogan-reyhanlida-53-sunni-vatandasimiz-sehit-edildi-1137612/
[3] https://t24.com.tr/haber/agostan-afedersiniz-ermeni-dediler-sozu-icin-erdogana-allah-affetsin,266834
[4] https://redaktif.com/2016/07/16/darbecilerin-karilari-ganimettir/
[5] https://www.halkizbiz.com/gundemden/darbeci-pclerin-karilari-artik-milletin-ganimetidir-h17026.html
 [6] https://www.cumhuriyet.com.tr/video/video_haber/568841/Kizilay_da_zikirli_kutlama.html#

Sokaktaki Tehlike - Gündüz Akgül
Demokrasi ve darbe birbirine zıt olan iki kavramdır…
Bütün kurum ve kurallarıyla işletilen demokrasi ile yönetilen ülkelerde, darbe olma olasılığı yok denecek kadar azdır…
Anayasamızda, Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir diye yazılmaktadır…
Ne yazık ki öteden beri demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla uygulanmadığı için, ülke askeri darbelerden kurtulamamıştır…
Benim kuşağım, 1960, 1971, 1980 darbelerini yaşayarak büyüdü…
Her seferinde, darbelerin panzehiri demokrasidir, hukuk devletidir söylevleri atıldıysa da,  gelip geçen tüm iktidarlar bundan gereken dersi almadılar…
Yıllarca terör olaylarının soruşturmasını yapan biri olarak, darbe girişiminde bulunan zihniyetin tüm kamu kurumlarına sızdığını, bu durumun demokratik, laik, hukuk devleti için tehlike oluşturduğunu söylediğimizde ne yazık ki yadırganıyorduk…
Bu darbe girişiminden sonra yapılmak istenen temizlikle tüm kurumlara nasıl yerleştikleri sayılarıyla medyaya yansıması yine haklılığımızı kanıtlamıştır…

Gezi Dönüş Yolunda Yalvaç’tan İzlenimler - Cevat Kulaksız
Gönen Köy Enstitüsü mezunlarının düzenlediği “Fasulye Günü” ile öteki etkinliklerden sonra gezi dönüşü Isparta’nın ilçesi Yalvaç’a yolumuz düştü.
Yalvaç hakkında küçük bir araştırma yaptığımızda, karşımıza Osmanlı ve Selçuklulardan önce de çeşitli kavimlerin yaşadığı yer olarak görürüz.
Tarihte Yalvaç:
Büyük İskender’in MÖ 323 yılında ölümünden sonra bölgede, Seleukos I veya oğlu Antiochos tarafından bir Pisidia Kenti olan Antiokheia kurulmuştur. MÖ 39-36 yılları arasında Galat Kralı Amyntas’ın idaresine giren antik kent, Amyntas’ın ölümüyle Roma İmparatoru Augustus tarafından Galatia Eyaletine dâhil edilmiştir. MÖ 25 yılında İmparator Augustus zamanında “Colonia Caesarea Antiokheia” adıyla Roma kolonisine dönüştürülen şehir,  bu statüsünü yaklaşık iki yüz yıl korumuştur.

Gezi Dönüş Yolunda Yalvaç’tan İzlenimler - Cevat Kulaksız

Yalvaç’ta her yıl genellikle Temmuz ayında Pisidia Antiokheia Kültür, Turizm ve Sanat Festivali yapılmakta olduğunu öğrendik.
Ay Tanrısı Men adına inşa edilen Men Kutsal Alanı, Yalvaç’a 5 km uzaklıkta Gemen Korusu’nda bulunmaktadır. Men Tapınağı çevresinde bulunan diğer yapılar, küçük tapınak, stadion, tören salonu, kült yemeklerinin yendiği bir ev ve 20 kadar niteliği tam anlaşılamayan yapılardır.
Roma egemenliği MS 395'e kadar sürmüş, bu tarihten sonra bölge Bizans topraklarına katılmıştır. Selçuklular Dönemi’nde Yalvaç ve çevresine yerleşen Oğuz oymaklarından ilki Yalvaçlar olduğundan dolayı, antik kent o günden sonra “Yalvaç” adını alır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun 1300 yıllarında parçalanması sonucu Yalvaç, Hamitoğulları Beyliği hâkimiyetine girer. Hamitoğulları Beyliği Dönemi’nde gelişme gösteren Yalvaç, 1380 yılında Osmanlıların egemenliğine girer.
 Yalvaç, merkez ve kırsalında, çeşitli tarihi eserlerin, antik şehirlerin, bu şehirlere içme suyu getiren kemerleri görürüz.  Bu konuları araştırmacılara bırakarak, biz yolda giderayak tanık olduklarımıza yer verelim.
Rehberimiz Emekli İlköğretim Müfettişi Mehmet Ayhan, “arkadaşlar, zamanımız kısıtlı, buranın anıt ağacı olan dev çınarın altında yorgunluk çayı içip, gecenin çok geç saatlerine kalmadan Ankara’ya ulaşalım” dedi.
“Ama önce şu, Pisidia Kenti ve kemerleri görelim”, dendikten sonra şehrin kenarında olan iki bin yıl önce yapılmış, su kemerlerini ve yakınındaki kazıları devam eden Pisidia Kenti kalıntılarını gördük ve önünde resim çektirdik. Ama su kemerinin yanına çok dar, bir tarafı 50-60m uçurumlu bir stabilize yoldan vardık, ama dönmekte hayli zorlandık, araç uçurumun kenarına vardı-vardı geldi, çok zor döndü.
Gezi Dönüş Yolunda Yalvaç’tan İzlenimler - Cevat Kulaksız

FAYTONLAR TEKERLEK KANEPELER

Aracı bir yere park edip yaya olarak caddelerden, eski camilere bakarak “Anıt Çınara doğru yürüdük. Yolda yürürken, camiye yakın bir meydanda bir sarhoş adam, yanında şarap şişesi upuzun yatıyordu.
Onu geçtikten sonra, başka bir parkta, ilçede beş tane kalmış olan ikişer atın koşulu olduğu süslü püslü faytonları gördük, müşteri bekliyorlardı. Otomobillerin arttığı ve ulaşımın hızlandığı günümüzde, bu zavallı hayvanların çektiği faytonların şansı olmasa gerek. Otomobillerin henüz bulunmadığı yıllarda bu faytonlar çağın en seri, en hızlı ulaşım araçları idi. Hem de binlerce yıl bu atlar, arabalar insanoğluna hizmet ettikten sonra, otomobillerin artmasıyla tarihsel işlevini tamamlaşmıştı. Şimdilerde ancak meraklılar, notsalcı takılmak isteyenler binmekteler.
Hemen yakın bir parkta, at arabalarının tekerlerinden yapılmış, beş altı tane süslü tekerli oturak-banklara rastladık. Bu arabalar ve tekerler artık yapılamadığı için, tarihsel işlevini anımsatmak için belediye bu araba tekerli bankları yaptırıp koymuş. Gezideki arkadaşlar bu banklara oturarak resim çektirdiler.
Gezi Dönüş Yolunda Yalvaç’tan İzlenimler - Cevat Kulaksız

Çınaraltı’na yakın yerde Devlethan Camiisi bulunmakta; II. Kılıçaslan’ın kardeşi Devlet Han adına yapılan caminin, mimarı belli değildir. Cami, Beylikler Dönemi cephe özelliklerine sahip olup, üç sütun dizisiyle dört sahna ayrılmıştır. Duvarlarında Pisidia Antiokheia’dan getirilme devşirme malzeme kullanılmıştır. (Anadolu’nun pek çok büyük küçük yapılarında, eski değerli tarihi yapılardan taşlar alınarak, tahrip edilerek o değerli yapı taşları kullanılmıştır. Tabletten en büyük yapı taşlarına kadar binlerce tarihi eser böylece yok edilmiştir).
Gezi Dönüş Yolunda Yalvaç’tan İzlenimler - Cevat Kulaksız

YALVAÇ’IN DEV ÇINARI

Yürüyerek hemen yakındaki, Osmanlı’dan bile eski olan tarihi çınarın yanına geldik.
Methedilen tarihi çınarın altına doğru vardık ki, altında bir sürü masalar sandalyeler, tamamen gölgelik, etrafı kahvehaneler, çay ocakları ile dolu. Oturup çay içen, sohbet eden insanlar, kılık kıyafeti farklı 30 kadar kadınlı erkekli bizleri görünce herkes bizden yana yöneldi, sanki uzaydan gelmişiz gibi bize meraklı bakıyorlardı. Biz şaşkınlıkla dev çınar ağacına varıp onu incelemeye başladık, sekiz on kişi elele tutuşup çınarın etrafını dolandılar, birbirine ulaşamadılar. Devasa çınara bakarak şaşıp kaldık büyüklüğüne.  Çınarın gölgesi çevresinde dairesel olarak, 12-13 kadar, başta çay ocağı, kahvehane olmak üzere dükkânlar bulunmakta, her kahvehanenin masa örtüleri farklı renklerde idi.
  1200 Yıllarında dikilmiş ve yaklaşık 800 yaşında olan Anıtsal Çınar 25.07 metre boyunda olduğunu; gövde çevresi 10.25 metre, çapı 3.26 metre olan ağacın dal uzunluğu ise 7.50 ile 15.80 metre arasında değiştiğini söylediler.
             Devasa Çınar ağacı, Antalya Koruma Kurulu tarafından 11 Mayıs 1992 tarih ve 1401 karar no ile “Anıt Ağaç” olarak tescil edilmiş ve korunmaya alınmış.
             Çınarın bulunduğu bölge, yakındaki Medrese, Hamam ve Devlethan Camii, Selçuklular Dönemi’nde Türklerin yerleşim merkezini ve biçimini göstermesi açısından da önemlidir.
             Geçmişte olduğu gibi bugün de merkez olma özelliğini sürdüren “Çınaraltı”, insanların burada bulunan kahvelerde oturup sohbet edeceği ve 12. Yüzyıldan günümüze gelen Devlethan Camii’ni seyredip çaylarını yudumlarken asırlık çınarın gölgesinin tadını çıkarabileceği bir yer olarak bilinmekte.
              Günümüzde Çınaraltı, turistlerin ve Yalvaç’a gelen ziyaretçilerin ilk uğrak yeri ya da kentteki yoğun tarih ve doğa gezileri arasında verilen küçük dinlencelerin mekânıdır.            Önceden Anıtsal Çınar’ın bulunduğu yer kaldırım taşı döşeli bir yol ağzıyken, sonradan trafiğe kapatılmış, zemin düzeltilip ağacın çevresi düzenlenerek tarihsel bir meydan havasına kavuşturulmuştur.
            Yalvaç Belediyesi tarafından, 800 yaşında olduğu tahmin edilen çınar ağacının altına, ağacın 1920 ve 1940'lı yıllarda çekilmiş fotoğraflarını da eklenmiş.
Gezi Dönüş Yolunda Yalvaç’tan İzlenimler - Cevat Kulaksız

TÜRKİYE’NİN EN İYİ 10 ANIT AĞACI

1) DÜNYACA ÜNLÜ: İNKAYA ÇINARI / BURSA
Uludağ’a giderken karşınıza çıkan 600 yaşındaki çınarın boyu 35 metre, çapı 10 metreye yakın. Turistik bir bölgede yer alması nedeniyle yaz-kış yerli ve yabancı turistlerin akınına uğruyor. Bu yüzden dünyaca ünlü. Uludağ.

2) TÜRKİYE’NİN EN YAŞLISI: AMBAR KATRAN / ANTALYA
 Adını, halk arasında ona ‘ambar gibi ağaç’ denmesinden alıyor. Prof. Dr. Musa Genç bu sedir ağacı için “Türkiye’nin en yaşlı ağacı” diyor. 2331 yaşındaki ağacın ‘dünyanın en yaşlı sediri’ olduğu da iddia ediliyor. Karacaören Köyü.

3) 2000’LİK ZEYTİN: TEOS ZEYTİN AĞACI / İZMİR
Teos Antik Kenti’nde yer alan 2000 yaşındaki zeytin ağacı mutlaka görülmeli çünkü Anadolu’da ‘ölmez ağaç’ diye bilinen zeytin ağaçlarının ve zeytine verilen değerin en güzel örneklerinden. Seferihisar.

4) ATATÜRK’ÜN HASSASİYETİ: YÜRÜYEN KÖŞK AĞACI / YALOVA
Ağacın hikâyesi ilginç; Atatürk, Yalova’dan geçerken bu çınarı beğenip yanına köşk yaptırıyor. 1930’da dallarının köşkün çatısına zarar vermesi üzerine kesilmelerini önerenleri reddederek köşkü tren rayları üzerinde ileriye taşıtıyor. Millet Çiftliği.

5) HEYBETLİ SEDİR: KOCA KATRAN / ANTALYA
 Dik bir yamaç üzerinde tüm heybetiyle duran bu sedir ağacı zamana meydan okuyor. 1995’te, 2000 yaşında olduğu tespit edilip koruma altına alınmış. Boyu 25 metre, çevresiyse 8,5 metre. Elmalı.

6) EN YAŞLI MEŞE AĞACI: MAMATLAR MEŞE AĞACI / BOLU
Mamatlar Yaylası’nda yer alan meşe ağacı 1000 yaşında ve üç metre çapa sahip. Türkiye’nin en yaşlı ve en kalın meşe ağacı olduğu söyleniyor. Kalın dallarından biri, arı yuvası olduğundan bilinçsizce kesilmiş. Mengen.

7) CAMİ AVLUSUNDA: ZİNCİRLİ SERVİ / İSTANBUL
Sümbül Efendi Camii’nin avlusunda yer alıyor. Hz. Hüseyin’in iki kızının buraya defnedildikleri söyleniyor. 1400 yaşında olduğu tahmin edilen ağacın yıkılması halinde kıyametin kopacağına inanılıyor. Kocamustafapaşa.

8) UYUYAN AĞAÇ: AHTAPOT ÇINAR / İSTANBUL
İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Araştırma Ormanı’nda yer alan bu anıt ağaç, görünümüyle diğerlerinden ayrılıyor. Çınar, ahtapotu andıran, alabildiğince uzun kollara sahip. ‘Uyuyan çınar’ olarak da bilinen ağaç 600 yaşında. Bahçeköy.

9) TESADÜFEN BULUNDU: ASLAN KAVAK / İZMİR
‘Doğanın Sırları’ belgeselini çeken TRT ekibi henüz belgelenmemiş çok sayıda anıt ağacı ortaya çıkardı. Bunların en önemlisi olan bu çınar
22 metrelik dip çevresiyle Türkiye’nin gövdesi en büyük ağacı olarak kayıtlara geçti. Bayındır.

10) ACABA HANGİSİ: EYÜP SULTAN ÇINARI / İSTANBUL
Eyüp Sultan Camii ve türbesi arasında iki, türbe çıkışında iki, civarda dört çınar var. Hangi iki olduğu bilinmese de İstanbul kuşatmasında Akşemsettin’in, Eyüp Sultan’ın kabrinin baş ve ayakucuna diktiği çınarların bunlar olduğu düşünülüyor. Eyüp.
Cevat Kulaksız
 ckulaksizster@gmail.com
KAYNAK:
Hürriyet Haber 29 Ocak 2016
 https://www.isparta.gov.tr/yalvac
https://yalvac.bel.tr/index.php?sayfa=kentrehberidetay&h=699

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget