Mahallemiz muhtarının organize ettiği Çanakkale gezisinde, rehberimiz Emekli İmam Ahmet İnan’ın anlatımlarına devam ediyoruz. Gezi ekibine katılanların itirazları üzerine Muhtar Sema Deniz, rehbere itirazını bildirdi. Uzatmadan rehberin ilginç anlatımlarına devam ediyoruz:
İNGİLİZLER HİDROJEN GAZI GETİRDİLER. “BİZ TÜRKLERİN TANRISINA YENİLDİK”
Burası boş topraklar değil, biraz da işi bu taraftan şey yaparsak, çünkü buraya hidrojen gazını getirmişler, Çorçil diyor ki “götürelim, onların kökünü kazıyalım”, diğer bakanlar diyor ki “yapmayalım, insanlık suçu işleriz”, Çorçil diyor ki, “Türkler insan değil ki”, “neden, insanlık suçu işleyelim, götürelim”, diyor. Hidrojen gazını getiriyorlar buraya, hidrojen bombası yoktu o zaman, ama gazı vardı. Dedelerimizin savaştığı kaldığı yere, rüzgarın altında kaldığı yere, bidonları bırakıyorlar, ağzını açıyorlar, rüzgar kesiliyor, rüzgar ters tarafa onarın askerlerinin bulunduğu tarafa esmeye başlayınca, Hamilton şunu yazıyor, savaş günlüklerine, “biz Çanakkale de Türklere yenilmedik, biz Türklerin Tanrısı Allah’a yenildik, biz ona mağlup olduk”, diyor. Biz Türkler on devletle savaş yaptık, o “hasta adam” evet Allah onlardan razı olsun. Şimdi size o mezarı göstereceğim, meçhul asker anıtı olarak, abideye de gireceğiz, her yere gireceğiz. (Avucunu açan ziyaretçiler gözyaşları içinde, “nur içinde yatsınlar, Allah rahmet eylesin” diye dua ediyorlardı).(Rehber imam şöyle diyor, “buralara günde 350 araba geliyor” ).
Sol tarafta Mehmet Akif Ersoy’un yazmış olduğu Çanakkale Şehitlerine şiiri var. Sağ tarafta ise hangi ilden Birinci Dünya Savaşı’na asker geldiyse alfabetik sıralama var, şöyle bir ziyaret edin Ankara kısmına sizi götüreceğim ben. Kafanın gömüldüğü yer orası, meçhul asker anıtı olarak buraya defnedildi. Gövde başka yerde olduğu için kime ait olduğu bilinmiyor.
Mustafa Kemal Atatürk 1934 yılında, yabancı askerlerin anısına yapmış olduğu konuşmanın Türkçe ve İngilizce metni. (Gezicilerden bir bayan “çok şükür bir Atatürk kelimesi duyduk” diye söylenince, imam Kökenli Rehberimiz Ahmet İnan, “allammesabr deme böyle yav” diye sitem etti. Herkes değişik her kafadan bir şey sorunca rehber şaşırır gibi oldu).
Konuşmanın yapıldığı yer burası.
BAYAN MUHTAR REHBERİN KONUŞMA ÜSLUBUNA İTİRAZ EDİYOR.
İnönü Gezi grubunu organize eden İnönü Mahallesi Muhtarı Sema Deniz, rehber Emekli İmam Ahmet İnan’a yaklaşarak şunları söyledi:
“Size bir şey söylemek istiyorum, günümüzde dil kullanılmayacak kadar göreceli bir dil, abdestsiz namaz kılınamayacak kadar biz dinimizi bilen insanlarız, din bizim hepimizin, rabbimle aramızda, bir konunun içine dini baskıyla girdiğiniz zaman iyi sonuç alınmaz, biz bilimsel yönlerinin anlatılmasını istiyoruz. Siz öyle hikâyeler anlatıyorsunuz ki, tabi ki her asker şehit her asker yüksek mertebede biz biliyoruz bunun gerçeğini, ben hiç mutlu olmadım, şöyle olmadım, şurda bir rehberi dinledim, her şeyi bilimsel anlatıyor, siz her şeyi getirip şeriata bağlıyorsunuz, “bu savaş şeriatı kurtarma savaşı derseniz orda sıkıntı başlıyor. Arkadaşımızın dediği, bizim dini hiçbir derdimiz yok. Anlattıklarınızın altında hocam şu var, bu gün Müslümanlar birbirini kırıyor, neden kırıyor, bir düşünün, neden Müslümanlar kırıyor başkaları değil de. Geçmişte bir olmuşuz, dışarıdaki güçlere karşı savaşmışız, inanmışız çünkü işet biz bu hale getirilmişiz, din adı altında insanlar birbirini kırdırılıyor. Herkes dinin de farkına, ne yapacağını da biliyor, her yerde getirilip getirilip din sokuluyor. Bırakın insanlar özgür olsun, Rabbimle kul arasına kimse girmesin. Din kullanılarak insanlar birbirine düşman ediliyor. Bizim aracıya tefeciye ihtiyacımız mı var”.
Rehber İmam Ahmet İnan, “beni öyle bir konuma getiriyorsunuz ki” deyince, Bayan muhtar Sema Deniz, “hocam konuları anlatırken dini konulara daha fazla ağırlık verip anlatmışsınız” dedi.
REHBER YAKINIYOR
Araya başka konuşma ve hareketler olunca konuşma böylece değişti. Ara boşlukta grup gezmeye dağılınca, boğazında ses alma cihazım takılı olan Rehber Ahmet İnan, (daha önce kendinden rica etmiştim, ses alma cihazımın boynunda asılı durması için) kendi kendine yanındaki birine şöyle yakınıyordu: “Arkadaş dengesiz bir gruba düştük, Atatürk de Atatürk” deyip duruyorlar, olmayan şeyi ben ne anlatacağım, bırakacağım bu grubu ama, sevdiğim bir arkadaş verdi, çok biliyorsanız kendiniz yapın, paragözlüsü değilim ben ya, para için ben yapmıyorum, sevdiğim bir arkadaş, Ankara’lı o verdi”. Adam doktor değil, komutan değil, zaten cepheye gidip geliyormuş, adamlara meram anlatamadım. Ama olsun, inadına götürüyorum bu işi. Bu da bir savaş”. (Grup gezmeye dağılınca, galiba rehberin yanına tanıdığı bir gelmiş ona yakınıyordu)
YARALI BİR FRANSIZ ASKERİNİN YARASINI SARAN MEHMETÇİK
“Sol tarafımız Morto Koyu’nu görüyorsunuz, Fransızca bir kelime, ölüm koyu anlamına gelmekte. 25 Nisan 1915 sabahı Fransızlar sol tarafta çıkarma yaptılar. İleri doğru buradan ileri doğru ilerlediler. Sağ tarafımızda duvarlar görüyorsunuz, tepenin üzerinde beyaz duvarlar görüyorsunuz. Orası Fransız Mezarlığı, 1930 yılında açılışı yaptığı 1930 lu yıllarda buranın açılışına Guro[1] adlı bir Fransız subay getirildi, o Guro adındaki subay, başından geçen hadiseyi hem ağlıyor, hem anlatıyor. “Biz burada Osmanlı devletiyle çok kanlı süngü muharebeleri yaptık; o süngü muharebeleri sırasında bir Osmanlı askeri, bizim bir askerimizin göğsünden yaralayıp yere düşürdü; o yaraladığı askeri kucağına alıp belinden kasaturasını çıkardı, kendi gömleğinden kesiyor, o Fransız askerinin yarasını sarıyor”. O Guro adındaki Fransız subay, o Türk askerinin yanına sokuluyor, yanındaki tercümanları yardımıyla o Türk askerine diyor ki: “Evladım biraz önce öldürmek istediğin bu Fransız askerinin şimdi neden yarasını sarıyorsun, neden onu iyileştirmeye çalışıyorsun” , diye sorduğu zaman, o Fransız subaya o Türk askeri şunu söylüyor, “komutanım, onu yaralayıp yere düşürdüğüm zaman, cebinden bir kadın resmi düştü, o kadının resmine bakaraktan çok ağladı. Ben de baktım, yaşlı bir kadın resmiydi, bu bunun olsa olsa annesidir”, diye tahminde bulundum, kendi gömleğimden kesip onun yarasını sarıyorum ki, annesine, babasına, sevdiklerine kavuşsun istedim. Ben babamı Balkanlarda şehit verdim, abimi Şipka’da şehit verdim. Annem de onları düşüne düşüne vefat etti. Benimköyde kavuşacak kimsem olmadığından dolayı onun yarasını sarıyorum ki, o annesine babasına kavuşsun istedim” diyor.
Guro adındaki komutan bu hadiseyi burada hem anlatıyor, hem de ağlıyor. Arkadaşlar biz onların yaralılarını tedavi ettik, onların yarasını sardık, ama kendini insan haklarının savunucusu sanan İngiliz burada bizim Seyyar hastanemiz var, O seyyar hastanemizi orada Bombardıman etti, orada bulunan20 bin yaralı askerimizi şehit etti. Genel Kurmay Başkanımız Enver Paşa o bombardımandan sonra bir ültimatom hazırladı. “O ültimatomda (kesin uyarı) dedi ki, “eğer bundan sonra, bir hastanemizi daha bombardıman edin, İstanbul’da ne kadar sivil İngiliz vatandaşı varsa, onları Çanakkale’ye getiririm, dolayısıyla öldürtürüm veyahut da ben onları idam ederim” dedi. Bunlar söylenince bir daha bizim hastanelerimizi bombardıman etmediler.
Bundan sonraki gezimiz MUSTAFA KEMAL’İN KUZEY CEPHESİDİR. Bu topraklar üzerinde kendisi Yarbay Mustafa Kemal olarak geldi, 1 Haziran 1915 tarihinde yarbaylıktan albay rütbesine yükseltildi. Ondan sonra 8 Ağustos 1915 sabahı grup komutanlığından cephe komutanlığına daha yüksek bir rütbeye getirildi. Aracımızın sağ tarafı simülasyon merkez i ve devlete ait bir müze var. Karşıda görülen deniz Saros Körfezi, Düşman 25 Nisan 1915 sabahı Saroslar’dan çıkartma yaptı, o Saros Körfezindeki Anafartalar yarları, Arıburnu yarları 50-60 metre derinliğinde yarlar. Oraya düşman çıkartma yapınca o yarlardan yukarıya çıkamadı. Bir kol Akyar Anafartalar ovasını iki kol asker ise bu Sagir yolundan Kanlısırt, Bombasırtı o tarafa sardılar.
ANZAK YÜZBAŞISINI KURTARAN TÜRK ASKERİ VE ANISINA DİKİLEN ANIT
Çıkartmanın yapıldığı yer sol tarafı, Sağ tarafı Türk siperlerinin olduğu yer. Sol tarafı ise ANZAK askerlerinin siperlerinin bulunduğu yer. Rahmetli Mustafa Kemal, iki siperin arası 8 metre dediği yer şu aracımızın seyir halinde bulunduğu yolun hali 8 metre; burada büyük bir kıyamet Kanlı sırtta kopuyor, Bayrak sırtı lamba sırtı, Kanlı sırtı. Anzak yüzbaşısı bacağından vuruluyor, “imdat beni kurtarın, beni kurtaran yok mu” diye yolun içinde bağırıyor. Sağ taraftaki Türk siperlerinde, sol taraftaki Anzak siperlerinde bir delikanlı çıkıp o yaralıyı kurtaramıyor, neden? Çünkü bu topraklar üzerinde bir metrekare yere 6 bin mermi düşmüş, hiç kimse kafasını çıkarıp o cesareti gösteremiyor. Sağ taraftaki Türk siperlerinde bir Anadolu delikanlısı sırtından cinciri çıkarıyor, kasatura ile ucunu tutuyor, Anzak yüzbaşısını yolun içinden alıyor, sol taraftaki Anzak Fransız siperlerine bırakıyor. O Anzak Yüzbaşızını subayı o kahraman Türk askerine bir teşekkür dahi edemedik, bundan çok korktuk diyorlar. Türk askeri sağdaki Türk siperlerine geçiyor. Anlattığımız olay aracımızın hemen sağında kucağında bir asker heykeli var. Kucağında asker olan Anzak Yüzbaşısı Kessin, o Enveriye şapkalı olan ise Türk askeri, kucağına alıyor, sol taraftaki Anzak siperlerine bölgesine bırakıyor.
Yüzbaşı Kessin memleketine yaralı olarak gidiyor, düzeldikten sonra bölge valisi oluyor, bölge valisi olduktan sonra 1948 yılında buraları ziyarete geliyor. Başından geçen hadiseyi burada anlatıyor. Mehmetçiğe saygı olarak bu anıtı buraya dikiyorlar.
TEĞMEN ASIM
Aracımızın ön tarafında tek bir çam görülüyor. Onun yanında bir tane daha anıt var, orası Lontbay anıtı Osmanlıların dilinde ise orası Kanlı sırt. Neden Kanlı sırt 25 Nisan 1915 sabahı Anzak’lar ilk baştan orasını alıyor. Bizim askerlerimiz orasını aldıktan sonra 7000 Osmanlı askeri siperlerin içinde, 6 Ağustosu 7 Ağustosa bağlayan gece, 22 bin İngiliz askeri ile Anafartalar ordusu ve çıkartmasını yapacaklar. İsteklerine erişebilmeleri için buradaki askerleri bombardıman ediyor, 7000 Osmanlı askeri şehit ediliyor. Orası Kanlı sırt olarak tarihe geçiyor; ikincisi ise orası ilk şehitler tepesi. Düşman cepheyi işgal ettikten sonra, cephe Komutanı Mustafa Kemal orasını bir türlü düşüremiyor. 19 Tümenin içinden 140 tane gönüllü fedai grubu seçiyor, üç gün üç gece çarpışıldıktan sonra alınıyor, ama 140 tane fedai grubundan 20 kişi kalıyor, diğerleri şehit oluyor. Timin komutanı Teğmen Asım orada bacağından yaralanıyor. Kocadere Seyyar Hastanesine götürülüyor. Kocadere Seyyar Hastanesinde düzeldikten sonra, İstiklal Savaşı’nda kolundan yaralanıyor, Mustafa Kemal’e telefon ediyor, “komutanım ben Çanakkale’de üç şehitler tepesi komutanı Teğmen Asım, kolum koptu komutanım bir el atar mısın” diyor. Mustafa Kemal, “neredesin” deyince, Teğmen Asım, “Adana’dayım”, diyor. Mustafa Kemal, Adana Devlet Hastanesine telefon ediyor, “kolundan yaralı Teğmen Asım’a gerekeni yapın” diyor. Teğmen’in kolunu orada düzgün bir şekilde kesiyorlar.
İstanbul Kabataş Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, İstanbul Galatasaray Lisesi, İstanbul Vefa Lisesi sağ tarafımızda şehit oldular. Askerler birbirine üstünlük sağlayamayınca yer altına tüneller kazmış, kaç metre ileride Osmanlı askeri varsa onun altına tüneller kazmışlar, tünelin içini dinamit doldurmuşlar. Mehmet Akif Ersoy o tünellere lağım diyor, şimdi onları göreceksiniz. Aracımızın sol tarafına baktığımız zaman, bu görülen çukurlar Anzak askerlerinin siperleri, şu sol tarafta, Osmanlı askerlerinin siperleri burada, burada odunların arasında tünelin-lağımın ağzı yolun altından karşı tarafa geçiyor. İçini dinamit dolduruyorlar, dinamiti patlatınca, vücut kafa, kol kemikleri havada parçalanıyor.
KENDİ CENAZE NAMAZLARINI KILIYORLAR.
Şu gördüğünüz kırmızı topraklar, on bin tane şehit veriliği Kırmızı Sırt burası. Atatürk’ün en çok sevdiği 57. Alay, bir Kurban bayramı sabahı, aracımızın sol tarafına derenin içinde bir bayrak göreceksiniz o, orada çocuklar üzerlerindeki kirli çamaşırları çıkarıyorlar, şu derede abdest alıp, kendi gıyabında kendilerinin cenaze namazını kılıyorlar. Sol tarafta görülen yerde bir bomba oraya düşüyor, 57. Alayın bin beş yüz tanesi orada şehit oluyor. Gerçek 57. Alayın şehitlik yeri o bayrağın sonlandığı yer. Şimdi ziyaret edeceğimiz yer, 57. Alay şehitliği, isimler gerçek ama altında kimseler yok.
Sağ taraftaki Bomba Sırtı, asker elindeki bombayla iden beşe kadar sayıyor, sol tarafa atıyor, neden beşi bekliyor, üçte atması gerekirken, bize atmasınlar diye beşi bekliyor, çünkü çok yakın olduğu için geri bize atmasınlar diye besi bekliyor.
BOMBA SIRTI SİPERLERİNDE MEHMETÇİKLER
Mustafa Kemal Atatürk’e savaştan sonra gazeteciler soruyorlar, “paşam Çanakkale Savaşlarıyla ilgili hiç unutamadığınız bir anıyı anlatır mısınız” diyorlar. Mustafa Kemal Atatürk o gazetecilere şöyle cevap veriyor:
“-Ben şahsi kahramanlıklar peşinde değilim, ama ben Bomba Sırtı hadisesini anlatmadan geçemeyeceğim. İki siperin arası 8 metre, yani ölüm muhakkak, birinci sıradakiler hepsi düşüyor, ikinci siperdekiler, onların yerine geçiyor, ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılıkla biliyor musunuz, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç korku yok, sakındığı yok, elinde Kuranı kerim okuyanlar Kuran okuyor ölmeye Cennete girmeye hazırlanıyorlar. Kuranı okumayı bilmeyenler Kelimei şahadet getirip siperlerden atılıyor. Çanakkale Savaşını kazandıran ruh burasıdır”. Mustafa Kemal dahi Bomba Sırtı hadisesini böyle anlatıyor.
57. Alay şehitliğini ziyaret ederekten turumuz yukarıya Conkbayır’a doğru devam edeceğiz. (Savaş alanı 33 bin hektar)
Mustafa Kemal’in cephesinde de iki tane hastanemiz var, Kocadere Seyyar Hastanesi o karşı tarafta bayrağın olduğu yerin arka tarafı Kesikdere Seyyar Hastanesi deburası. Mustafa Kemal’in burada iki tane hastanesi var. Mustafa Kemal’in en çok sevdiği 57. Alay karargahı hemen şu karşı tepenin altı, hem hastaneyi muhafaza ediyorlar, hem de burada Bomba Sırtında savaşı devam ettiriyorlar. Burası Kesikdere Seyyar Hastanesi, tedavi için gelip de tedaviye cevap vermeyen 1115 dedemiz şu sağ ve sol yandaki toplu mezarların içinde, burası hastane şehitliği. Burayı tanıttıktan sonra yukarıda bir dedemiz var, buradaki isimler gerçek
“KAÇMAZ” SOYADINI ALAN MEHMETÇİK
Şu arkada gördüğümüz dedemiz kendisi Zonguldak Ereğli’den Hüseyin Kaçmaz, bu 1. Dünya Savaşına girmiş, ondan sonra İstiklal Savaşına girmiş, Birinci Dünya Savaşında Yemen cephesine gitmiş, İstiklal Savaşına katılmış şehit olmamış. Mustafa Kemal buna “Kaçmaz” soyadını özellikle vermiş neden vermiş, hiç savaştan kaçmadığı için. En son vefat eden en yaşlı gazimiz 1994 yılında 110 yaşında vefat ediyor. 57. Alayın tüm askerleri şehit olmuş. Şimdi ordularımızda 57.alay yok. 56 var, 58 var 57. Alaya gelince “Çanakkale’de” diye bağırıyorlar askerler. (Gezicilerden bir bayan ağlayarak “duygulanmamak elde değil” diyor). Bunları altı senedir anlatıyorum, altı senedir ağlayarak anlatıyoruz.
İMAM REHBERLERİN SOHBETİ
(Ses alma cihazım İmam Rehberimiz Ahmet İnan’ın boynuna asılı duruyor. Boşluktan yararlanarak bizim rehberin yanına başka rehberler gelmiş olmalı ki, kendi aralarında konuşuyorlar. “Atatürk’ü soruyorlar, anlatırken dinlemiyorlar. Atatürk’ün aile hayat ağacını anlatın desen bilmezler. Geçenlerde İzmir’den bir grup geldi, anlatıyorum, içlerinden dört kişilik bir kabadayı külhanbeyi tipli kişiler, “hocam Atatürk’ten hiç bahsetmiyorsun” dediler. Ben de Atatürk bu anlattım yerde olmamış ki, neyi anlatayım” dedim, çekip gittiler. Gezerken, araba çağırmışlar, İzmir grubundan ayrılmışlar, “Atatürk’ten hiç bahsetmiyor” diye gruplarından ayrılıp gitmişler”. Rehber Ahmet İnan, sanırım biraz uzaktaki arkadaşı rehbere çağırıyor,”Ercüment ne yaptın falan konuşuyorlar, çocuklarını evlendirmelerden bahsediyorlar. Ahmet İnan, “arkadaş öyle bir gruba düştük ki, söylediklerime karşı çıkıyorlar, usandırıyorlar. Karşısındaki, “idare et az kalmış, bir albaydan duymuştum, “nabza göre şerbet, sonunda muvaffakiyet”, o hesap idare et, müşteri velinimetimizdir”, Rehber Ahmet İnan, “, “yav arkadaş hep Atatürk Atatürk istiyorlar”. Karşısındaki de, “Atatürk’ün dedesi kim, baba dedesi kim desen bilmezler. Atatürk’ün son vasiyetine benim soy ağacımı incele, sor bilmezler, sağ ol hocam şekerli hocam”, karşısındaki “Halil Başaran gibi ol”, Ahmet İnan,”onun ağzı pis öyle olmam, Atatürk diyorlar, anlatıyorum dinlemiyorlar”, diyor. Muhtemelen onunda imam olduğunu tahmin ettiğim kişi, “sıkma canının Sen de Halil Başaran gibi koy, boşa savma”. Gülüşmeler, kendi aralarında gülüşüyorlar.
Rehber İmam Ahmet İnan anlatıyor: “Mustafa Kemal Atatürk, savaştan sonra, savaştan bir sene sonra, Kırşehir’li Mehmet Çavuş anıtının olduğu yerde bir mevlit düzenliyor, o mevlitte Sadettin Kaynak, İstanbul Müftüsü ve meşhur hafızlardan Akkuş o burada mevlitte bulunuyor, hava kararı yor, çok yüksek bir rüzgâr esmeye, yağmur yağmaya başlıyor, Sadettin Kaynak mevlit okumakta orayı terk etmiyor, İstanbul’a gittiği zaman onu tebrik ediyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün mevlit okuttuğu yer aracımızın sol tarafı, 2 Eylül 10 Ağustostan itibaren her sene şehitler için o mevlit adeti devam etmekte.
PARMAKSIZ CİDE’Lİ MEHMET ÇAVUŞ
Mustafa Kemal aracımızın sağ tarafında, Kılıçbayır’ında savaş yapıyor. O 57. Alay askerlerinin içinde Kastamonu ilinin Cide ilçesinden bir askeri var. 57. Alay askerleri Mehmet Çavuş’a “Cide’li Mehmet Çavuş” lakabını takmışlar. Onlar aracımızın sağ tarafında savaşıyorlar 57. Alay askerleri, hem Kesikdere’yi muhafaza ediyor, hem vatanı muhafaza ediyorlar. O Cide’li Mehmet Çavuş Nisan ayı sonlarında yanındaki komutanına diyor ki, “komutanım Çanakkale’mizde eli soğukları yok, kimse üşümez ama silah tetiğini çekiyorum, çekiyorum silah bir türlü patlamıyor, komutanım şu merete bir bakar mısın” diyor. Elindeki silahı Mustafa Kemal’e uzatıyor. Mustafa Kemal silaha bakıyor, silahın tetiğinde bir şey yok. Ama silahın tetiğinden kan damlıyor, bir de Mehmet Çavuş’un eline bakıyor, Cide’li Mehmet Çavuş’un sağ elinin işaret parmağıyla orta parmağı yerinde yok. Mustafa Kemal diyor ki,”oğlum senin silahında bir şey yok, sağ elinin işaret parmağı ile orta parmağına kör bir mermi gelmiş, kökünden alıp gitmiş. O Cide’li Mehmet Çavuş, Cephe Komutanı Mustafa Kemal’e şunu diyor:
“Komutanım, adam olana sekiz parmak yeter, yeter ki benim arkamdan gelen evlatlarım, torunlarım İngiliz’in, Fransız’ın sömürgesi altında kalmasınlar, onlar istikballerini rahat kazansınlar, bana seksiz parmak yeter” diyor. Burada savaşan dedelerimiz, burada savaşan atalarımız, hem evlatların hem torunların, İngiliz’in, Fransız’ın sömürgesi altında kalmasınlar, onlar istikballerini rahat bir şekilde kazansınlar” diye canının hesabını hiç yapmamış, seve seve canını çalıların, fundalıkların içinde vermişler.
YANAN ORMAN BÖLGE MÜDÜRÜ
Aracınızın sağ tarafında bir anıt var. O Orman Bölge Müdürü Mehmet Göktepe’nin anıtı. 1994 yılında aracımızın sağ tarafında Kumköyü var. Kumköy’de çobanın birisi mısır pişireyim, derken ateşi yakıyor, ateşi bir kaçırıyor ormana, aracımızın sağ tarafından Çanakkale Boğazı’ndan aracımızın sol tarafındaki Saroz Körfezine kadar şehidin bitki örtüsünü o çoban yakıyor; Orman Bölge Müdürü de yangını söndürmek için uğraşırken, yangın arkan çevirmiş, o da yanarak orada şehit oluyor. O anıtı da oraya dikiyorlar.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR:
[1] Çanakkale savaşında sağ kolunu kaybeden Fransız general
Henri Gouraud (Guro-1867-1946)
Henri Gouraud, 17 Kasım 1867 tarihinde Paris'te, Rue de Grenelle'de doğdu. Doktor Xavier Gouraud ve Mary Portal'ın altı çocuklarından en büyüğüdür. Gouraud ailesi aslen Vendée'den gelmiştir. Gouraud evinde ve Paris'te Collège Stanislas'de eğitim gördü.
Gouraud, "Büyük Triomphe" nin tanıtımın bir parçası olarak 1888 yılında Saint Cyr Askeri Akademisi'ne girdi. 1890 yılında mezun oldu ve Troupes de Marine'ye (Troupes Donanması) katıldı. Gouraud, Babasının itirazı üzerine ve onun isteğine saygı duyarak, Montbéliard'da, 21. Chasseur Piyade Alayı'na tayin edildi.
Henri Gouraud 1894 yılında Fransız Sudanı'na atandı. "Parti sömürgesi" himayesi sayesinde, Henri Gouraud, Nijer, Çad ve Moritanya'da on beş yıl boyunca Fransız Afrikası genelinde bir kariyer yapmıştır. 1907 yılında, Albaylığa terfi etti ve Moritanya Devlet Komiseri oldu. Fas ve Fransız Batı Afrikası kolonileri arasındaki taşıma tehdidinde Bedevi kabilelerine karşı bir muharebe başlattı.
Albay Gouraud, 1911 yılında, Fransa'da Yüksek Askeri Çalışmalar Etkili merkezine katıldıktan sonra, Fas'ta, Hubert Lyautey'in altında hizmet verdi ve Tümgeneralliğe terfi etti. Fez Askeri Bölgesi komutanlığına getirildi ve 1914-1915 yılları arası batı Fas'taki tüm Fransız sömürge askerlerine komuta etti.
1915 yılı ortalarında Çanakkale Savaşı'nda Fransız Seferi Kolordu komutanı olarak görev yaptı. 30 Haziran'da yaralandı ve daha sonra sağ kolunu kaybetti. Aralık 1915-Aralık 1916 tarihlerinde ve Haziran 1917'den savaşın sonuna dek, Batı Cephesi'nde Dördüncü Ordu'ya komuta etti. 11 Kasım 1918 tarihinde orada ilan edilmiş Sovyet hükümetini devirmek için 22 Kasım 1918 tarihinde, Strasbourg'a gitti.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra Fransa'nın Ortadoğu temsilcisi olarak Suriye'ye yüksek komiser olarak atandı. Gouraud 1919 ile 1923 yılları arasında görev yaptığı Suriye'de en yüksek rütbeli asker olarak Türk-Fransız Cephesi'nde Fransız birliklerinin komutanlığını da yaptı. Oraya Fransız hükümeti tarafından, 1916 Sykes-Picot Anlaşması'nın uygulanmasını takiben, Fransa ve İngiltere arasında Osmanlı İmparatorluğu'nun işgalinden kalan toprakların bölünmesi için gönderilmiştir.
20 Ocak-10 Şubat 1920 tarihleri arasında Gouraud'un askerleri Fransız-Türk Savaşı'nda kendi kuvvetlerini desteklemek için kuzeye taşındı. Gouraud Fransız askerlerinin Suriye'ye geri çekilmesine yol açan Maraş Muharebesi'nde Türk Milli Kuvvetlerinin ayaklanmasının bastırılmasını yönetti.
Gouraud, 23 Temmuz 1920 tarihinde Maysalun Savaşı'nda Kral Faysal'ın kısa ömürlü monarşisini yok etmiş Fransız kuvvetlerinin komutanıydı. Şam'ın işgali ile Büyük Suriye Devrimi güçlerini yendi ve Suriye Fransız Mandası kuruldu. Gouraud, Suriye ve Lübnan'daki Fransız Yüksek Komiseri olarak sömürge yönetiminin etkin başkanı oldu.
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Henri_Gouraud
Yorum Gönder